fırtınayı görmeden nereden bileceksin ne kadar dayanıklısın?
bırak bi sarssın seni,
yere düş, hatta savrul,
köklerini oynatsın yerinden,
gör bi bakalım ne kadar sağlam kalacaksın?
sonra toparlanırsın yeniden.
ama baştan teslim olursan alır istediği yere götürür seni,
tam da yapmak istediği gibi...
izin verecek misin sahi?
devamını gör...
kadıköy acıbadem de baya eski bir psikiyatri kliniği var. dışardan bakınca dandik bir yer fakat ordaki doktor baya iyiymiş. weltschmerzden dolayı travma geçirmiş bir arkadaşım vardı randevu almış, eşlik ettim birlikte gittik.

doktorla tanıştık, işinin ehli birine benziyordu. hasta doktor ilişkisini etkilememek için dışarı çıkmam gerekti. koridorda oturdum biraz kimseler yok. klinik çamlıca tepesine yakın yüksek bir yerdeydi, pencerenin önüne geçip manzarayı izlemeye başladım. weltschmerzle ilgili benimde sorunlarım vardı. ama arkadaşım kadar değil, travmatik bir boyuttaydı onun ki. benim durumum ne olacaktı acaba...

yanımdaki pencereden tıkırtılar gelmeye başladı, kafamı çevirdiğimde tuaf bir kız gördüm.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


doğrudan bana bakıyordu. parmaklarıyla sigaran var mı, gibi bişey yapıyordu. ne var anlamında, göz kırpmalı, kafa sallama hareketi yaptım. parmaklarını camın diğer tarafından dudaklarına doğru götürdü. sigaran var mı? demek istiyordu. var anlamında kafamı salladım. gözlerini belertip, pufflamaya başladı. ellerini ceplerine koyup yorgun adımlarla yanıma geldi. baktığım manzaraya baktı. cebimden paketi çıkarıp sigara uzattım. burda sigara içmemiz sorun olmaz mı diye sordum. senin için sorun olur mu diye sordu. sigarasını yakmak istedim fakat çakmağı alıp kendi yaktı.

-senin neyin var sorunlu birine benzemiyorsun dedi

-bir arkadaşım için burdayım onu bekliyorum.

-hangimizin ruh hastası bir arkadaşı yok ki dedi

-senin yok gibi, sorunlu bir tipe benziyorsun, senin neyin var.

saçmalıyormuşum gibi baktı çok soğuk biriydi. konuşması tavırları.

-obsesif kompulsif bozukluk dedi

-yani

-takıntılı biriyim

-ben acıktım, aşağıdaki büfeden bişeyler alıp gelirim, bir şey istiyor musun?

-bir şey konuşuyorduk sanki

-devam ederiz

-beni burda yalnız mı bırakacaksın

-evet

-birlikte gidelim

-olur

aşağıya indik. büfeden bir tane kremalı bisküvi ve iki şişe kola aldım.

kliniğin bahçesindeki masaya oturduk. kolanın birini ona uzattım.

-teşekkürler kola içmiyorum. ayrıca neden bana birşey içecek misin diye sormadın.

-ne içersin başka birşey getireyim.

-hayır hiç birşey içmek istemiyorum, sadece neden sormadan kafana göre kola aldın ki.

-iki tane kola aldım ve birini sana ikram ettim. içmek istemiyorsan sen bilirsin.

-neden iki kola aldın

gözlerinin içine baktım, cevap vermedim. bisküvimi açıp bi tane çıkarttım, ikiye ayırdım, kremanın kaldığı taraftaki bisküvinin kremasını, dilimle ve dişlerimle sıyırıp bisküvileri kenara koydum.

-ne yapıyorsun sen diye sordu

-kremasını seviyorum

-ondan bahsetmiyorum.

-sorun nedir.

-düzgünce ayıramıyorsun, kremanın yarısı bir tarafta yarısı diğer tarafta kalıyor.

bi bisküvi uzatıp nasıl yapıldığını gösterir misin dedim.

-parmaklarına bulaşan kremayı yaladın az önce.

(ne tür bir kaltaksın sen) demek istesemde uzun tırnaklarını görünce vazgeçtim.

-neyin var senin tiksiniyor musun benden.

-takıntılıyım, uzattığın bisküviye dokunamam, toplu taşıma araçlarına binemem, başkasının eşyasını asla kullanamam, bir diş fırçasını ikinci defa kullanamam, giydiğim elbiseleri bile 3 defa yıkamadan giyemem, günde 2 defa duş almazsam uyuz olurum, kimseyle el sıkışamam...

-yeter bu kadar, bana ne ya bunlardan. benden tiksiniyor musun? onu söyle.

-en son ne zaman yıkandın.

-ne bileyim ben bazen bir hafta yıkanmam, canım ne zaman isterse o zaman yıkanırım. cevap ver benden tiksiniyor musun.

-hayır

-inanmıyorum, benden tiksiniyorsun

-neden senden tiksineyim ki titiz biriyim sadece.

-hadi ordan palavra, madem tiksinmiyorsun neden o zaman şu kremasını yaladığım bisküviyi yemiyorsun? yesene görelim bakalım.

-delirdin mi sen, neden senin kremasını yaladığın bisküviyi yiyeyim ki. sapık mıyım ben.

sinirlenmeye başladım.

-açlıktan ölecek olsanda yemez misin yani.

-puff neden açlıktan öleyim ki? senin aptal bisküvin mi beni hayatta tutacak.

daha çok sinirlendim

-sen.. sen aptal bir burjuvasın, takıntılı falan değilsin, sadece şımarıksın, hayatın boyunca hiç yokluk görmemişsin. yediğin önünde yemediğin arkanda, herşeyin fazlasıyla olmuş. özel kolejlerde, üniverstelerde okumuş, herkesin pohpohladığı bir hiçsin. boktan bir hayatın olduğuna eminim. çocukluğun sokakta değil, evinde barbi bebeklerle oynayarak geçmiştir. özel mamalar, parfümlü bok bezlerin, renkli pahalı kıyafetlerin... herkesin küçük prensesi, hiç bir bok ortaya koymadığı halde ailenin gurur kaynağı, 8 yaşından beri piyano dersleri alan, doğum günleri partilerle kutlanan, asosyal gerizekalı bir erg..

çaaat!!

sağlam bir tokat attı sonunda. gözlerinden alev fışkırıyor, burnundan soluyordu.

-bana tokat attın.

-hakettin.

-hayır onu demiyorum, bana dokundun bir haftadır yıkanmıyordum, yüzümü ne zaman yıkadığımı hatırlamıyorum.

-ığrençsin. diyerek suratını ekşitip masadan fırladı. kolamı alıp peşinden gittim, kadınlar tuvaletine girip ellerini yıkamaya başladı, bende girmiştim.

-ne yapıyorsun diye sordum.

-kör müsün? elimi yıkıyorum kadınlar tuvaleti burası dışarı çık yoksa bağırırım.

-hayır onu sormuyorum. o musluğa senden önce dokunan pasaklı kadınlardan haberin yok mu? nasıl musluğa dokunabildin ayrıca burda atmosfer hiç hijyenik değil, içerideki kokuya baksana. umumi bir tuvalete nasıl girebildin.

-adi herif, hepsi senin yüzünden dışarı çık yoksa bağırmaya başlayacağım.

-hanım evladı seni, zavallı apartman çocuğu anca bağırırsın. anneni de çağırsana.

topuklu ayakkabısıyla karnıma bir tekme attı. iki büklüm oldum ardından kafama diziyle bi tane geçirdi ve tuvaletten dışarı fırlattı. deli kuvveti vardı bu manyakta. üzerimden atlayıp gitti.

burnum kanıyordu, ayağa kalkıp elimi yüzümü yıkadım. dışarı çıkıp nereye gittiğine baktım. masada oturuyordu. üstelik birşeyler yiyordu. yaklaştım.

-neden bisküvilerimi yedin?

-daha önce kimseyi dövmemiştim, tüm takıntılarımın içine ettin. sana dokundum, umimi tuvalete girdim, musluğa dokundum, karnına ucan tekme, suratına dizimle vurdum. aptal bisküvilerinide yiyip intihar etmek istiyorum.

-nasıl bir manyaksın sen bisküviyle herşeyi çiğnemiş olduğunu mu sanıyorsun.

-daha kötü ne olabilir.

-öpüşmeyi deneyebiliriz.

-midemi bulandırıyorsun.

-sende benimkini.

paketimden bir sigara çıkarıp yaktım, paketi ve çakmağı önüne attım. çekinmeden alıp yaktı bi tane.

-doktor beni tedavi etmek için bir sürü ilaç, terapi, seans falan ayarlayacaktı. hepsinin içine ettin.

-neden nazlanmak için takıntılara ihtiyaç duyuyorsun ki. senin asıl sorunun burjuva olmak. berbat bir hayatın var biliyorsun, arkadaşlarında senin gibi onlardan sıkılıyor, diğer insanlardan da nefret ediyorsun, çünkü beş para etmez birisin, salak gibi yaşıyorsun. farkındasın ve kabullenemiyorsun. ne yapacağını bilemeyen şımarık birisin sadece. hasta falan değilsin, takıntılı değilsin sen bir hiçsin. hiç bir doktor bunları yüzüne söyleyemez. çünkü seninle böyle konuşan birine para vermezsin tokat atarsın ve sonra iğrenir ellerini yıkamaya koşarsın.

-neden bahsediyorsun sen bunun için sana para mı ödemem gerek yani.

-içerdeki doktora ne veriyorsan yarısını istiyorum üstelik sana kola ve kremalı bisküvi bile ısmarladım.

-ciddi misin sen.

-dalga mı geçiyorsun benimle, senin vereceğin üç kuruşla ilgilendiğimi mi sanıyorsun. senin gibi silik tipleri yola getirmek beni eğlendiriyor bunu yapmak için gerekirse ben para öderim.

ilk defa gülümsemeye başladı o nemrut karı gülümsüyordu gözlerime inanamadım.

kliniğin içinden yaşlı sekreterin sesini duydum arkadaşımla konuşuyordu. beni arıyordu galiba arkadaşım, kafamı çevirip baktım, buradayım diye seslendim. sigaramı küllükten almak için önüme döndüm?

kız yok?

nasıl olur? ama üç saniyede nereye? lan? yine mi? uzun zamandır olmuyordu. nasıl farkedemedim. bir anda buz kesti elim ayağım bu daha ne kadar sürecekti. arkadaşım yanıma gelip oturdu.

-kola mı aldın bana ee ısınmış bu, bu bisküvilerin hali ne. çocuk musun oğlum sen.

-bitti mi işin gidelim mi.

-neyin var senin bişey mi oldu betin benzin atmış.

-yok bir şey, yorgunum sadece uykum var. arabayı sen kullan.

-zaten ben kullanıyorum, senin ehliyetin yok ki.

-her neyse kalk hadi s..tir olup gidelim burdan.
devamını gör...
kimine inat,
kimine umut olur insan..

olur da..
olduğunu fark etmesi uzun sürmez. olmuş ya da olmamış olması umurunda değilken, olmuş olmasının mühim bir şey olduğu konusunda ikna edilmeye çalışılır.

sanki, define bulmuş gibi etrafı, bulunan sözcüklerin istilasına uğrar. ne zaman ki düşünmek istemediği konuları görmezden gelse, hemen peşi sıra doluşur üstünü örttüğü düşünceler.

basit-önemli, kolay-zor('muş) gibi dayatılır. konuş(a)madığı her konu, düşünmez sanılır..

sanılır ki aklı evvelin biri..
sanılır ki kör..
sanılır ki sağır..

insan dile geleni gerçek,
dile getirilemeyini yok sayan,
can yaktığını varsayan canlı..

8.7.9/3.15
devamını gör...
* *

hani böyle güne mutlu uyanırsın. tamam her şey geçti. dünü unuttun dersin. şarkı bile söylersin, yüzün güler. sonra çok küçük bir şey olur ve pofff...aslında her şey olduğu gibi duruyordur. mutlu falan da değilsindir. düne tekrar dönersin. bugün öyle bir gün işte.
devamını gör...
merak etmeyince sormuyor
sormayınca bilmiyorsun.
bilmeyince her şey yolunda sanıyorsun.
ama hiçbir şey yolunda değil bilmiyorsun...
devamını gör...
gözünden bile sakındığın defterdir. yere göğe sığdıramadığın hiç kimseye okutmadığın en özel kaleminin zarif çizgileridir sayfalarındaki. sonra gün gelir öyle bir darbe alırsın ki en hassas yerinden kalemin kırılır yazamazsın elin uzanmaz okuyamazsın.
devamını gör...
"ben" dedi kadın, onu aslında şimdiye dek hiç duymayan, görmeyen adama;

"ben senden kaçtığımı sanıyordum, her gittiğim yere yine seni de götürdüğümü bilmeden. her uzaklaşmaya çalıştığımda daha çok özleyerek geri döndüm sana. sonra anladım ki izin verdiğin kadar uzağa gidebiliyor, sonra ateşe uçan pervaneler gibi kendimi yaka yaka senin etrafında dönüyorum. ne sabrım tükeniyor, ne ümidim. her yeri sana boyuyorum ben, ikimize dair bir dünya inşa ediyorum gittiğim her yere, anılarımızı yerleştiriyorum o dünyanın içine, yeni hayaller kuruyorum geleceğe dair. sonra sen gelip her şeyi yerle bir ediyorsun. ve bunu iyi hal indirimi alabilmek için takım elbise giymiş bir katilin soğukkanlılığı ile yapıyorsun. hafifletici sebepler sunuyorsun "ama" ile başlayıp "üzgünüm" ile biten. ben de her seferinde kabulleniyor, boyun eğiyorum suçlu benmişim gibi., tutunacak bir dal arıyorum kelimelerinin arasında. izin ver gideyim artık. şimdi değil ama bir gün, unuturum, iyileşirim belki. alttan alttan depreşip, ara ara yoklayacağını biliyorum, göz yaşartıcı sebeplerim hep olacak; bir şiir dizesi, bir şarkı, sesi sana benzeyen birisi belki. ama artık bırak gideyim ben. başa dönüp dönüp aynı yerde tekrar yıkılıp kalmaktan yoruldum. iyi gibi görünmeye çalıştıkça içten içe kemiriyor beni, yok oluyorum yavaş yavaş görmüyor musun? ışığım söndü, ilk tanıdığında çiçek bahçesi gibi rengarenk olan kadın koyu gri bir hüzne büründü artık. bırak beni artık, bırak gideyim"
kadın
artık ağlamıyordu,
artık üzülmüyordu,
artık yoktu çünkü,
hissetmiyordu...

ve adam
"iyi geceler" dedi,
"konuşuruz bunları uzun uzun" dedi kısacık cevabında...

ve kadın biliyordu,
o adam verdiği sözleri tutmazdı.
devamını gör...
bir gün bende neşe saçabilecek miyim? zaman öylesine acımasız geliyor ki zaman geçtikçe geçmişin batağına daha çok saplanıyorum. gelecekle ilgili planlar kurmak benim harcım değilmiş. hep geçmiş hep mutsuzluk benim işim. bunca mutsuzluk içinde yaşamak benim için sadece nefes almaktan ibaret. yalnızlığı sevemiyorum. hayatın omzuma yüklediği roller ve sorumluluklar üstüme bir ceket büyük geliyor gibi. sahi insan hangi yaşlarında rahata erer? ögrenciliğin bitip öğretmenliğin başladığı 45 yaş mı?
devamını gör...
yaşadığım her güzel anın tekrarını yaşarım ben geceleri. onları düşünüp mutluluğu tadarım yeniden oysa istediğim geçmiş anıları yaşatmak değil, yenilerini yaşamaktı. yoruldum geçmişte yaşamaktan, mutluluğu bugünümde yakalayamamaktan.
devamını gör...
bazıları yürek yangınlarını bizim yüreklerimizi yakarak hafifletmiş olabilirler.
hatta geçmişte canını yakanın yaptıklarını, bizim hiç yapmadığımız ve yapmayacaklarımızla temize çekmiş de olabilirler.
biz onu o yaralı hali ile öylece kabul etmişken fütursuzca kırabilirler kalbimizi.
oysa kalp kırmanın kolay olmaması gerektiği gibi, çatlamış bir deriye merhem sürmek kadar kolay olmamalıdır kırılan bir kalbi onarmak, merhem olmaktan daha fazlası olmak gerekir.

ve bilmezler paramparça edilen tüm kalpler bir gün hesap soracaktır tüm suçlulardan...
devamını gör...
anlam meselesi artık askıda.
insanlığın yüzyıllarca uğruna ölümü göze alarak biriktirdiği bu devasa kültürün içini kendi ilkel zevkleri ve beğenileri ile boşaltan hastalıklı bir toplumun egemen olduğu bir çağda anlam bulmak, doğrudan anlam aramanın kendisinden çok daha trajik ve korkutucu olsa gerek. varolmak adına başklarına muhtaç ilkel bilinçlerden mürekkep bir toplumun değer yargılarının hayatın her yanında dört bir yanımızı sarması çağın en büyük trajedisi.
zaten kitle iletişimi gereğinden fazla alana elini atıp, bütün güç ilkel sürülerin eline geçince böylesi bir aşınma kaçınılmazdı. içini boşalttıkları bütün değerlerin önceden inşa ettiği itibarı küstahça sahiplenen hastalıklı toplumun hastalıklı öznelerine sürekli maruz kalmak artık akıl sağlığı için risk arzeden bir durum.
boşlukları dolduran, içerikten yoksun her türlü işin, sahte bir estetize halinde bir virüs gibi yayılması, buna ön ayak olanların da yine sahte bir değerler silsilesi oluşturup bunlar üzerinden kendini meşrulaştırması kötü." örn:sonuçta bir emek var!"
içini boşalttıkları ve her türlü rasyonaliteden tamamen soyutladıkları kavramlar üzerinden kendilerini tanımlayan bu hasta ve öncü kişiliklerin varlığı, artık gerçeği ve değerli olanı yozlaştırdığı, görünmez kıldığı, alaya aldığı için bu çağ bedelini ödeyemeyeceği ve taşıyamacağı bir yük altında.
bu bedeli bu enkazın sahipleri ödeyecek. trajik bir şekilde ne derece büyük bir enkaz inşa ettiklerinden haberleri olmayanlar bunun bedelini teker teker ödeyecekler.
sahte olan gerçeğin yerini aldığında, gerçeğe atıf yapmanın dahi mümkün olmadığı ve artık tek temsilin sahteler arası olduğu bir yere gelindiğinde elden kaçanın kıymeti anlaşılacak. çünkü insanlık tarihi bize göstermiştir ki insan 2500 yıldır şeyin varlığını o şey yokolmadan bilmeyi becerememiştir.
ancak bu defa kayıp çok büyük. bu defa kayıp gerçeğin ta kendisi.
devamını gör...
birbirimizi kıl payı kaçırmış olamazdık,
beraber yaşlanamıyorsak bir sebebi olmalıydı,
kaldı ki bu kadar aynı hissedip bu kadar ayrı yollara savrulmak,
hesabı sadece rüzgardan sorulacak bir kabahat de olamazdı yazılı olmayan aşk kanunlarına göre,
aynı dediğime bakmayın,
hırpalanmış bir kalbin sukūtuhayali olabilir bu en fazla.
kimse aynı sevmez çünkü birbirini,
üstelik kalbine söz geçirebilenlerin birincilikle tamamlamaya girişeceği bir müsabakaya dönüşme ihtimali de saklıdır bu düzeni bozuk oyunun;
daha çok sevenin daima kaybettiği,
unutuyoruz bazen, insanlık hali...
daha çok seven her şeyi daha çok yapıyor,
daha çok pervane oluyor, daha çok mutlu etmeye çalışıyor,
daha çok feragat ediyor, daha çok özlüyor,
daha çok çabalıyor, daha çok üzülüyor, daha çok kafasına takıyor.
"al" diyor "ben canımı daha fazla yakamadım, sen dilediğin gibi örsele",
adeta celladının önünde diz çöküp, kaderini onun ellerine bırakmış bir ölüm mahkumu gibi,
ister vur, ister okşa diyor *, razıyım
gerçekleri görmek dışında her şeyi daha çok yapıyor,
halbuki görebilse o bulutların üzerinde çıktığı yolculuktan sert bir düşüşle inecek yeryüzüne,
darmadağın, lime lime etrafa saçılmış halde.

bilmiyor ki kandırılmış olmaktan daha fazla yanmayacak canı...
devamını gör...
bilmek kuşatmaktır, ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum dedim. bana eski fotoğraf albümünü göstermeye kalktı, beni anlamadığını o zaman anladım. konuşmadım, sustuk. saçları omuzlarından masanın üzerine dökülüyor, kafasını sağa sola döndürdükçe tozlanıyordu. uzunca süre bakakaldım saçlarına, o rahatsız olmuş olacak ki saçını eliyle düzeltti ve her zamanki gibi bu tabloyu da berbat etti. ben baktığım yerden başımı kaldıramıyordum. konuşacak oldu, neden sonra fısıltılı bir şekilde söylenip sustu. küçüklük fotoğraflarına bakmayı reddediğim için bozulduğu çok belliydi, aldırmadım. ona küçüklüğünün ve ailesinin beni ilgilendirmediğini söyleyerek kabalık etmiş olma ihtimalimi düşündüm, saçma geldi. ancak malesef bu saçmalık gerçekleşmişti. kısa cümleler kurmaya, en basit meselelerde dahi omuz silkip bana karşı çıkmaya, uzun sürelerle susmaya ve anlattıklarıma ilgisiz görünmeye çalışıyordu. ilgisiz değildi sadece öyle görünmeye çalışıyordu, bunu anlamıştım. komik olan tüm bu hareketlerini bana alındığını anlamam için ard arda ve çok bariz bir şekilde yapmasıydı. dostlarım, eğer kırıldığınız birinin sizi kırdığını anlamasını istiyorsanız ona yeterince kırılmadınız demektir. bu ironiyi düşünürken istemsizce gülünce masadan kalktı. kal dememi beklediğini biliyorum, demedim. hışımla gidişini izlerken yürüyüşündeki ahenk dikkatimi çekti, loş ışıklar altında uzunca boyuyla hızlı hızlı yürürken yüzünün şeklini tahmin edebiliyordum. bütün bunlar olurken yanık kalmış sigaramın boşa gitmiş olmasının tuhaf ve bir o kadar ağır acısıyla bağırdım: hesap lütfen...
devamını gör...
merhaba karalama defteri,

biraz saçmalamaya geldim. anonim olmanın verdiği rahatlıkla saçmalama özgürlüğüm var diye düşünüyorum. zaten buraya geliş amacım da bu. içimi dökmek.

eskiden çok düzenli bir hayatım vardı. 12 oldu mu yatar 06.50 de uyanırdım. rahatça uyuyabilmek için haftasonunu beklerdim. şimdiyse savrulan bir yaprak gibi istediğim saatte uyuyup istediğim saatte kalkabiliyorum. kulağa hoş geldiğinin farkındayım ama değil. hele ki 2 yıldır bu şekildeyse. artık bir amacım olsun istiyorum. bir şeylere tutunmak. tamamen amaçsız değilim şuan. ama yetmiyor işte.

şu pandemi de bitsin artık allah aşkına! koronası bitmeden mutasyonlusu çıktı başımıza bir de. hayat normale dönebilir misin, bir şey deneyeceğim de?
devamını gör...
merhaba karalama defteri.

bugün her şey mümkündü; ama hicbir şey yaşanmadı. gün anlamını yitirip önemini koruyunca böyle oluyor.
devamını gör...
olur olmadık aşağılık insanlarla muhatap olmaktan o kadar sıkıldım, o kadar üzgünüm ki... anlatamam. bunca emeğimin karşılığı bu mu olacaktı?
devamını gör...
hangi bulut kafa tutabilir rüzgâra ve hangi gök kavgasız doğurabilir yıldırımını?
devamını gör...
sevgili defter ! bak şimdi ;
artık 3'lüye dönmeliyiz, 3 stoper de iyi.
gustavo ve ozan orta sahay yeter.
öndeki 3'lü thiam - pelkas - osayi olmalı.
ikeri de de mesut ile samatta önlü arkalı olmalı.

artık değiştirelim şu " kanser " 4-2-3-1'i.
biz anadolu takımı değiliz.

bütün avrupa bu dizilişi çöpe atıyor.
sıra bizde...
devamını gör...
2020 tam bir fiyaskoydu benim adıma. sayamayacağım kadar fail yaşadım. senelerdir arkadaş olarak gördüğüm insan tarafından dolandırılma, ilişkimde en basit kriz yönetiminin altından kalkamadığım için ayrılıkla sonuçlanması, terfiyi kaçırmam ve nicesi... ömrümün geri kalanında gerçekleşmesi beklenen tüm hataları bir seneye sığdırdığımı düşünürsem kafam daha rahat. 2021'e umut bağlayacak mıyım? hayır. düşüncesi bile aklımdan geçmedi aslında. moral buluyorum ama. sebepleri de toksik insanlardan arınmam, kendimi daha iyi tanımam ve seneyi pişman olduğum her şeyin üzerine düşünerek geçirmem. "yavaş gitmekten korkma, yerinde durmaktan kork." bi kaç gün önce not aldığım söz. bu bana yapacaklarım hakkında ilham oldu. bununla alakalı belki bir kaç şey daha yazarım.. kendime not son iki seneyi aklından çıkarma ve o kızı unut
devamını gör...
selam karalama defteri, defterleri çok severim bilesin. her günün birbirinin birebir kopyası olmasından, insanların yemek yerken bile aynı sandalyelere oturmasına kadar birbirinin copy paste şekilde akmasından, mavi mi kırmızı mı hangi hap hacıı diye morpheus'un gelip sormamasından yıldım, bıhtım ve de daraldım. ayrıca bütün gün akşamı iple çekip akşam olduğunda ise gideceğim evimde beni heyecanlandıracak, bu deja vu'ya katlanmamı sağlayacak bekleyen herhangi bir soyut veya somut öğe de yok. sanırım çıkmaz bir döngüdeyim. yaprakların kuru kalsın, sağlıcakla.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim