normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3581.
keşke yataktayken duş alabilsem.
devamını gör...
3582.
çok istiyorum çünkü her şey istemekle başlar. inanıyorum çünkü inanmak başarmanın yarısı. çalışıyorum çünkü hayaller çaba ister. bir şey değiştiremiyor olabilirim ama biliyorum ki her emeğin karşılığı vardır. bugün değil yarın belki, yarın değil diğer gün belki ama elbet bir gün.
vazgeçmek mi? hayır tabii ki o da neyin nesi. asla!
olmuyor!
olabilir gayet normal bir şey her zaman her istediğin olacak değil ya. biraz sabır ister. sadece istikrarlı bir şekilde yola devam etmek lazım. sadece ne istediğini bil.
korkmuyorum!
kim ne der, çevremdekiler ne söyler, şimdi olmazsa bidaha hiç olmaz diye bir korkum hiç yok. çünkü ben gerçek anlamda istiyorum yapmak istediklerimi. bu yüzden asla ama asla kimse engel olamaz buna. ben kızım kimseye karşı çıkamam benim elimde bir şey yok demek haram bana . çünkü asıl benim elimde çok şey var; hayallerim, umutlarım ,benden yardım bekleyen insanlar ve beni bekleyen kız çocukları. eğer gerçekten bir şeyi başarmak istiyorsam binbir türlü yol bulurum. ben vazgeçsem, korksam kendime tek zarar vermiş olamam, benim bir kız kardeşim var ve böyle umutlar bekleyen bir sürü kız çocuğu. o umudu onlara verecek olan kimdir, onlara bir kadının nasıl güçlü durabileceğini kim öğretecek, kim içlerindeki o korkuyu yok edecek?
bu yüzden asla vazgeçemem.
yani kısacası neyi gerçekten çok istersen o olur...
vazgeçmek mi? hayır tabii ki o da neyin nesi. asla!
olmuyor!
olabilir gayet normal bir şey her zaman her istediğin olacak değil ya. biraz sabır ister. sadece istikrarlı bir şekilde yola devam etmek lazım. sadece ne istediğini bil.
korkmuyorum!
kim ne der, çevremdekiler ne söyler, şimdi olmazsa bidaha hiç olmaz diye bir korkum hiç yok. çünkü ben gerçek anlamda istiyorum yapmak istediklerimi. bu yüzden asla ama asla kimse engel olamaz buna. ben kızım kimseye karşı çıkamam benim elimde bir şey yok demek haram bana . çünkü asıl benim elimde çok şey var; hayallerim, umutlarım ,benden yardım bekleyen insanlar ve beni bekleyen kız çocukları. eğer gerçekten bir şeyi başarmak istiyorsam binbir türlü yol bulurum. ben vazgeçsem, korksam kendime tek zarar vermiş olamam, benim bir kız kardeşim var ve böyle umutlar bekleyen bir sürü kız çocuğu. o umudu onlara verecek olan kimdir, onlara bir kadının nasıl güçlü durabileceğini kim öğretecek, kim içlerindeki o korkuyu yok edecek?
bu yüzden asla vazgeçemem.
yani kısacası neyi gerçekten çok istersen o olur...
devamını gör...
3583.
yılın bu zamanlarında yokluğun daha bir belli ediyor kendini...
sanki bir sis bulutu çöküyor yüreğime zihnimde binlerce cevapsız soru ve tüm bunların ortasında ben yokluğunla baş etmeye çalışıyorum...
sanki bir sis bulutu çöküyor yüreğime zihnimde binlerce cevapsız soru ve tüm bunların ortasında ben yokluğunla baş etmeye çalışıyorum...
devamını gör...
3584.
beni etrafındaki duvarlara as. karanlıkta bırak. merkür ensemde. neler anlatıyor? hani neredeyse güneşi kıskandıracak. duvarlar soğuk oysa. duvarlar suretlerin ardında. cümlesinin cümleleri tepeme yığılmış kocaman bir yığın kar. hayal görüyordum. gözlerim ellerinde saklı. hayallerimin perdeleri düşmüş. kim çeliyor bu aklı? bu parçaları kim birleştirdiyse artık. artık eksik bir şeyler var. yitik gövdemde neon lambalar saklıydı. yalnız ben, bir tek, kendimi aydınlatamadım. hikayelerimin boyu boynundan yukarısı olmayan mathilda kadar. kolları kimin boynuna dolanmışsa. bari sen beni aydınlat. başka seferlere kalmasın. dallanıp budaklandım. arşa kollarımı uzattım. müsebbibi neydi, kim, kim onlar? anlayamadım. kuvvetli kollarıyla kıramadıklarına dilleriyle dokunuyorlar. yığınların içinde bir takım mahluklar. çirkin, çok, kimeyse, böyle güzel. kendine ne yapacaksan, yapacağını yap. aynaya bir de buradan bak.
devamını gör...
3585.
seni çok seviyorum. ama önceden daha çok seviyordum. sen bendin. ayrı bedende bir insan olarak tanımlardım bizi. zaman geçti biz kısa bir zamanda çok şey yaşadık. şimdi kendimi en çok senden korumam gerektiğini hissediyorum. biliyorum sen de öyle düşünüyorsun. ben ne düşünüyorsam sen de öyle düşünüyorsun biliyorum. ama ben senin için her şeyi yapmaya hazırdım. ben senin için her şeye göğüs germeye çalışırken, çabalarken sense tüm olup bitenleri "yalnızca" izledin. benim arkamda olduğunu söyledin ama ilk fırsatta karşıma geçtin. seni karşımda görmek benim için bir yıkımdı.
bir ilişkide kaç kere yıkılır bir insan onu da yaşayarak öğrendim. sana çocukluğumu anlatsam, çocukluk anılarımdan dolayı kimsenin beni sevdiğine inanmadığımı bu yüzden sana da inanamadığımı anlatsam beni anlar mıydın acaba? en önce yargılardın. sanki her şeyi ben yapmışım gibi davranırdın. korkuyorum. en çok da senden. o büyük cümlelerinle beni kanatırsın diye, dünyada bunca kötülük varken her şeyin sebebi benmişim gibi davranırsın diye, günlerce süren sessizliğin bir ömür sürecek diye korkuyorum. sana içimi açmaktan korkuyorum.
bir ilişkide kaç kere yıkılır bir insan onu da yaşayarak öğrendim. sana çocukluğumu anlatsam, çocukluk anılarımdan dolayı kimsenin beni sevdiğine inanmadığımı bu yüzden sana da inanamadığımı anlatsam beni anlar mıydın acaba? en önce yargılardın. sanki her şeyi ben yapmışım gibi davranırdın. korkuyorum. en çok da senden. o büyük cümlelerinle beni kanatırsın diye, dünyada bunca kötülük varken her şeyin sebebi benmişim gibi davranırsın diye, günlerce süren sessizliğin bir ömür sürecek diye korkuyorum. sana içimi açmaktan korkuyorum.
devamını gör...
3586.
çocukluğumdan beri hep kaçıp gitmeyi düşünürdüm. ailemden, çevremden, sığ düşünceli insanlardan, aklı hep kötülüğe çalışan kişilerden, sevmediğim işten, ilimden, ülkemden herşeyden.
ailem hiç olmadı, zamanında sevdiğim işle de uğraşamadım (şimdi durum farklı ama), aşkta da umduğumu bulamadım. buldum sandımsa da geç kaldım. şimdi yapabildiğim en iyi şeyi yapıyorum bu hayatta, bana en çok yakışan şeyi: kaçıyorum. son zamanlarda ciddi ciddi düşündüm ve üç dört yıla kalmadan ingiltere'ye gitmeye karar verdim. hiç tanımadığım insanlar, kültürünü hiç bilmediğim bir toplum, yepyeni bir coğrafya belki bana daha iyi gelir. hem belki çocuk sahibi de olurum.
ailem hiç olmadı, zamanında sevdiğim işle de uğraşamadım (şimdi durum farklı ama), aşkta da umduğumu bulamadım. buldum sandımsa da geç kaldım. şimdi yapabildiğim en iyi şeyi yapıyorum bu hayatta, bana en çok yakışan şeyi: kaçıyorum. son zamanlarda ciddi ciddi düşündüm ve üç dört yıla kalmadan ingiltere'ye gitmeye karar verdim. hiç tanımadığım insanlar, kültürünü hiç bilmediğim bir toplum, yepyeni bir coğrafya belki bana daha iyi gelir. hem belki çocuk sahibi de olurum.
devamını gör...
3587.
şimdi herkes devam eder
yaşamamın hareketsizliğiyle
-sevgili claudemon.
yaşamamın hareketsizliğiyle
-sevgili claudemon.
devamını gör...
3588.
kısa bir süre önce aklıma yer edinen burayı terketme eylemini bu ara daha çok düşünüyorum. o yüzden buraya ne yazacagımı bilmiyorum. çok yoruldum. herkesten herşeyden. tutunabilirim sandım. en azından belki buraya. ama oda oda olmuyor. beceremiyorum. hiçbir şeyi. ne acı. burası benim günlüğüm gibi. ve gittiğimde kim ne kadar umursar bilmiyorum umrumda da değil artık ama benden bir şeyler kalacak. emanet olarak.
devamını gör...
3589.
merhaba, sayın sen; kim olduğunun hiçbir önemi olmayan herhangi bir insan... yolları düşünüyorum aklıma her gelişinde. yollar, gitme isteğini tetikliyor. her şeyden ve herkesten sıyrılarak hem de. arşa değmiş dört duvarın içinde gizlenmiş biri var o yolların sonunda, o sensin. dışarıdan bakılınca çok kalın duvarlar, senin gözlerinden bakınca aslında ne kadar da şeffaf. insanların sana dair bazı şeylere anlam verememesine, yorulmasına şaşırıyorsun. duvarın üzeri yarıda kalmış teşebbüslerle dolu, kırık çatlak duvarların var bu yüzden. sessiz, sakin, kabuğuna çekilmiş; ruhunu da en az bedenin kadar korumak için çırpınan. çevrelerine çit çekilmemiş düşüncelerin çok hızlı hareket ettiğinden çekip birini sımsıkı tutup söyleyemiyorsun. sıklıkla susup cümlelerini esirgeyişin bundan. tutmayı başarabildiğinde ise, zaman çoktan geçmiş oluyor. o zaman çok şey ifade eden sözler sana bir şey ifade etmiyor. anlamsızlık, boşluk... sezgilerine güveniyorlar, hislerine güveniyorlar. bunun sana verilmiş bir armağan olduğuna inanıyorlar ve bunu kullanıyorlar da. aslında, o senin çaban. görmek için çabalarsan, söylenenden fazlasını duymaya çalışır, kelimelerin seslerini duyabilirsen, çok şeyi tahmin edebilirsin hayatta. insanlar bunu görmez hiç. bilirsin. onun senin çaban olduğunu görmek istemez. çaba harcamayı sevmediklerindendir belki de... olmak istediğin yerde değilsin sen de. taze çimen kokusu olan, suları, havası ve düşleri kirlenmemiş bir yer istiyorsun. hayatta bazı insanların kendiyle derdi vardır; sen de onlardan birisin. düşünmelerin, sorgulamaların, kimse için bir şey ifade etmez. insan bazan bir kelimeyi, bir imayı, bir gülüşü, bir dokunuşu, güzel bir anı binlerce defa tekrarlayarak yaşar kafasında. düşünür, irdeler, anlamlandırmaya çalışır. bu sana tanıdık geliyordur, eminim. çok güvenmek istersin. birine çok güvenmek, ona koşulsuz inanmak ve tüm sırlarını bilmek. onun da sana aynı duygularla yaklaştığına inanmak. tereddütlere ve yalanlara yer bırakmamak... yitik bir geçmişin olmadık zamanlarda sızlayan dinmeyen yarası değil de sonraki zamanların kalp acısından uzak başrol oyuncusu olabilmektir aslında en çok istediğin. kimi zaman gözlerini kapatıp her şeyin düşlediğin gibi olup olmadığını görmek için yeniden açarsın. sonra hayal kırıklığı ve gözyaşları ile tanışırsın, her defasında ilk kez yaşanmış gibi, tekrar tekrar. yılmak için bundan daha elverişli bir ortam olamaz. ama hayır, bunlar en derinlerde bir yerlerde gömülü kalmalı aslında. kalem senin elinde. silebilme gücü de öyle. istersen tüm bu korkulardan arınmış öyküleri en başından yazabilirsin. en köşesiz, en gösterişsiz ve en hafif çizgilerin hakim olduğu tebessümünle bile taşlaşmış bir kalbi yumuşatabilecek bir insansın. kırılgansın, yorgunsun, cesaretini yitiriyor gibisin. fakat her dem umutlusun. sen umut ışığısın aslında, umudu taze tutan. inat et, vazgeçme ve inan. işitmen gereken yegane sesin kaynağını herkesten iyi biliyorsun. tüm seslerden kaç ve sadece onu dinle; ona dokun, onun gösterdiği yöne doğru bak... sonsuza dek olman gereken yerde dur. kendinle kal.
devamını gör...
3590.
aradığım kişilerin geri dönmemesine gıcık oluyorum.
hayırdır yani?
hayırdır yani?
devamını gör...
3591.
az önce pencereden, ağzında kocaman bir dal parçasıyla geçen bir kuzgun gördüm. onu taşıma derdiyle düzgün de uçamıyor, konup konup soluklanmaya, farklı yerlerinden tutmaya, tekrar tekrar denemeye çalışıyor. muhtemelen o biçimsiz koca dal parçası, yuvasında hiçbir işine yaramayacak. ama o buna inanmış, gücünün ve kanatlarının sınırlarını, bu inancın çabasıyla zorluyor. gücü tükendiğinde, götürememiş olsa da çok koymayacak çünkü götüremeyince götüremiyorsun işte.
devamını gör...
3592.
ama sen korkaksın hiç ulaşma yaklaşmazsın gerçek aşklara demiş ki benden uzak olsun peki niye her gün ağlıyorsun sebebini seninle gece gezenlere aç bir sor.
devamını gör...
3593.
yeni bir yazıya başlarken hiç içilmeyecek ve hayali olsa da bir sigara mutlaka yakılmalı sanki. edecek büyük lafları varmış gibi hissetmeli insan; olduğundan büyük görmeli bildiği her şeyi. yazarken, o odada bir ayna olmamalı. kendini, yüzünü, zaaflarını ve gerçek akis denilen muammayı gösterecek hiçbir ayrıntı olmamalı. insan kendini görürse, olmadığı bir büyüklüğü giyemez üzerine. kelimeler bitene, nokta konana kadar, hükmünü sürmelisin yazdığın evrenin. tanrıyla yan yana oturup, dünya üzerinde o güne dek yarattığınız en mükemmel şeyin high hopes’un eşsiz solosunu atan david amcanın parmakları, the fall filmindeki sahneleri kurgulayan adamın tuhaf kafası ve zeki müren'in kurban olunası ses telleri olduğunu düşündüğünüze ikna etmelisin kendini. yoksa başka türlü yazamazsın. tanrı demişken; herkes kendi tanrısına, diğerlerinin dualarını susturması için yakarıyor muydu gerçekten?..
bir insanı anlayıp onu anlatmak, inan bana yeniden bir evren yaratmak kadar zor. her zaman olmayan bir şeyi yaratmak, olanı anlamaktan daha kolay olmadı mı zaten? yeni bir dünya koyabilirim avucuna ama seni anlatmak, kelimelerden çok sesleri, görüntüleri ve sahneleri kullanabilmek isterdim. aslında seni bilmek değil de, bana yansımanı tasvir etmek desem belki bu beni daha rahatlatacak. yansımalar. her insan, bir diğerine bir şekilde yansır. biz o yansımaları biliriz, bazen asıl kaynak o kadar az ya da tutarsız bir yansıma iletir ki sana ya da tam aksine; bazen de sen o kadar azını alabilirsin ki o yansımanın üzerine. ne kadar sağlıklı oluyor bilinmez. ama ya senin yansıman aslında benim kaynağımın aslını oluşturuyorsa? ya aslında bildiğim bir ışığın yansımalarının benden farklılaşıp ayrıldığı patikalarla ve renklerle oluşturduğu başka bir resimsen? yani aslında senin içinden gelen her şey aslında benim içimde beklettiklerimse? o zaman, o vakit, işte tam da o sıra, dalgalar konuşmaya başladı. bir süre yalnız onlar konuştular. işte o gün; "kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada. dayanamayacağımı hissediyorum ve kalbim içine kapanacak..." soğuktan hissizleşmeye başlayan parmak uçlarım dokunuyor şu an tuşlara ve senin ne zamandır aynada görmeye tahammül edemediğin bir suretin var. seni tanıdığımdan beri sana en çok yakıştırdığım kelime tuhaf mı? bunu bilmiyorum, ama seninle konuşmaya başladığım günden beri, noktalı virgülleri ve ünlem işaretlerini daha çok kullanır oldum. en sevdiğim, şüphesiz ki, noktalı virgül. daha önce hiç yüklemediğim bir anlam yükledim ona... garip bir şekilde bana yansıyan kişinin başka bir yansımasının olduğunu düşünüyorum, evrenin diğer kalanına gösterdiği. kabukların, duvarların, sert zeminlerin, şüpheci bir güvenin ve dağınık saçların var senin. şu an sen uyurken, o kabukların arasından, duvarların içinden, sert zeminlerin üzerinde yürüyerek, bir elimi yüreğinin üzerine koyup, saçlarına dokunmak istiyorum. senin soğumuş bir kalbin ama sıcacık bir yüreğin var. hangi rüyayı görüyorsun şu an? karavanını nerelere, hangi bilinmezliklere sürüyorsun ve nerede “hiç kimsenin kimsesi” oluyorsun? peki ben kime yazıyorum bu yazıyı? nasıl yollardan geldin bugüne, neler aldın neler bıraktın o yollarda? bir boş vermişlik ve tahammül sınırının tam ortasında iki tarafa da eşit uzaklıkta duruyorsun sanki. sanki herkesin dünyasında var ve alışıldık olan, kusursuz bir düzeni oluşturan her şeyi yavaş yavaş atıyorsun bir kenara...
eski, taş bir köprünün üzerinde denize doğru ayaklarımı sallandırıp, kafamda gri-mor bir bereyle şarkı söylemek istiyorum şimdi. renksiz, siyah beyaz bir gecede, belki biraz da bir masal perisi güzelliğinde. arnavut kaldırımlar, beyaz şarap duruluğunda bir düşler sokağı muhtemelen burası. renkler geldikçe, sokaklar eski güzelliğini yitirdi mi sence de? böyle kesitler uydurduğumda kafamda, her şeyin siyah beyaz olması bundan mı? rüzgar saçlarımı biraz dağıtırken, senin o bereyi düzeltmen ve düzeltirken soğuk ellerinin yanağıma dokunmasını kurgulamak, çok mu romantik bir duruş? benim için ifade ettiği anlamı, senin için de ediyor mu bu dokunuş? yanağımdan, kalbime dokunuşunu o elin; hissedemeyecek kadar çok mu kirlendik?
seni tanıyor muyum? belli ki, hayır; belli ki, evet. darmadağın bir yalnızlığın içinde oturuyorsun ve benim hep gülümsediğim şeyleri merak ederek boşluğa uzuyorsun. o rengarenk merakların, hepsi ne kadar gereksiz ve ne kadar düğümlenmiş kilitler aslında. tek amacımız bu olsa. bize bir hayat verilse ve tek yapmamız gereken merak ettiğin her şeyi o külüstür turuncu vosvosla aramak olsa. sahi, adı ne olacak onun?.. senin için siyahı fazla olan bir griyim, değil mi? sen bana göre çok fazla beyaz olabilirsin. ama ben artık, sen çok iyisin deyip türk filmlerindeki arkasını dönüp gidenlerden olmak yerine bu iyiliğe bulaşmayı istesem senden? evet iyisin, dedim ya, buz gibi bir kalbin arkasında, sıcacık bir denizin var; yürek denilen. ben o denize girmek istiyorum. ya ben boğulurum, ya senin sularını tüketirim, nefessiz bırakırım değil mi? ama ya bana yüzmeyi öğretirsen?.. üşüyerek sabaha kadar seni dinlemek istiyorum. konuş, sus, yine konuş, sonra yine uzun bir susuş, belki bir yerden sonra, yine, sen, eskiden olduğu gibi, sıfıra yakın yerden değil de, çok ağaçlı yüksek bir meydandan bakabilirsin bana?
eğer bir gün sonsuz yalnızlığa mahkum olursak, ya da çoktan olmuşsak ve elimizde tek atımlık bir kurşun varsa, beynimize değil, kalbimize sıkardık bence... istanbul'u yaşasak ve sen bana ilk defa söylüyormuş gibi, 1901'de prag'da doğmadığını söylesen ve ben buna çok şaşırsam, kocaman şaşkın bir ifadeyle açsam gözlerimi. vapurda, bir güne başlasak ve bitirsek o günü. elini tutsam sonra, uyandırabilir miyim seni? mahmur bir beste çalsa bu kez ve ağlaşsak sonra seninle. bilmiyorum belki de anlamsızca güleriz... sahi, senin benden alıp yeniden yazdığın bu cümleleri bitirdikten sonra karanlığa bakıp birbirimize güler miyiz?
bir insanı anlayıp onu anlatmak, inan bana yeniden bir evren yaratmak kadar zor. her zaman olmayan bir şeyi yaratmak, olanı anlamaktan daha kolay olmadı mı zaten? yeni bir dünya koyabilirim avucuna ama seni anlatmak, kelimelerden çok sesleri, görüntüleri ve sahneleri kullanabilmek isterdim. aslında seni bilmek değil de, bana yansımanı tasvir etmek desem belki bu beni daha rahatlatacak. yansımalar. her insan, bir diğerine bir şekilde yansır. biz o yansımaları biliriz, bazen asıl kaynak o kadar az ya da tutarsız bir yansıma iletir ki sana ya da tam aksine; bazen de sen o kadar azını alabilirsin ki o yansımanın üzerine. ne kadar sağlıklı oluyor bilinmez. ama ya senin yansıman aslında benim kaynağımın aslını oluşturuyorsa? ya aslında bildiğim bir ışığın yansımalarının benden farklılaşıp ayrıldığı patikalarla ve renklerle oluşturduğu başka bir resimsen? yani aslında senin içinden gelen her şey aslında benim içimde beklettiklerimse? o zaman, o vakit, işte tam da o sıra, dalgalar konuşmaya başladı. bir süre yalnız onlar konuştular. işte o gün; "kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada. dayanamayacağımı hissediyorum ve kalbim içine kapanacak..." soğuktan hissizleşmeye başlayan parmak uçlarım dokunuyor şu an tuşlara ve senin ne zamandır aynada görmeye tahammül edemediğin bir suretin var. seni tanıdığımdan beri sana en çok yakıştırdığım kelime tuhaf mı? bunu bilmiyorum, ama seninle konuşmaya başladığım günden beri, noktalı virgülleri ve ünlem işaretlerini daha çok kullanır oldum. en sevdiğim, şüphesiz ki, noktalı virgül. daha önce hiç yüklemediğim bir anlam yükledim ona... garip bir şekilde bana yansıyan kişinin başka bir yansımasının olduğunu düşünüyorum, evrenin diğer kalanına gösterdiği. kabukların, duvarların, sert zeminlerin, şüpheci bir güvenin ve dağınık saçların var senin. şu an sen uyurken, o kabukların arasından, duvarların içinden, sert zeminlerin üzerinde yürüyerek, bir elimi yüreğinin üzerine koyup, saçlarına dokunmak istiyorum. senin soğumuş bir kalbin ama sıcacık bir yüreğin var. hangi rüyayı görüyorsun şu an? karavanını nerelere, hangi bilinmezliklere sürüyorsun ve nerede “hiç kimsenin kimsesi” oluyorsun? peki ben kime yazıyorum bu yazıyı? nasıl yollardan geldin bugüne, neler aldın neler bıraktın o yollarda? bir boş vermişlik ve tahammül sınırının tam ortasında iki tarafa da eşit uzaklıkta duruyorsun sanki. sanki herkesin dünyasında var ve alışıldık olan, kusursuz bir düzeni oluşturan her şeyi yavaş yavaş atıyorsun bir kenara...
eski, taş bir köprünün üzerinde denize doğru ayaklarımı sallandırıp, kafamda gri-mor bir bereyle şarkı söylemek istiyorum şimdi. renksiz, siyah beyaz bir gecede, belki biraz da bir masal perisi güzelliğinde. arnavut kaldırımlar, beyaz şarap duruluğunda bir düşler sokağı muhtemelen burası. renkler geldikçe, sokaklar eski güzelliğini yitirdi mi sence de? böyle kesitler uydurduğumda kafamda, her şeyin siyah beyaz olması bundan mı? rüzgar saçlarımı biraz dağıtırken, senin o bereyi düzeltmen ve düzeltirken soğuk ellerinin yanağıma dokunmasını kurgulamak, çok mu romantik bir duruş? benim için ifade ettiği anlamı, senin için de ediyor mu bu dokunuş? yanağımdan, kalbime dokunuşunu o elin; hissedemeyecek kadar çok mu kirlendik?
seni tanıyor muyum? belli ki, hayır; belli ki, evet. darmadağın bir yalnızlığın içinde oturuyorsun ve benim hep gülümsediğim şeyleri merak ederek boşluğa uzuyorsun. o rengarenk merakların, hepsi ne kadar gereksiz ve ne kadar düğümlenmiş kilitler aslında. tek amacımız bu olsa. bize bir hayat verilse ve tek yapmamız gereken merak ettiğin her şeyi o külüstür turuncu vosvosla aramak olsa. sahi, adı ne olacak onun?.. senin için siyahı fazla olan bir griyim, değil mi? sen bana göre çok fazla beyaz olabilirsin. ama ben artık, sen çok iyisin deyip türk filmlerindeki arkasını dönüp gidenlerden olmak yerine bu iyiliğe bulaşmayı istesem senden? evet iyisin, dedim ya, buz gibi bir kalbin arkasında, sıcacık bir denizin var; yürek denilen. ben o denize girmek istiyorum. ya ben boğulurum, ya senin sularını tüketirim, nefessiz bırakırım değil mi? ama ya bana yüzmeyi öğretirsen?.. üşüyerek sabaha kadar seni dinlemek istiyorum. konuş, sus, yine konuş, sonra yine uzun bir susuş, belki bir yerden sonra, yine, sen, eskiden olduğu gibi, sıfıra yakın yerden değil de, çok ağaçlı yüksek bir meydandan bakabilirsin bana?
eğer bir gün sonsuz yalnızlığa mahkum olursak, ya da çoktan olmuşsak ve elimizde tek atımlık bir kurşun varsa, beynimize değil, kalbimize sıkardık bence... istanbul'u yaşasak ve sen bana ilk defa söylüyormuş gibi, 1901'de prag'da doğmadığını söylesen ve ben buna çok şaşırsam, kocaman şaşkın bir ifadeyle açsam gözlerimi. vapurda, bir güne başlasak ve bitirsek o günü. elini tutsam sonra, uyandırabilir miyim seni? mahmur bir beste çalsa bu kez ve ağlaşsak sonra seninle. bilmiyorum belki de anlamsızca güleriz... sahi, senin benden alıp yeniden yazdığın bu cümleleri bitirdikten sonra karanlığa bakıp birbirimize güler miyiz?
devamını gör...
3594.
hiçbir yerde tam olarak özgür olmadığımın farkındayım. ne dışarı ne içeri o kadar pes ettim ki açıklama yapma isteğinde değilim. varım ama yok olduğum günlere tekrar gelmiş gibiyim. boşa çabalıyorum. çabalamayacağım bu yüzden de. hep boş. sadece üzülen yorulan oluyorum. umurumda değil artık.
devamını gör...
3595.
insanlara ders vermeye çalışmamak gerek.
hele hele yeni tanışılan birisine, bir şeyler anlatırken karşındaki insan, ahlaksızmış gibi edep, haya içinde gibi cümleler kullanılmaz.
ne demişler:
duyacağını bil, diyeceği ni söyle!
hele hele yeni tanışılan birisine, bir şeyler anlatırken karşındaki insan, ahlaksızmış gibi edep, haya içinde gibi cümleler kullanılmaz.
ne demişler:
duyacağını bil, diyeceği ni söyle!
devamını gör...
3596.
biri senin ruhuna dokunabilen güzel bir şey yazar, sen yazdığını beğenirsin ve vay canına şuna bak ne güzel yazmış der geçersin. ben mesela, o kelimeleri yazdıran şeyleri düşünüp ardındaki muhtemel hikayelere hayran oluyorum. öyle ki, bazen ben de bir kelime kullanıyordum, mesela o kelime sanki senin yıllardır kullanmayı unuttuğun ve yana yakıla aradığın kelime oluyordur. iç çektiriyorduk hep birbirimize, rahatlatıyorduk. biraz da acı elbette... çevremdeki herkes tarafından kendisinin ve başkasının duygularını ifade etmek ve birilerine iyi gelmekte başarılı sayılabilecek biri olarak bilinmeme rağmen, kendi duygularını anlatmak konusunda aslında pek de yeterli olamadım. anlatırım, ama iş işten geçtikten sonra. bant yayını gibi. o nedenle anlattıklarım bir geçmiş zamanlar müzesine konulmaktan başka işe yaramaz. biri karşıma geçer bir şey anlatır, anlatmaya çalışır, sonra ben ona aslında gerçekten ne hissettiğini anlatırım ve karşılık: ah evet, işte tam da bu! insanlar benim hep önce kendine güvenen, soğuk ve ukala, sonra gizemli, sonra samimi, sonra iyi niyetli ve en sonunda çok tuhaf biri olduğumu düşünürler. tanımsız bir tuhaflık... gün boyu güneşin altında güneşlendikten sonra birden nane kokulu buz dolu bir küvete düşmek ve kocaman bir bardak zencefilli gazoz eşliğinde küvette uyumak, işte buydu! aslında benim hissettiğim sadece buydu. önce irkildim sonra rahatladım. ah yine değil mi, her zamanki gibi sağlam saçmaladığımın farkındayım... hayatta altın plaketlerden, kaynayan çaydanlıklardan, renkli çizgi roman sayfalarından, ekose kumaşlardan, doğum günü ve yıl dönümü kutlamalarından, sıkıcı bayram kalabalıklarından, yumuşacık şekerlemelerden, şekerlerden daha sevimli pofuduk bulut resimlerinden, kuyruğunda binlerce çocuğun gülümseyişi saklanan uçurtmalardan, bir çocuğun grip olduğu mutlu mutsuz zamanlardan, sonsuz uykuya özlem dolu öğle aralarından, sıkıcı yaz tatillerinden, beş yıldızlı ultra dahil otellerden, okul birinciliklerinden ve terfilerden ayrıldığın; bütün bunlardan sıyrıldığın bir nokta var. o nokta küçük, varla yok arası ve kör. içinde olmayanların asla göremeyeceği bir yer. o noktayı görmüş insanlar bir şekilde kendini var etmeyi başarmış iki dünya arasında sıkışmış gibiler. aslında başka bir yerde hayat var, onlar bunu bilirler. ama o iki kürenin arasında her şeyden iki tane. bütün duygular ve düşünceler iki tane. bu insanlar çoğu zaman yaşıyor gibi değillerdir, hava boşluğunda sıkılarak ve yalnızlaşarak asılı dururlar. ben bu insanlardandım, sanırım sen de. ve bu insanlar okuyarak, dinleyerek, izleyerek, hissederek daha da yalnızlaştılar... intihar! intihar üzerine konuşmak istemiyorduk değil mi? zaman zaman rüyalarıma giren bir uzak ülkenin büyülü sokakları gibi düşünüyorum bunu. en çok da aslında her şeyin kısmen düzgün gittiği ama benim bir türlü içimde bir şeyleri dolduramadığım ve yalnız hissettiğim zamanlar. yolda tanıştığım küçük bir çocuk vardı. üst geçitte mendil satarken önüne kitap açan ve okurmuş gibi yapan bir çocuktu. üstelik de ters tutuyordu kitabı. arada parmaklarını inceliyor ve sıkıldığı her halinden belli oluyordu. bu rolü son derece kusursuz kotaran diğerlerinin aksine, yarım yamalak yapan bu kocaman gözlü çocuğu sevmiştim. sonra birkaç kez daha gittiğimde konuştuk, birlikte yemek yedik. bu ülkede o sokak çocuğunun başını okşayıp beraber yemek yedim diye uyaran insanlar var. bit-pire bir şeyler olabilirmiş. işte intiharı düşündüğüm ve çok bunaldığım zamanlar o çocuğun gözlerini kocaman açarak tüm içtenliğiyle bana bakması, kendinden geçerek bir şeyler anlatması ve plastik ayran yerine şişe ayran isteyişini hatırlayıp vazgeçiyorum. belki bu da sana tuhaf gelecek, evet... insanlar düşman olsunlar, uzak olsunlar, kötü görünüyor olsunlar ama ölmesinler. bilmem farkında mısın ama bir ölümün yarattığı boşluk ve yara asla kaldırabilecek, silinebilecek türden değil. belki sadece unutma yanılgısı ile telafi edilebilir. diren, savaş kendinle. ölme, yaşamayı dene. fesleğenlerden ya da plastik papatyalardan taç yap kendine, çay içme, acı kahveyi dene, kendi falına bak, hiç bıkmadan küçük domateslerin üzerine kekik serp, fırından yeni çıkmış kurabiye kokusunu savur bulutlara, saçlarını dağıt, ağlayarak yazmaya devam et, notalar arasında gezin, kitapları dinle, filmlerdeki görülmeyen sahneleri yaz zihninde, başka dünyaları ve paralel evrenleri düşle, gerekirse teslim et kendini... kendimi koluma takıp çok uzun bir yokuştan aşağı hiç durmadan koşmak istiyorum ben. sen de dene; vakit gelmeden evvel doyasıya yaşa! gözlerini kapat ve hep düşlediğin o ana gülümse...
devamını gör...
3597.
#2202543 bulamadım...
insanlar evinden, yurdundan, sevdiklerinden oldu. bir derdim, sıkıntım var demeye utanıyorum.
insanlar evinden, yurdundan, sevdiklerinden oldu. bir derdim, sıkıntım var demeye utanıyorum.
devamını gör...
3598.
insanlar birbirlerini dinlerken sıranın kendisine geldiği zaman için düşüncelerini hazır etmeye çalışıyorlar.
karsisindakini ne dinliyor ne de anlıyor ve bundan da kötüsü yan yana geldikleri zaman birbirlerine bakıp birbirlerini görmüyorlar bile.
herkes karşısında ki insan benim ruh halimi anlasın, bana göre hareket etsin istiyor. bu dünya herkes için kendi etrafında dönüyor.
sen onun, kötü gününde onun yanında olduğun için sana karşı ufak bir vefa yada en azından kibarlıktan empati yapmak neden bu kadar zor bilmiyorum.
kimseye içimi dökesim gelmiyor . yanlizligim, yapmacık yanımda olan çoğu insandan daha iyi gelmeye başladı. işin en güzel tarafı da artık yaralarım olgunlaştı. başkaların saçma ve klişe cümlelerine gerek kalmadan çok da güzel kabuk tutuyorlar.
karsisindakini ne dinliyor ne de anlıyor ve bundan da kötüsü yan yana geldikleri zaman birbirlerine bakıp birbirlerini görmüyorlar bile.
herkes karşısında ki insan benim ruh halimi anlasın, bana göre hareket etsin istiyor. bu dünya herkes için kendi etrafında dönüyor.
sen onun, kötü gününde onun yanında olduğun için sana karşı ufak bir vefa yada en azından kibarlıktan empati yapmak neden bu kadar zor bilmiyorum.
kimseye içimi dökesim gelmiyor . yanlizligim, yapmacık yanımda olan çoğu insandan daha iyi gelmeye başladı. işin en güzel tarafı da artık yaralarım olgunlaştı. başkaların saçma ve klişe cümlelerine gerek kalmadan çok da güzel kabuk tutuyorlar.
devamını gör...
3599.
boş, boş, boş, boşluk, bensizlik bir böcek gibi teslim olmak, zihnini senden daha çok isteyen birileri
devamını gör...
3600.
bazen küçücük bir rüzgar olursun. büyük bir rüzgarın içinde oradan oraya savrulur, yakanı kurtaramazsın bir türlü. sözlerin uğultulara dönüşür, şiddetin ise yakıp yıkar ortalığı. boşlukta “gerçek” denilen şeyin ne olduğunu bilmeden arar durursun. bitmek bilmez kargaşanın içinde rüzgara teslim olmuş, binlerce kez yeniden yazılmış yazgını silmeye uğraşırsın. içinde kaybolur ve hatta yok olursun. fırlatılmış vazoların cam kırkları keser şeffaf bedenini. kan kaybından değil akıttığın kanının fazlalığında boğulursun bazı dakikalarda. zamanın bilinmezliğine yenilirsin, suyun şeffaflığına, hayatın karmaşasına, bilinmez yazgılara ve geç kalmışlığa. ölümün esmer tenindeki damarlarını hissettikçe sıyrılırsın gururundan. saat durmuş yaşam devam etmiştir insafsızca. bazen bir esintide yok olur sözlükte yazan kaç bin kelime varsa. hiçliğe adanmış kurbanların akıttığı göz yaşlarıyla dolduğunda sunaklar, avenedir mezarlıkların çamurlaşmış topraklarıyla. bulutlar okşar yanaklarını. gün gelip de gözünün kenarından öptüğünde dalgalar, bitmiştir her şey. sonsuz mavi kaplar her yanını. sonuna gelinmiştir varlığın. merhaba, artık senin adın büyük rüzgar.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2