3581.
şimdi herkes devam eder
yaşamamın hareketsizliğiyle

-sevgili claudemon.
devamını gör...
3582.
kısa bir süre önce aklıma yer edinen burayı terketme eylemini bu ara daha çok düşünüyorum. o yüzden buraya ne yazacagımı bilmiyorum. çok yoruldum. herkesten herşeyden. tutunabilirim sandım. en azından belki buraya. ama oda oda olmuyor. beceremiyorum. hiçbir şeyi. ne acı. burası benim günlüğüm gibi. ve gittiğimde kim ne kadar umursar bilmiyorum umrumda da değil artık ama benden bir şeyler kalacak. emanet olarak.
devamını gör...
3583.
merhaba, sayın sen; kim olduğunun hiçbir önemi olmayan herhangi bir insan... yolları düşünüyorum aklıma her gelişinde. yollar, gitme isteğini tetikliyor. her şeyden ve herkesten sıyrılarak hem de. arşa değmiş dört duvarın içinde gizlenmiş biri var o yolların sonunda, o sensin. dışarıdan bakılınca çok kalın duvarlar, senin gözlerinden bakınca aslında ne kadar da şeffaf. insanların sana dair bazı şeylere anlam verememesine, yorulmasına şaşırıyorsun. duvarın üzeri yarıda kalmış teşebbüslerle dolu, kırık çatlak duvarların var bu yüzden. sessiz, sakin, kabuğuna çekilmiş; ruhunu da en az bedenin kadar korumak için çırpınan. çevrelerine çit çekilmemiş düşüncelerin çok hızlı hareket ettiğinden çekip birini sımsıkı tutup söyleyemiyorsun. sıklıkla susup cümlelerini esirgeyişin bundan. tutmayı başarabildiğinde ise, zaman çoktan geçmiş oluyor. o zaman çok şey ifade eden sözler sana bir şey ifade etmiyor. anlamsızlık, boşluk... sezgilerine güveniyorlar, hislerine güveniyorlar. bunun sana verilmiş bir armağan olduğuna inanıyorlar ve bunu kullanıyorlar da. aslında, o senin çaban. görmek için çabalarsan, söylenenden fazlasını duymaya çalışır, kelimelerin seslerini duyabilirsen, çok şeyi tahmin edebilirsin hayatta. insanlar bunu görmez hiç. bilirsin. onun senin çaban olduğunu görmek istemez. çaba harcamayı sevmediklerindendir belki de... olmak istediğin yerde değilsin sen de. taze çimen kokusu olan, suları, havası ve düşleri kirlenmemiş bir yer istiyorsun. hayatta bazı insanların kendiyle derdi vardır; sen de onlardan birisin. düşünmelerin, sorgulamaların, kimse için bir şey ifade etmez. insan bazan bir kelimeyi, bir imayı, bir gülüşü, bir dokunuşu, güzel bir anı binlerce defa tekrarlayarak yaşar kafasında. düşünür, irdeler, anlamlandırmaya çalışır. bu sana tanıdık geliyordur, eminim. çok güvenmek istersin. birine çok güvenmek, ona koşulsuz inanmak ve tüm sırlarını bilmek. onun da sana aynı duygularla yaklaştığına inanmak. tereddütlere ve yalanlara yer bırakmamak... yitik bir geçmişin olmadık zamanlarda sızlayan dinmeyen yarası değil de sonraki zamanların kalp acısından uzak başrol oyuncusu olabilmektir aslında en çok istediğin. kimi zaman gözlerini kapatıp her şeyin düşlediğin gibi olup olmadığını görmek için yeniden açarsın. sonra hayal kırıklığı ve gözyaşları ile tanışırsın, her defasında ilk kez yaşanmış gibi, tekrar tekrar. yılmak için bundan daha elverişli bir ortam olamaz. ama hayır, bunlar en derinlerde bir yerlerde gömülü kalmalı aslında. kalem senin elinde. silebilme gücü de öyle. istersen tüm bu korkulardan arınmış öyküleri en başından yazabilirsin. en köşesiz, en gösterişsiz ve en hafif çizgilerin hakim olduğu tebessümünle bile taşlaşmış bir kalbi yumuşatabilecek bir insansın. kırılgansın, yorgunsun, cesaretini yitiriyor gibisin. fakat her dem umutlusun. sen umut ışığısın aslında, umudu taze tutan. inat et, vazgeçme ve inan. işitmen gereken yegane sesin kaynağını herkesten iyi biliyorsun. tüm seslerden kaç ve sadece onu dinle; ona dokun, onun gösterdiği yöne doğru bak... sonsuza dek olman gereken yerde dur. kendinle kal.
devamını gör...
3584.
aradığım kişilerin geri dönmemesine gıcık oluyorum.
hayırdır yani?
devamını gör...
3585.
az önce pencereden, ağzında kocaman bir dal parçasıyla geçen bir kuzgun gördüm. onu taşıma derdiyle düzgün de uçamıyor, konup konup soluklanmaya, farklı yerlerinden tutmaya, tekrar tekrar denemeye çalışıyor. muhtemelen o biçimsiz koca dal parçası, yuvasında hiçbir işine yaramayacak. ama o buna inanmış, gücünün ve kanatlarının sınırlarını, bu inancın çabasıyla zorluyor. gücü tükendiğinde, götürememiş olsa da çok koymayacak çünkü götüremeyince götüremiyorsun işte.
devamını gör...
3586.
ama sen korkaksın hiç ulaşma yaklaşmazsın gerçek aşklara demiş ki benden uzak olsun peki niye her gün ağlıyorsun sebebini seninle gece gezenlere aç bir sor.
devamını gör...
3587.
yeni bir yazıya başlarken hiç içilmeyecek ve hayali olsa da bir sigara mutlaka yakılmalı sanki. edecek büyük lafları varmış gibi hissetmeli insan; olduğundan büyük görmeli bildiği her şeyi. yazarken, o odada bir ayna olmamalı. kendini, yüzünü, zaaflarını ve gerçek akis denilen muammayı gösterecek hiçbir ayrıntı olmamalı. insan kendini görürse, olmadığı bir büyüklüğü giyemez üzerine. kelimeler bitene, nokta konana kadar, hükmünü sürmelisin yazdığın evrenin. tanrıyla yan yana oturup, dünya üzerinde o güne dek yarattığınız en mükemmel şeyin high hopes’un eşsiz solosunu atan david amcanın parmakları, the fall filmindeki sahneleri kurgulayan adamın tuhaf kafası ve zeki müren'in kurban olunası ses telleri olduğunu düşündüğünüze ikna etmelisin kendini. yoksa başka türlü yazamazsın. tanrı demişken; herkes kendi tanrısına, diğerlerinin dualarını susturması için yakarıyor muydu gerçekten?..

bir insanı anlayıp onu anlatmak, inan bana yeniden bir evren yaratmak kadar zor. her zaman olmayan bir şeyi yaratmak, olanı anlamaktan daha kolay olmadı mı zaten? yeni bir dünya koyabilirim avucuna ama seni anlatmak, kelimelerden çok sesleri, görüntüleri ve sahneleri kullanabilmek isterdim. aslında seni bilmek değil de, bana yansımanı tasvir etmek desem belki bu beni daha rahatlatacak. yansımalar. her insan, bir diğerine bir şekilde yansır. biz o yansımaları biliriz, bazen asıl kaynak o kadar az ya da tutarsız bir yansıma iletir ki sana ya da tam aksine; bazen de sen o kadar azını alabilirsin ki o yansımanın üzerine. ne kadar sağlıklı oluyor bilinmez. ama ya senin yansıman aslında benim kaynağımın aslını oluşturuyorsa? ya aslında bildiğim bir ışığın yansımalarının benden farklılaşıp ayrıldığı patikalarla ve renklerle oluşturduğu başka bir resimsen? yani aslında senin içinden gelen her şey aslında benim içimde beklettiklerimse? o zaman, o vakit, işte tam da o sıra, dalgalar konuşmaya başladı. bir süre yalnız onlar konuştular. işte o gün; "kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada. dayanamayacağımı hissediyorum ve kalbim içine kapanacak..." soğuktan hissizleşmeye başlayan parmak uçlarım dokunuyor şu an tuşlara ve senin ne zamandır aynada görmeye tahammül edemediğin bir suretin var. seni tanıdığımdan beri sana en çok yakıştırdığım kelime tuhaf mı? bunu bilmiyorum, ama seninle konuşmaya başladığım günden beri, noktalı virgülleri ve ünlem işaretlerini daha çok kullanır oldum. en sevdiğim, şüphesiz ki, noktalı virgül. daha önce hiç yüklemediğim bir anlam yükledim ona... garip bir şekilde bana yansıyan kişinin başka bir yansımasının olduğunu düşünüyorum, evrenin diğer kalanına gösterdiği. kabukların, duvarların, sert zeminlerin, şüpheci bir güvenin ve dağınık saçların var senin. şu an sen uyurken, o kabukların arasından, duvarların içinden, sert zeminlerin üzerinde yürüyerek, bir elimi yüreğinin üzerine koyup, saçlarına dokunmak istiyorum. senin soğumuş bir kalbin ama sıcacık bir yüreğin var. hangi rüyayı görüyorsun şu an? karavanını nerelere, hangi bilinmezliklere sürüyorsun ve nerede “hiç kimsenin kimsesi” oluyorsun? peki ben kime yazıyorum bu yazıyı? nasıl yollardan geldin bugüne, neler aldın neler bıraktın o yollarda? bir boş vermişlik ve tahammül sınırının tam ortasında iki tarafa da eşit uzaklıkta duruyorsun sanki. sanki herkesin dünyasında var ve alışıldık olan, kusursuz bir düzeni oluşturan her şeyi yavaş yavaş atıyorsun bir kenara...

eski, taş bir köprünün üzerinde denize doğru ayaklarımı sallandırıp, kafamda gri-mor bir bereyle şarkı söylemek istiyorum şimdi. renksiz, siyah beyaz bir gecede, belki biraz da bir masal perisi güzelliğinde. arnavut kaldırımlar, beyaz şarap duruluğunda bir düşler sokağı muhtemelen burası. renkler geldikçe, sokaklar eski güzelliğini yitirdi mi sence de? böyle kesitler uydurduğumda kafamda, her şeyin siyah beyaz olması bundan mı? rüzgar saçlarımı biraz dağıtırken, senin o bereyi düzeltmen ve düzeltirken soğuk ellerinin yanağıma dokunmasını kurgulamak, çok mu romantik bir duruş? benim için ifade ettiği anlamı, senin için de ediyor mu bu dokunuş? yanağımdan, kalbime dokunuşunu o elin; hissedemeyecek kadar çok mu kirlendik?

seni tanıyor muyum? belli ki, hayır; belli ki, evet. darmadağın bir yalnızlığın içinde oturuyorsun ve benim hep gülümsediğim şeyleri merak ederek boşluğa uzuyorsun. o rengarenk merakların, hepsi ne kadar gereksiz ve ne kadar düğümlenmiş kilitler aslında. tek amacımız bu olsa. bize bir hayat verilse ve tek yapmamız gereken merak ettiğin her şeyi o külüstür turuncu vosvosla aramak olsa. sahi, adı ne olacak onun?.. senin için siyahı fazla olan bir griyim, değil mi? sen bana göre çok fazla beyaz olabilirsin. ama ben artık, sen çok iyisin deyip türk filmlerindeki arkasını dönüp gidenlerden olmak yerine bu iyiliğe bulaşmayı istesem senden? evet iyisin, dedim ya, buz gibi bir kalbin arkasında, sıcacık bir denizin var; yürek denilen. ben o denize girmek istiyorum. ya ben boğulurum, ya senin sularını tüketirim, nefessiz bırakırım değil mi? ama ya bana yüzmeyi öğretirsen?.. üşüyerek sabaha kadar seni dinlemek istiyorum. konuş, sus, yine konuş, sonra yine uzun bir susuş, belki bir yerden sonra, yine, sen, eskiden olduğu gibi, sıfıra yakın yerden değil de, çok ağaçlı yüksek bir meydandan bakabilirsin bana?

eğer bir gün sonsuz yalnızlığa mahkum olursak, ya da çoktan olmuşsak ve elimizde tek atımlık bir kurşun varsa, beynimize değil, kalbimize sıkardık bence... istanbul'u yaşasak ve sen bana ilk defa söylüyormuş gibi, 1901'de prag'da doğmadığını söylesen ve ben buna çok şaşırsam, kocaman şaşkın bir ifadeyle açsam gözlerimi. vapurda, bir güne başlasak ve bitirsek o günü. elini tutsam sonra, uyandırabilir miyim seni? mahmur bir beste çalsa bu kez ve ağlaşsak sonra seninle. bilmiyorum belki de anlamsızca güleriz... sahi, senin benden alıp yeniden yazdığın bu cümleleri bitirdikten sonra karanlığa bakıp birbirimize güler miyiz?
devamını gör...
3588.
hiçbir yerde tam olarak özgür olmadığımın farkındayım. ne dışarı ne içeri o kadar pes ettim ki açıklama yapma isteğinde değilim. varım ama yok olduğum günlere tekrar gelmiş gibiyim. boşa çabalıyorum. çabalamayacağım bu yüzden de. hep boş. sadece üzülen yorulan oluyorum. umurumda değil artık.
devamını gör...
3589.
insanlara ders vermeye çalışmamak gerek.
hele hele yeni tanışılan birisine, bir şeyler anlatırken karşındaki insan, ahlaksızmış gibi edep, haya içinde gibi cümleler kullanılmaz.
ne demişler:
duyacağını bil, diyeceği ni söyle!
devamını gör...
3590.
biri senin ruhuna dokunabilen güzel bir şey yazar, sen yazdığını beğenirsin ve vay canına şuna bak ne güzel yazmış der geçersin. ben mesela, o kelimeleri yazdıran şeyleri düşünüp ardındaki muhtemel hikayelere hayran oluyorum. öyle ki, bazen ben de bir kelime kullanıyordum, mesela o kelime sanki senin yıllardır kullanmayı unuttuğun ve yana yakıla aradığın kelime oluyordur. iç çektiriyorduk hep birbirimize, rahatlatıyorduk. biraz da acı elbette... çevremdeki herkes tarafından kendisinin ve başkasının duygularını ifade etmek ve birilerine iyi gelmekte başarılı sayılabilecek biri olarak bilinmeme rağmen, kendi duygularını anlatmak konusunda aslında pek de yeterli olamadım. anlatırım, ama iş işten geçtikten sonra. bant yayını gibi. o nedenle anlattıklarım bir geçmiş zamanlar müzesine konulmaktan başka işe yaramaz. biri karşıma geçer bir şey anlatır, anlatmaya çalışır, sonra ben ona aslında gerçekten ne hissettiğini anlatırım ve karşılık: ah evet, işte tam da bu! insanlar benim hep önce kendine güvenen, soğuk ve ukala, sonra gizemli, sonra samimi, sonra iyi niyetli ve en sonunda çok tuhaf biri olduğumu düşünürler. tanımsız bir tuhaflık... gün boyu güneşin altında güneşlendikten sonra birden nane kokulu buz dolu bir küvete düşmek ve kocaman bir bardak zencefilli gazoz eşliğinde küvette uyumak, işte buydu! aslında benim hissettiğim sadece buydu. önce irkildim sonra rahatladım. ah yine değil mi, her zamanki gibi sağlam saçmaladığımın farkındayım... hayatta altın plaketlerden, kaynayan çaydanlıklardan, renkli çizgi roman sayfalarından, ekose kumaşlardan, doğum günü ve yıl dönümü kutlamalarından, sıkıcı bayram kalabalıklarından, yumuşacık şekerlemelerden, şekerlerden daha sevimli pofuduk bulut resimlerinden, kuyruğunda binlerce çocuğun gülümseyişi saklanan uçurtmalardan, bir çocuğun grip olduğu mutlu mutsuz zamanlardan, sonsuz uykuya özlem dolu öğle aralarından, sıkıcı yaz tatillerinden, beş yıldızlı ultra dahil otellerden, okul birinciliklerinden ve terfilerden ayrıldığın; bütün bunlardan sıyrıldığın bir nokta var. o nokta küçük, varla yok arası ve kör. içinde olmayanların asla göremeyeceği bir yer. o noktayı görmüş insanlar bir şekilde kendini var etmeyi başarmış iki dünya arasında sıkışmış gibiler. aslında başka bir yerde hayat var, onlar bunu bilirler. ama o iki kürenin arasında her şeyden iki tane. bütün duygular ve düşünceler iki tane. bu insanlar çoğu zaman yaşıyor gibi değillerdir, hava boşluğunda sıkılarak ve yalnızlaşarak asılı dururlar. ben bu insanlardandım, sanırım sen de. ve bu insanlar okuyarak, dinleyerek, izleyerek, hissederek daha da yalnızlaştılar... intihar! intihar üzerine konuşmak istemiyorduk değil mi? zaman zaman rüyalarıma giren bir uzak ülkenin büyülü sokakları gibi düşünüyorum bunu. en çok da aslında her şeyin kısmen düzgün gittiği ama benim bir türlü içimde bir şeyleri dolduramadığım ve yalnız hissettiğim zamanlar. yolda tanıştığım küçük bir çocuk vardı. üst geçitte mendil satarken önüne kitap açan ve okurmuş gibi yapan bir çocuktu. üstelik de ters tutuyordu kitabı. arada parmaklarını inceliyor ve sıkıldığı her halinden belli oluyordu. bu rolü son derece kusursuz kotaran diğerlerinin aksine, yarım yamalak yapan bu kocaman gözlü çocuğu sevmiştim. sonra birkaç kez daha gittiğimde konuştuk, birlikte yemek yedik. bu ülkede o sokak çocuğunun başını okşayıp beraber yemek yedim diye uyaran insanlar var. bit-pire bir şeyler olabilirmiş. işte intiharı düşündüğüm ve çok bunaldığım zamanlar o çocuğun gözlerini kocaman açarak tüm içtenliğiyle bana bakması, kendinden geçerek bir şeyler anlatması ve plastik ayran yerine şişe ayran isteyişini hatırlayıp vazgeçiyorum. belki bu da sana tuhaf gelecek, evet... insanlar düşman olsunlar, uzak olsunlar, kötü görünüyor olsunlar ama ölmesinler. bilmem farkında mısın ama bir ölümün yarattığı boşluk ve yara asla kaldırabilecek, silinebilecek türden değil. belki sadece unutma yanılgısı ile telafi edilebilir. diren, savaş kendinle. ölme, yaşamayı dene. fesleğenlerden ya da plastik papatyalardan taç yap kendine, çay içme, acı kahveyi dene, kendi falına bak, hiç bıkmadan küçük domateslerin üzerine kekik serp, fırından yeni çıkmış kurabiye kokusunu savur bulutlara, saçlarını dağıt, ağlayarak yazmaya devam et, notalar arasında gezin, kitapları dinle, filmlerdeki görülmeyen sahneleri yaz zihninde, başka dünyaları ve paralel evrenleri düşle, gerekirse teslim et kendini... kendimi koluma takıp çok uzun bir yokuştan aşağı hiç durmadan koşmak istiyorum ben. sen de dene; vakit gelmeden evvel doyasıya yaşa! gözlerini kapat ve hep düşlediğin o ana gülümse...
devamını gör...
3591.
#2202543 bulamadım...
insanlar evinden, yurdundan, sevdiklerinden oldu. bir derdim, sıkıntım var demeye utanıyorum.
devamını gör...
3592.
insanlar birbirlerini dinlerken sıranın kendisine geldiği zaman için düşüncelerini hazır etmeye çalışıyorlar.
karsisindakini ne dinliyor ne de anlıyor ve bundan da kötüsü yan yana geldikleri zaman birbirlerine bakıp birbirlerini görmüyorlar bile.
herkes karşısında ki insan benim ruh halimi anlasın, bana göre hareket etsin istiyor. bu dünya herkes için kendi etrafında dönüyor.
sen onun, kötü gününde onun yanında olduğun için sana karşı ufak bir vefa yada en azından kibarlıktan empati yapmak neden bu kadar zor bilmiyorum.
kimseye içimi dökesim gelmiyor . yanlizligim, yapmacık yanımda olan çoğu insandan daha iyi gelmeye başladı. işin en güzel tarafı da artık yaralarım olgunlaştı. başkaların saçma ve klişe cümlelerine gerek kalmadan çok da güzel kabuk tutuyorlar.
devamını gör...
3593.
boş, boş, boş, boşluk, bensizlik bir böcek gibi teslim olmak, zihnini senden daha çok isteyen birileri
devamını gör...
3594.
bazen küçücük bir rüzgar olursun. büyük bir rüzgarın içinde oradan oraya savrulur, yakanı kurtaramazsın bir türlü. sözlerin uğultulara dönüşür, şiddetin ise yakıp yıkar ortalığı. boşlukta “gerçek” denilen şeyin ne olduğunu bilmeden arar durursun. bitmek bilmez kargaşanın içinde rüzgara teslim olmuş, binlerce kez yeniden yazılmış yazgını silmeye uğraşırsın. içinde kaybolur ve hatta yok olursun. fırlatılmış vazoların cam kırkları keser şeffaf bedenini. kan kaybından değil akıttığın kanının fazlalığında boğulursun bazı dakikalarda. zamanın bilinmezliğine yenilirsin, suyun şeffaflığına, hayatın karmaşasına, bilinmez yazgılara ve geç kalmışlığa. ölümün esmer tenindeki damarlarını hissettikçe sıyrılırsın gururundan. saat durmuş yaşam devam etmiştir insafsızca. bazen bir esintide yok olur sözlükte yazan kaç bin kelime varsa. hiçliğe adanmış kurbanların akıttığı göz yaşlarıyla dolduğunda sunaklar, avenedir mezarlıkların çamurlaşmış topraklarıyla. bulutlar okşar yanaklarını. gün gelip de gözünün kenarından öptüğünde dalgalar, bitmiştir her şey. sonsuz mavi kaplar her yanını. sonuna gelinmiştir varlığın. merhaba, artık senin adın büyük rüzgar.
devamını gör...
3595.
insan hayatta neyin ne olabileceğini, nasıl olabileceğini hiçbir zaman kestiremiyor. hayatın amacı ve heyecanı da buradan geliyor zaten. tahminler ve beklentiler ile yaşıyoruz. istediğimiz olmadığı zaman üzülüyor ama sonrasında oyunun devam edeceğini ve her yere düşüşün bir kalkışı olacağını bilerek yaşıyoruz. bilmediğimiz ya da kalkamayacağımızı düşündüğümüz zamanlar da oluyor. onu da tekrardan yerden kalkma gücünü bulduğumuzda fark ediyoruz. diyoruz ki "kalkılabiliyormuş." hayat tam bir piyango. nerede ne olacağını bilmeden yaşıyoruz. iki adım attıktan sonra yerde içi para dolu sahipsiz bir çanta da görebiliriz. yanlışlıkla "b*ka" da basabiliriz. tamamen denk geliş meselesi. denk gelmeyle de bitmiyor iş maalesef. bu sefer de doğru zamanda doğru yerde olmamız gerekiyor. doğru zamanda yanlış yerde de olabiliriz, yanlış zamanda doğru yerde de olabiliriz. bunu da bilemiyoruz ne yazık ki. sonradan öğrenebiliyoruz ancak. bu kadar karmaşık bir oyun daha önce oynanmış mıdır bilmiyorum. çok zor bir oyun bu ama oynaması çok keyifli. hiç bitmesin diyorsun. hele bir de doğru zamanda doğru yerde olduğun zamanlar denk geldiyse, takım arkadaşını doğru bulduysan kusursuz bir oyun sergiliyorsanız oyunun hiçbir gerginliği kalmıyor hatta aksine iyice heyecanlandırıyor. takım arkadaşı önemli. bunun bir günaydın mesajı niteliğinde olmasını istiyordum ama bağlayamadım.
devamını gör...
3596.
üzerine sayfalarca yazı yazabileceğim bir resim görmüştüm, sonra bir resim, bir resim daha... yazsam, bir türlü tükenmeyecek olanı başlatacaktım, sussam, bu his beni mahvedecekti...

resimler ve sanrıları arasında tam bir asırlık zaman farkı vardı.
susmayı ve mahvetmeyi seçenlerin öyküsü de tam burada yeşil bir resmin arka planında devreye giriyordu. sığdı ve sığlıktan ayrı ve aykırı bir girdabı da içinde barındırıyordu. muğlak bir zamanın çok da müsait olmayan bir anında tuvale çalınmıştı... öyle ki tuvalin izleri henüz temizlenmemişti.
lekeliydi ve bunu gururla taşıyordu.
resmin aksine sahip olduğu o koyu yeşillik, tuvali; mavi bir yosun buğusuna bırakmıştı. renk körlüğünden ya da tuvalin kirinden olacak, her neyse, tuvalin örtüsü bozulmuştu. yine de bulunduğu zemini yadırgamadan öylece duruyordu, pencerenin yanındaki o sokağı gören köşesindeki masada.
masanınsa yanında, eski bir dünya küresi bulunuyordu. eskiden kalmış ancak eskimemiş bir dünya küresi... birlikte sokağın köşesindeki ormanlık alana bakıyorlardı. ne bir kelime vardı onun ötesinde ne de bir konuşulmuşluk...
sadece boyalar ve çeşitli zaman dilimlerinde yapılan kara kalem çalışmaları. sahibiyse o kara kalem çalışmalarını da renklendirmeden geçemezdi. yazın maviyse; kışın alabildiğine yeşil. koyu, derin ve yer yer buğulanmış...
devamını gör...
3597.
ne yaparsam yapayım düzelmeyecek aile ilişkilerine bir son veriyorum.
kendimde hata görmüyorum elimden geleni yaptım.
tek gerçeğim kendi mutlulugum.
kaçıp gitmeme az kaldı.
verilen sözler hiç turulmuyor.
madem öyle kendim en zor yoldan gider yaparım.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
3598.
ceketimdeki tüy kadar

değerim olsa

sevinir misiniz beni

gördüğünüze


-sevgili claudemon'un devam edip düzenleyeceği bir şiiri.
devamını gör...
3599.
yanlış bir yerde doğmuş olmak, belkide sorun buydu, belkide hayatımdaki çoğu seçimin mecburi olması bu yüzdendir, belkide hayatımdaki çoğu korkularımın sebebi de bu.
bu döngü nereye kadar devam eder kestiremiyorum, ne zaman son bulur karar veremiyorum.
her şeyi bildiğim halde hiçbir şey yapamıyorum.
sizin hiç ruhunuz yoruldu mu?
kendinizi hiç çaresiz, çözümsüz bir kuyuda gördünüz mü?
bir boşlukta boğuldun mu hiç?
ahh aklımda delice sorular...
herkese çare bulurken, çaresiz olmam acı veriyor, bu koyu düşüncelerim bitiriyor beni.
bazen keşke mutluluk satın alınsa veya ne bileyim herhangi bir formülü olsa diyorum günlerce, haftalarca onu çözmek için uğraşsam da yine de boşlukta savrulmasam diyorum, düşünüyorum işte kendimce yol arıyorum ama gerçek olan şu ki önemli olan bu durumlarda güçlü olmak değil de mücadele edebilmektir.
devamını gör...
3600.
gün batarken güneş tüm gücü ile sıcaklığını hissettiriyordu. sanki intikam alır gibi. gırgır teknesi limandan ayrılıp güneşe doğru yol alırken, aslında bir bilinmezliğe gittiğini biliyordu kaptan ve aslında diğerleri... arkada takip eden ışık teknesi de.
gemi ilerlerken japonlardan alınmış sonar denizi taramakta ve küçük sürüler halindeki pelajik balıkların yerini söylemekte idi. işte teknoloji yanında tecrübe burada ortaya çıkıyor. acaba nereye ışık yakılmalı. büyük kumar. gece başarı ile de sonuçlanabilir , hiç balık yakalayamadan da karaya dönülebilir. nasıl bakacağız tayfanın yüzüne?
tekne ilerlerken, oturma odasında piştiler, konkenler, ve hatta barbutlar cirit atıyor. aslında hepsi kaptandan gizli. sefer reis sert biri. sürekli küfrediyor gemicilere. riske girmeye değer mi değmez mi size kalmış... yemekte tarhana çorbası, et kavurma, pilav, kemalpaşa tatlısı var. sanma ki şirketten. yemek harcamaaları, sezon sonunda tayfanın alacağından kesiyor. aslında ne yersen cepten yiyorsun. boşuna dememişler bu hayatta bedava bişi yok....
böyle böyle başladım yazmaya, belki bir hikayeye konu olur.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim