normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3581.
bazen küçücük bir rüzgar olursun. büyük bir rüzgarın içinde oradan oraya savrulur, yakanı kurtaramazsın bir türlü. sözlerin uğultulara dönüşür, şiddetin ise yakıp yıkar ortalığı. boşlukta “gerçek” denilen şeyin ne olduğunu bilmeden arar durursun. bitmek bilmez kargaşanın içinde rüzgara teslim olmuş, binlerce kez yeniden yazılmış yazgını silmeye uğraşırsın. içinde kaybolur ve hatta yok olursun. fırlatılmış vazoların cam kırkları keser şeffaf bedenini. kan kaybından değil akıttığın kanının fazlalığında boğulursun bazı dakikalarda. zamanın bilinmezliğine yenilirsin, suyun şeffaflığına, hayatın karmaşasına, bilinmez yazgılara ve geç kalmışlığa. ölümün esmer tenindeki damarlarını hissettikçe sıyrılırsın gururundan. saat durmuş yaşam devam etmiştir insafsızca. bazen bir esintide yok olur sözlükte yazan kaç bin kelime varsa. hiçliğe adanmış kurbanların akıttığı göz yaşlarıyla dolduğunda sunaklar, avenedir mezarlıkların çamurlaşmış topraklarıyla. bulutlar okşar yanaklarını. gün gelip de gözünün kenarından öptüğünde dalgalar, bitmiştir her şey. sonsuz mavi kaplar her yanını. sonuna gelinmiştir varlığın. merhaba, artık senin adın büyük rüzgar.
devamını gör...
3582.
insan hayatta neyin ne olabileceğini, nasıl olabileceğini hiçbir zaman kestiremiyor. hayatın amacı ve heyecanı da buradan geliyor zaten. tahminler ve beklentiler ile yaşıyoruz. istediğimiz olmadığı zaman üzülüyor ama sonrasında oyunun devam edeceğini ve her yere düşüşün bir kalkışı olacağını bilerek yaşıyoruz. bilmediğimiz ya da kalkamayacağımızı düşündüğümüz zamanlar da oluyor. onu da tekrardan yerden kalkma gücünü bulduğumuzda fark ediyoruz. diyoruz ki "kalkılabiliyormuş." hayat tam bir piyango. nerede ne olacağını bilmeden yaşıyoruz. iki adım attıktan sonra yerde içi para dolu sahipsiz bir çanta da görebiliriz. yanlışlıkla "b*ka" da basabiliriz. tamamen denk geliş meselesi. denk gelmeyle de bitmiyor iş maalesef. bu sefer de doğru zamanda doğru yerde olmamız gerekiyor. doğru zamanda yanlış yerde de olabiliriz, yanlış zamanda doğru yerde de olabiliriz. bunu da bilemiyoruz ne yazık ki. sonradan öğrenebiliyoruz ancak. bu kadar karmaşık bir oyun daha önce oynanmış mıdır bilmiyorum. çok zor bir oyun bu ama oynaması çok keyifli. hiç bitmesin diyorsun. hele bir de doğru zamanda doğru yerde olduğun zamanlar denk geldiyse, takım arkadaşını doğru bulduysan kusursuz bir oyun sergiliyorsanız oyunun hiçbir gerginliği kalmıyor hatta aksine iyice heyecanlandırıyor. takım arkadaşı önemli. bunun bir günaydın mesajı niteliğinde olmasını istiyordum ama bağlayamadım.
devamını gör...
3583.
üzerine sayfalarca yazı yazabileceğim bir resim görmüştüm, sonra bir resim, bir resim daha... yazsam, bir türlü tükenmeyecek olanı başlatacaktım, sussam, bu his beni mahvedecekti...
resimler ve sanrıları arasında tam bir asırlık zaman farkı vardı.
susmayı ve mahvetmeyi seçenlerin öyküsü de tam burada yeşil bir resmin arka planında devreye giriyordu. sığdı ve sığlıktan ayrı ve aykırı bir girdabı da içinde barındırıyordu. muğlak bir zamanın çok da müsait olmayan bir anında tuvale çalınmıştı... öyle ki tuvalin izleri henüz temizlenmemişti.
lekeliydi ve bunu gururla taşıyordu.
resmin aksine sahip olduğu o koyu yeşillik, tuvali; mavi bir yosun buğusuna bırakmıştı. renk körlüğünden ya da tuvalin kirinden olacak, her neyse, tuvalin örtüsü bozulmuştu. yine de bulunduğu zemini yadırgamadan öylece duruyordu, pencerenin yanındaki o sokağı gören köşesindeki masada.
masanınsa yanında, eski bir dünya küresi bulunuyordu. eskiden kalmış ancak eskimemiş bir dünya küresi... birlikte sokağın köşesindeki ormanlık alana bakıyorlardı. ne bir kelime vardı onun ötesinde ne de bir konuşulmuşluk...
sadece boyalar ve çeşitli zaman dilimlerinde yapılan kara kalem çalışmaları. sahibiyse o kara kalem çalışmalarını da renklendirmeden geçemezdi. yazın maviyse; kışın alabildiğine yeşil. koyu, derin ve yer yer buğulanmış...
resimler ve sanrıları arasında tam bir asırlık zaman farkı vardı.
susmayı ve mahvetmeyi seçenlerin öyküsü de tam burada yeşil bir resmin arka planında devreye giriyordu. sığdı ve sığlıktan ayrı ve aykırı bir girdabı da içinde barındırıyordu. muğlak bir zamanın çok da müsait olmayan bir anında tuvale çalınmıştı... öyle ki tuvalin izleri henüz temizlenmemişti.
lekeliydi ve bunu gururla taşıyordu.
resmin aksine sahip olduğu o koyu yeşillik, tuvali; mavi bir yosun buğusuna bırakmıştı. renk körlüğünden ya da tuvalin kirinden olacak, her neyse, tuvalin örtüsü bozulmuştu. yine de bulunduğu zemini yadırgamadan öylece duruyordu, pencerenin yanındaki o sokağı gören köşesindeki masada.
masanınsa yanında, eski bir dünya küresi bulunuyordu. eskiden kalmış ancak eskimemiş bir dünya küresi... birlikte sokağın köşesindeki ormanlık alana bakıyorlardı. ne bir kelime vardı onun ötesinde ne de bir konuşulmuşluk...
sadece boyalar ve çeşitli zaman dilimlerinde yapılan kara kalem çalışmaları. sahibiyse o kara kalem çalışmalarını da renklendirmeden geçemezdi. yazın maviyse; kışın alabildiğine yeşil. koyu, derin ve yer yer buğulanmış...
devamını gör...
3584.
3585.
ceketimdeki tüy kadar
değerim olsa
sevinir misiniz beni
gördüğünüze
-sevgili claudemon'un devam edip düzenleyeceği bir şiiri.
değerim olsa
sevinir misiniz beni
gördüğünüze
-sevgili claudemon'un devam edip düzenleyeceği bir şiiri.
devamını gör...
3586.
yanlış bir yerde doğmuş olmak, belkide sorun buydu, belkide hayatımdaki çoğu seçimin mecburi olması bu yüzdendir, belkide hayatımdaki çoğu korkularımın sebebi de bu.
bu döngü nereye kadar devam eder kestiremiyorum, ne zaman son bulur karar veremiyorum.
her şeyi bildiğim halde hiçbir şey yapamıyorum.
sizin hiç ruhunuz yoruldu mu?
kendinizi hiç çaresiz, çözümsüz bir kuyuda gördünüz mü?
bir boşlukta boğuldun mu hiç?
ahh aklımda delice sorular...
herkese çare bulurken, çaresiz olmam acı veriyor, bu koyu düşüncelerim bitiriyor beni.
bazen keşke mutluluk satın alınsa veya ne bileyim herhangi bir formülü olsa diyorum günlerce, haftalarca onu çözmek için uğraşsam da yine de boşlukta savrulmasam diyorum, düşünüyorum işte kendimce yol arıyorum ama gerçek olan şu ki önemli olan bu durumlarda güçlü olmak değil de mücadele edebilmektir.
bu döngü nereye kadar devam eder kestiremiyorum, ne zaman son bulur karar veremiyorum.
her şeyi bildiğim halde hiçbir şey yapamıyorum.
sizin hiç ruhunuz yoruldu mu?
kendinizi hiç çaresiz, çözümsüz bir kuyuda gördünüz mü?
bir boşlukta boğuldun mu hiç?
ahh aklımda delice sorular...
herkese çare bulurken, çaresiz olmam acı veriyor, bu koyu düşüncelerim bitiriyor beni.
bazen keşke mutluluk satın alınsa veya ne bileyim herhangi bir formülü olsa diyorum günlerce, haftalarca onu çözmek için uğraşsam da yine de boşlukta savrulmasam diyorum, düşünüyorum işte kendimce yol arıyorum ama gerçek olan şu ki önemli olan bu durumlarda güçlü olmak değil de mücadele edebilmektir.
devamını gör...
3587.
gün batarken güneş tüm gücü ile sıcaklığını hissettiriyordu. sanki intikam alır gibi. gırgır teknesi limandan ayrılıp güneşe doğru yol alırken, aslında bir bilinmezliğe gittiğini biliyordu kaptan ve aslında diğerleri... arkada takip eden ışık teknesi de.
gemi ilerlerken japonlardan alınmış sonar denizi taramakta ve küçük sürüler halindeki pelajik balıkların yerini söylemekte idi. işte teknoloji yanında tecrübe burada ortaya çıkıyor. acaba nereye ışık yakılmalı. büyük kumar. gece başarı ile de sonuçlanabilir , hiç balık yakalayamadan da karaya dönülebilir. nasıl bakacağız tayfanın yüzüne?
tekne ilerlerken, oturma odasında piştiler, konkenler, ve hatta barbutlar cirit atıyor. aslında hepsi kaptandan gizli. sefer reis sert biri. sürekli küfrediyor gemicilere. riske girmeye değer mi değmez mi size kalmış... yemekte tarhana çorbası, et kavurma, pilav, kemalpaşa tatlısı var. sanma ki şirketten. yemek harcamaaları, sezon sonunda tayfanın alacağından kesiyor. aslında ne yersen cepten yiyorsun. boşuna dememişler bu hayatta bedava bişi yok....
böyle böyle başladım yazmaya, belki bir hikayeye konu olur.
gemi ilerlerken japonlardan alınmış sonar denizi taramakta ve küçük sürüler halindeki pelajik balıkların yerini söylemekte idi. işte teknoloji yanında tecrübe burada ortaya çıkıyor. acaba nereye ışık yakılmalı. büyük kumar. gece başarı ile de sonuçlanabilir , hiç balık yakalayamadan da karaya dönülebilir. nasıl bakacağız tayfanın yüzüne?
tekne ilerlerken, oturma odasında piştiler, konkenler, ve hatta barbutlar cirit atıyor. aslında hepsi kaptandan gizli. sefer reis sert biri. sürekli küfrediyor gemicilere. riske girmeye değer mi değmez mi size kalmış... yemekte tarhana çorbası, et kavurma, pilav, kemalpaşa tatlısı var. sanma ki şirketten. yemek harcamaaları, sezon sonunda tayfanın alacağından kesiyor. aslında ne yersen cepten yiyorsun. boşuna dememişler bu hayatta bedava bişi yok....
böyle böyle başladım yazmaya, belki bir hikayeye konu olur.
devamını gör...
3588.
biz
bize
bizden.
ne yaşamak sensiz yarını,
ne de beklemek rüzgarlı bir gecede sabahı,
gökteki yıldız gibi parlayan umudun,
şimdi bekler nöbetçi er gibi sabahı.
bize
bizden.
ne yaşamak sensiz yarını,
ne de beklemek rüzgarlı bir gecede sabahı,
gökteki yıldız gibi parlayan umudun,
şimdi bekler nöbetçi er gibi sabahı.
devamını gör...
3589.
yine dağılmış kafam... düşünceler havada uçuşuyor... zihnimdeki hiçbir şeye hakim değilim, başına buyruk hepsi... yorgun, uykusuz, ve depresifim... ve kendime bu şarkıyı armağan ediyorum
devamını gör...
3590.
gel de sana bir sarılayım. kocaman buketlerde güller serilmiş gibi ya da o sarı laleler o çiçek pazarından toplanmış gibi. gel ya acıtmam canını yakmam üzmem bu sefer. zaten yeterince üzülüyorsun. arada açıp oku mesela kendini bak bakalım nerelere gitmiş neler görmüşsün. inanır mısın bir zamanlar içten şımardın bile. istedin ki birkaç farklı tonda birleş insanlarla e olmayınca da kalmadı işte bir şeyler. ne kadar özledin kitap okumayı şiir yazmayı hatta öpüşmeyi bile. bir bilsen, bir bilseydin kendine o kadar kilometreyi az görür koşarak gelirdin. gözyaşı döküyorsun, yoksa sütün mü döküldü? ocağın mı kirlendi? ben deliyim ben deliyim ama sen bana bakma. ya da bakarsan olur çünkü o sahil bunu görmeli. ağlıyorsun, neden? değmez ki gözyaşlarına. ya da kendini eksik ve yetersiz görme. o cevher çıkarılmamış ki daha. bir de şey ben bugün sigara içtim güzel halt ettim. sonra eski sevgilimi düşündüm söz ettik biraz kendimizi. içimden dedim o da içerdi. sen de dedin ki sus lütfen. haklısın susmam lazım. daha söylenecek çok şey var. ama o kadar kötü yazmamı hiçbir zaman yadırgamamaya özen gösterdin, yarım da bıraksan hep destekledin. teşekkürler canım kendim arada hep bunu aç oku, oku ki çocukluğunu hatırlayıp biraz ağla. ağlamak iyidir bakma sen insanlara, duşta yolda sporda yabancılaştırıldığın her an ağla. seni seviyorum çocukluğum iyi geceler.
devamını gör...
3591.
sahi beni yine de sever miydin? saçlarım eskisi kadar güzel değil ve herkes oramın buramın değişmesi gerektiğini söylüyor. değişiyorum da zaten ama giden saçlarım eski iyi hallerim bittiğinde en kötü halimde bile sen olacak mısın? kusurlarımdan bir sevgi yaratabilir misin? ah be canım kendim kanma bu işlere seni üzer.
devamını gör...
3592.
merhaba canım sözlük,
bu aralar uyuyamıyorum. yada tam tersi fazlasıyla uyuyorum. mesela dün 20.45te uyumuşum çoktan. iki aktivite de benden bağımsız gelişiyor. ne olduğunu anlamadığım bir ayıklık yahut baygınlık hali sanki uyumak ile uyumamak. bu iki anlamsız durumu yaşarken pek tabi kendimi sorguluyorum. açılmayan kutular açılıyor, duygularım baya karışıyor. bugün buraya yazma ihtiyacımın olmasının sebebi ise, mektuplar. mektup seven bir insan olarak, bir vakitler mektuplaşmak için tüm arkadaşlarıma baskı kurduğum bir gerçek. e böyle uykusuz zamanlarda da bi kitap arasında duran bu mektuplara denk geldim. sonra da bunların ne kadar içtenlikten uzak, sadece yazmak için yazmak olduklarını anladım. muhtemelen hiç bi arkadaşımla gerçek bir bağ kuramamıştım. tabi bu benden de kaynaklanmış olabilir. üzülmemek adına hep bir temkinli olma hali vardır bende çünkü. üzüleceğime sevmemeyi tercih ederim hep. (piskolojik bi sorun bu biliyorum, görmezden gel ). neyse sonra başka bi mektuba rastladım kitaplar arasında. beni hiç tanımayan, birebir konuşmadığımız, hayatlarımızın özelini hiç bilmediğimiz birinden gelen bir mektup. yine okurken gözlerim doldu. diğer mektuplara nazaran daha içten, daha beni anlar nitelikteydi sanki. yada bilmiyorum öyle hissettim. keşke yakın olabilseydik dedim içimden. belki hiç olmayacak bir arkadaşlık olurdu. imkansıza oynamak gibi bazı şeyler işte. yanında olanlarla uzak, uzakta olanlarla ise daha yakın olursun hep. reçelli ekmeğin reçelli tarafının hep yere düşmesi gibi. çok uzattım sözlük farkındayım. ozaman iyi dileklerimle bitireyim, dilerim ki size bakıp içinizi görebilen insanlarla çevrili olun. mutluluğunuzu sizden çok yaşayıp, üzüntünüzü sukut ile karşılayabilsinler.
bu aralar uyuyamıyorum. yada tam tersi fazlasıyla uyuyorum. mesela dün 20.45te uyumuşum çoktan. iki aktivite de benden bağımsız gelişiyor. ne olduğunu anlamadığım bir ayıklık yahut baygınlık hali sanki uyumak ile uyumamak. bu iki anlamsız durumu yaşarken pek tabi kendimi sorguluyorum. açılmayan kutular açılıyor, duygularım baya karışıyor. bugün buraya yazma ihtiyacımın olmasının sebebi ise, mektuplar. mektup seven bir insan olarak, bir vakitler mektuplaşmak için tüm arkadaşlarıma baskı kurduğum bir gerçek. e böyle uykusuz zamanlarda da bi kitap arasında duran bu mektuplara denk geldim. sonra da bunların ne kadar içtenlikten uzak, sadece yazmak için yazmak olduklarını anladım. muhtemelen hiç bi arkadaşımla gerçek bir bağ kuramamıştım. tabi bu benden de kaynaklanmış olabilir. üzülmemek adına hep bir temkinli olma hali vardır bende çünkü. üzüleceğime sevmemeyi tercih ederim hep. (piskolojik bi sorun bu biliyorum, görmezden gel ). neyse sonra başka bi mektuba rastladım kitaplar arasında. beni hiç tanımayan, birebir konuşmadığımız, hayatlarımızın özelini hiç bilmediğimiz birinden gelen bir mektup. yine okurken gözlerim doldu. diğer mektuplara nazaran daha içten, daha beni anlar nitelikteydi sanki. yada bilmiyorum öyle hissettim. keşke yakın olabilseydik dedim içimden. belki hiç olmayacak bir arkadaşlık olurdu. imkansıza oynamak gibi bazı şeyler işte. yanında olanlarla uzak, uzakta olanlarla ise daha yakın olursun hep. reçelli ekmeğin reçelli tarafının hep yere düşmesi gibi. çok uzattım sözlük farkındayım. ozaman iyi dileklerimle bitireyim, dilerim ki size bakıp içinizi görebilen insanlarla çevrili olun. mutluluğunuzu sizden çok yaşayıp, üzüntünüzü sukut ile karşılayabilsinler.
devamını gör...
3593.
sanki simülasyonun içindeyim. etrafımdaki herkes girme ihtimalim olan süreçler ile ilgili sorunları bana yansıtıyor. biri evleniyor mesela o sürecin sıkıntısı derdi maddi manevi görebiliyorum. evlendikten sonra çocuk isteniyor. olmaması veya kaybetme sıkıntılarını yaşayan insanlarla dolu çevrem. bir de diyorum yeni level bu herhalde. isteyip uğraşmak onun üzüntüsü sıkıntısı. sonra oluyor sağlıkla, üç beş yaşında hastalıklar enfeksiyonlar başlıyor. tedavi süreçleri ateşle uğraşması ve üzüntüsü derken o kadar dert üstüne dert gibi geliyor ki. kendi sağlık sorunları sıkıntıların da cabası. niye bizi yormayan üzmeyen sıkmayan bir form bulamıyoruz ki. tanık olmak bile yetiyor. her şeyden neden uzağım neden kaçıyorum anlayabiliyorum. öyle bir sürece giriyorsun ki iş ve aile süreçleri zincir gibi ikisi de değişken ve zorlu ve birbirine bağlı.
devamını gör...
3594.
bu günlerde ruhumu karıştıran bir şey var. etrafımdakilere de sormuyorum. çünkü tepkilerini biliyorum.
insan, allah'a gücenir mi?
hayata görerek başladım. taki 16 yaşına kadar...
sonra gözler gitti. ölümden dönüş...
yaşam için çaba... ancak artık yorulmaya başladım.
çabalamaktan, kırılmaktan...
biliyorum, paha biçilmez şeyler verdi. biliyorum sınav, biliyorum imtihan, biliyorum o, tanrı ve tek...
o, kaldıramayacak yükü yüklemem diyor, dua edin, kabul edeyim diyor.
hani insan seviliyorsa oradan kalbine bir merhem, eline uzanacak bir el beklermiş ya, bekliyorum.
çünkü ben artık bu yükü kaldıramayacak bir noktaya geldiğini hissediyorum.
insan, allah'a gücenir mi?
hayata görerek başladım. taki 16 yaşına kadar...
sonra gözler gitti. ölümden dönüş...
yaşam için çaba... ancak artık yorulmaya başladım.
çabalamaktan, kırılmaktan...
biliyorum, paha biçilmez şeyler verdi. biliyorum sınav, biliyorum imtihan, biliyorum o, tanrı ve tek...
o, kaldıramayacak yükü yüklemem diyor, dua edin, kabul edeyim diyor.
hani insan seviliyorsa oradan kalbine bir merhem, eline uzanacak bir el beklermiş ya, bekliyorum.
çünkü ben artık bu yükü kaldıramayacak bir noktaya geldiğini hissediyorum.
devamını gör...
3595.
som/bahar - haibun -
kahvesini aldı ve balkona çıktı. havalar iyice serinlemeye başladı diye düşünerek bir hırka aldı
omuzlarına. esen rüzgâr artık kışın yaklaştığını haber veriyordu.bir yudum aldı kahvesinden keyifle.
bahçedeki yaprak kümesine takıldı gözü sonra. dökülen yapraklar hüzünlendirdi onu sebepsiz ve
uzaklara daldı birdenbire kadın.giderken ; “ sonbaharda geleceğim, bahçedeki ağacımız son yaprağını
dökmeden geleceğim, söz” diyen sesi yankılandı kulaklarında sevdiği adamın. bahçeye birlikte
diktikleri ağaca baktı sonra kadın. içini bir ürperti sardı o anda.
ağaçta sadece bir yaprak kalmıştı ve o yaprak sanki kadının tüm umudunu kendine bağladığını
biliyormuşçasına sımsıkı direniyordu esen rüzgâra
rüzgâr dalında yaprağı titrettikçe kadının da yüreği titriyordu. “ düşme, sakın düşme!” diyordu. “ henüz
olmaz.” fakat yaprak daha fazla dayanamamıştı işte. rüzgârda savrula savrula kadının kucağına
düştü. düşen son yaprakla birlikte umutlar da tükenmişti.
sapsarı hazan-
düşen son yaprakla
biten umutlar.
rüzgâra mı darılsın, yoksa sevdiğine mi bilemedi kadın. gözlerinde biriken yaşlarla birlikte sağanak
başladı. “geçer” diyordu kadın. “ elbet bu da geçer.”
buğulu gözler
bir çift hüzün bulutu-
yağmur geçişi
ve aslında hikâyede;
sonu hazırlayan düşen ilk yapraktı
fakat sorumluluk hep son yaprağa yüklendi..
b.
kahvesini aldı ve balkona çıktı. havalar iyice serinlemeye başladı diye düşünerek bir hırka aldı
omuzlarına. esen rüzgâr artık kışın yaklaştığını haber veriyordu.bir yudum aldı kahvesinden keyifle.
bahçedeki yaprak kümesine takıldı gözü sonra. dökülen yapraklar hüzünlendirdi onu sebepsiz ve
uzaklara daldı birdenbire kadın.giderken ; “ sonbaharda geleceğim, bahçedeki ağacımız son yaprağını
dökmeden geleceğim, söz” diyen sesi yankılandı kulaklarında sevdiği adamın. bahçeye birlikte
diktikleri ağaca baktı sonra kadın. içini bir ürperti sardı o anda.
ağaçta sadece bir yaprak kalmıştı ve o yaprak sanki kadının tüm umudunu kendine bağladığını
biliyormuşçasına sımsıkı direniyordu esen rüzgâra
rüzgâr dalında yaprağı titrettikçe kadının da yüreği titriyordu. “ düşme, sakın düşme!” diyordu. “ henüz
olmaz.” fakat yaprak daha fazla dayanamamıştı işte. rüzgârda savrula savrula kadının kucağına
düştü. düşen son yaprakla birlikte umutlar da tükenmişti.
sapsarı hazan-
düşen son yaprakla
biten umutlar.
rüzgâra mı darılsın, yoksa sevdiğine mi bilemedi kadın. gözlerinde biriken yaşlarla birlikte sağanak
başladı. “geçer” diyordu kadın. “ elbet bu da geçer.”
buğulu gözler
bir çift hüzün bulutu-
yağmur geçişi
ve aslında hikâyede;
sonu hazırlayan düşen ilk yapraktı
fakat sorumluluk hep son yaprağa yüklendi..
b.
devamını gör...
3596.
bir yaz günü sapiens'in yeni kitabını almıştım. aldığım birayla sahile doğru yavaş yavaş ilerliyordum. bir kayaya oturup kitabı okumaya başladım, zaman geçtikçe hava soğuyordu kitabı bırakıp güneş batarken denize doğru bakmaya başladım. belirsizliklere sorduğum soruları denize sormaya başlamıştım sanki tuhaf bir ruh hali içindeydim. bu uçsuz bucaksız denizin ötesinde benim için ne var, gelecek acaba nasıl olacak, allah benim için ne planladı? aklıma hz.musa geldi o an. cebimde param yoktu işim yoktu ve kotü günler geçiriyordum. şu an iyiyim umudunu kaybeden kaybeder. ancak benim umutsuzluğum ne parasızliktandi aslında ne de işsizlikten esası daha gizemli ve derin konulardandı.
devamını gör...
3597.
4.4.2023, saat 1.28
aslında bu tarih tanımın aşağısında yazılmış olacak, ne anlamı var ki, böyle yazmanın? bir anlamı pek yok yani.
bir gün öncesinde, 3 gün öncesinde adım attığım yeni yola girdim. bu gece oturup yarın ne yapacağımı nasıl düşünmeyeceğimi kara-kara düşünürken, gelen mesajla bir anda tiksinmeme sebep oldu telefon. telefonun sesini açık unutmuşum meğerse. buraya kadarki ayrıntıların hiç bir anlamı yok tabi.
bir gün gelip buraları okumayacağını o kadar iyi biliyorum ki, hatta hiç umrunda bile olmayacağından emin olduğum kadar kendi götümden emin değilim.
entel-dantel bir şeyler yazmaya çalışıyorum şuanda, ama dilim yetmiyor. ara-sıra da türkçem kıt kalıyor.
ben her gece seni öldürürken, sabahında tekrar karşına dikilmenden o kadar korkardım, kaçıp saklanmaya çalışırdım ki. sana dair her şey beni hiç olmadığı kadar korkuturdu. fotoğraflarını yakmaya çalıştım, resimlerini silmeyi denedim, aldığın tişörtü attım, verdiğin öpüşü unuttum, elinin üzerindeki doğum lekesinin kordinatlarını karıştırdım. gecesinde içip kapından kendimi ellerimle sürükledim. bütün bunları sana dair en ufak düşünceyi aklımdan silmek, seni gömmek için yaptım.
bu tanım bir aşk acısı içermiyor, kimse yanlış anlamasın, eğer okuyacak olan olursa tabi. gerçi nasıl anlarlarsa da olsun, zikimizde değil. şuan bu klavyeye basan parmakların sinir uçlarına kadar yayılan alkol molekülleri ok olarak gözümden dışarı çekiliyor. sinirlerin tarım oldu. kendimize artis diyip, sensitive as shit deyip, hippilik, bilmem ne peşinde koşarken hiç olmadık yerde dizleri üzerine çökmüş, kafam ellerimin arasında buldum kendimi. ben ölemedim, yoldaşlar. beni öldürün. gömülmeyi, kendimi deşmeyi çok isterdim. kemiklerime kadar kesik yaraları uzandı, karnımdan tonlarla madde çıktı, seni öldürmeyi çok denedim, fakat başaramadım.
bir unutkanlığın sebebiyeti değildi bunlar. ya da unutkan olmamanın. her neyse işte.
neyin neyi de fakto olarak tanımladığını hala pek anlamış değilim. de yureyi kim ortaya soktu, ulan yuri gagarin?! her kese söz verdim içmemeye dair, ama hiç birini iplemedim. çünkü unuttum. her şeyi unutuyorum. unutkanlık nereden geliyor da, niye hiç bir yere gidemiyor, noktaya ulaşamıyor, varamıyor?
artık tanımı da bitiremiyorum. son günler hayatım o kadar değişmek üzere ilerledi ki, kimse sorsa anlatamam. çok alakasız durumlara düşüyorum, sözlük. bu bana eskiden iyi gelirdi, şuan sadece acı veriyor. bir noktada durup, "yaptık!" diye sevinmek istiyorum, ama daha her şeyin başındayım.
insan neden tüm bunlara rağmen ilerlemek zorunda ki? yine her zamanki gibi geliyoruz f9ck system olaylarına. ama hiç bir şey bu kadar karmaşık ve basit değil. basit düşünceyi keşfetmemiz lazım. ki, bir noktaya kadar keşfettiğimizi sanırdım. her şey e-z p-z gelir gibiydi. şuan binlerce ruh halinin, kişiliğin arasında sıkışıp kalmış ince bir şerefsiz gibi hissediyorum. çok üzgünüm.
aslında bu tarih tanımın aşağısında yazılmış olacak, ne anlamı var ki, böyle yazmanın? bir anlamı pek yok yani.
bir gün öncesinde, 3 gün öncesinde adım attığım yeni yola girdim. bu gece oturup yarın ne yapacağımı nasıl düşünmeyeceğimi kara-kara düşünürken, gelen mesajla bir anda tiksinmeme sebep oldu telefon. telefonun sesini açık unutmuşum meğerse. buraya kadarki ayrıntıların hiç bir anlamı yok tabi.
bir gün gelip buraları okumayacağını o kadar iyi biliyorum ki, hatta hiç umrunda bile olmayacağından emin olduğum kadar kendi götümden emin değilim.
entel-dantel bir şeyler yazmaya çalışıyorum şuanda, ama dilim yetmiyor. ara-sıra da türkçem kıt kalıyor.
ben her gece seni öldürürken, sabahında tekrar karşına dikilmenden o kadar korkardım, kaçıp saklanmaya çalışırdım ki. sana dair her şey beni hiç olmadığı kadar korkuturdu. fotoğraflarını yakmaya çalıştım, resimlerini silmeyi denedim, aldığın tişörtü attım, verdiğin öpüşü unuttum, elinin üzerindeki doğum lekesinin kordinatlarını karıştırdım. gecesinde içip kapından kendimi ellerimle sürükledim. bütün bunları sana dair en ufak düşünceyi aklımdan silmek, seni gömmek için yaptım.
bu tanım bir aşk acısı içermiyor, kimse yanlış anlamasın, eğer okuyacak olan olursa tabi. gerçi nasıl anlarlarsa da olsun, zikimizde değil. şuan bu klavyeye basan parmakların sinir uçlarına kadar yayılan alkol molekülleri ok olarak gözümden dışarı çekiliyor. sinirlerin tarım oldu. kendimize artis diyip, sensitive as shit deyip, hippilik, bilmem ne peşinde koşarken hiç olmadık yerde dizleri üzerine çökmüş, kafam ellerimin arasında buldum kendimi. ben ölemedim, yoldaşlar. beni öldürün. gömülmeyi, kendimi deşmeyi çok isterdim. kemiklerime kadar kesik yaraları uzandı, karnımdan tonlarla madde çıktı, seni öldürmeyi çok denedim, fakat başaramadım.
bir unutkanlığın sebebiyeti değildi bunlar. ya da unutkan olmamanın. her neyse işte.
neyin neyi de fakto olarak tanımladığını hala pek anlamış değilim. de yureyi kim ortaya soktu, ulan yuri gagarin?! her kese söz verdim içmemeye dair, ama hiç birini iplemedim. çünkü unuttum. her şeyi unutuyorum. unutkanlık nereden geliyor da, niye hiç bir yere gidemiyor, noktaya ulaşamıyor, varamıyor?
artık tanımı da bitiremiyorum. son günler hayatım o kadar değişmek üzere ilerledi ki, kimse sorsa anlatamam. çok alakasız durumlara düşüyorum, sözlük. bu bana eskiden iyi gelirdi, şuan sadece acı veriyor. bir noktada durup, "yaptık!" diye sevinmek istiyorum, ama daha her şeyin başındayım.
insan neden tüm bunlara rağmen ilerlemek zorunda ki? yine her zamanki gibi geliyoruz f9ck system olaylarına. ama hiç bir şey bu kadar karmaşık ve basit değil. basit düşünceyi keşfetmemiz lazım. ki, bir noktaya kadar keşfettiğimizi sanırdım. her şey e-z p-z gelir gibiydi. şuan binlerce ruh halinin, kişiliğin arasında sıkışıp kalmış ince bir şerefsiz gibi hissediyorum. çok üzgünüm.
devamını gör...
3598.
dördüncü ayın dördünde, saat tam dördü dört geçe ruyalar alemine daldım. dört bir yanı yüksek duvarlarla örülü, dört köşesinde farklı bir ağacın yer aldığı kocaman bir bahçenin içinde eski bir konaktaydım. sırayla dört kapıyı geçtikten sonra dört duvarında dört ayrı elementin resimleri asılı olan büyük bir salona girdim. içerisi oldukça kalabalıktı ve tek tek herkesle tanıştım. her biri bana kendilerinin yazdığını söyledikleri 444 sayfalık kitaplarını vermişti fakat içini açtığım bu kitapların tümü bomboş sayfalardan ibaretti. işin en ilginç yanı ise bu durumun farkında olan tek kişi bendim!.. dördüncü ayın dördünde, saat dördü dört geçe uyandım. masada dört adet iskambil kağıdı vardı ve her birinin üzerinde ne zaman ve kim tarafından çizildiğini anlayamadığım farklı resimler gördüm. dördünü yan yana getirdim ve oluşan bütünün bana bir şeyler anlatmaya çalıştığına kafa yorarken yoruldum... dördüncü ayın dördünde, saat dördü dört geçe öldüm ve gerçek sandığım birçok şey gibi bu anıların da hepsini kaybettim; dört dörtlük bir kabusun parçası mıydım yoksa dört başı mamur bir ruyanın içinde miydim hiç bilemedim. içimden dörde kadar saydım ve kendime geldim.
devamını gör...
3599.
sen.. dedi. ölmek istemiyorsun. etrafındaki sesleri susturmak istiyorsun. onlar acıdan kahrolsun;vicdan azabı çeksin istiyorsun. fakat ölmek isteyenler öyle değildir. onlar kafasının içindeki sesleri susturamazlar. etrafın sürekli değişebileceğinin de farkındadırlar zaten. kimseyi önemsemezler çünkü herkes onların canını gerektiğinden çok daha fazla yakmıştır.. senin ruhun hala capcanlı.ruhun bütün renkleri ile var olduğunu,yaşamak için her koşulda çırpındığını gösteriyor. ölülerin ruhu ise bedenden çoktan ayrılmıştır. yaşarken bile bir ruhunun bulunduğunu çoğu bilmez. kafasının içindekiler bir yere sığmayınca hayat kendileri için zaten bir cehennemdir. fakat sen hayata aşıksın. yaşadığın güzel anılar zihninde tekrar edip dururken neden onların üzerine yeni anılar yazılmasını istemiyorsun? sen.. ölmek için henüz hiçbir şey görmedin. 'acı' nedir diye sorulduğu zaman aklına fiziksel acı geliyorsa sen hiç acı çekmemişsindir. ölmek isteyenler ölümden korkmazlar. onlar daha beterini görmüştür çünkü. sen ölümden korkuyorsun küçüğüm. o bilinmeyen kocaman boşluk seni korkutuyor. henüz delirmedin. zihninin en ücra köşesinde o minik cam parçası bile aylarını mahvetmedi. uyumanı imkansız kılan o düşünceler ile hiçbir zaman savaşmadın. sen ölmek istemiyorsun.. etrafındaki sesleri susturmak istiyorsun.
-intihar etmiş birine ithafen yazılmıştır.
#ruhumezar
-intihar etmiş birine ithafen yazılmıştır.
#ruhumezar
devamını gör...
3600.
yukaridaki arkadssin yazisini okudum. kisa kesecem..
allah kurtarsin..
allah kurtarsin..
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2
