3841.
yaşasın iyilik. herşeye rağmen. çok zor değil lan. mükemmel insanlar değiliz hiçbirimiz. hatta genelimiz bok gibi hayatlar yaşıyoruz. ama zor değil inanın. çok zor değil iyilik. iyi insan olmak. herşeye rağmen inat etmek.

bugün mesela hediye aldım birine. o mutlu oldu. ben mutlu oldum. dönerken markete uğradım. uzun zamandır gitmediğim markete. eski evin olduğu yerdeki. kapının önünde sokakta yaşayan insanlar olurdu. marketten ufak tefek bişeyler alır verirdim. sigara isterlerdi bazen. 1 paket kendime bir paket onlara almaya başladım sonra her gidişimde. bugün işte tamda o marketin yine önündelerdi. uzun zamandır görmemelerine rağmen tanıdılar yine beni. gülümsediler. bu sefer bir paket sigara aldım marketten sigarayı bırakmama rağmen. yine ufak tefek birşeyler daha yanına. şimdi bu olaya ego tatmini filan diyenlerde olabilir. ama onlar hiç öyle düşünmüyorlar. ben biliyorum çünkü yokluğun ne olduğunu. hiç tanımadığım insanlardan kaç kez sigara istediğimi. geçtiğimiz yıllarda en zor en çaresiz zamanlarımda bütün kapıların yüzüme kapandığını da biliyorum. bazen bir sigaraya, bazen paraya bazende bir insana ihtiyaç duyulan anları biliyorum.

yaşasın iyilik. iyilik güzeldir. en kötü haha salağa bak diye gülerler arkanızdan. ama insanları güldürmekte iyidir.

dipnotu : konunun iyi parti ile ilgisi yoktur. *
devamını gör...
3842.
akrep tüm ağırlığıyla yelkovana yetişmeye çabalayıp gün aydınlanmaya başlarken kalan işlerini toparladı. havanın soğukluğuna aldırış etmeden yanına aldığı ince ceketini giydi. son günlerde oldukça dalgındı. uzun bir süre neye odaklandığını fark edemediği gözleri boşlukta tek bir noktaya sabitlenmişken kendine geldi. kısa kısa notlar tuttuğu defterinin yapraklarından birinde defalarca kez yazılmış aynı kelimeyi görünce onu düşündü; uzaklardaki ismin sahibini. masaya son bir kez bakındı, unuttuğu herhangi bir şey olmadığına emindi. artık eve gitme zamanı gelmişti...

yürüyerek gittiği evine varış süresi uçları nasırlaşmış parmaklarının sayısını geçmeyecek dakikalarla sınırlı olsa da uyanık olduğu hiçbir anı müzikten yoksun bırakmak istemiyordu. henüz uyanmayan şehir ve insanlar sessizliğini koruyor olmasına karşın yolda bir iki parça dinlemek istedi. telefonunu eline aldığında tıpkı canlılar gibi bataryanın da uykuya, enerji depolamaya ihtiyacı olduğunu hatırlatan uyarısını görünce kendi aralarında ne yaptıklarını çözemediği, tuhaf oyunlar oynayan birkaç huysuz martı ve rüzgarın sesi ile yetinmeye karar verdi. karga sesini tercih etme şansı olsaydı eğer martıları dinlemezdi. yine de severdi onları. içinden deniz geçen bu büyülü şehirde yaşadığını hissettiriyordu varlıkları. tüm o keşmekeşin ve kalabalığın gürültüsünden uzaklaşıp yalnızlığıyla başbaşa kaldığı anlarda sığınmaya çalıştığı, kokusunu özlemeyi sevdiği denize kıyısı olmayan bir şehirde hayatını sürdürmenin onun için ne berbat bir kabusa dönüşeceğini düşündü ve kendini şanslı hissetti.

eve geldiğinde vakit kaybetmeden soğuk suyla buluşturdu bedenini. yorulan ruhuna neyin iyi geleceğini hala keşfedememiş olsa da bedeni için geçerli olan cevap belliydi; tenini saran buz gibi suyla tazeleneceği kısacık bir duş keyfi.
çocukluğundan beri vazgeçemediği tutkularından biri olan minik köpük balonlarıyla oynayarak renklendirirdi noktasız düşlerini. her birine ayrı bir anlam yükler, isimler verirdi. doyasıya eğlenemeden havada patlayanlar için çokça canı yanmıştı. birkaç saniyelik kısa ömürlerinde üzerlerinde taşıdıkları ışığın eşsiz yansımalarını kaleydoskop içinde dans eden rengarenk çiçeklere benzetirdi. her biri o kısacık anlarda sanki çok yakından tanıdığı hayat hikayelerini tekrar tekrar anlatıyor gibiydi.

ne yaparsa yapsın sıyrılamadığı miskinliğinin göstergelerinden biri de havlu ile kurulanmayı sevemeyişiydi. üzerine giydiği büyükçe bornozun ağırlığı ile hareket etmekte zorlanırken bir süre öylece aynada kendine bakındı. sanki görmek istemediği kusurlarını örtüyormuş hissi veren kırlaşmaya başlamış sakallarında gezindi parmakları. fazlaca uzamışlardı. gölgelerden arınmış pürüzsüz yüzünü hayal edip tıraş olmaya niyetlense de, daha önce defalarca kez yaşadığı bu anı rolünün hakkını layığıyla yerine getirmeye çalışan tiyatrocular gibi kusursuz bir tekrarla tamamladı ve vazgeçti. yüzündeki o koyu izlerden kurtulduğunda oluşan çocuksu görüntüsüne tahammül edemiyordu. yaşlandıkça zamana yenik düşen bedeninde yitirdiklerinin yerini derin kesiklerle kaplı büyük bir boşluk almaya başlamıştı. kaybettiği ne çok şey olduğunu hatırladı; kendisini ve diğerlerini terk edenleri. bir gün olsun onların eksikliğini hissedeceğini aklının ucundan geçirmemişti bile...

can sıkıcı düşüncelerden uzaklaşmak ve sallantıdaki bedenini biraz daha ayık tutabilmek için zihninde dolanan düşüncelerden daha da koyu bir kahve demledi. büyük bir fincan, şekersiz ve sütsüz. iyiden iyiye aydınlanan havaya karşın fincandaki kahvenin rengi uykuya yatan gecenin karanlığından daha koyu bir tondaydı. kendi küçük dünyasının yansıması olan yatak odasına geçti. kapıyı kapattı, anahtarla sağa doğru iki daire çizdi. bu durum onda takıntı haline gelmişti. sebebini net olarak hatırlayamasa da çocukluğundan bu yana odasının kapısının açık kalmasından hoşlanmıyordu. dışarıdaki buz gibi havaya rağmen pencereyi açtı, göğü delerek güneş ışınlarının ona ulaşmasına mani olan zevksizlik abidesi devasa beton mezarlarının inşaatını seyretti. modern zamanın insanlığa kazandırdığı birçok yeniliğe karşın onlardan çaldığı güzelliklerin fark edilmeyişlerine lanet okudu. ciğerlerini yeterli oksijenle doldurduktan sonra pencereyle beraber perdeyi örttü ve bilgisayarının başına oturdu. var olmayan sigara paketinden eğri bir dal alıp dumanı ciğerlerine çekti; bu kez nefesi kesilmemişti. acı bir çikolatayla geçiştirdiği açlığına aldırış etmeden önceki akşamdan kalma soğuk pizza diliminin tabaktaki kalıntılarının tadına baktı; hala çok lezzetliydi. çalma listesi için iki parça seçti; biri ona kendini anlatan, diğeri her dinleyişinde onu hatırlatan. duvarlarda yankılanmaya başladı müziğin sesi. ekranın tam arkasındaki büyük siyah beyaz frisco posterine baktı; caddenin ortasındaki tramvay üzerine üzerine geliyordu sanki. telefonunu eline aldı. ondan gelen son mesajları defalarca okudu. bir karşılık bulamayacağından ötürü cevap veremeyişi canını sıkmıştı. o son telefon konuşmasında kendisine söylemek istediği ama meşguliyetini bahane ederek geçiştirdiği için hiçbir zaman öğrenemeyeceği şeyin ne olduğunu bir kez daha merak etti. yazmak istediği tüm o cümlelerin hislerini anlatmaktaki kifayetsiz kalışlarına takıldı. gözlerini kapadı, bu kez hazırdı. onu düşündü, o bir düştü sanki; gerçek olmasını istediği tek düşüydü... onun için bir şeyler yazmalıydı. ötekiler henüz düşlerinden uyanmamışken gerçekliğini düşselleştirmeye çalışmalıydı. hayatına kattığı renkleri, dostluğuyla huzur veren, düşle gerçek arasındaki o ince çizgide gezinebilmesini sağlayan anılarını; derinliklerde kaybolmanın, uyananların getirdiği yeni günden kaçarken uykusuzluğun misafir ettiğii gün ışığına yakalanmanın rengi kadar tanımsız ve eşssizdi. rüyalar lordu ile cebelleşip uykularına yenik düştüğü anlarda inatla bekleyişini; her koşulda, yaptığı tüm o saçma hareketlerine karşın kendisini olduğu gibi kabul etmeye devam ettiği anları. zaman ve mesafe gibi kavramların onunla beraber yerle yeksan olduğu dünleri, buruk bir rakam içine sığdırılan sonsuzluğu, sonsuz bir çemberde dönüp duran mesafelerin nasıl da ufaldığını ve meçhul yarınları…

sancıyan midesindeki kaya gibi sertleşmiş yumruyu hissetti. en mühim olandan kıymeti olmayana doğru geçişin görünmez incelikte bir çizgi kadar keskin ve yakıcı olabileceğini gördü. doğru sandığı ya da inanmadığı bir çok şeyin ardındaki sürprizler gibi. anlamını yitirmesine aldırış etmedi ve defalarca kez söylediği o cümleyi tekrar etti...

vakit çoktan gelmişti. artık hiç olmadığı kadar kendinden emindi; korkacak bir şey yoktu ve uyanmaya hazırdı.

devamını gör...
3843.
işte, günün sonuydu. öylece güneşin batışını izledi. sanki güneş bir daha hiç böyle batmayacak gibiydi. sanki çok farklıydı, belki de o gün yaşadıkları içindi o gün batımı. daha annesini gömdüğü toparak tazeydi, daha annesini eliyle yanağını okşadığı yanağında annesinin kokusu vardı. annesinin astığı çamaşırları toplamamıştı. eve giderken annesinin arkasından seslenmesini bekledi, ama hayır. o ses asla gelmedi. hiç kimse ona bir daha "karanfilim" demeyecekti.
devamını gör...
3844.
“ihtiyarın saati ileride gider…”

böcek seslerinin usta bir terzi titizliğiyle, sessizliğini çok ciddi bir hünerle yırttığı bir mayıs gecesinde, ikincisi biteli epeyce olan ve asırlık bir çınar gibi masaya devrilen boş şarap şişesinden yansıyan mumun alevine takılmıştı gözlerim… tütün sarmaktan sararmış parmaklarımın arasında incecik bir sigarayı daha özenle sarıp; kanserli hücrelerimin açlığını giderme telaşıyla dudaklarımın arasına götürdüm. ayıklıktan oldukça uzaklaşmıştım fakat esrikliğe varmak için daha epeyce yolum vardı. olup biteni tekrar gözden geçirmek, geride bıraktığım yolu değerlendirmek, varacağım yeri tahmin etmek, kısacası her zaman yaptığım gibi bulmayı asla amaçlamayarak ama olur da cevaba denk gelirsem diye de buna hazırlıklı olarak hayatı sorgulamak için çok doğru bir zamandı…

etrafımda olup biten her şeyin farkındaydım ve yanımdan hızla akıp geçen zamanı görüp de ürkmemek elimde değildi. bunun yaşamayı sevmekten çok yaşamaya yetişmekle alakası olduğunu anlattım kendime defalarca ama yine de kendimle konuşmayı normalleştirmekte başarılı olduğum kadar kendimi buna ikna etmekte başarılı sayılmazdım. benim kendimle sohbetim yoktu aslında. hatta hiç olmamıştı. benim kendimle kavgam vardı ve bu kavgayı da ilk sen başlatmıştın…

ölümün beni hala çok fazla cezbettiğini ama buna rağmen ölmeyi asla arzulamadığımı sana söylemeliyim. ölüm ve yaşam odamın penceresine çakılı kalmış iki ayrı manzara benim için, evet… ve belirsizlik açısından ikisi de birbirinin aynısı benim açımdan. bazen bu gibi zamanlarda, sevgilisinden ayrılmış liseli ergen gibi yattığım yerden bu pencerenin dışında akıp giden hayatı seyre daldığımda; hangi manzaraya baktığımı bundandır ki sık sık karıştırıyorum…

“ihtiyarın saati ileride gider…” demiştin bir keresinde. söylemek için çok doğru bir zaman seçtiğinden mi bilmiyorum ama duyduğumda, itiraf etmeliyim ki, beni o gün biraz etkilemeyi başarmıştın. bugün anlıyorum ki; bu cümleni o gün, aslında biraz eksik kurmuşsun…

her ne kadar zaman hepimiz için aynı akmasa da hepimiz aynı zaman dilimi içerisinde yaşıyoruz. başımıza gelenlerle birlikte tecrübelerimiz, algılarımız birbirimizin bakış açısından farklılıklar gösterebiliyor, evet. ama yine de, yaşarken öğrenmek; genç için de ihtiyar içinde ölene kadar devam eden bir süreç. bundandır ki; ihtiyarın saati ancak onu bir başka genç koluna taktığında ileride gider…

sen yaşadıklarını yaşamamam için elinden geleni ardına koymazken; ben gençliğimin olanca toyluğunu ardıma alıp, yaşamama öfkeleneceğin her şeyi yaşamak için bütün şartlarımı zorladım. yanılmadın evet. bir çoğu benim için hüsranla sonuçlandı. bir çoğu için sızlandım belki, bir çoğunun üstesinden gelmek için kendimi oldukça yıprattım da, evet. ama yanıldığın bir nokta var ki; hiç birinden hiçbir zaman pişman olmadım…

sana bunu ilk söylediğimde hiç bir şey söylemedin. her zaman ki gibi o buz soğuğu sessizliğine gömüldün. dolu dolu gözlerini gözlerime dikip; bir gün söylediklerimden pişman olacağım günü görmeyi deliler gibi arzularcasına, hatta ve hatta bende bulmayı umduğun bu pişmanlığın daha belki bugünden bir kırıntısını görebilme umuduyla, azılı bir hırsız gibi, ruhumun gizli köşelerini karıştırırcasına baktın bana. dilinden dökülmedi sözler belki ama ruhumu delip geçen bakışlarından o kadar belliydi ki; gözlerinden beni nankörlükle suçladığını bir kör bile görebilirdi…

öfkeliyim. haklı çıkmayı bu kadar arzuladığın için öfkeliyim. haklı çıkmayı arzularken beni bile isteye yıprattığın için çok öfkeliyim sana çünkü bu kadar haklı olmak zorunda değildin. sen bu kadar haklı olmayı istemeseydin, ya da birazcık mutlu olmayı isteyebilseydin bu kadar mutsuz olmaz belki de istediğin kadar mutlu olabilirdik…

ihtiyarın saati ileride gidermiş!

sırf haklı çıkmak için koştur koştur gittin peşinden azrailin…

sırf pişman olayım diye…

o gün umduğun o pişmanlığı, iflah olmaz bir vicdan azabı kılığına bürünüp de bezgin ruhuma ansızın sızarak, taaa öbür taraftan görmek için koştur koştur öldün anne….

ihtiyarın saati ileride gidermiş evet, ama az ilerisinde de geride bıraktıklarının zamanı dururmuş…

pişman olmadım anne. hala pişman olmadım.
ama öksüz kaldım.
bu seni yeterince haklı yapar mı?

10/05/23
devamını gör...
3845.
bu başlık ve diyelim ki o bunu okuyor başlığı bazen beni ağlatıyor.
kendinize acımıyorsanız bize acıyın dostlar.

toplu taşımadayken asla tıklanmamalı bu başlıklar...
devamını gör...
3846.
başını kaldırdı. çocukluğundan beri seviyordu bu manzarayı ve bu saatleri. gökyüzü sanki ona tüm ışığını veriyormuş gibi uzandı çimenlere. bir soluk aldı ve bir soluk daha. gözlerini kapattı ezbere biliyordu artık tepesinden geçecek olan bulutu, ona selam vermeden batmayacak olan güneşi ve onu görür görmez cıvıl cıvıl ötecek olan kuşları. içi eridi güneşin sıcaklığı ile ve öylece durdu orada. zamanın bitmesini bekler gibi...
devamını gör...
3847.
ben hep o ekim akşamındayım. dışarıda yağmur yağarken plakta “acılar sürekli olamaz” şarkısının başlaması ile elini uzattığın ve hayatımda ilk kez bana uzatılan bir eli geri çevirmediğim an. ilk ama son olmayan o dans. kokunu ilk kez bu kadar yakından hissettiğim, gözlerinin mavisinde ilk kez kendi yansımamı, yansımanın ötesindeki beni gördüğüm o andayım. yapamadım, yapamazdım. buzlarımın aşka çözülmesine izin veremezdim. beni anlamanı beklemiyorum, benim bile kendimi anlamam çok zor çünkü. “niye buldun beni? neden ömrümün geri kalanının da önceki gibi geçmesine izin vermedin?” demiştin ya ben seni üzmeyi hiç istemedim. her şeyin çok farklı olacağını sandım. biliyorum senin için beklenmeyen bir misafirdim. fakat bin kez de çalsam o kapıyı, her seferinde bana yeniden açılır o kapılar. bunu sen de biliyorsun. ben ne kadar kaçarsam kaçayım kader yine seninle aynı çıkmaza getirecek beni. biliyorum. bu ikimizin kontrolünde olan bir şey değil. keşke yapabilsem. kendimi de seni de özgür bırakabilsem ama olmuyor işte yapamıyoruz. ne sen bir adım uzaklaşabilirsin ne de ben. birbirimize bir şekilde bağlıyız biz. yoksa seni bulabilir miydim hiç? benim masumiyetim, çocuksu yanım, kalbimin en hassas kalan yanı bil ki sana çok değer verdim. hiçbir zaman kırılmayacaksın sana söz veriyorum. kendimden bile koruyacağım seni. inan bana. duman ışığı saklayamaz acılar sürekli olamaz…

eskilerdennn
devamını gör...
3848.
hiç sektirmedi her sene ilk başladığı gibi darmadağın etmeyi. ve yine geldi iki gözümün çiçeği. hani, her geçen zamanda daha çok alışırdı insan bir buna mı alışamıyorum, bilmiyorum. bildiğim tek şey ilk başladığında sebebini bilemezken şimdi biliyorum . bu yüzden acıtıyor belki de bu yüzden unutamıyorum o son bakışı ,elinin sıcaklığını, gözünden akan yaşın süzülüşünü. yılın bu zamanında kapansa tüm ışıkları dünyanın doğmasın güneş diyorum olmaz mı pazartesi hiç bir şey olmamış gibi devam etsek hayatımıza .
tam şu anda bu satırları yazarken fona gelen şarkı anlatmaya yeter mi özlemimi sana.


içimde yanan hasretinle ben
baktım durdum senin yollarına
sensizlik bir ölüm sanki


her gün ölüp hiç ölmemek neymiş öğrendim . tam tamına 20 yıl. 240 ay .7200 gün.
devamını gör...
3849.
11 iydi 2002 nin hayallerimin başlayacağı yerdi ankara.yani öyle sanıyordum sonu olacağını bilmeden . neden soğudu birden bire bu saatlerde hepmi soğuktu yoksa o an'a mi özeldi bu buz kesiş.
bir çığlık arkasından kesilen bir nefes ve bir damla gözyaşı. o an durmuştu işte hayat. yavas yavas alıştıra alıştıra değil bir an.sonrasi olmayan.
sabaha kadar süren susmalar ,o an başlayan dinmeyecek özlemler, keşkeler birbir dizildi arka arkaya.düğüm düğüm hayatımın her anına.
n'olacak peki şimdi gün doğumun da .bir anne iki çocuk bir eş bir baba beklerken ne olacak . nasıl varır dilin söylemeye o öldü demeye. anneler günü iken ne verebilirsin hediye, ölü bir beden nasıl verilir bir anneye.sadece susarsın her kelime bir zindan olur yüreğine.
adın kalır dillerde baba katili diye.
devamını gör...
3850.
dingin ruh halinde olmak istiyorum.
devamını gör...
3851.


kim bilir kaç ölüm kokar bu şarkı?..
...
senin anlattıkların...
iyi dediğin iyi değil;
kötü dediğin kötü değil.
durduğun yer, namüsait
atların bağlı,
çakalların salık.
kurtların puslu,
gezginlerin tokmak tokmak kapıcı, vezirgan.
düz yolların puslu senin,
hislerin yaslı.
bir ceylanımız daha yok sana yedirecek
selamımız aşikar, selamımız gizli,
senin gerdanların selamlık.
...
körler sağır şimdi,
sağırlar diri,
diriler ölü kokuyor,
ölüler yamalık,
diriler deli.
deliler akletmiş, akıncı,
akıncılar sessiz
akıncılar kimsesiz.
ne gecenin gerdanlığı hakim şimdi yeryüzüne
ne gündüzün mezarlığında havlıyor köpekler.
itler, sürüsüz,
sürüler başsız.
bir ceylanımız daha yok sürüye kurban etmelik,
bir ceylanımız daha olmayacak mani.
deriler asi şimdi,
kızıllık baki...
devamını gör...
3852.
kendimi çok arada kalmış hissediyorum. ne kentli olabildim, ne köylü; ne okumuş olabildim, ne cahil; ne türk olabildim ne kürt; ve ne mutlu olabildim ne mutsuz (bu biraz iş sulandırıcı örnektir). gerçekten kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum. bazen burdan gitsem nasıl olur diyorum. o zaman kendimi anadilimde anlatamamamanın güçlüğü, insanlarla olan bağın buradaki gibi olmama ihtimali, aile ve arkadaş özlemi düşünceleri içimi kaplıyor. gelgelelim bu ülkede artık yaşanmaz. napacağım, napacağız?
devamını gör...
3853.
bir efsunu var hayatın
var ki kimse bırakmıyor peşinde sürükleten elini
devamını gör...
3854.
konuşurken nokta koymayacağım, zira deliler ve mesihler virgüllerle konuşurlar

bin yıl önce iki açık denizi birleştirmek istedim bana deli dediler,

denizler büyümeli, denizler birleşmeli çenede birleşen gözyaşları gibi dedim,

bir yaşamak daha var sizin bilmediğiniz diye ekledim,

bütün insanların kalplerini harekete geçirecek, bütün olguları yenecek bir yaşamak,

antik yunan'a özgü mutluluğun ateşini kalplerinize sokacak bir yaşamak,

külünü al ve git, ateşini vadimize getirme. kundakçılık suçundan korkmuyor musun deli dediler,

ben bir deli değil mesihim dedim,

hayır, sen prometheus'un diyerek ağzıma pranga geçirdiler,

benim ağzım ne işe yarıyordu ki dedim parmaklarımla,

o erdemden bahsedemez,

benim erdemim ne ki zaten,

o henüz beni çıldırtmadı, iyilik ve kötülüklerimden çok bıktım,

bunların hepsi yoksunluk, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür,

benim ağzım ne işe yarıyordu ki,

o adalet hakkında bir-iki kelam bile edemez,

benim adaletim ne ki zaten,

alev ve kömür olduğumu görmüyorum, oysaki adil olan alev ve kömür olur,

benim ağzım ne işe yarıyordu ki,

o akıllıca laflar edemez,

benim aklım ne ki zaten,

o bilgiye karşı bir arslanın yiyeceğine duyduğu şiddetli şevheti duyuyor mu,

o fakirlik, kirlilik, acınacak bir rahat düşkünlüğüdür,

bir başka yaşamak daha var, denizleri birleştirip aşıp ulaşabileceğimiz bir yaşamak,

ben bir mesihim, deli değil,

bir başka yaşamak daha var, vadinizde mutluluk yeşertecek,

bir başka yaşamak daha var, karanlığım korkup yalçın dağların zirvelerine kaçmasını sağlayacak,

ben mesih olarak o yaşama size götürmeye geldim,

hadi açık denizleri birleştirelim dedim,

parmaklarımı kırdılar.
devamını gör...
3855.
yazmak, çizmek, karalamak artık hiçbir şeyin fayda etmediği bir yerdeyim öyle. konuşmak bile artık iyi gelmiyor sanırsam. saatlerce beni uzaklara daldıracak şeylere sahibim gibi. hiçbir şey için çabalamıyorum ve dümdüz ilerliyorum. sanırsam kabulleniyorum ama çok yavaş.
devamını gör...
3856.
beni karalayan varsa etiketleyin ya ağız tadıyla okuyalım hem sözlük kavgası yaparız.
devamını gör...
3857.
hep buralardan gitmek istedim. atanmayı uygun bir araç olarak gördüm. bunu desteklemeyenler kalıp gitmemem için gönülsüz savaş verenler oldu. onları hayatımdan çıkardım. ne olursa olsun yanındayım. ben de gelirim seninle diyenler de oldu. onların bu düşünceleri onlara hediye gibi oldu. gitmedim, birçok yere kendi şehrimde atandım. tercihlerin arasında en yakını en uygunu değil de en sade en sessiz gözükeni seçeceğim herhalde. bir kart çekmiştim kendim için. elde ettiğin rahatlık ve rutin hayat sizi tembelliğe itebilir ve bir süre sonra kendin çok dar bir alana sıkışmış hissedebilirsin diyordu. muhtemelen elde ettiğim şey böyle bir boğulma hissi de getirebilir. kafam rahat olsun huzurum çok olsun diye hayatımdan çıkarmadığım insan kalmadı. her şeyi geciktirdim benim istediğim gibi olsun diye çaba gösterdim. birçok şeyden vazgeçtim. birçok hissi körelttim. sanırım istediğim sessizlik ve sakinliğe çok yakınım. her şeyi sildim. en baştan başlama zamanı.
devamını gör...
3858.
rüzgar gülü*
kalbimde inceden yanan o ateş senin.
bırak, uçuşsun rüzgarla birlikte kıvılcımları. ruhuma konsun.
küllerim savrulsun henüz sıcakken...
vaktiyle yemyeşil ağaçların sararan yaprakları gibi
devamını gör...
3859.

çok fazla olasılık var
hepsinde de birer boşluk
tıpkı rüyadan uyanmak gibiydi gidişin

bir vardı, bir yok oluş
devamını gör...
3860.
babam, sizlere ömür. öyle ki, çok öncesinde kaybettiğimi düşünmeme rağmen bu bir başkaymış diyebileceğim duygular söz konusu.
dinlediği türkülerin hafızamın yitik köşelerinde öylesine yer edinmiş ki hatırlatıkca irkiliyorum. dinledikçe de yaşadığı gençlik buhranlarını bir nebze anımsıyorum.
öte yandan anneme üzülüyorum. sözde babam duygularını dile getirmeyen bir karakterken, annemin uykusuz kaldığı gecelerin verdiği kondisyon olsa gerek daha bir ketummuş. fakat her ne olursa olsun bir şekilde yol arkadaşıydılar. iyisiyle kötüsüyle bir yaşamı geride bıraktılar. diğerinin ne kadar yaşayacağı muamma.

neden insanların cinsiyeti üzerinden bir takım yükleri sırtlanmak zorunda olduğunu anlamış değilim.
neden insanların bulunduğu çevrenin kültürel zorunluklar boyunduruğu altında yaşadığını yine anlamış değilim.
neden?
neden?
neden sadece bir insan olarak yaşayıp öylece geçip gidemedik?

neden genetik aktarımlar altında yaşamak zorunda kaldık?
neden yerli yersiz yargılandık?
neden yok sayıldık!
neden hor görüldük!?

çokca neden altında yetimleşmiş duygular yaşadık.
ne zaman imrenerek bakmaktan vazgeçeğiz çevremize?

bir kaç satırın ardına büyük bir ölüm bırakıyorum. kaybettiğim bir baba değil, aynı zamanda bir arkadaş, bir dost, bir öğretmendir.
işin acı tarafı sadece benim için geçerli değil. yüzlerce insanın hayatına dokunduğu insanlar içinde geçerli. şimdi ölümden her biri habersiz
her bir yaşamın ardında bıraktığı yükle, umutlu bir dünya hayal etmek mümkün mı?
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim