2861.
bir arkadaşım var, kendisi yıllardır rutinde çalışan ve tarif takip etmekten yaratıcılığı -bence- körelmiş birisi. eline tarif ver, bu yemeği böyle yapacaksın diye bir kez nasıl yapılacağını göster, ikinciye başında dur yapsın. üçüncüye sal gitsin, tek başına yapar. mutfağı bilmiyor değil, senden benden daha iyi biliyor ama gelgelelim sinirlerimi bozuyor.

salon beyefendisi kişiliğimi bozmamak için çok çingenelik yapmıyorum, ama cidden artık yaptıkları bana batar olmaya başladı. bir insan 2 senedir bu mutfağın üyesi olup da bir gün gelip "yahu büyücü, benim bugün işim yok ama yarın elbet olacak, bana şu bıçağın tencerenin yerini göstersene. lazım olduğunda senden istemeyeyim" demez mi? demiyormuş.

ben -gerekiyorsa cuma günü- yapacağım yemeğin malzemesini alıp, cumartesi pazar o mutfağa mesai dışı olmasına rağmen gidip yapıyorum işimi. evli barklı çoluklu çocuklu bir kadın olan bu arkadaşımdan bu fedakarlığı istemek benim haddime değil, bir kez de istemedim ama haftaiçi geldiğin zaman bana yapacağın işi sormazsan seni dayaklarım çocuk. pazartesi 4 kişilik gruba "bugün gelecek misin?" diye kime sorduğunu anlamadığımız şekilde soramazsın. salı günü sabah "mutfağa gelecek misin bugün?" diye sorup öğleden sonra geleceğimi öğrenince mesai bitiminde arayıp "2 gündür seni bekliyorum bana malzeme verecektin, tarif gösterecektin, işi öğretecektin, 2 gündür soruyorum yapmıyorsun" diyemezsin bana.

sen bu mutfağa benden sonra geldin. benim düzenime uyacaksın. benim kurallarıma boyun eğeceksin. kendi kendine iş yapacağına ikna olduğum zaman destek tekerleklerini çıkartıp salacağım seni, o güne kadar bana bağlı yaşayacaksın. erken uçabilecek tecrüben ve yeteneğin var, bunu kullanmayı akıl etmen gerekiyor artık. sürekli ben elinden tutup şimdi soğan doğra, şimdi tencereyi bu dolaptan al, onu öyle yap bunu böyle yap diyemem. ben sadece bu mutfağa senden önce girmiş biriyim, derecemiz ve statümüz eşit. benim bildiğim 2 fazla yemek var sadece, o kadar. ben bunları kimseden öğrenmedim, çok kafamı bozarsan benim geçtiğim yolların bütün dikenlerini sana da batırırım, hiç de acımam.

işini yapmayıp başkalarını suçlayan piremseslerden oldum olası nefret ettim meslek hayatım boyunca. önce kendi sorumluluklarınızı yerine getirin, üstünüze düşen işi yapın, sonra bana laf söyleyebilecek aralığı belki veririm size. özel hayatınızdaki sorunların arkasına da sığınmaya kalkmayın kendi salaklıklarınız için. bizim de ailemiz, anamız babamız var, biz de kavga ediyoruz. akşam kavga edip sabah işe gidip hiçbir şey olmamış gibi çalışıyoruz, derdimizi çay çorba içerken konuşuyoruz. senin gibi yapmıyoruz tatlım.
devamını gör...
2862.
kocaman bir neden sorusu içimde. hiçbir şeyin mumkunatsız olmadığı bir zaman vardı, her şeyin mümkün olduğu. hala her şeyin mümkün olabileceği bir zaman var. neden her şey mümkünken ben kapından sürgün edildim neden kmlerce öteye itildim. benim içindi her şey tamam ama ben bunu istemedim ben bizi istedim sadece. neden tek şeyim tek istediğim bizi benden aldılar. neden bambaşka bir yol varken biz vazgeçtik neden yürümek istemediğimiz yollara hala mahkum ediliyoruz. neden bu kadar acıyor hala neden nasıl hala bu kadar özlüyorum. çok seviyorum.
devamını gör...
2863.
sana da oluyor mu sözlük ? bir yaz sabahı ortada hiç sebep yokken perdenin hafif bir esinti ile havalanmasindan salincakla en uzak noktaya ulaştığın o günü hatırlıyor musun ? ya da tavada eriyen tereyağ kokusunda bayram çöreginin üzerindeki çörekotu tadını alabiliyor musun? genellikle yaz günlerinin sabahlarındaki o sessiz serinlikte ya da kış ikindilerinde odanın penceresinden içeriye güneş ışığı vurmussa eskiden kalma bir anın beş duyu ile hissedebilecegim tüm ayrıntılarına gidiyorum. hatta bazen hiç yasamadigim, o dönem hayatta bile olmadığım zamanların anılarını anlatılanlardan yaşıyorum. mesela ne zaman kavak ağacı görsem annemi hatirliyorum. ben doğmadan yaşadıkları şehrin lojmanında ilk yaz gunlerinin öğleden sonrasında fıskiyelerden gelen su.sesine karışan kavak agaclarinin hisirtisini dinlermis. babamın senelik izne ayrılmasına kaç gün kaldığıni hesaplarmis. bu yüzden benim için iki ayrı şehirde yapraklarını birbirine vuran kavak ağaçları annemi annesine kavusturur. kavak ağacı görünce gözlerimi kapatır, o hiç görmediğim şehrin hiç yasamadigim lojmanında yatağıma uzanıp fiskiyelerdeki su sesinin kavak ağaçlarının hisirtisina karışmasını dinler ve halının desenlerine bakarım. geçmiş çoğu zaman büyülü bir gerçeklik benim için. tanpinar gibi ben de takintiliyim geçmiş ve zaman kavramlarina. geçmiş ailem ile eşdeger. solmuş eski resimlerde kalan masum bir gülümseme gibi görünüyor çoğu zaman. oysa geçmiş ancak yediğimiz kazıklardan tecrübe edinmemisken ya da yaptığımız yanlış tercihlerden dolayı kaybettiğimiz yıllarimiz yokken güzel. hayatımın bazı yıllarından bilerek uzaklasmamin, yok saymamin sebebi hatta istesem de artık hatırlayamadığım detaylarda hep yediğim kazıklar ya da yaptığım yanlış tercihler var.
bizi şehrin merkezine götürecek tek anayola çıkınca arka koltuktan "anne internetin varsa şarkı açar mısın? " sorusu gelir. mezarlığın önünden geçerken "anneee, kapat!!" diye uyarırlar. sıra kimdeyse fatiha'yi yüksek sesle okur, arkasından bir fatiha okuyacak kimi kimsesi kalmamışlar da dahil olmak üzere herkese bağışlar, aferini alir. çünkü "bir kizilderili atasözü der ki ; sizi tanıyan son insan öldüğünde artık gerçekten ölmüş olursunuz." sozunu duyduklarindan bu yana her mezarlıktan geçişte kimsesi kalmamışların kimsesi olmak istiyorlar.

iki durak sonra babamlarin durağına geliriz.az ileride de trafik isiklari. yeşile denk gelirsek göz ucuyla bakar, kırmızıya dek gelirsek yanağımdan makas alıp derin bir iç çeker. benim babam için yaşadığım çaresizliğin ilacı belki biraz gözyaşı ama onun eşinin hüzünlü kalbi için elinden gelen fazla bir şey olmuyor. feminizmin gümbür gümbür geldiği şu yuzyilda erkek olmak zor. zaten normal süreçte hicbirseyi kadınlar gibi anlayamazken, duygularını doğru şekilde ifade etmeyi bırak duygularını anlamlandirmakta zorlanan, empati kurmayı falan çok geç öğrenen erkeğin bir de zorlu sureclerde metanetini koruması ve hızlı düşünüp doğru kararlar verebilmesi hepten zor olmalı. şükür ki son zamanlarda yanında huzur bulduğum iki üç insanın ilki. bugünü yasamami, anda kalmamı, olumlu bakmamı, gerçekleri kabullenmemi çok kolay sağlıyor. geçmiş ailem ise bugün eşim. nam-i diğer yarım elmam. sanki hayat güllük gulistanlikmis gibi, babamlar tatile çıkmış gibi sakince ve her zamanki düzenimizi bozmadan şehrin altını üstüne getirmemizi, her ihtiyacimizi hiç sorgulamadan karşılarken ekonomiye canini kanını veriyor da sesini çıkarmıyor. her dışarıya çıktığımizda iki seyi hiç atlamaz. dönüş yolunda "karnın açıktı mi ? evde yemek yoksa dışardan halledlim, eve gidip uğraşma yorgun argın." demeyi ve "yolumuzun üstü nasıl olsa, babanlara gidip çay icebiliriz.bizi görünce sevinirler, hayır dualarını aliriz." demeyi. babama teşhis konuldugundan bu yana hiç sormuyor. bugün babamın ölümünden sonra anneme ve abime hangi siklikla gideceğimizi ve babam yokken bizi neyin guldurebilecegini dusundum. cevap bulamadim. o sürece de bir şekilde alışacağım ama şimdilik tek umudum tekrar eve gelip 3 kat merdiveni çıkabilecek güce ulaşması. bir gün gelecek ve o duraktan geçerken sokağa girmemiz için hiç sebep kalmayacak. o sokakta bizi tanıyan hiç kimse kalmadığında işte o gün biz de o sokak için ölmüş olacağız. acaba unutulmamak için mi hep geriye dönebilmeyi istiyor insan ?
mesela benim için inanılmaz eğlenceli geçen, bir dünya yaşanmışlık içeren, 1987 yazında annem halen camasirlari elinde yıkıyor, ikramlarıni davul firinda hazırlıyor, pek çok giysisini terzide diktiriyor, ailesi ile jetonlu telefondan konuşabiliyordu. şimdiki gibi akıllı telefonun, ıslak mendilin, kredi kartının, halı yıkama fabrikalarının ve daha milyonlarca önemli icadın olmadığı dönemlere geri dönmeyi istemek ancak beyhude bir simariklik ve ya ukalalik olurdu. ben yine de bu yaz her uyandigim sabahta, yaz sabahlari kapıda beni ve bebek arabasindaki kardeşinin elini tutmuş oğlumu görünce çok sevinen babamın bizim için tüm çarşıyı eve yığdığı o günleri çok özlüyorum. ya da mutfakta sarı kapalkli çay kutusunu elime aldığımda teyzemin doğum günümde içine bakkalindaki en pahalı abur cuburlarla doldurduğu kavanozu hatırlayıp, onu çok özlüyorum.

sana da oluyor mu sözlük? sanki dünyaya kazık çakmıssin gibi önümüzdeki yıl da giyinsin diye bir beden büyük giysiler alıyor musun? büyüyünce ne olayım? diye sorduğunda "biriniz kuyumcu olup gözümü digeriniz pideci olup karnımı doyursun." diyerek güldürüyor musun? geçmiş ailem bugün eşim ise gelecek çocuklar demek. çocuklar anın tam içinde kalabilen doğaüstü varlıklar. ve çocuklar ölümü asla bir son olarak değil hayatın doğal bir parçası olarak görmekte çok daha basarililar. çocuklar için geleceğe dair plan yapabilmek çok mühim. çocuğun için geleceğe dair plan yaparken o planın içine sen de dahil olup sen de geleceğe odaklanabiliyorsun.
bunu bugün fiziksel sıkıntıları yüzünden 3 yıldır kendisini eve kapatmış yakınımla yaptığımız sohbette bir kez daha anladım. gelecek için plan yapamayanlar,gecmisin karanlık sokaklarında geleceğini çaldığını düşündüğü celladını arayarak ölüyorlar. oysa hayat o durağa gelip kırmızı ışıkta beklerken gözyaşı döküp, yeşil ışık yanınca "hadi anne, sen de söyleee!!!" diye bağıran çocuklara eşlik etmek. koca yaşlı şişko dunyaaaa....
devamını gör...
2864.
seni gidi topaal topaal topaal bu gece de burda kaal burda kaal burda kaal
devamını gör...
2865.
sesimin duyulması için buraya yazıyorum, bir ilgi kırıntısı, fark edilmek istiyorum ama anonim bir ismim arkasına saklanarak, insanların gözlerinin içine bakmadan söylediklerimin anlamı oluyor mu şimdi? yok, ben her daim korkağım. ve yapayalnız.
devamını gör...
2866.
+ben almayayım artık, tadı biraz acı geldi
-tamam... bana da biraz öyle geldi, berbat bir rakı ama devam ederim ben.
+insanlara çaktıkları o paraya değse bari, bir ağız tadıyla içemedim.
-bunları seri numaralarına göre alan manyaklar var. işte üretim yerinde bekleme süresi falan filan bir şeyler söylüyorlar.
+ne fark eder ki? otel restoranındayız, sürahide verdikleri ne? belli değil.
-şu kalabalık masadakilerin sesi çok yüksek, tam duyamıyorum ne dediğini.
+ aynı iş yerindeler onlar. kızların ikisiyle aynı kuaförde karşılaşıyorum hep. beyaz gömlekli çocuğa ısrar ediyorlar, müzisyenden mikrofonu alıp söylemesi için. masada kafası güzel dokuz insan, hiç çekilir değil. ahan da mikrofonu alıp geldi biri.
-odaya geçelim istersen.
+ doğru, sen çok bile kaldın. daha 1 saat olmadı.
-5 saat de olsa sarmaz. baksana ebru gündeş falan söylüyorlar, birazdan birbirlerine de sarar bunlar.
+ aaa çocuğa masanın üzerine çıkmasını söylüyorlar. ne bunlar be! evet, kalkalım.
...
+üç ay önce birbirimizi hiç tanımadan, böyle asansörde karşılaşsak ne düşünürdün?
-az önce aklımdan geçti sırtın dönükken. bilmem... insan, tanımadığı insanlara ne hissedeceğini bilemeden de bakıyor. şu karakteristik gözlerinle dikkatimi çekerdin herhalde.
+herhalde!! ama şimdi ayakları yerden kesilmiyor değil mi insanın? 5 dakika sonra odada olacaklar, 5 dakikanın geçmesi kadar kesin olunca heyecanı olmuyor.
-galiba... sonrasındaki uyku kalitesi de var ama:)
+yok uyku muyku sana.
....
+bu tuhaf uğultu sesi de ne?
-banyodaki havalandırma menfezi düşmüş, oradan geliyor. mum damlası kadar yapıştırıcıyla tutturmuşlar, taşıması için değil de gönlü kalmasınmış.
+sırtın dönük mü konuşacaksın benimle?
-uyumaya çalışıyorum, ne zamandır böyle hafif, güzel bir uykunun bu kadar eşiğinde olmadım.
+sırf onun için tepindik değil mi? çakmağı uzatsana şuradan!
-derhal... sigarayı yiyen biri olarak dikkat edersen odada içmiyorum. g.t kadar oda zaten leş gibi oluyor.
+pardon ama zaten bunun için sigara içilen odayı seçmedik mi? aa sahi koah vardı sende. söndüreyim, söndüreyim mi?
-sırf uyutmamak için bu bıdı bıdı değil mi?
+:)) ketılın yanındaki poşette sallama çayla üçü bir arada bırakmışlar, hangisini istersin?
-çaya talip değilsen alabilirim, çay tadı alacağımdan falan değil, boğazım kurıyor.
+şeker?
-bir tane. teşekkür ederim. yalnız başım ağrıyacak benim.
+ulan ne çürük adamsın:))
-öyleyim galiba. az önce mayışıp yarım kalktığım için.
+uyu istersen, ben de uyuyayım. mümkünse dün geceki gibi kolun yine kürek gibi başıma inmesin.
-öyle mi? çok özür dilerim.
+ben de horlamıyorsun diye sevinmiştim, keşke horlasaymışsın.
-yoo horlarım da arada. evet, biraz hareketli uyuyorum.
+yutubdan müzik açayım mı? düşük volümlü çalsın, rahatsız eder mi?
-olur.
+internetim az benim, seninkini uzatsana.
-açık tuş kilidi.
+radyo tiyatrosu mu? en son bunları mı dinledin, sever misin?
-öyle uyuma öncesi falan açıyorum bazen sesli kitap ya da radyo tiyatrosu...
+ben çok severim.
-şimdi pek de iyi gideceğini sanmam.
+nazan öncel de var bak.
-göç albümü olabilir.
+açıyorum
-başımı şöyle koysam rahatsız eder mi? eeeh ederse de etsin be!
+bence de
...
devamını gör...
2867.
tekli koltuk güzellemesi…

bana “leylimley sence mutluluk nedir?” diye sorsanız cevaplarımdan bir tanesi muhakkak tekli koltukta seyahat etmek derim. evet evet yanlış okumadınız. tekli koltukta seyahat etmek; huzurlu bir yolculuğun başlangıcıdır. yol halinin en sessizidir, sessizlik beraberinde mutluluk getirir. çekingenliğiniz, kendini yalnız olmanın güvenli kollarına bırakır. (yalnız olmak bir bakıma güvenli bir limanda olmaktır) yanınızdakine (yanınızdaki sevdiceğiniz, arkadaşınız, anneniz, babanız vs. değilse) değmezsiniz. değmemek; fiziken olabileceği gibi ruhen de mümkündür. mesela; muhabbet etme zorunluluğunuz yoktur. sizi süzme ve peşinden çok klasik olan “yolculuk nereye?” sorusuna ık mık deme gibi bir durumunuz olmaz .

hele bi de uzun yolsa uyuyamam ben. uyku; yol halindeyken güzellikleri kaçırma eylemi gibi. uyuduğumu düşündüğüm takdirde geçtiğim yolları yok saydığımı; şehirdeki, şehirden uzaktaki insanları yadsıdığımı düşünürüm. belki asfalt kenarındaki en güzel çiçeği bu yol halinde göreceğiz. görebiliriz. ihtimali var. elektrik tellerindeki kuşları saymak gerek. yol halindeyken kuşlardan, yeşilden, maviden, gönlümüzdekilerden -gönlümüze girenlerden, gönlümüzden çıkanlardan- sorumluyuz.

ve bence bu sorumlulukların yerine getirmenin en iyisi tekli koltukta seyahat ederken yapılır. hele bir de kocaman camlı bir koltuğa denk geldiyseniz değmeyin keyfinize… mutluluğunuzu paylaşmak isterim.

ve şu an tekli koltukta yol halindeyken tekli koltuk güzellemesini seven herkesle ben de bu mutluluğumu paylaşabilirim. yolum kısa olsa da varsın olsun. elektrik tellerindeki kuşları saydım da 8 tane var. gönlüm biraz buruk. tekli koltukta olmak paha biçilemez. *ve her daim muavinle muhabbet etmek çok tuhaf. *
devamını gör...
2868.
dün evine misafir olduğum ailede* bir kadın, eşi, kadının bir önceki evliliğinden olan 18 yaşındaki oğlu ve yaşlı annesi vardı. kadının annesi, kadından çok daha dominant birisiydi. kadın, evlendiği günden beri annesi onların evinde yaşıyormuş. ikram ettikleri herhangi bir şeyi yemeyince alınır gibi olacak kadar aşırı misafirperverlerdi. benim dışındaki herkes, onların aşırı iyi insanlar olduğunu söyledi. evet, aşırı iyilerdi ama o kadar iyilik ki biraz aşırıydı ve bu ailede duygu olarak beni rahatsız eden bir şeyler vardı. "aman neyse yaa bana ne, her yerde de psikolojik tespit yapmayıver" diyerek kendi kendime konuşup tam içimdeki bilgeyi* susturmuşken, diğer herkes asansörle aşağıya inerken, kadınla ikimiz merdivenlerden indiğimiz sırada bana* "şu annem her şeye karışıyor, ev alacaktık, kenarda paramız vardı, bulduğumuz hiçbir evi beğenmedi, o sırada da işte ortamı görüyorsun, fiyatlar artınca elimizdeki para hiç oldu, ben de işsiz kaldım, sağlık sorunlarımız da olunca, artık ev almak bizim için hayal oldu. ama hep annemin yüzünden..." dedi. kendisine "allah yardımcınız olsun." diyebildim. içimdeki bilgeye de "bugün de psikolojik tespitin doğru çıktı, mutlu musun?" dedim.*
devamını gör...
2869.
iş kaybediyorum, para kaybediyorum, insan kaybediyorum, zaman kaybediyorum, neşemi kaybediyorum, cesaretimi, azmimi, konfor alanımı kaybediyorum. kayıp, kayıp, kayıp... aklımı çok önceden de kaybetmiş olabirim, emin değilim.
kendimi bildim bileli, hep tarafında oldum kaybedenlerin ve salt temaşa etmeden anlamaya da çalıştım. bu yüzden aşinayım az çok. yani bazen, bu seri dibe vurmalar için çok da geçerli bir neden gerekmiyor. ama ekseriyetle her kaba kolayca sığıp şekil alamayan, koşullara göre kendini revize etmekten imtina eden, kendine her daim hesap verebilir yaşam tarzını önceleyen doğanızın bu gibi durumlarda, bir parmağı oluyor. ama kızamıyorsunuz da işte içinizdeki bu benliğe. belki yanlış tercih, ipe sapa gelmez bir aymazlık belki... velhasıl nereden tutsanız, elinizde kalacak bir berbatlığın içindeyim. fakat mevzunun, çok da takılıp kalınmayacak bir matematiği var. bugünden yarına geçeceğiniz bir ayrıma geldiğinizde çoğunlukla, yanınızda götürebileceğiniz sınırlı şeyler oluyor. ben de bugüne zenginlik, başarı, varlık, itibar değil, bir tek kendimi getirebilmişim. bir de al sepetten bir hıyar, tuzla tuzla ye avuntusu... kendimi orada bıraksaydım, çok daha mutsuz olurdum.
devamını gör...
2870.
25 yaşında biri olarak insanların çocuklar kadar düşüncesizce ve bilinçsizce yaptığı davranışlar, bulunduğu söylemler beni boğdu boğdu duvara attı gerçekten. zorbalığınızı dobralık adı altında yapmanızı, iğneleyici tavırlarınızı eleştiri sanan akıllarınızı alıp gidin, nereye isterseniz.
devamını gör...
2871.
chester bennington* katıldığı bir radyo programında kulaklarımın arasındaki kafatası kötü bir mahalle, orada yalnız kalmamalıyım demişti. radyocu gülmüştü ama bu muhtemelen bir yardım çığlığıydı. kendisi de bir süre sonra intihar etti zaten.

kendimce mutluluk tanımımı böyle buldum. kafamın içindeki o mahalle kötü bir mahalle mi? orada yalnız kalmaktan mutsuz muyum?

bir arkadaş olarak değil, kardeş olarak değil, evlat olarak değil, iş arkadaşı olarak değil, sevgili olarak değil tamamen kendimle kalınca mutlu muyum? kendi dışımızdayken, başkaları ile iletişim-etkileşim halindeyken mutlu olmak, iyi hissetmek daha kolay geliyor. gece telefonu kenara atıp kafamı yastığa koyunca iyi hissediyor muyum? kendimle baş başa kalınca rahat ediyor muyum?

gerçekten mutluluğu kendim mi tanımlıyorum? yoksa mutlu olmak için bulduğum sebepler toplumun sunduğu şeyler mi? başarılı olmak, iyi bir insan olmak, bir şeylere sahip olmak, bir şeylere ait olmak gerçekten mutluluk öğeleri mi? yoksa sadece kendimi mi avutuyorum?

seçtiğim şeylerle, seçmediğim şeylerle, tüm hayatımla, tüm anılarımla, tüm yaşanmışlıklarla, hiç sorgulamadan, kavga etmeden, değiştirmeye çalışmadan kucaklaşabilseydim eğer o mahalle sanıyorum güzel bir mahalle olurdu. ben de sandalyemi ortasına atıp otururdum.

yalnız kalmak bir ilaç mıdır yoksa hastalığın ta kendisi mi?*
devamını gör...
2872.
rastgele açıp izlediğim bir filmin, seni hiç hatırlatmayan bir sahnesinde aklıma geliyorsun. sebepsiz yere gözlerim doluyor. konuşmak, hissetmek istemiyorum. fakat yine de her şey bana seni hatırlatıyor.
devamını gör...
2873.
bazen hiçbir amacının olmaması çok zor geliyor. sözde amaçların anlamı yok. hayat somut gerçeklerden daha ileride bi yerde yaşanıyor bence. koyduğum somut hedef benim için anlam ifade etmiyor. ne için yaşıyorum sorusu tam hedefini bulmuyor. dolayısıyla amacımı da bulamıyorum.

sanki okyanusun ortasında küçük bir teknede gibiyim. nerdeyim, ne yapabilirim, ne olacak, neden burdayım hiçbir fikrim yok. dalga nereye sürüklerse oraya gidiyorum. arada aklıma suya atlamak geliyor ama her seferinde kendime şans tanıyorum. belki cesaretim yok belki de amacımı bulup ona ulaşabileceğimi umuyorum. buna inanmıyorum ama ummak için inanmaya da gerek yoktur zaten. olmayacağını bile bile umut etmiyor muyuz her şeyi?

sonuçta bilmiyorum işte. uyuyamıyorum ama sıcaktan değil, hasta olduğumdan değil, keyif yaptığımdan da değil. düşünüyorum ama sonucu bulamıyorum, hatta yaklaşamıyorum. başlarda nereden geldiğimin farkındaydım en azından ama artık labirentte tamamen kayboldum. öyle ki nerde olduğumu anlamaya çalışacak halim de kalmadı.

yazacak çok şey var ama düşündükçe, klavyede harflere bastıkça çoğalıyor aklımdakiler. bazen de aklımdakini kelimelere, cümlelere dökemiyorum. o kadar saçma bir şey.
devamını gör...
2874.
şu sineği bir elime geçirirsem... olm erkeksen ışıkta çık karşıma, karanlıkta mı etime gücün yetiyor?

edit: dişiymiş.
devamını gör...
2875.
bi gün uyandığında her şey güzel ve renkli, çiçekler canlı, yaşamda umut edilecek şeyler bulurken; bir başka gün sanki her şey çok kötüymüş, renkler yokmuş ve umut etmek yetmiyormuş gibi gelir. ve ruhun söyler:

“bu anlamsız fanus keşke bir rahim olsaydı ve beni tekrar doğursaydı.”
devamını gör...
2876.
yoğun nikotin, anti-depresan ve kafein kullanımından titreyen elleriyle son sigarasını sardı, hemen başucunda duran zippo’suyla ateşe verdi ingiliz tütününü. son kez odasına, kitaplığına, pencereden dışarıya ve tavana baktı. tavanda asılı duran ip onun son gördüğü şey olacaktı muhtemelen. sigarasından alacağı son nefesiyle tavanda asılı ipi boynuna geçirdiğinde vereceği son nefes benzerlik gösterecekti. tıpkı sigara gibi yanmış, kül olmuş ve yitip gitmiş olacaktı. istemeden doğan, istemeden yaşayan, istemeden var olan, istemeden yalnız kalan birisiydi. bu yaşamı hiç istememiş, ailesine nefret kusuyordu. gecenin ilerleyen saatlerine aldırmadan son ses dinlediği don’t cry onun son duyduğu ses olacaktı. hoş uzun zamandır pek bir ses duyduğu da söylenemezdi. bir yerde okumuştu insan can çekişirken gözünün önünden tüm yaşanmışlıkları geçermiş. henüz ipi boynuna geçirmeden tüm yaşanmışlıkları geldi gözünün önüne. yavaştan sigarası bitiyordu, belki de hiç bitmesin istiyordu sigarası. belki ölümü o kadar istemiyordu lakin kendini buna mecbur hissediyordu. mecbur bırakılmıştı sanki.

devamı haftaya…
devamını gör...
2877.
uzun süre sonra ilk defa bu kadar sıkıldım buradan. insanların koyun gibi sadece onlara fiziki olarak gösterilenin peşinden gidip ardındakileri görmeden ya da sorgulamadan doğruyu kabul etmeleri ve bunu kabul ettikten sonra da bu benim fikrim diye insanlara empoze etmeleri çok komik. 1.5 seneden fazladır yazarım burada, bir süre yönetimde farklı pozisyonlarda görev de aldım bazı nedenlerden dolayı* ayrılmak zorunda kaldım ama ayrılmadan önce de ayrıldıktan sonra da iyi kötü algısı sadece insanların göstermelerine göreydi. objektif olamam diye dokunmadığım yazarlardan linç yemişliğim de çoktur format kuralına uymadığı için hem mesajda sövüp hem üstlerime çıkanlar da, hatta açık açık tehdit edilmişliğim de var ama her seferinde belki değişir insanlar diye bekledim, yanılmışım.

size gösterilen her zaman en doğrusu değil sevgili yazarlar, özellikle böyle bir sıfatın altında gizlenmek zorunda olanlar için. yaşadığım için biliyorum, kaç kere tuttum çenemi ki beni tanıyanlar bilir ki ben çenemi tutmam, kaç kere zorunlu olarak sevmediğim karakterde insana katlandım. ama tam tersine sahte karakterler ile size ben samimiyim algısı yaratanların peşinde koştuğunuzu görmek affedersiniz ama sadece acımama ve bana tecrübe katmaya yarıyor*.

bu benim ilk tanımım değil, son tanımım da olmayacak muhtemelen ama uzun süredir yazdığım en samimi tanımım, koyun olmayın azıcık gözünüzü açın yahu.
devamını gör...
2878.
cebinin derinliklerinden anahtarlarını çıkarmak için elini cebine attığında bir süre anahtarlarını bulmak için uğraştı. bu uğraş ona kalbinin ve düşüncelerinin derinliklerinden bulup çıkarmak istediği bazı kötü anılarını hatırlatmıştı. keşke her şey o anahtarı bulup çıkardığı gibi kolay olsaydı. öyle çok isterdi ki kalbinden ve düşüncelerinden de bir çırpıda bazı şeyleri öyle çıkarıp atabilmeyi. anahtarlarını çıkardığında dudaklarının arasındaki sigarasından son bir nefes alıp sigarasını söndürdü.

apartman kapısını açtıktan sonra geriye dönüp bakmadan kapıyı hafifçe ittirip kapadı. bu hareketi ona geriye dönüp bakmadan kapattığı onu rahatsız eden bazı kapıları hatırlatmıştı. tebessüm ederek yavaş adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. merdivenleri çıkarken de bu yavaş adımlarını hayatındaki gidişata benzetmişti. son zamanlarda yaptığı her hareketi bazı metaforlarla ilintilendiriyordu.

apartmanının kapısına geldiğinde kapıyı açmak için anahtarları denemeye başladı. bir türlü tek seferde kapıyı açan asıl anahtarı bulamıyordu. gerekli gereksiz bir sürü anahtarı anahtarlığında tutmasının sonucuydu bu. hayatı da bu metafora benzetiyordu işte. gerekli gereksiz bir sürü kişiyi hayatında barındırıyor ama ona kapıları açacak olan asıl anahtarları bulmakta hep zorlanıyordu. bu düşünceler arasında usulca evine girdi. günün getirmiş olduğu yorgunluk sanki eve adımını atar atmaz vücuduna tesir etmişti.

odasına girdiğinde derin bir ürperti ile birlikte korku yaşadı. karşısında kanlı canlı bir şekilde oturan kendisiyle karşılaşmıştı. rüya mı görüyordu yoksa deliriyor muydu? karşısında oturanlar yine kendisiydi ama birinin yüzü yorgun, gözaltları şiş ve sanki bir kavgadan çıkmışçasına soluktu. diğeri ise onun aksine bembeyaz ve tertemiz yüzüyle gözlerinin içi parıldar bir haldeydi. yorgun gözüken hemen konuşmaya başladı. ‘’ benden kaçmak istesen de asla kaçamayacaksın. ben senin dününde var olduğum gibi şimdi de şuanındayım ve yarınında da olacağım. beni yok saymaya çalıştıkça ben senin hep bir adım arkandan gelmeye devam edeceğim. ansızın karşına çıkan bir fotoğraf karesinde, yolculuk yaptığın esnada dinlediğin müzikte, izlerken gördüğün bir film karesinde hep ben sana kendimi hatırlatacağım. çünkü ben senin geçmişinim. ‘’ diyordu.

bunu tebessümle dinleyen yanındaki ışıltılı gözleriyle konuşmaya başladı. ‘’ hayır, sen onu sadece beni inşa etmek için kullanacaksın. o, sadece dersler çıkardığın bir öğretici. onu sürekli yanımızda taşımak zorunda değiliz. gülmek istiyorsan onu bir kenara bırakıp öğrettiklerine teşekkür edip yolumuza birlikte devam edeceğiz. çünkü ben senin geleceğinim. ‘’ diyordu. yorgun ve solgun yüzüne inat konuşmaktan geri kalmamaya inat edercesine geçmişi yine söz aldı. ‘’ sadece gülüyorum, onu yani geleceğini inşa etmek için bile bana yani geçmişine ihtiyacın varken beni yok sayarak yoluna nasıl devam edebilirsin ki? ‘’ dedi. aynı zihnindeki gibi burada da geçmişi sürekli konuşuyor geleceğe söz hakkı vermiyordu.

gelecek ise umut dolu bakan gözleriyle ‘’ geçmiş sadece kırılmış bir ayna, sen onların parçalarını birleştirmeye çalıştıkça sadece kendine zarar verecek ve ellerini keseceksin. bir türlü doğru görüntüyü bulamadığın gibi kendini de bulamayacaksın ve bu seni mahvedecek. ama ben yani geleceğin seni özgürleştirecek ‘’ dedi ve her ikisi de birden ortadan kayboldu.

uyandığında, saat henüz asıl uyanması gereken saat değildi. yatağında oturup bu tuhaf rüyasını düşündü. bu bir kabus muydu, yoksa…? kötü rüyalara kabus adını veren insanlar iyi ve güzel
rüyalara neden sadece güzel demekle yetinmişlerdi? bu düşünceler arasında yatağından kalktığında ilk adımlarını geleceğe doğru atmaya karar vermişti. rüyasında da söylediği gibi; geleceği onu özgürleştirecekti…
devamını gör...
2879.
yine bir alegori.. yusuf has hacib göreve.......
devamını gör...
2880.
ilk girdiğim günden beri hayatım çok değişti. mimarı benim. tuğlalar sağlam yine de depremler olur ve sallanabilirim.
ama herhalde daha yıkılmam.
çok uzatmayayım.bir tane sigaram kalmış. ne yazarken yeter ne ikinci defa okurken.
ama bu demek değil ki artık uzun tanım girmem. girerim. beni yıldıramazsınız.
gidip sigara alayım.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim