121.
#624691 devamı olarak-> chapter three:

‘’sağlık çalışanları saat 21:00 ‘da büyük bir coşkuyla alkışlandı ‘’, ‘’ temel ihtiyaçlarını karşılayamayan yaşlılarımız için kolluk kuvvetleri seferber oldu! ‘’, ‘’ tüm ülke bu tehlikenin atlatılması için birlik ve beraberlik içinde hareket ediyor ‘’ … bugün gezindiği bütün haber siteleri bu başlıklardan en az bir tanesini içeriyordu. bu yaşına kadar ülkede depremler, darbe teşebbüsleri, trafo istila eden kedi çeteleri ve bir alt örgütü olduğunu düşündüğü kedicikleri bile görmüştü bu gözler ama en garibi bu manşetler diye düşündü ve güzel haberleri bu denli garip bulmasına içten içe güldü. annesi bulmasın diye ayakkabı kutusunun içine sakladığı sigara paketinden bir dal aldı ve balkona çıktı. sigara içerken sahilde kimsenin olmadığını hayal etti ve biran için yalnız başına bütün sahili yürüdüğünü düşündü. bütün insanlardan, egzoz dumanlarından, alarm seslerinden ve sahte gülümsemelerden uzak kendinle baş başa bir yürüyüş... bunu yapmalıydı ama nasıl?



planı uygulamaya geçtiğinde saat yediyi biraz geçmişti. iki gündür, izlediği hollywood filmlerinin etkisinden olsa gerek, bir sürü saçma sapan plan kurmuştu. en son dedesinin alışveriş için kolluk kuvvetlerinin insanlara saat yediden itibaren yardım ettiğini söylemesiyle plan yapmasına gerek kalmamıştı. yaşadığı ilçenin küçük, yaşlı nüfusun fazla ve kolluk kuvvetlerinin az olması üstelik yardımların belirli bir saate alınması plana gerek kalmaması için yeterliydi.

arabanın anahtarını aldıktan sonra film izleme bahanesiyle odasına geçti. akşam yemeğini çoktan yemişlerdi zaten, şimdi herkes telefonun ekranına gömülecek ve uyku saatine kadar ailece vakit geçirmiş olacaklardı. kendi çapında ad bile koymuştu bu duruma ve biliyordu ki insanların %80’i için bu süreç böyle geçiyordu ‘’karantina sanallaşması’’. bu süreçten önce insanlar, sanal alemde zaman geçirmek için, milyonlarca yer bulabiliyordu. kafelerde, parklarda veya barlarda oturup yine sana alemde vakit geçirebiliyorlardı, fakat bu durum şimdi sadece evden mümkündü. düşündüklerini destekleyecek yüzlerce örnek görmüştü bile şimdiden. sanatçılar sanal konserler vermeye başlamıştı. insanlar yeni yeni meydan okumalarla sanal alemi sürekli canlı tutmayı ihmal etmiyorlardı. alışveriş siteleri #evdekal hashtagiyle pazarlamada çığır açıp hisse değerlerini katlarken mahalle bakkalları eldivenle bile girmeye korkulan yerler olmuştu. toplum yine yapacağını yapmış cenazesine gelecek olanı değil de cenazesini getirecek olanı seçmişti. şaşırmıyordu, bu farkındalık ona yıllar önce yerleşmiş fakat o mücadele etmemeyi seçmişti. odasının penceresinden atlarken mücadele etse bir şeylerin değişip değişmeyeceğini düşündü. sonra mehmet enes özcan’ın sesi yankılandı kulaklarında:

‘’ kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir şeyi çözemez ‘’ . demişti oğuz atay.
devamını gör...
122.
bazı sebeplerden ötürü birkaç gündür tanım yazmayı bırakmış, kendi içime dönmüştüm. bazen insanın içine dönüp kendi halini hatrını sorması kadar güzel bir şey yok, herkese her gün nasılsın diye soruyoruz da kendimizi düşünmek, "acaba nasılım, bir şeye ihtiyacım var mı?" demek hiç aklımıza gelmiyor dimi? neyse ki şu son bir hafta içerisinde iyice sohbet edip kendimle, dertlerimi dinledim de arınıp dinginleşip soluğu burada aldım. bu sohbetlerden ve çevremden gözlemlediğim bir iki şeyi buraya da yazmak istiyorum müsadenizle.

öncelikle, hayattaki en önemli şeyin kendi akıl ve ruh sağlığımız olduğunu, sonrasında ise bu sağlıklı akıl ve ruh ile çevremize bakmamız gerektiğini benimseyebilirsek eminim harika bir sosyal hayatımız olacak. tam tersi bir pencereyle dünyaya baktığımızda her şey gözümüze daha çekilmez daha karanlık geliyor zira ya da benim öyle oluyor bilmiyorum.

yine eğer bir gün başkalarının ne düşündüğünden çok kalbimizin ne söylediğini ön plana alarak yaşamaya başlarsak hepimiz özgür bireyler olacağız. sanki her birimiz bileklerimize takılan "başkalarının dediği" kelepçelerine mahkum halde yaşıyoruz da haberimiz yok.

son olarak da insanları üçe ayırmak gerektiğini düşünüyorum; iyi gelenler, kötü gelenler ve geldiği gittiği fark etmeyenler. hayatında dönem dönem insanları önüne koyup eleyen biri olarak iyi gelenler kategorisindekilere vermem gereken değeri artırır, kötü gelenleri büyük bir keyifle çıkarır, fark etmeyenleri de oldukları yerde bırakırım.

bu sadece günlük hayatımda değil sosyal mecralarda da yaptığım bir uygulama. işte tam da burada "iyi gelenler kategorisinde" olanlara söylemek istediğim bir şey var;

ben sözlüğe kaydolalı 1 ay bile olmamasına rağmen şu kısacık yokluğumu fark edip birebir iletişimim olsun olmasın " nerelerdesin, karikatürler bugün neden yok, sesin neden çıkmıyor?" diyen, döndüğümü görüp "hoşgeldinler" ile karşılayan güzel insanlar iyi ki varsınız. iyi gelenler kategorisindeki insanlarınız çok olsun dilerim.*
devamını gör...
123.
michellle gurevich'in russian ballerina şarkısından çıktı.

yaşlı balerin bir bacağını doksan derece havaya kaldırdı. buruşmuş derisi iyice gerildi taytının altında. müzik eşlik etmek istemedi bu can çekiştiren görüntü karşısında ama düğmelerin ruhları yoktu ki dursun. balerinin karşısında dört, beş yaş grubu küçük kız çocukları kadının taklidini yapmaya çalıştı. sağ bacaklar aynı anda önlerinde kalktı. kimi yarım, kimi tam, kimi yönü şaşmış. göz ucuyla kendilerine bakıyorlardı aynalarda.

“şimdi parmak uçlarınıza kalkıyorsunuz” dedi yaşlı balerin, bir eli aynanın üzerine monte edilmiş barın üzerinde. kimse görmedi bale ayakkabısının içindeki baş parmağının nasırını. yıllanmış bir nasırdı. ne kadar kökünden sökerse söksün geri geliyordu. meslek yaşantısının bir simgesiydi. ismi bile vardı. “ısırık”. ısırık biraz zorladı bugün.

aklı nasırındayken koluna bir ağrı girdi. gerilmiş, suyu çekilmiş portakal derisi sol kolu. ağrı ilerledi de ilerledi. parmak ucundan indi. uzun parmakları omzuna gitti. gözlerinin kararmasıyla yere yığıldı. bir bacakları havada, diğer bacakları parmakların ucunda kalkmış kız çocukları bozmadılar pozlarını.
devamını gör...
124.
#637530 devamı olarak chapter four:

sahile vardığında keşke ateş yakmak için birkaç parça odun alsaydım, diye bağırdı. nasıl düşünmezdi havanın soğuk olduğunu. uzun zaman sonra ilk defa kendine hak ettiği gibi kızabilmişti. neydi o öyle toplum içinde sessiz sessiz kendini azarlayışları. insan başkalarına karşı öfkesini bağırarak nasıl ifade edebiliyorsa kendine de öyle bağırmalıydı. bütün yanlışlarını, aldanışlarını ve zaaflarını aynada kendine haykırmalıydı. en son vizelerden sonra ev arkadaşı memleketine gittiğinde kızabilmişti kendine. belki de ondan bu aralar bilinçaltı fazla huzursuzdu, gerçi hep huzursuz bir yerdi onun için bilinçaltı ama bu seferki farklıydı. bilinçaltını odasına benzetirdi hep. ergenlik döneminde odası hep dağınık olurdu mesela ama hiç pis olmazdı çünkü her zaman arkasından bir toplayanı vardı. bilinçaltını kime toplatacaktı ki? keşke bir oda olsaydı da bilinçaltı, herkes girip çıkabilse kendilerinden parçalar bırakıp yeri geldiğinde onları toplayabilselerdi. odanın anahtarı onda olmalıydı ama, çünkü insanlar işlerine gelenleri yerleştirir, araları azcık bozulsa bile öfkelerini onun bilinçaltına süpürürlerdi. onu üzmelerine izin vermemek için sürekli kapalı tutması gerekirdi odasını. o zaman anahtara sahip olmanın ne manası var aptal dedi kendine. açacak cesaretinin olmadığı kapıların anahtarlarına sahip olmak, semavi dinlere inananların, yaşamak için bir tane bile nedeni yokken sırf intihar edenler cehenneme gidecek diye, bu dünyada, sürekli o uçurumun kenarında yaşamasından ne farkı var? onlara hep hayat standartları düşük, ikiyüzlü korkaklar, derdi. şimdi içten içe kızıyordu bu sözlerine çünkü onların yaşamaya karşı verdiği savaşı kendisi de bilinçaltına karşı veriyordu. ayakkabılarını ve çoraplarını çıkardı. omzuna bugüne kadar yargıladığı bütün insanları yükledi ve koşmaya başladı. kuma bata çıka koşarken bağırıyordu:

- ikiyüzlü aptal, ikiyüzlü aptal …

sanki rüzgârın uğultusu ve dalga sesleri ona eşlik ediyordu. artık biliyorsun diyorlardı seni ikiyüzlü aptal!



sigarasını yaktığında ayakları yeni ısınmaya başlamıştı. çıplak ayakla o kadar uzun süre koşmuştu ki ayaklarında ölü soğukluğu vardı. hayatında spontane gelişen her şey gibi bu öz eleştirisel koşu metaforu da pek yolunda gitmemişti. oysa insanlar şanslıydı. uzun bir yolculukta hayatın anlamını keşfeden binlerce insanın hikayesi anlatılmıyor muydu kişisel gelişim kitaplarında? birtakım aptallar, şanslı insanların kişisel gelişim hikayelerine imrenerek kendi hayatlarının da böyle olacağına inandırılmıyor muydu? ya da parmak ucunu göremedikleri vücutları, günlüğü bir dolara fabrikalarda çalışan vietnamlıların aylık kazançlarına eşdeğer x-large tişörtüyle, run forrest run edebiyatı yapmıyorlar mıydı? cahillik nasıl bu kadar mutluluk olabilirdi? uyumak nasıl huzur verebilir ya da nasıl pervasız uyanabilirdi insan? bunca adaletsizliğin, yozlaşmışlığın ve ötekileşmiş gerçeklerin arasında, düşünmeden yaşamak ve mutlu olabilmek sadece şanslı insanlara özgü olmalıydı. başka hiçbir açıklaması yoktu. oysa onun şansı hayatının aşkını ilkokul çağlarında bulanlara karşın, okul dönüşü evin yolunu bulabilmekten ibaretti. sürekli şanssız olduğuna inanması belki de bu fütursuz melankolinin de sebebiydi. bütün düşüncelerinden sıyrıldı olumsuz hiçbir şey hakkında yakınmak istemiyordu. dalga seslerini dinliyor, derin nefesler alarak havaya karışan deniz kokusunu içine çekmenin nasıl bir his olduğunu hatırlıyordu. üstüne üstelik bugün yıldızlar gözüne bir başka güzel gelmişti, uzaktaki evlerin ışıkları yansımıyor olsa çok daha parlak olurlardı, diye geçirdi içinden. keşke elektrikler kesilseydi de yıldızlar gözüne daha parlak gelebilseydi. şimdi niye böyle düşünmüştü ki? içinde kendi mutluluğu için yaşaması gerektiğini söyleyen bir ateş, bir öfke vardı ve bu hislerin git gide tüm benliğini sardığını hissediyordu. bir devrim gerekiyordu ona içten içe onu yakıp bir yılanın deri değiştirmesi gibi onu onaracak ve baştan yaratacak bir devrim. silahlar, insanlar ve kaostan beslenmeden sadece onu zayıf kılan her şeye karşı bir ihtilal! ve tüm ihtilaller gibi kanlı olmalıydı. onu zayıf kılan her duyguyu zincirlemeli, aykırı fikirleri darağacında sallandırmalıydı. yeniden doğmalı, bu süreci tamamladığında eski hayatına dair elinde tek kalan değişimin ta kendisi olmalıydı. ya bu virüs insanlığın sandığı kadar ölümcül değilse diye düşündü ya sadece yaşlanan dünyanın misafirlerine son bir şefkat tokatıysa. tüm bu fikir karmaşasının arasında arabaya doğru yöneldi ve bütün büyük liderler gibi devrimini planlamaya başladı.
devamını gör...
125.
feleğin eleğinden geçmiş yüreğim.. artık acıdan korkum yok.. irademe hükmedemeyen biçare 'acı'ya simdi acıyorum.
devamını gör...
126.
"gülmek mi? o nasıl kelime?
gülmeyiz biz, bilmeyiz, arada güldüm sandığımız zaman kırıntıları bir ruhun başka bir ruha giderken arada bizde soluklandığı kısacık yaşam gölgeleridir sadece.

bizde gülmek yok, gülümsetilmek ise sadece kısıtlı anlarda, sayılı insanımız için geçerli, sakın ama sakın kendini buna alıştırıp o duygunun içini yalandan da olsa yakmasına izin verme, sonra bir daha sen asla o eski bildiğin sen olamazsın. ne geriye gidip o çok iyi bildiğin karanlığın içine sığınabilirsin ne de önünde olduğunu sandığın o hayalin peşinde gidebilirsin. ömrü araf'ı bu dünyada yaşayanlara acıyarak geçti benim hayatım.
yapma, yazma, gülme. "

sustu, sigarasını yaktı, şarkı başladı.

sahi, ne işimiz vardı bizim atina'da?
---

meraklısı için bahsi geçen şarkı ;
aptal aşklar
devamını gör...
127.
"gök kubbenin üstünde ne var acaba?" diye düşündü, düşüncesini tam algılayamadan bile kanatlarını açtı, havalandı. üzerinde uçtuğu şehrin kendisine ait, alışık olduğu yer olduğunu biliyor ve buradan ayrılmak için havalandığından duyduğu korkunun öğrenip açılmak için hissettiklerinden çok fazla olduğununun da farkındaydı. ne kadar uçtuğunu bilmiyor ama o koyu mavi'ye kavuştuğunu görebiliyordu, biraz daha yükselse "her şeyi" arkasında bırakacaktı. esinti kesildiğinde mavilik siyahi kıvama ermişti, bu onun hayatında ilkti, şaşırdı bunu yapabildiğine. renkler solmaya başladığında hayatının en mutlu anlarında olduğunu anladı ve bir daha da aşağı bakmadı"
devamını gör...
128.
bir günahın meyvesidir evren,
kozmik ve sıcak bir noktadan,
bir elma ağacına kadar,
bir mikroskobik atomdan,
işgüzar bir yılana kadar,
kırılan bir vazo gibi dağılan zerrelerden,
meraklı bir çifte kadar,
köklerimizde günahlar var.
toprağımız baştan aşağı keşmekeş.
sırlarla sulandı tohumlarımız.
ve her dalından birer dünya uzadı.
dallarındaki çiçekler olduk.
serpildik meyve olduk.
biz de günah tohumlarızı bıraktık.
günahlar keşmekeş toprağın içinde sırlarla büyüyor.
günahlardan arınılmaz,
ama günahlar arındırır.
bir kova su gibi dökülür üzerinden,
en masumane duygular parçalarından akıp gider.
içindeki bütün umut ve güzelliklerden arınırsın.
günahların sana aittir sanırsın,
ama sen günahlarına ait yaşarsın.
devamını gör...
129.
"yalnız adamın baharı"

hayallerimi anlatmaya yorgunum
yılları art arda dizmiş bir gecede
değer mi gözyaşımdan anılar dökmeye
soğuktan üşüyen bu yağmurlu hecelerde

31.03.2021 - karacabeyli
devamını gör...
130.
kasvetli bir hava hakim bugün iş yerimin manzarasına.

iş arkadaşım ''körlük'' adlı kitabı okuyor mesai saatlerinde. aferin ona, doğrusu budur.

ben duruşma, banka ziyaretim sonrasında hala daha akşamdan kalmalığı atamamışım üstümden. rakı ağır kaçıyor galiba hafta içleri, içmemek lazım gelir bundan sonra.

bugün aklıma ölen kadim dostum ve eski sevgilimle olan anılarımız geliyor nedense. ölüm yıl dönümü yakınlaştı belki ondandır deyip sürekli avutuyorum kendimi. peki eski sevgili nereden çıktı be hafız oğlum? neden yoklayıp duruyor bu geçmiş seni ?

melankolik bir adamım ben, turgut uyar'ın dilinden. her duygum biraz hüzün gibidir. kelebeğin rüyasını izlediğimde mesela, gencecik insanlar neden veremden ölür diye ağlama krizine girmiştim. annem: babam ölünce ben bu kadar ağlamamıştım demişti, gariptir.

belki de aşamadım bazı şeyleri melankoliye de sığınmamak gereklidir belki. belki de belkilerle kalırım.

velhasıl kelam zor zanaat düşünebilmek, hazmedebilmek ve her şeye rağmen yaşayabilmek.

neden kullanma kılavuzu verilmez ki şu insan oğluna bu kadar çok ihtimaller dünyasında? ummanda bir damla insanoğlu ne yapar kılavuzsuz. bendeniz hafız gibi sekülerleşir durur işte. 31/03/2021
devamını gör...
131.
zaman; elbisesi ruhun desem… göz içinde coşkusu her şeye rağmen ve hüznü sessiz. kendi acısının ne kadarını duyabilir ki insan?
dünya güneşe sırtını dönmüş şimdi. ya da dünya sırtını güneşe dayamış?
karanlık ve ateş… bunu hep yapıyor. günler günlere geçiyor, geceler içinde gecelerin.

noktadan sonra... acı ve haz aynı şey. ne dallarımızda titreyen gün ışığı ne de gövdemizi kemiren kurt...
çocukların tomurcuk ellerine susamış genç bir ağaçtır alnımız.
devamını gör...
132.
hadi kalk şimdi. bak pencereden dışarıya .izle yağmuru selam ver her düşen yağmur damlasına...
merhaba de...yolda kalanlara önce yüreğinin kapısını sonra aç evinin kapısını. ikram et bir bardak sıcak çay...
ve vesselam....
devamını gör...
133.
iletişimdeki kişilerin müzik zevki çoğu zaman bir ortak payda, bir asgari müşterek seviyesinde önemlidir. sohbete muhakkak bir şeyler katar. insanların bana anlattıklarını unuturum ama sevdikleri bir şarkıdan bahsederlerse bunu kolay kolay unutmam mesela.
ama


bunu sevip de



bunu da seven bir hemcinsimle sözlükte karşılaşmak çok güzel.

sanki neşeli günler filminde adile naşit'in nane likörü içip beterin beteri var şarkısını söylerken yakaladığı kızları olmak gibi. burayı okursa hatırlayacak ve gülümseyecektir, eminim.
devamını gör...
134.
karalama defterine bakmayı -tabii ki sahibinden izin alarak- çok severim. eğer köşeli şeylerse karaladıkları, bu onun o sırada bir derdi olduğunu gösterir ve hemen dertleşmek isterim.
devamını gör...
135.
şarkılar hep seni söyler bana hep seni anımsatır.bir göl kenarında kalbinin ritmini dinliyormuş gibi öyle huzurlu.her şarkıda biraz daha özlerim seni her parçada çoğalır gözyaşım.vuslat denen kavram sadece sözde kalır bizim için .aramızda dağlar yok,aşılamayacak mesafeler yok ama öyle bir uzağız ki birbirimize , bizim uzaklığımız siyahi bir çocukla ,bir soluk tenlinin oyunlarındaki gibiydi.birdik ama aslında hiçbir zaman bütün olamadık.sevdik ama özveride bulunamadık.çok özledik belki ama her ellerimiz buluştuğunda birbirini özleyen ruhları buluşturamadık.bu yüzden seni anımsadığım her şarkı biraz ayrılık, biraz özlem ve biraz acıyla dolu . unuttum neşe dolu şarkıları ,buram buram hayat kokan papatyaları,palyaçoların yüzünden akan cennetimsi mutluluğu,günahsız bir bebeğin bembeyaz gülüşünü... ben insanı mutlu yapan her şeyi unuttum. kısacası ben seninle geçen her günün bana getirdiği mutluluğu unuttum. ben sensizken nasıl bir ben olduğumu unuttum. gel sevgili bana beni hatırlatmam için biraz sen ver.
devamını gör...
136.
hayat ve dünyayı anlamlandırma ile geçiyor yaşamımız ve çoğunlukla bu arayışın farkında da değiliz. hemen şu soru geliyor aklımıza peki neden farkında değiliz ? sonuçta zaman akıp gidiyor ve her şeyin kıymetini bilmeliyiz çünkü biz her zaman hissetmiyor olsak da dünya dönüyor ve biz onu hissedemiyoruz . ne acıdır ki insanoğlu asırlardır bir paradoks içinde ama bir türlü anlamlandıramıyor. şairler gibi olmak lazım bazen kah hüzünlü, kah neşeli . şiirlerde mesela yaşanmışlık ve hayat var yani bir nebze de olsa hayatta anlamlandıramadığımız şeyleri anlamlandırıyoruz, keşke hayatta her şey şiirler gibi net olsaydı ama maalesef değil. sadece bizi paradokstan çıkartan adeta büyülü bir araç. unutmuşum peki ya duygularımız ne alemde bu koşuşturmaca esnasında? maalesef yitikler. daha çok duygularımıza ihtiyacımız varken zaaf olarak görüldüğünden dışarı çıkarmıyoruz oysa bu dünyada duygu olmadan çoğu şey yavandır ama hayat hissettirmez. keşke sevgi ve duygu ile her karanlık noktayı aydınlatabilsek ama maalesef hayatın akışında duygulara yer verilmiyor ,hor görülüyor. bilmiyorum ben duygularımı içimde tutamıyorum ama duygularımda içimde tutsak gibi bekliyor . bizim duygularımızın kıymetini bilmeye ve sınırsız sevgi yaymaya ihtiyacımız var . herkese sevgi vermezsek bu dünya nasıl döner ki ? bazen keşke ahtopot gibi olsam herkese yardım edebilsem diyorum ve bunu da içimdeki sevgi yapabileceğimi düşünüyorum ama realite de bazen mümkün olmuyor . işte o zaman kalbimden hissediyorum . dokunamasam da elimden bir şey gelmese de sadece kalbimin bütün sıcaklığıyla yardım ettiğimi düşünüyorum ve bütün benliğimle yanındaymış gibi oluyorum . umuyorum ki sevgi duygusu çoğalacak ve dünyadaki her karanlık noktayı aydınlatacak bilmiyorum belki de polyanna gibi düşünüyorum ama sevginin olduğu her yerde her şey mümkündür.

orhan veli'nin çok sevdiğim bir eseri var şöyledir ;
anlatamıyorum
ağlasam sesimi duyar mısınız,
mısralarımda;
dokunabilir misiniz,
gözyaşlarıma, ellerinizle?

bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
bu derde düşmeden önce.

bir yer var, biliyorum;
her şeyi söylemek mümkün;
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
anlatamıyorum.

ne kadar güzel yazmış şair değil mi? bana yüzyıllar boyunca tek bir şiir hakkın var deseler sanırım bu şiiri seçerim.

şu şarkı da pek hoştur benim nazarımda ;



umarım hayatın akışında sevgilere daha çok yer veririz.....
devamını gör...
137.
anam hasta, hastanede şimdi babamla. dün halamlarda kaldım, bugün evde olsam da kendimi yuvasız gibi hissediyorum. meğer evi yuva yapan anacığımmış be sözlük.
devamını gör...
138.
her gün hüsran, hayâl kırıklığı, anlayışsız insanlar falan.
bir ömür böyle geçmek zorunda mı acaba ?
hiç mi doğru düzgün bir gün olmayacak ?
devamını gör...
139.
her olayda biraz daha güçten düşen biz insanların aksine dünya, milyonlarca yıl üzerinde gerçekleşen kötülüklere nasıl dayanabildi? aslında pek dayanmış gibi de gözükmüyor çünkü insanların birbirini mahvettiği yetmezmiş gibi dünyayı da mahvediyor. koca dünyayı yok etmek evrende bi toz tanesi bile olamayacak biz insanların nesine? kimiz ki dünyada bir hak iddia ediyoruz?
devamını gör...
140.
(bkz: kafa sözlük)
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim