981.
bir orda olsaydım ne güzel olurdu dediklerimiz vardır , bir de keşke orada olsaydım dediklerimiz vardır. ikinciyi çok söylememek lazım.
devamını gör...
982.
biri bana yıldızların ölen insanların ruhu olduklarını ve sevdiklerine bir mesaj olarak parıldadıklarını söylemişti. benim de tek hayalim bir yıldız olmak.
devamını gör...
983.
ne diyordu şükrü erbaş? şöyle diyordu: kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?*
bu söze ilk temas ettiğimde açıkçası çok sarsıcıydı benim için. yine bu geceye benzer bir gece yarısıydı, yalnızdım, sıkılıyor ve en kötüsü uyuyamıyordum da. durup bu sözün üzerine düşünmeye başladım. öyle ya düşünmek için biraz durmalı derler.*
evet, durup düşündüm. şimdiye kadar kimlerin derinliğini görebildim, en azından bir kez olsun? ya kim benim derinliğimi görebildi? peki derinlik dediği şey neydi erbaş’ın? en basit haliyle ben kendi derinliğimde hangi bastırılmış hisleri muhafaza ediyordum? benim derinliğimde ne vardı? bir insanın derinliğini görürsek ne olurduk, nesi olurduk? daha kötüsü, her şeyi geçip de ben en azından kendi derinliğimi görecek göze sahip miydim?

haklısınız. hiçbir soruya cevap veremedim. fakat bu, bu cümlenin bende yarattığı etkinin sebebini de açıklıyordu. sebebi buydu, buradaydı, bu kadardı işte: bu derinlik; çoğu zaman görülemeyen, anlaşılamayan, izah edilemeyen soru işaretleri barındıran bir düğümler yumağıydı. derinliğin içini/muhtevasını görmekten ziyade bize düşen derinliğin varlığını idrak edebilmekti. bize kalan orada bir derinlik olduğunun ayırdına varmaktı, hepsi bu. en korkağımız, en cimrimiz, en telaşlımız, en talihsizimiz, en yalnız en aşağılık ve en iyi hasletlere sahip diğerlerimiz. her birimiz kıymetli bir derinliğe sahip benlikleri taşıyorduk içimizde. ve sadece bunu bilmek birçok şeye yarıyordu aslında: çabucak yargılamanın, kınamanın, hor görmenin önüne geçebilirdi mesela bu farkındalık. karşımızdakinin içinde bulunduğu durumu hesap ederek sözlerimizi sarf etmemizi sağlayabilirdi.* bizi empati yapabilen, daha anlayışlı, daha iyi seven, daha güzel kollayan kimselere dönüştürebilirdi. iyi kimselere.

yine de belki bazımız o derinliği görmek mutluluğuna erişmiştir. hatta bazımızın derinliği de görülmüştür ki onlar bizden hayli mutlu olmalılar, böylesi insanlara sahip oldukları için. diğerlerimiz, ötekilerinde sadece bir derinlik olduğunun ayırdına vardıksa ne mutlu bize. ya da bu mesele bu kadar alengirli değildir de ben tüm bunları yine zorlayarak çıkarıp sözlüğe üfürüyorumdur? öyle ya her şeyin olabileceği saatler bunlar.

velhasılı şu cümleye vardım, tüm düşündüklerimin sonunda: ‘kim kimin derinliğinin ayırdına varabilir, hem hangi kavrayışla?’
bizi bir kavrayış sahibi kıl.
devamını gör...
984.
gönderilmemiş mesajlar.

selamlar. hadsizlik olarak görmezsen bu tanımınla ve son zamanlarda yazdığın siirlerle ilgili bir iki kelam edeyim. kafana uymazsa sil gitsin.

her acının yaşanma zamanı vardır. o acıyı yaşamazsan hayatın hiç beklemedigin bir anında karsina çıkıp seni devirir. bu yüzden acılarımız çok kıymetli ve biricik. acılarına sahip çıkmalı ve onları gecistirmemeliyiz.

ancak her acının bir bitiş zamanı vardır ve ona ancak sen karar verebilirsin. birinin gelip seni o acıdan çıkarmasını beklersen bu defa başka bir acıya itelenirsin.
kendine bir tarih belirle. bir gün, bir ay, bir yıl. o tarih geldiğinde gözyaşını sil, saçını topla, yenilgini çantana koy ve yola devam et. o yenilgi çantanda olduğu sürece başka yenilgiye yer kalmaz ama yenilgiyi boynunda taşırsan herkes güzelliginden önce yenilgini görecektir.

ne demiş ünlü düşünür; insanlara yaralarınızi göstermeyin. size vurmak istediklerinde ilk orayı hedef alacaklar.
devamını gör...
985.
etrafta neredeyse hiç ses yok. sadece fonda minicik bir havalandırma sesi. aynı binada olmamıza rağmen onlar yanımda değil. hepsi uykunun kollarında. bense sabah altı buçukta kalkmış olmama rağmen, bugün aldığım anesteziyi vücuttan atmak için aldığım kafeinin tesirinde yaklaşık iki saattir direniyor, dönüp duruyorum. bir yandan da birazcık huzur için içimi ısıtan always with me dinliyorum.
oysaki çok yorgunum. hem vücudumun hem ruhumun iyileşmesi için uyumam gerek. hala uyumamış olanlardan bir tutam şans dileği alabilir miyim?
ilki benden size gelsin, huzurlu uyku diliyorum. * iyi geceler sözlük.
devamını gör...
986.
fışkiyeler devirsin sizi.
çünkü güç dediğin tam da böyle bir şey değil mi? eline geçtiği anda yüzüne bulaşan sonra yüzünü silerken bir şekilde sıçtığın.
hepimiz için geçerli.
elimizden gelse diktalardan daktilolar, daktilolardan koca krallıklar kuracağız.
sonra kral çıplak diye bağıranları yine aynı daktilonun yağlarında boğacağız.
yine de yazmaya devam.
çünkü başka türlüsünü bilmiyoruz.
devamını gör...
987.
bir şehri başka bir şehirde yitirmişse kadın,
haritalar mı dersin, denizler mi, sınırlar mı, aşk? vız gelir yeri gök, göğü yer yapan.
kuzeyli bir ağacın kendi değilse kanı yürür, karanlığı dolaşır gözleri, sırılsıklam gözleri...
besmele'sizdir ve katıksız yalnız. kalbine bir gül ağacı diker, kalbine su ve biraz güneş..
toprağın bereketli mi?

"tanrılar bilmez bunu."
devamını gör...
988.
ben burada kalayım. siz devam edin. kumda kalayım, kumdan olayım. istemiyorum. güldüm çünkü yıldızları izlemek istiyorum. sustum. sonra oturdum. saatlerce oturdum. kimse uyanmadı. ben de uyanmamıştım o zaman. ben sustum. izledim. izlemedim aslında hiçbir şeye bakıyordum. bir nehir akıyordu, görmedim. sıra sıra insanlar geçiyordu. ellerinde tuttukları bir anı mı kaydediyordu bir anı öldürüyor muydu hiç bilemedim. ardı ardınca geçtiler. hepsini izledim. suyun akışını izledim. oturduğum bir ağaç kökü. canın acımıyor mu? hissetmiyorum. belki de hiç acımıyor. belki de acısını aramıyorum.
devamını gör...
989.
bir yol biliyorum. yol da beni biliyor, tanıyor. alışkın bana.

bazen hışımla, bazen sakin sakin yürüyorum o yolda. dönüp dolaşıp gidecek bir yer bulamadığımda vardığım yer. senin de var biliyorum. iyi ki de var haklısın. ne olurdu halimiz sıkıştığımız yerde kalmak zorunda kalsaydık düşünsene. nerede sıkışıyorsan orası ait olmadığın yer. nerede buluyorsan sıkışıklığının zincirlerinden kurtardığında kendini tam olarak oradan bahsediyorum şu an evet.

bilmeye biliyorum, dünkü çocuk değilim hoş. yön duygum yok benim doğru ama bulmak için aramaya ihtiyacın olmayan bir yer orası. çaresizlik, imkansızlık, seçeneksizlik ve en fenası da bunların hepsinin bir arada olduğu, o sıkışmışlık olarak yaşamak, tanımlamak zorunda kaldığımız durumların içindeyken istemsizce sürüklendiğimiz sessiz, ıssız sokaktan söz ediyorum. aynı anda hepimiz orada olsak da birbirimizi göremediğimiz, duyamadığımız, dokunamadığımız yerden. kimsenin kimsenin elinden tutamadığı, çık artık oradan telkinlerinin işe yaramadığı... ancak bir profesyonelin o da seninle doğru kanala girebilirse ışık tutabildiği, yolunu aydınlatabildiği. biliyorsun işte. sen. kendine dönüşün.

şimdi sırasıyla neler yaşayacağımı çok iyi biliyorum. geçeceğim tümsekleri, yol ayrımlarını, karşılaşacağım işaret tabelalarının yerlerini, nereden saparsam iyi nereden saparsam kötü olacağını -evet bana göre iyi ve kötü-. yol boyunca bambaşka tecrübeler yaşayacağım elbette. hiçbiri bir diğerine benzemez. zaten o yüzden yol değil yolculuktur ya mesele. ama demek istediğim şu; buraya ilk defa gelmiyorum. geldiğim yerden korkmuyorum. bunun ne kadar kaçınılmaz ama ne kadar gerekli olduğunu iyi biliyorum. bundan mutsuz değilim. peki ne anlatıyorsun sen dediğini duyar gibiyim. aslında hiçbir şey. kabul etmeye çalışıyorum sanırım. evet buradayım yine. bendeyim. benleyim. ama bildin, doğru; aslında burada olmak istemiyorum.
devamını gör...
990.
yaratıcının bir armağınımıydı bu?
önce dalgalara atılıverdin, yüzemedin sayısız kere battın, çıktın boğuluverdin. bir kıyıya savruldun. elma mıydı? incir miydi? hangi meyve'nin gafletiydi bu sıkıntı. vahşi ormanlara sürülen bu emanet, kanına üzüm'ün rengiyle gelen sefaletin en güçlü ortağıydı.
tanrı duyuyor muydu isyanını? ondan mıydı gök kavgasından sonra seni sırılsıklam yapan bereketi. mucizeleri kaş çatmasıyla gelirse kötülükleri bal ile mi servis edilir?
arı'ların yapamadığını yılanlara devreden gösteri başlamıştı şimdi. mağara'nın deliğinden çıkan o kutsal yılan yolunu kaybedip yeraltından gitti. oralarda zehir denilen şey'i keşfetti. fani'nin korkulu rüyası bu sürüngen şifa'dır bazı efsanelerde.
o mistik kargaşanın içinden çıkabilen insanoğlu sen hangi günah'ın bedelisin? etin, kemiğin ,ruh'un nereye ait? savrulduğun rüzgarın nefesi kuvvetli. yakılan ufacık ateşi yellendirir cehenneme çevirir. dağlarına yaslanırsın da sarsıldığında içine yutulur, ölüm uykusuna yatıverirsin.
rüyalarla gerçeklerin savaştığı yerküre, başladığı yerin sonsuzluğunda kaybolup, gidilecek yolun soğukluğunda çatlamayı bekliyor...
devamını gör...
991.
bu ararlar oduncu gömleğine yükseliyorum dedi herkes şuan oduncu gömleğine yükseliyordu ona pazarlanan oydu bilinç altına o kadar işlemişti ki bu fikir kendi seçimi olmadığının bile farkında değildi
devamını gör...
992.
nasıl anlatılır ki bu boşluk? bir yoksunluğa inat başlayan, günbegün hayatıma dolan, kırılma noktasında kırılmayan, aksine daha da güçlenen, ömrüme kök salan, uzun bir aşk hikayesi bu. sonu baştan belli olan. ama başlamanın bir anlamı varsa o da bitişi göze almak değil miydi zaten?

kimim ben? senin için kim olabilirim? sevmekten başka verebileceğim bir şey yok. onu da tükettin sanırım. haklısın da. çünkü bir hayatın olmalı. ben bu hayatın neresinde duracağımı bilemem.

senin için ne olduğumu düşündüğüm çok zaman var. hayatının önünde bir engel, ayak bağı.

daha önce de içine düştüğüm bir kaygı bu. yiyip bitiren. etrafına zarar veren. ancak hiçbir zaman sebepsiz olmadı. küçük ipuçları beni bir şekilde buraya getirdi. hiç de yanıltmadı. ama bu sebep mi sonuç muydu? sanırım hiç öğrenemeyeceğim.

içimi kemiren o yoğun duygular başladığında elimden bir şey gelmiyor. yanımdayken yolladığın sevgi mesajları geliyor gözümün önüne. üçüncü tekil şahıs olduğundan habersiz çocuk. bu hale düşmek istemiyorum. bunu bana yapma. yalan söylemek mesela. tereddütsüz söyleyebildiğin. yalan söylenen biri yapma beni. bunu hak etmedim.

"ayrılık ne biliyor musun? ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar...ne yapacağımı sanıyorsun bundan sonra. tenin tenime bu kadar sinmişken, ömrüm azala azala önümde akarken, gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..."

ne zaman başladı biliyorum senin uzaklığını hissetmem. o gün gitmeliydim evden. dönmemecesine. kırılmış bir cam gibi. eski haline dönmesi mümkün olmayan. aslında kırmamak için uğraştığını gördüm gözlerinde. ama kırıktı işte. merhamet miydi? sevgi belki. sözlere inanmayı seçtim. başkasına baktığın fotoğrafları gördüm. artık bana bakmayan. içinde ben olmayan. korkularımı sana anlattığımda ben hep seni seveceğimden, yanında olacağıma dönüşen sözler. dayanırım sandım. olmadı.

yağmur yağıyor şimdi. gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına.

insan nereye giderse gitsin düşüncelerini de yanında götürüyor. o içindeki ince sızı hiç geçmiyor. nasıl anlatılır ki bu boşluk?

bir gün senin adını bana sorduklarında. dostum diyebileceğim sadece. sonbaharı hatırlatacak, gözlerimdeki hüznü kimse görmeyecek. dostum diyebileceğim sadece. bütün bu anlar yitip gidecek, tıpkı yağmurdaki gözyaşları gibi.
devamını gör...
993.
az önce gbt'den çıktım, alkollü ama temiz bir şekilde. odama döndüm aynada yüzüme baktım, yüzüm vardı, gördüğüme sırııttım, epeydir yüzümü unutmuştum, kafamda bir imge vardı ama, soluk, yarı göçmüş, gülmeyi unutmuş tuhaf bir yüz.
onunla uzun bir zamandır idare etmiştim, gerek yoktu aynalara, gerek yoktu yeni olan hiçbir şeye, planlara, hayallere, umutlara.

sonra üstümü çıkardım, üstümdeki her şey yeni idi, yeni ve temiz. bu hal de hoşuma gitti, hatta o bücür "aldıklarının fotoğraflarını yolla bakiym" deyip yolladığım andaki o tuhaf arefe çocuğu sevinci geldi aklıma, aklım başa çıkamayacak kadar yorgundu aslında, ama aklım nihayet direksiyonu eline almıştı, olan aklım bana yetiyor ve nasıl olduysa saçmalamıyordu, buzdolabında bira ve sütlaç vardı, istediğim zaman kahve yapabilirdim, dertleşecek insanlarım vardı, galiba bir kez daha yırtmıştım o tuhaf eski halden.

birayı unuttum, gelecek / yarıda kalmış / bir telefonum vardı, gbt'em hâlâ temizdi, kahve çok ama çok iyi giderdi, ıslıkla çok güzel türkü çalabiliyordum ve türkan beni çok seviyordu.

yaşasın mıydı hayat?
devamını gör...
994.
/aklını kaşık kaşık yemek istiyordu kadın
en ateşli sevişmelerden daha çok haz verecekti sanki ona
yaşamak, görmek ve dinlemek
sebepsiz bir tutkuya kelepçeliydi bir nevi
aklı oyunlarında durgun
dili sözlerinde suskundu
meydandan başlayıp koşmaya
kızgın denizlerde sönmekti tek arzusu
/

her yer karanlık olsa da önünü az çok seçebiliyordu. gözleri alışmıştı karanlığa. uykudan yeni uyanmanın verdiği mahmurlukla ağır ağır mutfağa ilerledi. aspiratörün düğmelerini eliyle yokladıkan sonra en kenardakine basarak aspiratörün ışığını açtı. hala oturma odasından şarkı sesleri geliyordu. yine şarkı dinlerken uymuş olmalıydı. yanan turuncu ışık uykudan yeni kalkmış ve karanlığa alışmış gözlerini acıtsa da şimdiden alışmaya başlamıştı. mutfak lavabosunda yüzünü yıkadı, dirseklerini dayadı tezgaha. karşısındaki pencereden ay gülümsüyordu kendisine. bir selam verdi ona.telefon? telefonu neredeydi? hızlı adımlarla oturma odasına yöneldi. ayakları sorduğu sorunun cevabını vermişti bile. masanın üzerinde duran telefonu yatmadan önce koyduğu yerden aldı. bildirimlere bakarken aynı zamanda da mutfağa dönüyordu. canı deliler gibi sigara is... hassss**** ayağını vurduğu kapı eşiğine savurduğu küfürle birlikte derin bir nefes aldı. birkaç mesaj ve şarjının az kaldığını gösteren uyarı dışında bildirim yoktu. bir arama bekliyordu, belki de bir ses, bir nefes. ocağın kenarında duran sigara paketine yöneldi. 1,3,4,6... 6 sigarası kalmıştı. "sigara almalı" diye düşündü. içlerinden bir tanesini alıp dudaklarına götürdü. saçlarını yakmamak adına eliyle toplayıp ocakta yaktı sigarasını. ciğerlerine çektiği zehirli dumanın tadı yayıldı ağzına. ocağın üzerinde duran çaydanlığın yüzeyindeki yansımasına denk gelmesiyle duraksadı bir an. aklındaki tüm sorular ve yanıtlar uçup gitti. günlerdir aynalardan kaçmasına rağmen yakalanmıştı işte kendisine. dağınık saçları, şişmiş göz altları ve çökmüş yüzü hiç iyi şeyler anlatmıyordu ona. içinde garip bir telaş aynı zamanda da bitkinlik vardı. hem sokaklarda deliler gibi bağıra bağıra koşmak hem de tüm gün yatağında yatmak istiyordu. çaydanlığa biraz su koyup altını yaktı. biraz kahve ayılmasına yetecekti. tezgahın kenarına çöküp bacaklarını çekti kendisine. aklında deli sorular ve cevaplar, cevapların getirdiği yeni sorular ve yeni cevaplar... koca bir döngü, büyük bir çıkmaz. sigarasından derin bir nefes alırken sıkıca kapattı gözlerini. bir şeyi görmeye bile mecali yoktu sanki. susmak istiyordu, sadece susmak. beyninin içinde dönüp duran tilkileri bir bir öldürmek... çaydanlıktan taşan suyun sesiyle geldi kendisine. bitmiş sigarasının külleri üzerine dökülmüştü. üzerini silkeleyerek ayağa kalktı. suyun altını söndürdü. bir bardak kahve ve bir dal sigara alarak balkona çıktı. turuncu sokak lambasının aydınlattığı sokak bomboş ve sessizdi. ağustos ayının ortasında olmasına rağmen üşüdüğünü hissetti kadın. sandalyeye oturacakken sigarasını yakmadığını fark etti. sabır dilenircesine derin bir nefes alarak mutfak masasının üzerinde duran çakmağa yöneldi. masanın üzerindeki ayrıntıyla duraksadı bir an. deli gibi ağlamak geliyordu içinden. çakmağı hızlıca alarak balkondaki sandalyesine oturdu. sigarasını yakmak istiyordu, sigarasını yakmak ve o zehirli dumanı ciğerlerine çekmek. lakin elleri inadına deliler gibi titriyordu. bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. fakat ne gözünden bir damla yaş geliyordu ne de sesi çıkıyordu. sadece hıçkırıyor, nefessiz kalıyor ve nefes almaya çalışıyordu. arkada yalnızlığım diyordu (bkz: zuhal olcay). geçen sayısız dakikalar ardından kendine geldi kadın. gitmeli diye düşündü, çok uzaklara gitmeli. tutunarak zor bela kalktı yerinden. son bir kez gecenin soğuğunu çekti içine ve içeriye girdi. aspiratörün ışığını kapatıp mutfaktan çıktı. ardından kapanan dış kapının sesi yankılandı karanlıkta... o sırada tezgahın üstünde bir ışık belirdi önce, ardından bir melodi... telefonu çalıyordu, peki ya arayan kimdi?
devamını gör...
995.
hayat anlık yaşanır, iyiyi kötüyü sonradan fark ederiz. öyledir ki mutlu olduğumuz zamanlarda gözümüz kapalıdır. varlıkları oldukları gibi değil de isteğimizce seçeriz. basit bir nedeni var, insan mutlu olmak için yaşar. mutlu olma gayesine ulaşan insan daha fazla çabalamaz. çabalamasına gerek de yoktur o ayrı mevzu. çocukluğumuzdan sonra hep mutlu olmak isteriz, bunun için çalışırız.

mutluluk, *dünyadaki diğer her şey gibi sonsuz değildir. insan mutluluğunu yitirdiği vakit yavaş yavaş düşünmeye başlar. ilk adımı, mutluluğu kaybetme tehlikesindeyken olur. kaybetmemek için düşünür, kaybetmemek için kafa yorar. sonrasında tekrardan mutlu olacağı döneme kadar hep düşünme ile geçer günleri. her düşünüşünde mutlu olduğu zamana gider gider geri gelir. o anları kafasında tekrar yaşar, neyi yanlış yaptığını bilmek ister. her gidişinde farklı bir şeyi görür. her düşünüşünde doğruya birer adım daha yaklaşır. en sonunda o anlık doğrusunu bulur.

doğru dediğime bakmayın, insan mutluluğu için yaşar demiştim ya, işte eğer bulduğu doğru sonucu mutlu olmazsa bu sefer bulduğu doğrunun üzerine gider, mutluluğunu bulmaya, onu mutluluğa erdirecek doğrusuna gider.

(bkz: her yolculuk varmak için yapılmaz).
devamını gör...
996.
kadınlı şiirler, serserilik içeren hikayeler ve hayatı çözümleyip sonuca varmalar falan. sadece ne olduğunu anlamaya çalışan, mümkünse bir sonuca varmamış insanlar, iyi geceler. eğer varsa, kendi tanrılarınız sizinle olsun.
devamını gör...
997.
“garip...

adına, tadına, tuzuna, tozuna bakmayız,

acısını duyalım yeter.

her nemiz var ise verip verip,

kalp, gönül, damar, ses, nefes...

hayal, hülya, rüya, şarkı, şiir, miir...

ne bulursak girip girip.

garip garip severiz biz,

garip garip…”

mercan dede "garip"
devamını gör...
998.
ölüm nedir?

“bilmiyoruz ve bilemeyeceğiz”

alman fizyolog emil du bois-reymond’un, insanın sınırlı bir varlık oluşunu ifade ettiği düşünülen bu sözü, zannediyorum ölüm başlığında eğreti durmayacaktır. her canlının deneyimlediği fakat deneyimini paylaşamadığı ölümün ne olduğuna dair yığınla söz sarf etmiş insanoğlu. sadece ne olduğunu bilmek mi istemiş de ölüm hakkında bunca bilgi ( bilgisizlik) sahibi olmuş yoksa onu yenmek arzusuyla mı sorgulamış? eminim bazıları, sadece, sevdiklerine onu yakıştıramadıkları için sormuş ve sorgulamıştır. elbette kimisi de korkudan. farklı sebepler de muhakkak var.

ölümün engellenemez, anlaşılamaz, güç yetirilemez doğasına rağmen ona çare arayan, bulma ümidi her nesille birlikte yenilenen fakat her seferinde hayal kırıklığına uğrayan; bunun yanında mevcuttan bir miktar daha uzun yaşayabilmenin çeşitli yollarına erişen insanoğlu çarenin yerine koyabileceği bir kelimenin denizinde hayat sürmeye devam etmiş: teselli.

bazen bağrımıza bastığımız bir taş olmuş teselli. bazen o taşı eritecek kadar yanmış da sineler, gönlümüzden gözlerimize bir yol bulup yaş olmuş teselli. kimini bir sükûtun yalnızlığına dost kılmış, kimini kimine kardeş eylemiş.

avunmuşuz takdiri ilahi diyerek, çıra gibi yanmışız da elimizden bir şey gelmemiş. kalan sağlar bizim olmuş da gidenlerin tebessümünü gökyüzüne yakıştırmışız. ağıtlarımız dinmiş bir süre sonra, matemlerimiz boynu bükük bir kuş gibi sus pus etmiş bizi. büyütmüş bizi ölüm, kimimiz adam, kimimiz asi. ne desem az, ne desem merhem olmaz. sanırım kader demenin vakti geldi.

ölümü bir tür yok oluş olarak tanımlayanlar da olmuş onu yepyeni bir hayatın başlangıcı olarak tanımlayanlar da. yaşamsal faaliyetlerimizin hepsinin son bulması ise genelin kabulü. elbette bu kabul biyolojik ölüme dair; psikolojik olanı da var çünkü. “ne tuhaf, ölüm korkusunun izine dahi rastlamıyorum kalbimde” gibi bir söz sarf eden biri içinse sanıyorum yaşam gibi ölüm de hayatın bir parçası ve doğal bir gerçeklik anlamı taşıyor.

ölüm hakkında rastladığım sözlerden birinde şöyle diyor: “ölüm olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık.” bu söze katılıyor ve bu bahsi burada kapatıyorum zira ölesim gelebilir.

devamını gör...
999.
çocukken hiç erik çaldın mı, dedi. hayır, dedim. benim babannemin köyde kocaman bir bahçesi vardı. erik ağaçları, elma ağaçları, asmalar... sonra halamın da öyle, evinin üç yanını saran bahçeleri vardı. armut, vişne ne çekerse canım ben o ağaçta... hatta kısa bir süre bizim bile bahçeli bir evimiz olmuştu ben küçükken, dedim.
olmaz, dedi. yine de erik çalmalıydın. kucağını doldurmalıydın korku içinde ve peşin sıra eli bastonlu bir amca kovalamalıydı seni.
kovalamadılar. ben de çalmamıştım zaten ne diye kovalasınlardı ki.
ayıp etmişim çocukluğuma...
devamını gör...
1000.
canım sıkılıyor, hava sıcak, elime bir yerden kalem geçti.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim