4841.
burası mıymış?

hiç kafamdaki gibi değil, kaç kişiyiz? 6? köşenin arkasında da başkaları olabilir ama gözükmüyor. en uzağımda bir kadın var, elinde bir kitap, onu okumaya çalışıyor, yüzünde milim kıpırdama yok. neyi okuyor acaba? kapağı görüyorum ama adını okuyamıyorum bu mesafeden.
yanımdakiler acılarını yarıştırıyor, odada benden başka kimsenin saçı ve kaşı yok, saçsızlığa insan gözü alışık ama kaş olmayınca kişinin bütün duyguları havada kalıyor gibi, çok saçma.

saatlerdir kafamda binlerce şarkı çalıyor ve hepsi yunanca, sanırım böyle zamanlarda öz kendine dönüyor, daha çok alışık olduğu şeylere tutunuyor. şu anda çalan ise tifles elpides. ahah, tam yerine uydu, tam bana uydu.

uzman hemşire yeniyim diye en çok bana bakıyor sanırım, yanımdan geçerken gülümsüyor, lan olm nasıl beceriyor bu insanlar böyle işleri?
bir oda dolusu yarı ölüye nasıl dayanır insan, nasıl güç verebilir onlara? nasıl? çok saçma.

hop, şarkı yine değişti, akou vre file çalıyor şimdi de. hep leyla'nın işleri bunlar, onun tezahürü. ne güzel yaptı ama, ben buraya girmeden az buçuk zaman önce "bir daha hiç konuşmasak en iyisi olacak" dedi, gitti. müthiş güzel zamanlama!
akou vre file!

hemşire geldi, nasılsın dedi, en uzaktaki kadın kitabını ya okuyor ya da önünde dünyaya karşı bir perde olarak kullanıyor ya da her ikisini de aynı anda yapıyor, yan taraftan 2 kişi gitti, benim de işim birazdan bitecekmiş.
öyleymiş.

hop, şarkı değişti!

itane aeras..
e hani rüzgâr bendim???

çok saçma.
devamını gör...
4842.
uykusuzluk baş gösterdi sevgili sözlük. geçen sene fark ettiğim üzere uykusuzluğumun asıl sebebi dipçik düşünceler değil, tıkalı burnummuş. her sene eylül ayında başlayan uykusuz gecelerim gittikçe huzurumu kaçırıyor. gerçekten herkesin de koyduğu teşhis gibi ben de her sene bu zamanlarda depresyon stayla olduğumu sanıyordum. otrivine bağımlısı da oldum. gerçekten allah düşmanımı uykusuz bıraksın o çok umrumda değil ama dostlarımı bırakmasın. çekilir bişey değil malesef. umarım tez vakitte ameliyat olurum da kurtulurum.
burnunuza iyi bakın.
devamını gör...
4843.
dün akşam merdivenlerden yukarı çıkarken bir mendil gördüm. birisi düşürmüş, ya farkına varmamış, ya da farkına vardıysa eğilip almamış diye düşündüm. ucundan tutarak kaldırdım, çöpe atacağım, içinden bir şey düştü. karanlık olduğundan ne olduğunu anlayamadım ilk başta. eğilip yakından bakınca bir parmak olduğunu gördüm. tabi ilk anda insan heyecanlanıyor, ürküyor, korkuyor vesaire. ben de korktum tabi. sonra korkumu yendim ve ne olur ne olmaz diye cebimden çıkardığım bir başka kağıt mendille parmağı aldım. (öbür mendili çöpe attım) yukarı çıkıp parmağı ışıkta incelediğimde parmağın her iki ucunda birer tane olmak üzere iki tane tırnağı olduğunu gördüm. parmak yetişkin bir insan parmağı kalınlığında olmakla beraber boyu epey kısaydı. iki parmak ucu boğumu ve yarım orta boğum kadar yani
ilginç bir olay tabi, yapma, plastik olup olmadığına baktım. bir iğne batırdım. kan çıktı. demek normal bir parmak bu…
benim olmadığıma göre, ya şirkete gelen müşterilerden ya da çalışanlardan birisinin parmağıydı bu. aşağı ustabaşına sordum. “çocuklara sor bakalım parmak kaybeden var mı aralarında” dedim. yarım saat kadar sonra, cevap geldi. bizim çalışanlardan birisinin kardeşinin parmağıymış. daha doğrusu iki parmağıymış. gelsin alsın bakalım dedim. çocuk geldi.
çocuk dediysem, o kadar da çocuk değil, ayrıca genetik açıdan özürlü. ama bu kadar özür de olmaz tabi. “ne bu parmak mehmet” dedim. açıkladı.
kardeşi çay molası sırasında (saat 15.30) mehmet’i ziyarete gelmiş. yemekhaneye geçmişler. orada, birkaç gün önce öğle tatilinde benim gösterdiğim bir şeyi deniyorlarmış: iki parmağı ucuca değdireceksin. sonra iyice gözüne yanaştıracaksın. ne görüyorsun. çocuk tam bunu yaparken birisi bunun enseye şaplak atmış şakacıktan. ama şaka kakaya dönüşmüş. o gördüğü şey pat diye yere düşmüş. çay molası da bittiği için eve gidince yerine takarım diye almış. mendile sarmış. cebine koymuş. lakin merdivenden inerken düşürmüş.
neyse verdim parmağı mehmet’e. ne yaptılar hiç merak etmedim sonra
devamını gör...
4844.
direniyorken inatla, yeniliyorsun uykuya. tenimde milyonlarca iğne var sanki ve her biri çekilirken kan değil de başka bir şey dökülüyor ortaya. bu bir ruya... aynalar kırılıyor etrafımda; on, yüz, bin, milyonlarca parça! her birinde bir başka beni görüyorum. geçtiğim ve henüz varmadığım yaşlarda benden zibilyonlarca. bu bir ruya biliyorum... içlerinden biri kurtuluyor ve elinde bir deste kartla çıkıyor karşıma. konuşmaya çalışıyorum duymuyor. dokunmak istiyorum hissetmiyor. hangimiz taklitçi bilemiyorum. fakat bu bir ruya biliyorum... mavi duvarlara dönüşüyor her bir kart ve ev yapıyoruz onlardan; tam 3 katlı. içeriden bir müzik sesi duyuluyor. katların hepsine tek tek bakıyoruz. ortada kimse yok. bir kuş geçiyor tepemizden tüylerini dökerek. gri mor tüyler boğazımıza kaçıyor ve aynı anda hapşırırken kartlar devrilmeye başlıyor. molozların altında, bodrumdan ses gelmeye devam ediyor; sanki bizi çağırıyor. ulaşmak için kaldırıyoruz hepsini. iyi değilim fakat bu bir ruya biliyorum... tüm enkazdan kurtulup en dibe varmışken ses kesiliyor ve sadece bir kart buluyoruz. üzerinde bir yazı: "uyumaya ne dersin?" korkuyorum ve kendime sarılıyorum. önce gözlerimi içime çekiyorum sonra yavaş yavaş geri kalan tüm bedenimi. kayboluyorum kendi karanlığımda. evet hiç iyi değilim fakat bütün bunlar bir ruya biliyorum... gözlerimi açtığımda avucumda bir kağıt buluyorum. kendimden bir not: "uyanma zamanın gelmedi mi?" bahsettiğim şeyler çok saçma evet ve hiç iyi değilim fakat bütün bunlar bir ruya biliyorum...

müziği kapatıp uyumak istiyorum. düşlerin çağrısı işte, sadece bir ruya görme isteği bu. bütün klişe senaryolardan kurtulup aslolanı yaşama çabası.
devamını gör...
4845.
yürek yanarsa titrer, gül üşürse
git gide kirletiyorlar gökyüzünü anne
umutları da tüketiyorlar hep beraber, sevgileri de
dillerinde en ince yalanlar, süslü ve sisli yüzleriyle
soğuk yüreklerinde ne acıma ne sevgi
kimin eli kimin cebinde
kimin eli kimin neresinde belli değil...
bense öyle acemi ve şaşkın
boş kalan ellerimi bir ömür
nereye koyacağımı bilemedim.
bilemedim, hangi yalanla kimi nasıl soyacağımı.
buz üstünde yürümeyi seçtim kendi hesabıma
maske diye bir not düşürmedim yüzüme
bukalemuna çalan rengim de olmadı...
tuttuğum her insanın elinde ellerim kirlendi
gözlerim kirlendi baktığım her insanın gözlerinde
yüreğimi sarktım umut kuyularına her defasında
her defasında yangın çektim su yerine, acı çektim
ne bir gün ışığı aktı içime ne de bir yağmur damlası.
rezil bir dünyanın orta yerinde
hüzün ben oldum düşen her yaprakta
her savaşta vurulan ben
kaç çocuğun hayalleri yıkıldı gözlerimde
kaç çocuğun son ümitleri yandı yüreğimde
ıstırabın en derin okyanusuna gömüldüm
bu nasıl bir dünya
bu nasıl bir dünya anne
kahretsin
suskunum, susuzum, yorgunum anne...
durmadan kirletiliyor, kanıyor zaman, kimse aldırmıyor
kimse yanmıyor sevincini ateşe döken gelincik çiçeklerine
dönüp bakmıyor çığlıklarına annelerin
hergece dokuz yerimden vurur beni, gözleri öksüz çocuklar
bu yüzden çıkarmıyorum kurşunları yüreğimden, yaramı da sarmıyorum
siyahlar giyiniyorum her gün, dalgın dalgın bakıyorum camlara
herşeyin kirletildiği bir dünyada, temiz tutamadık güzelliklerimizi
bu yüzden hep vurgun kaldı bir yanımız, bir yanımız aşka, acıya ayarlı
her gece dumanlar yürüyor
beton yığınlarıyla örtülü sevgisiz kentler üstüne
zifiri karanlıklar yürüyor anne
kapkara nehirler gibi, acı akıyor yüzünde yoksulların
bir cehennem ateşi yanıyor yüreklerinde her akşam
kimse kimsenin yasını tutmuyor, bölüşmüyor acısını
bu nasıl bir dünya anne
bu nasıl bir dünya
kahretsin
sarıl ki, serinlensin ateşler içindeki alnım
yorgunum anne, beynim, tenim, ellerim yorgun
kendime sürgün yaşamaktan
sevgiye tanımlar aramaktan
tüm bu oldu bittilere
insanın kayıtsızlığından yorgunum anne...
yorgunum, ağrılarım, sızılarım, hayallerim yorgun

ellerime çaresizlikler yüklüyorum
üşüyorum bu karanlık soğuk gecelerde sarıl bana anne
oysa hiç dönmedim sırtımı insan emeğine
öpmedim namerdin elini, eğilmedim zalimin önünde
ama ezildim bir çaresizin bakışından
bir annenın yakarışından
bir babanın haykırışından
utandım anne dünyayı kirli bahçesine çevirenlerden
insanların kayıtsızlığından tüm bu oldu bittilere
insanlığımdan utandım anne insanlığımdan.
heyhatki,
bizi ağlatan acılar güldürüyor başkalarını
yürek yanarsa titrer anne, gül üşürse

kaç insan soyundan ihanet görmüş, kaç gül dikeninden
mademki ihanet var,
öz elleriyle boğsun gül emen çocuklarını anneler
ve ihanet etsin şairler
yazmasın şiirler gül yüzlü sevgililerine
her mısrası kurşun olup saplansın yüreklerine...
devamını gör...
4846.
icimdeki seslerin ne zaman sustugunu tam olarak bilemiyorum. ama icimdeki sesler sustu. belki cok zaman onceydi. hatırlamıyorum. cok sey gorup gecirmisligin olgunlugu. ben olgun olmak istemezdim aslında. heyecanlı heyacanlı el kol hareketleriyle konusan ve sacma sapan seyler anlatan neseli rum kızlarından olmak isterdim.
devamını gör...
4847.
eve geldim ve her zamanki gibi koltukta yatan kedimin kafasını avcumla tutup naber lan puşt diye salladım. bazı rutinler mutlu eder.
devamını gör...
4848.
kafam susmuyor.
bedenim duruyor, nefes alıyor, kendine zaman veriyor ama kafam asla susmuyor. sadece erteliyor, biriktiriyor bir gün hiç olmayacak bir anda patlamak için.
devamını gör...
4849.
kafanın hiç susmamasına psikolojide rüminasyon denir. hiç susmayan kafaların patladığı görülmüştür. patlamanın şiddeti, rüminasyonun yoğunluğu, problemin devam ettiği süre gibi bir dizi unsura bağlıdır. bazı patlamalar daha düşük şiddettli, kafadan fısss sesi ve dumanlar çıkması şeklinde olurken bazıları daha yüksek şiddette olur.
devamını gör...
4850.
uykum geldi uyumam daha. evet.
devamını gör...
4851.
seni umursamayan birine bin cümle kuracağına seni umursayana tek bir cümle kur.
devamını gör...
4852.
önce şarkıyı açalım mı? açalım.
çünkü neden olmasın ve onu dinlemek istiyoruz ve yapabilirken yapalım.



o yolladı bu şarkıyı bana, içinde utangaç bir "senin beni anlayacağını umuyorum" düşüncesi ile. o kadının, o çelik gibi kadının ta içinde duran, kimseye gösteremediği, göstersem nasılsa anlamazlar boşver deyip kendine sakladığı bir şarkı bu.
sözleri boşverin, o geldi onu yendi, bu geldi öbürünü kovdu, en sonunda kutsal olan gelip hepsine gerekeni yaptı tadında bişi.

ama müziği?
ama tınısı?
o her saniye insanı içine çeken havası?
gerektiği kadar içinize çekerseniz ve kendinizi ona teslim edecek yeterli kadar gücünüz varsa sizi alıp gökyüzünün ve denizlerin en insan yüzü görmemiş yerlerine götürüyor, özellikle de kendi içinize.
o kimsenin bakmasına bile izin vermediği dünyasını paylaştı benimle, "sen de benim gördüğümü görüyor musun?" dedi hiçbir soru sormadan, sadece müzikle.

görüyorum,
ve kendini bana bu kadar yakın ve eş gördüğün için minnettarım.
şimdi ise sıra şarkıyı bir kez daha açıp içinde kaybolmakta, elin elimde, yüzün yüzümde...
uçabilir miyiz ki böyle????

gel, deneyeceğiz!

spotify
devamını gör...
4853.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

uzaklar diye bir yer var.. zaman zaman gel diye göz işareti yapan…
tüm zaman dilimlerinde vardım, yoktum, geçtim, kayboldum..
gün ışığıyla beraber görsel bir şölenin içindesin…
denizin maviliğine ve sonsuzluğuna dikiyorsun gözlerini, sana anlamsızlaştırdığın bilgeliğini çıkarıp gel diyor “sır” bende… “bilmediğin ne varsa derinliklerimde bulabilirsin.. korktuğun ve çabaladığın zamanlarda kendini bana bırak.. gereksiz çabalamanın seni boğduğunu hissedeceksin.. benimle sakin kalmalısın.. gülerek gelmelisin bana.. sabırsız çocuklar gibi acele etmelisin kavuşmak için.. gülüp eğlenebildiğin kadar dalgalarımda dans etmeyi de öğrenmelisin ki benimle bir ol…”
yavaş yavaş inerken basamaklardan güneşin aydınlığından gözlerin kamaşır burada.. çık der günışığı.. gör güzellikleri..
uzaktan bir melodi gelip oturur içine.. sözlerini anlamadığın bir şarkı nasıl içinde yankılara sebep olur?
her şey farklı burada..
ne tarafa baksan gülümsetiyor insanı.. sıradan bir gün herkes için… yürüyen insanlar, bir yerlerde oturmuş muhabbet eden insanlar, denize gözlerini dikmiş dalan insanlar, koşuşturan çocuklar, dans eden insanlar, şarkı söyleyenler, tenhada duranlar, çoğul eğlenenler..
tıpkı insanın içi gibiydi dış dünya.. bir gün yalnızlık istersin, bir gün çocuk olmak, bir gün eğlenmek, bazı günler efkarlanmak hatıralara…
ve aradığını bulmuşluğun mutluluğu.. tam da burası..

fas
devamını gör...
4854.
köprü gibiyim lan, birinin yokluğunu kabullensin diye onu karşıya geçirmemi istiyorlar.
soramıyorum da e dün ne farklıydı diye, sesi kesip bağı koparıp gidiyor.

ve ben 13 yaşımdan beri ne dediğimi bilmem.
devamını gör...
4855.
aciktim lan.
devamını gör...
4856.
bugün yazdığım dua*:

din gününde toplayacağın üşüyen ruhlarımızı dosdoğru yola ilet

ilet ki sana dönüşümüzde mahçup olmayalım. amin
devamını gör...
4857.
az önce arabanın alt takımını vurdum. çok canım sıkkın. belediyenin yapacağı işin de hıaa...
devamını gör...
4858.
maneviyatı kaydediyoruz. insan ilişkileri bitiyor artık. herkes kendi kabuğuna çekildi orada yaşıyor. son zamanlarda dikkatimi çekiyor.
birkaç arkadaşımız var attığımız mesajlara günler sonra dönüyor. bazen saatler sonra.
sana yazdığım mesaja saatler sonra dönmen inan benim için inanılmaz kıymeti olmayan bir durum. görmedim, elime telefonu almadım, sessizdeydi, bildirimlerim kapalıydı vs vs gibi bahanelerin arkasına saklanmak oyuncak oldu hepimizin dilinde.
ne bileyim düşünmez misin x kişisi ile sohbet ediyorduk mesajımı gördü mü diye?
ben merak ederdim ya. ben yapamıyorum onu işte. gördüğüm an yazıyorum.
yazma diyorum kendi kendime ama bu bana inanılmaz saygısızca geliyor.
istisna olan durumlar hariç elbette. onları söylemiyorum... seni seviyorum, sen kıymetlisin, sen değerlisin, iyi ki varsın dediğim birine de ne saatler sonra ne günler sonra cevap veririm.
böyle yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar o ayrı.
uzaklaşmamızı istiyorlarsa o ayrı. hiç zorlamaya gerek yok
lavaboya bile telefonla gittiğimiz bir dönemde bu bahaneler inanılmaz saçma geliyor... ayrıca farklı platformlarda gayet aktif olduklarını görebiliyorum. bu gerçekten hoş değil. yapmayın.
yavaş yavaş iletişim kesilir ne olduğunu bile anlayamazsın.
diyeceklerim bu kadar.
kıymet veriyorsanız kıymet verdiğinizi gösterin.
devamını gör...
4859.
sözlük kızları kendi aralarında bir telegram grubu kurmuş. bu grupta sözlük erkeklerini külbastı yapma planları kuruyorlarmış. benden duymuş olmayın.
devamını gör...
4860.
puslu gözlerimden akan yaş damlasında yeşermiş fesleğen, dört duvar saksı ekili menekşeler…
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim