801.
içine bir anda bir sıkıntı düşer ya insanın hani. kelimelere sığmaz, boğazına kadar gelir ve düğümlenir. süzülemez ağzından. çıkamaz dışarı. karışamaz havaya. göremez kimse onu.

yalnızca sen görürsün onu ve sadece sen hissedersin. sıkıntı tüm bedenini ele geçirir de sen bir şey yapamazsın ya. bırakırsın kendi haline. geçerse geçer, geçmezse kendi bilir dersin ya hani.
umursamazlığından cesaret alarak daha da sarmalar seni. nefes alış-verişin hızlanır. avcunun içi terler.
geldiğin gibi git dersin sıkıntıya.

yavaşça etkisi azalır. gitmeye başlar. gider gider ve gider. "yeniden geleceğim bekle beni" der alaycı bir ses tonuyla.

sen gülersin. gidiyor diye sevinirsin.
"yeniden geleceğim bekle" der tekrar, sesi gittikçe uzaklaşır ama yankılanır kulaklarında.

"seni duyamıyorum, sesin gelmiyor" dersin sıkıntıya, halbuki yalandır bu, sesi net duyulur, dedikleri net anlaşılır.

yeniden geleceğim bekle beni, bir öncekinden daha çok yakacağım canını, daha uzun süre kalacağım içinde. bu kez de hiç gitme diye yalvaracaksin. çünkü bilirsin ben her içine düştüğümde daha çok yakarım canını.

yutkunamadı. soğuk soğuk terledi. içindeki sıkıntı geçmişti. paniğe kapıldı. bir daha ne zaman gelecekti o sıkıntı? ne demişti o? "yeniden geleceğim" demişti.
daha çok yakacağım canını, demişti.

belirsizlikti sıkıntı,ne zaman geleceği belli olmayan... bununla baş edemeyecek kadar yorulmuştu artık. o gelmeden kendi bir şeyler yapmalıydı...

edit: arkadaşlar sırf üzülmeyeyim diye beğenmeyin bu tanımı. ben de biliyorum guzel bi karalama olmadığını.

ben de isterdim... sağda solda yayınlanmalik, okuyani alıp götüren, götürdüğü gibi geri getirmeyen, 40 yıllık şairin dizelerine haykırdığı gibi haykırıp, yılların blog ve köşe yazarı gibi methiyeler düzmeyi. ama eldeki mal bu.

deliye bal tattırmışlar, çarşıda katran bırakmamış hesabı. edebiyatın içinden geçtim...
devamını gör...
802.
yine birilerinin yerine geçtiğimiz bir gün daha. eski sevgililerin yerini dolduran güzelim insanlar. kendinizi heba etmek yerine sizinle kapatmaya çalıştığınız boşlukları bir kenara bırakıp gerçekten sevmeye çalışsanıza. mutlu olmayı hak ediyoruz.
devamını gör...
803.
adalet bu dünyanın mülkü değil yalanı
dünyanın hakimleri yalanın çobanları
devamını gör...
804.
iki gündür akrabalar ile beraberim.
benim jenerasyon ve üstü hariç buraları görüp, buralardaki işleri bilip, buraları sevene denk gelmedim.
teyzemin 20 yaşındaki torunu ben gençliğimi fındık toplayarak geçiremem diye istanbul’a kaçtı.
şundan yazıyorum, buralı olmayıp, buraları sadece tereyağlı ballı ekmek sananlar, burda üst üste iki yaz geçirseniz, iki sene burdaki büyükler ile fındık toplasanız burdan, buralıların tabiri ile ikrah edersiniz.
burda, ailenin en büyük kadını ne derse o olur.
her büyük kadın, ondan önceki büyük kadın sağ iken, ondan gördüğü gibi bir büyük kadın olur.
burda fındık, geçimlik fındık olmaz. ama dalda da kalamaz. o büyük kadınlara göre, dalda kalan fındık yüzünden ya da fındıklığa geç gitmek yüzünden konu komşu sövmek için bekliyor olabilir.
şu an, evin büyük kadını olan anacım, sultanımız. arada dediğini yapıyorum arada psikolojim/midem iyi değil moduna geçip kafama göre takılıyorum.
anacım ayıdan, yılandan ve ıssızlıktan korkuyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yanımıza kazma alıp gidiyoruz fındıklığa. yılan görürse vuracakmış kazma ile başına. iki gündür bir yılana denk gelmedik. kazmamız yılanı caydırmış olabilir.
beyaz olanın yöresel adı oğluk , daldan toplanan fındıkları oraya dolduruyoruz. ordam da sepete aktarıyoruz.
eskiden fındık dallarından sepetlerimiz olurdu. rahmetli babaannemin sanatı idi, sepet örmek. fabrikasyon hayat sonrası, teneke sepet, çuval sepet icat oldu. kapitalizm bizim burda çalışana da satacak bir şeyler buluyor resmen. yeni şeyler kullanıyorlar diye kendilerini çalışmıyor sanıyorlar. anacım tüm bu hayattan zevk aldığını düşünüyor. bende öyle olacak mıyım diye korkuyorum bazen.
canım çıkıyorken ben bundan keyif alıyorum diyecek miyim acaba?
zihnim bir yandan bunları muhasebe edip bir yandan fındıklıktan firar planı yaparken hava yardımıma yetişiyor.
yeşilimizin müsebbibi yağmur sayesinde mecburi mola veriyoruz.
yağmur buraları çürük ayı haline döndürse de ben halimden memnun bir şekilde vınlıyorum.
çürük ayında, yağmur öncesi nemden, yağmur sonrası yağmurdan dolayı çamaşırlar dahil her şey ıslak olur. güneş görmeyen yerler yosun bile bağlar.
zümrüt yeşili aslında çürük ayı eseridir.
a birde şu arkadaş var. her fındıkla beraber bir süre bizimle takılıyor.
kendisinin, yöresel adı silakotra ilmi adı kulağakaçan.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
neyse bu akşamlık bu kadar yeter.
hala buralara heves eden varsa ilk fırsatta onları da ikna edecek yazılar yazabilirim
devamını gör...
805.
bir cümle ile kuvvet buluyorum sonra bir cümle ile dağılıyorum. bazen bir cümle ile inanıyorum. bazen de bir cümle ile kandırılıyorum.
meriç'in "bir avuç kelime, kıtaları birbirinden ayırır" dediği gibi kelimelerin tesirinden kaçmak mümkün değil.
devamını gör...
806.
yokuşlarda yürürken yalnız yaşayanlar

yokuşlarda yorgun yaralı yaslı
yürürken yaşlanmış yürek yangını
yalnız yılların yargıçlığında
yaşayanlar yazmış yasalarını
devamını gör...
807.
iki kadın bir erkekten oluşan bir aile grubu. bir de ben. bir otobüs durağındayız. üçlü ben yaşlarda. kardeş/kuzen bir şey. gürültülü bir grup değiller. kendi aralarında havadan sudan konuşuyorlar, ben de telefonumla ilgileniyorum.

önümüzden insanlar gelip geçiyor. ben ve erkek oturuyoruz, kadınlar ayakta. yaşça daha küçük olan kadın telefonuna bakıyor arada, nispeten daha sessiz. öbür kadınla erkek sohbet ediyorlar. kadın bir sessizliğin ardından gruba "farkında mısınız, bu sene kısa etek, şort giyen kız sayısı çok arttı." diyor. erkek onaylıyor; "evet evet." duyuyorum, tepki vermiyorum. kadın devam ediyor; "hayır önceden böyle değildi, pandemi mi açtı saçtı böyle insanları anlamıyorum, nereye baksam kıç." sessiz kadın kahkaha atıyor telefonundan kafasını kaldırmadan. erkek bana bir yan bakış atıyor. kafamı kaldırıyorum, erkeğe bakmıyorum. kadına, direkt yüzüne bakıyorum. kadın bakışımı fark etmiyor, arkasına dönüyor, yola bakıyor. telefonuma dönüyorum tekrar. tartışmak için enerjim yok. ama kadının şort giydiğimi fark edip etmediğini merak etmekten de kendimi alamıyorum. telefonuyla ilgilenen kadın konuşuyor bu defa önümüzden geçen bir kadını kast ederek "al bak, bir tane daha." artık dayanamıyorum "ne bir tane daha?" bakışlar bana dönüyor. grubun baskın karakteri olduğu belli, istatistikçi kadın "pardon?" diyor. "size ne insanların ne giydiğinden." diyorum sakin bir ses tonuyla. kadın bir şeyler söylediyse de anlaşılmıyor, çünkü erkek lafa giriyor; "hanımefendi biz sizi kast etmedik." kimi kastettiklerini soruyorum. kadın yine erkek konuştuğu için kendi cümlesini bile tamamlamıyor ve erkek sonunda "biz öylesine, sokaktan geçen insanlarla ilgili sohbet ediyoruz."

bu konuşma tabi ki tarafların asla birbirini anlayamayacağı bir düzlemde devam etti ve nihayetlendi. benim dolmuşum geldi ve bindim. neyse ki...

yazma sebebim bu diyalogu aktarmak değil. kişilerin başka insanların kılık kıyafeti ile ilgili yorum yapma haddini kendilerinde bulmaları da değil. bahsetmek istediğim şey şu; orada onlarla bekliyor olmam bizi küçük bir grup yaptı. insan çok, çok, çok garip bir canlı. sosyalliğimiz, etkileşim bağımlılığımız ve birlikte hareket etme içgüdümüz o kadar baskın ki evet bu bizi evrimleştirmiş ancak gerçekten zekamızı da duygu durumumuzu da çok net olumsuz yönde etkilemiş. tamamen rastlantısal şekilde yakın koordinatlarda doğan insanların gezegeni savaş alanına çevirmek pahasına birbirlerine çok kusurlu şekilde bağlanmasına falan sebebiyet veren mevzunun küçük ölçekli hali tam olarak o dolmuş durağında bugün deneyimlediğim şey. yahu kısa şort, etek giyen ama senin yanında oturmayan kadın hakkında atıp tutarken, sadece ben senin yanında oturuyorum diye beni kapsam dışında bırakıyor olmanın nasıl bir açıklaması olabilir? bu nasıl çarpık, nasıl yanlış, nasıl saçma bir dürtüdür?

düşündüm dolmuşta. kadın muhtemelen benim şortlu olduğumu fark etmemişti bu cümleyi ederken. adam farkındaydı, onaylarken de, sonrasında da. beni, ne tepki vereceğim diye yoklarken de kafasında netlemişti bizim küçük grupluğumuzu. ses etmeyebilirdim ama edersem de sorun değildi. cevap hazırdı, biz sizi kastetmedik. çünkü niye edelim? siz de bizim yanımızdasınız. siz de bizden birisiniz...

biz yan yanaydık, birlikteydik ve bir de bizim dışımızda kalanlar vardı. onlar hakkında "biz" bir olarak istediğimizi konuşabilirdik. çünkü "kendimizi bir topluluğa ait hissetmemiz" gerekiyor. o topluluğun davranışlarına da toleransımız default bir şekilde tanımlı olmalı. sosyal kabul ancak böyle edinilir(!) aksi, bizi uyumsuz, problemli biri yapıyor toplum içinde. sadece toplum değil, biz de kendimizden rahatsız oluyoruz. sorgusuz sualsiz bir kabulleniş. sahip olduğumuz ailede, çalıştığımız iş yerinde aykırı özelliklerimiz olsa da bir bütünün içindeyiz. mikro milliyetçilik semtçilikten başlıyor düşünsene. komşu sitelerin çocukları falan dövüşüyorlar aralarında sebepsiz yere. daha bunun ili, ülkesi... oho...

seneler var bu konuda okuma yapmayalı, düşünmeyeli. ama şurası çok net, türümüzün sosyal etkileşim, iletişim bağımlılığı, aidiyet duygumuzu çok olumsuz yönde kurgulamamıza sebep oluyor, bunun da bakış açımız üzerinde (eşitlik, adalet, önyargı vb çok kritik konularda) müthiş negatif bir etkisi var.

insan çok garip evet. ama ben zeki olduğunu falan da kabul etmiyorum genel olarak. alet oymakla, ateşi gıda pişirmek için falan kullanmakla olmamış o işler. görüyoruz. tekil, bireysel, salt yaşam ve yaşam gereklerini düşünen canlılara bakın bir, bir de bize. kim daha zeki? kim daha yararlı? kim daha "insan"?
devamını gör...
808.
hangi dağın tepesine çıkıp haykırmam gerek içimden geçmişi gözyaşı ile uğurlamak için? hangi dağ bu yükü taşır kalbimden başka? çözüm değil dumanlanmak ama içimi hissetmemem için bunu yapmam gerek. ağlasam çocuk gibi günlerce ya da lâl olmaya devam mı etmeliyim? bilmiyorum.. ah belirsizlik.. müebbet yesem bu kadar sıkmaz canımı, çarmıha gerilsem bu kadar yanmaz canım.
titrek ellerim ve yorgun bedenim.. bende görünen tek şey bunlar, yangın yeri görüyor bana bakanlar. ama sabaha yine gülerek başlamak zorundayım değil mi? yanlış, ben içmeden kafası güzel olanlardanım. doğru, bitiğim.
devamını gör...
809.
"empati salonu"
bu gün ki konuğum: hayat kadını
sahi hangi hayat?
neden bu yola düştün diyen dudaklar'dan bezdim
bezdikçe; düşürdüm kollarıma, asıl istediklerini verdim.
önceleri;
içimde bir gürültü, aynı anda konuşmayın dedim size!
-bu bir yol değil yolların sonu olur.
-evet haklı yolların durakları da olur.
-ismi bile hayat kadını kimileri için hayasız kadın
sahi hangi hayat?
pastaya sigaraları dizip söndürdüğüm yaşlar mı?
merhaba, ücret peşin; merhaba sizde fena değilsiniz, hoşçakalın kendinizi unutturmayın; hoşçakalın görüşürüz. ağzıma sakız olmuş temenniler oysa ben kendim için bile dilek dilemem.
yataklar dinlenmek için değildir, rüya görmek için değildir bize göre. yataklar, para kazandırır ama gerçek adını bile unutturur.
ayşe, fatma, zeynep bu isimler neden fahişe ismi olmaz hiç düşündün mü?
isimlerinden bile ayırt etmek isterler kadınları.
anlayacağın, biz bu hayatın kadını hiç olmadık
gerçeğiyle en uyuşmayan tabirdir duyduğum: hayat kadını.
sahi hangi hayat?
devamını gör...
810.
öyle bir an gelir ki hayatın sizi nerde boşluğa bırakacağı belli olmaz. ne zaman öleceğinizi bilemezsiniz. kaybetmem dediğiniz çoğu şeyi bir bakmışsınız elleriniz boş bir şekilde uğurlamışsınız. zamanım yok dersiniz. erteleyip durursunuz. sonra bir bakmışsınız zaman sizin için de bitmiş.  o koca 24 saatte uyuyorsun yemek yiyorsun gülüyorsun yüzlerce kelime sarf ediyorsun... o 24 saat içinden sevdiklerinize 1-2 dakika olsa da zaman ayırın. yüzlerce kelimenin bir kaçını onlar için kullanın. gülüşleriniz onların gülüşüyle karşılık bulsun. geriye kalan pişmanlıklarınızla hiç bir şey yapılmaz. çektiğiniz o vicdan azabı yaşadığınız sürece yakanızı bırakmaz. o olmaz bu olmaz demeyin bir şekilde bir şeyler oluyor zaten. yeter ki siz zaman ayırmasını bilin. üzülmeyin üzmeyinde. hani demem o ki siz ya da sevdikleriniz bir avuç toprak olup gitmeden yapın. nasıl olsa hepimiz bir gün o toprakla buluşacağız...
devamını gör...
811.
ben yalnızım.
bu kendimce döşemeye çalıştığım odamda, sokakta yürürken, arabada hız limitini aşarken ve gecenin güzelliğinde kaybolurken.

ben yalnızım.
kulağımda ağlayan notaların sesleriyle, düşlerimdeki hayatta.

ben yalnızım.
samimiyetsizliğin vücut bulmuş insanlar arasında. her seni seviyorum diyen yaratıklar arasında ölmeye mahkûm bırakılmışım.

ben yalnızlığım.
kalbim dağlanmış, hayattan kopuk, krizler içinde.
devamını gör...
812.
bilinçaltının derinliğinde kayıp bir karanlık, karanlığı yarıp gökyüzüne ellerimizi uzatmış bir umut huzmesi görüyorum. kurtuluş diyorum kurtuluş budur. oysaki karanlıktan geldiğimi bir anlık unutmuş gibiyim. bir tarafım aydınlığa erse de karanlık hep içimde.
devamını gör...
813.
bugün hala içinde birilerine karşı hisler olduğunu farkettin. hala birilerinden nefret ediyorsun hala birilerini özlüyorsun hala birilerine kizginsin. bunun sana yük olduğunu farkettin bugün. artık ruhunu ve beynini bu hislerden arındırmalısın. biliyorsun. birilerine kızmak, onları affetmemek kimseye değil yalnızca sana zarar veriyor biliyorsun. böyle yaparak onları yük gibi omzunda taşıyorsun. yapma. bir an önce kurtul bu zehirli duygulardan. dinlen kendini, korkma. sen o duyguları bastırmaya çalıştıkça üzerine ağırlık olarak binecek. bırak yasa hepsini. özlüyor musun özle korkma, nefret mi ediyorsun et. ama sonra bırak. önce yaşa ki bu duyguları sonra akıp gitsin içinden. özgür bırak kendini. artık unutman gerek. nefretlerini sevgilerini özlemlerini... bunun için de önce bu duyguları yaşayıp sonra anında bırakman gerek. özgür olmak için önce onları özgür birakmalisin. biliyorum, görüyorum içindeki sızıyı. tuttugun sayısız göz yaşını, yuttugun hıçkırıklarını biliyorum. ama artık bunları aşmanın zamanı geldi. affet herkesi her şeyi. affet onu. ozlemen bir şeyi değiştirmeyecek. affet onu. affet kurtul. sana da yazık.
devamını gör...
814.
ölümle yaşam arasında sıkışmış gibiyim. ne yaşamın anlamı var ne ölümün faydası. hepsi tutunma çabası umuda.
devamını gör...
815.
uzunca bir zamanın ardında dün evime döndüm. kırk beş güne iki kayıp, iki de kutlama... canı yanan sevdiklerimle gözyaşını, düğün yapanlar ile kahkahayı paylaştım. hiç durup kendimi dinleme fıtsatı da yaşayamadım. evimin kapısından içeri girmemle kendi dünyama adım atmam ve huzuru hissetmem bir oldu. her şey yerli yerinde bıraktığım gibi...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

çiçeklerime baktım sonra. susuzluktan biraz biraz canları çekilmiş ama hala ayaktalar, tutunmuşlar yaşama. dünden beri nazikçe suluyorum onları. biraz önce yerlerine kaldırmak için elime alınca şunu fark ettim. on yıldır bu konuda birçok deneyimim oldu, hepsi de hüsranla bitti. açınca eve güzellik katan kibar orkideler, mini mini menekşeler yetiştirmeyi denedim. ama olmadı.

bugün düşündüm belki de hayatta istediklerim ve yapabileceklerim/başarabileceklerim konusunda yok yere ısrar edip üzmüşüm kendimi. daha fazlası olsun derken yitirip gitmişim hem de zararlar vererek. artık büyüdüm. olduramadığım da olmayıversin artık gücümün yettiği, gönlümün sevdiği...
devamını gör...
816.
eve dönüş başladı. düşdük yine uzun bir yola, ve çalar aşık veysel.
uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece, gündüz gece
vaayyyy
iki kapılı bir handa duruyorum gündüz gece, gündüz gece
vaaayyy
yine bir pencere tarafı, kafa camda göz ırakta arada gelip geçen ağır taşıtların sesi
akla gelir, sabahattin ali'nin sinop cezaevinde yazdığı, edip akbayram'in müthiş söylediği
aldırma gönül şarkısı

dışarıda deli dalgalar
gelip duvarları yalar
seni bu sesler oyalar
aldırma gönül aldırma
aldırma gönül aldırma
gönül aldırma
seni bu sesler oyalar
aldırma gönül aldırma
aldırma gönül aldırma

yaklaşıyoruz köprüye
bir körfezin üstünde
bakacak mıyım?
o küçük ilçe'ye
görür müyüm?
seni, seni

derken bozkırın tezenesi neşet ertaş'tan
neredesin sen...

şu garip halimden bilen, işveli nazlı
gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?
tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm
gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen, neredesin sen?
tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm
gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen, neredesin sen?

derken geliriz istanbul'a.
telefonda zor yazdım.
bunun içinse açın sezen aksu'nun istanbul şarkısını dinleyin.
devamını gör...
817.
hala söylemeye cesaretim olmayan, düşüncesi bile gözlerimin yaşarmasına neden olan o kelimeyi duymaktan çok korkuyorum.
umursamaz olduğumu sanırdım, ama her bu kelimeyi düşündüğümde mideme kocaman bir taş gibi oturan o pis histen kurtulamıyorum.
ne yapacağımı bilmiyor olmak bir yana, içimdeki karamsarlığı dışarı yansıtmamak için eksta çaba harcamam gerekiyor. sadece düşüncesi üç gün ağlamama sebep olabilecek o kelimeyi duyma ihtimalim gözümün önünde her geçen gün artıyor, büyüyor ve ben umurumda değilmiş gibi, her şey yolundaymış gibi davranmak zorundayım.
pek umudumun olmadığı şu dönemde bile umut vermek zorundayım. hayatımın en kötü ve en zor dönemi gözlerimin içine baka baka ben geliyorum derken sakin olup savaşmak zorundayım.
bundan bir çok şeyden kaçtığım gibi kaçamayacağımın farkındayım. kaçabilmeyi, arkama bile bakmadan koşa koşa kaçabilmeyi inan çok isterdim.
korktuğunu biliyorum, bende korkuyorum ama bunu sana belli edemem, korkmuyormuş gibi davranmam gerek, sen dağıldıkça benim toplamam gerek.
umarım korkularımız ve telaşlarımız boşunadır, umarım bu sadece bir kuruntudur.
devamını gör...
818.
...
ben o denizde bir damlaydım. denizin taşımaktan yorulduğu, dalgaların alıp kıyıya fırlattığı bir damla.

-yaşama yakın olduğun kadar yakınsın ölüme. korkma ve gülümse tıpkı yaşamın içinde gülümsediğin gibi çünkü ölüm bir son değil. bu sonsuz akışta, yaşam diyerek oynadığımız kurmaca bizim çok ötemizde ve tam da içimizde bir gerçeklik. ölüm’ü ondan soyutlayamayacağın gibi, yaşamı da soyutlayamazsın. o halde ikisi de gerçek ve ikisi de bir başlangıç ya da son değil.

yandığımın külü yağıyor karla karışık.
devamını gör...
819.
paralel evrenlere inanır mısınız? ben açıkçası pek bir tanık olmasam da inanırım-inanmak isterim. belki mutlu olduğum ya da insan kalabildiğim bir evren vardır. hayatım boyunca ki bu 27 yıllık bir zaman dilimine denk geliyor, mutlu olduğum bir an hatırlamıyorum. bir gün “birey kendisine yakın olan bireylerle istemese de birlikte olacaktır” tarzında bir cümle okumuştum. benim hayatım da sizin görmediğiniz – görmek istemediğiniz insanlarla tesadüfi bir şekilde bir araya gelmekle geçti. fahişeler, esrarkeşler, eşcinseller, hobolar, deliler, kaybedenler, defalarca intiharı deneyenler ve daha niceleri. sanırım bunun sosyolojideki adı “alt kültür” lakin emin olun takıldığım insanlar pek “alt kültür” teriminden haberdar değillerdi. bir gün öylesine kafam iyiydi ki her an her şeyi yapabilecek potansiyeldeydim. evet, birini öldürebilirdim ya da kendimi fazlasıyla yüksek, bulutlara yakın bir binanın tepesinden aşağıya doğru bırakabilirdim. bir an bir poşet gibi aşağıya süzüldüğümü düşündüm de harika bir sekans olmaz mıydı? yani gözünüzde canlandırınca fazla sanatsal bir görüntü gibi gelebilir size lakin muhtemelen asfalta yapışan bedenimi kazımaya gelen belediye işçileri ve itfaiyeciler için pek “sanatsal” olduğunu söyleyemeyiz. her neyse.. bir kadınla tanışmıştım, yaklaşık 40 yaşında ve yaşına göre fazlasıyla seksi duran bu kadın, eski sevgilisini kalbinden bıçaklamak suretiyle öldürmüş ve bir süre içerde yattıktan sonra sizin bildiğiniz adıyla “deli raporu” alarak bir şekilde yırtmıştı. ikimizin de kafasının “fazlasıyla iyi” olduğunu söyleyebilirim. ki bir sonraki kurbanı ben olabileceğim ve bunun karşılığında 1 ay bile hapis cezası almayacak bir kadınla merkez camii’ne karşı ot içmezdim. kafam iyi olmasaydı da içerdim belki, bilmiyorum. dudağının kenarına koyduğu cigaranın dumanını caminin minaresine doğru üfürürken bana “nedensiz cinayet işleyen kişiler, postmodernizmin mağdurlarıdır” dedi. ilk başta kafamın fazlasıyla iyi olmasından ötürü ya da o an kadının göğüslerine odaklanmam dolayısıyla ki ikincisi büyük ihtimal, kadının söylediğine fazla anlam yüklemedim, yüklemek istemedim. çünkü eminim ki o an o cümleye fazlasıyla anlam yükleseydim ben de postmodernizmin yeni kurbanı olmak ve kısa süreliğine de olsa insanların dikkatini çekebilmek adına birisini öldürebilirdim o gece. . .

devamı gelecek.
devamını gör...
820.
---------------------altay---------------------
tisserand---------kim--------------szalai
o.samuel---irfan-----gustavo----b.kapacak
--------------mesut----------pelkas----------
----------------------sørloth-----------------
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim