normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
161.
sınıf kini
gerçek: modern sonrası dönemde "olmayan bir şey" olarak tanımlanmıştır. gerçek yoksa ona yapılacak bir atıf da yoktur. atıf yoksa içerik yoktur. içerik yoksa elde kalan tek şey estetiktir. estetik içerikten bağımsız olarak biraz teknoloji, biraz zanaat, biraz da piyasayı koklayan kurnazlığın birleşimiyle elde edilebilecek bir tasarımdan ibarettir. dünya başa döndü. ortada başıboş olarak gezinen, anlamdan azade olarak estetize edilmiş ürünlerden başka kültürel bir tasarım kalmadı. gelecek nesle bırakılacak bir miras yok. katı kurallara tabi şiirler, rasyonel olarak kurulan kültür mirası ve geleneksel değerler: hepsi çürüdü. ve biz bu çürümüşlüğe tahammül edemiyoruz. balkonsuz, soğuk, rutubetin kabarttığı duvarlarla örülü, nefes almakta zorlandığımız evlerde ölmeyi beklerken; dünya'yı da yanımızda götürmek istiyoruz. anlamdan azade bir şekilde yaşamak, bize içinde bulunduğumuz sınıfın kininden başka hiçbir miras bırakmadı. yıkmak, yakmak, harap etmekten daha güçlü hiçbir güdümüz kalmadı. fotoğraflarından tanıdığımız, gidemediğimiz, deneyimlemediğimiz bütün doğal güzellikleri, kültürleri, yok etmek istiyoruz. sınıf kininin eşlik ettiği bu yıkıcı ve nihilist eylem aşkından başka yataktan başımızı kaldırmamıza değecek hiçbir güç yok. uzun zamandır hissetiğimiz tek duygu temellendirilmiş ve esaslı bir nefret. evden sokağa tek bir adım atar atmaz önce derin nefesimizin rutubet yüzünden hastalanan ciğerlerimize verdiği acıyı duyuyoruz. delik deşik ayakkabılarıma taşlar doluyor, ayaklarımız kanıyor ve biz bu acıdan zevk alarak yürümeye başlıyoruz. sonra birçok küçük insana verilmiş büyük kamusal güç sesleniyor bize. dönüyoruz ve söylüyorlar: kimlik görelim. adım başı 7.65'lik iktidar alanlarını gördükçe midemizdeki bulantı katlanması zor bir yanmaya bırakıyor kendisini. biraz daha yürüyoruz. rant sonucu başlayan inşaatlardan kalkan kumlar midemize doluyor, yanma artıyor ve devam ediyoruz. yürüdükçe toplumlar, binalar, mekanlar değişiyor; işin kötüsü hukuk da değişiyor yürüdükçe. yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya delik deşik: hukuk, yanlış sınıfların yanında el pençe divan: hukuk. olsun buna da alışırız. göre-göre, yürüye-yürüye çok şeye alıştık biz. bizim sınıfımız yok. hukukumuz yok. dolayısıyla kaybedecek bir şeyimiz de yok. "yok" kelimesinden daha sık kullandığımız herhangi başka bir kelime de yok.
gerçek: modern sonrası dönemde "olmayan bir şey" olarak tanımlanmıştır. gerçek yoksa ona yapılacak bir atıf da yoktur. atıf yoksa içerik yoktur. içerik yoksa elde kalan tek şey estetiktir. estetik içerikten bağımsız olarak biraz teknoloji, biraz zanaat, biraz da piyasayı koklayan kurnazlığın birleşimiyle elde edilebilecek bir tasarımdan ibarettir. dünya başa döndü. ortada başıboş olarak gezinen, anlamdan azade olarak estetize edilmiş ürünlerden başka kültürel bir tasarım kalmadı. gelecek nesle bırakılacak bir miras yok. katı kurallara tabi şiirler, rasyonel olarak kurulan kültür mirası ve geleneksel değerler: hepsi çürüdü. ve biz bu çürümüşlüğe tahammül edemiyoruz. balkonsuz, soğuk, rutubetin kabarttığı duvarlarla örülü, nefes almakta zorlandığımız evlerde ölmeyi beklerken; dünya'yı da yanımızda götürmek istiyoruz. anlamdan azade bir şekilde yaşamak, bize içinde bulunduğumuz sınıfın kininden başka hiçbir miras bırakmadı. yıkmak, yakmak, harap etmekten daha güçlü hiçbir güdümüz kalmadı. fotoğraflarından tanıdığımız, gidemediğimiz, deneyimlemediğimiz bütün doğal güzellikleri, kültürleri, yok etmek istiyoruz. sınıf kininin eşlik ettiği bu yıkıcı ve nihilist eylem aşkından başka yataktan başımızı kaldırmamıza değecek hiçbir güç yok. uzun zamandır hissetiğimiz tek duygu temellendirilmiş ve esaslı bir nefret. evden sokağa tek bir adım atar atmaz önce derin nefesimizin rutubet yüzünden hastalanan ciğerlerimize verdiği acıyı duyuyoruz. delik deşik ayakkabılarıma taşlar doluyor, ayaklarımız kanıyor ve biz bu acıdan zevk alarak yürümeye başlıyoruz. sonra birçok küçük insana verilmiş büyük kamusal güç sesleniyor bize. dönüyoruz ve söylüyorlar: kimlik görelim. adım başı 7.65'lik iktidar alanlarını gördükçe midemizdeki bulantı katlanması zor bir yanmaya bırakıyor kendisini. biraz daha yürüyoruz. rant sonucu başlayan inşaatlardan kalkan kumlar midemize doluyor, yanma artıyor ve devam ediyoruz. yürüdükçe toplumlar, binalar, mekanlar değişiyor; işin kötüsü hukuk da değişiyor yürüdükçe. yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya delik deşik: hukuk, yanlış sınıfların yanında el pençe divan: hukuk. olsun buna da alışırız. göre-göre, yürüye-yürüye çok şeye alıştık biz. bizim sınıfımız yok. hukukumuz yok. dolayısıyla kaybedecek bir şeyimiz de yok. "yok" kelimesinden daha sık kullandığımız herhangi başka bir kelime de yok.
devamını gör...
162.
yorgunum, bugün de yorgunum. dün ve ondan önceki, senin olmadigin her gun gibi. bu sigarayı da sana yakıyorum , öbür dünyada senin yanına gelmem dileğiyle :)
seni seven
merdumgiriz
seni seven
merdumgiriz
devamını gör...
163.
"biri sustursun beni!"
adam odasından deli gibi çıktı kafasında bu cümle ile, kapısını bile kilitlemeden iki katı neredeyse koşarak indi, "yaşar abisinin" kapısını da aynı tezcanla çaldı, o kapıyı açasaya kadar içerde televizyon seyreden otelci yanında bitti, "ne oldu?, napıyosun?" diye sordu, adam cevap bile vermedi, kapıyı açan yaşar abisine "içecek neyin var?" diye sordu. gecenin bir köründe yarı deli çok aşık birini karşısında gören ihtiyar adam şaşırmadı bile, böyle hikayelere alışıktı.
"şarap var ama ucuz olandan, sen içmezsin..." daha lafı bitmeden adam çoktan "ver" demişti bile, gürültü ve seslere uyanan ürkek bakışlı somali'lerin gözü önünde şişeyi kafaya dikti adam, son yenilgisi değildi bu, alışıktı.
merdivenlere doğru - bu sefer - yavaş adımlarla giderken arkasından gelen "iyi değil, ne olmuş acaba?" konuşmalarını duydu, ilk basamağı kocaman bir yudum ve gülümseme ile aştı.
odasına girdi, kapıyı kilitledi, plastik bir bardak buldu, şarabı ona boca etti, kemıl soft paketinin son askerini yaktı.
ilk duman, ilk yudum!
sonra fark etti, beynindeki ses değişmişti, sadece küfredip duruyordu artık "allah belanı versin kadın" diye.
kulaklığını taktı, anca gizli saklı mecralara layık şarkıyı açtı.
kadının beğenip 2 kez dinlediği şarkıyı.
saat tam 01:42 idi.
adam odasından deli gibi çıktı kafasında bu cümle ile, kapısını bile kilitlemeden iki katı neredeyse koşarak indi, "yaşar abisinin" kapısını da aynı tezcanla çaldı, o kapıyı açasaya kadar içerde televizyon seyreden otelci yanında bitti, "ne oldu?, napıyosun?" diye sordu, adam cevap bile vermedi, kapıyı açan yaşar abisine "içecek neyin var?" diye sordu. gecenin bir köründe yarı deli çok aşık birini karşısında gören ihtiyar adam şaşırmadı bile, böyle hikayelere alışıktı.
"şarap var ama ucuz olandan, sen içmezsin..." daha lafı bitmeden adam çoktan "ver" demişti bile, gürültü ve seslere uyanan ürkek bakışlı somali'lerin gözü önünde şişeyi kafaya dikti adam, son yenilgisi değildi bu, alışıktı.
merdivenlere doğru - bu sefer - yavaş adımlarla giderken arkasından gelen "iyi değil, ne olmuş acaba?" konuşmalarını duydu, ilk basamağı kocaman bir yudum ve gülümseme ile aştı.
odasına girdi, kapıyı kilitledi, plastik bir bardak buldu, şarabı ona boca etti, kemıl soft paketinin son askerini yaktı.
ilk duman, ilk yudum!
sonra fark etti, beynindeki ses değişmişti, sadece küfredip duruyordu artık "allah belanı versin kadın" diye.
kulaklığını taktı, anca gizli saklı mecralara layık şarkıyı açtı.
kadının beğenip 2 kez dinlediği şarkıyı.
saat tam 01:42 idi.
devamını gör...
164.
siyah kadar yalnız mavi kadar sonsuz.
devamını gör...
165.
güleç yüzlü olmayı, heyecan dolu bir yürek ile dolaşmayı, yine çocuk olmayı bekleme. olmayacak. sen ne zaman çocuk oldun ki. ne zaman küçük nazlı bir bebektin sen. kendine büyük olmayı dilediğin bir çocukluk bıraktın.
şimdi büyük ol (adımı yazmışım).
şimdi büyük ol (adımı yazmışım).
devamını gör...
166.
kuytuda bekliyordu. ıssız, sessiz herkesten uzakta. beyazlamış saçlarının arasından akan hayatın sillesiyle mücadele edecek gücü kalmamış gibi görünse de içindeki canlılık direniyordu. kimdi bu aklımdaki? günlerdir tüm içimdeki çirkinlikleri ortaya koyan. sürekli kendimi sorgulamamı sağlayan.
tuğlalar kadar ağır başım.
hangi bir yarayla uğraşayım?
yeni iyileşiyor kesikler
alın elimden bıçakları.
çünkü evet ağır bazı şeyler.
tuğlalar kadar ağır başım.
hangi bir yarayla uğraşayım?
yeni iyileşiyor kesikler
alın elimden bıçakları.
çünkü evet ağır bazı şeyler.
devamını gör...
167.
senin adını yazmamak için alfabeden 4 harfi çıkardım, olmadı.
elime geçen tüm kalemleri kırdım, olmadı.
erişime kapattım her bir detayını, olmadı.
kahve'ye tövbe çektim içimde o kelime sen diye, olmadı.
sabah uyanınca ilk iş elimi telefona atıp seni sevmeyi bıraktım, olmadı
bir de üstüne bahar geldi diyorlar, bu hiç olmadı!
elime geçen tüm kalemleri kırdım, olmadı.
erişime kapattım her bir detayını, olmadı.
kahve'ye tövbe çektim içimde o kelime sen diye, olmadı.
sabah uyanınca ilk iş elimi telefona atıp seni sevmeyi bıraktım, olmadı
bir de üstüne bahar geldi diyorlar, bu hiç olmadı!
devamını gör...
168.
uzun zamandır yazmak istiyordum içten içe ancak ne o gücü bulabiliyordum kendimde ne de o motivasyonu. aslına bakarsanız şu anki yazma nedenimi de tam olarak bilmiyorum. günün akışında “aklımın boş olduğu günlerden biri” diye adlandırsam da bugünleri, o kadar iyi biliyorum ki içten içe her şeyi arkalara hapsedip önümdekini bitirme içgüdümün canlılığını, artık son damlasına varmışımdır belki de.
açıkçası yazdığım cümleyi tekrar okumayacağım için oldukça devrik, yazım yanlışları olan cümleler kurmuş bulunabilirim. okuyacak biri yoktur diye düşünüyorum genelde ama, ola ki okuyan biri çıkarsa şimdiden belirtmek istiyorum.
bu benim karalama defterimden alıntı bir bölüm ve kimseye herhangi bir şey anlatmak için yazmıyorum. teşekkürler.
her şeyim tam desem dahi, zihnimden ziyade kalbimi (?) oyalayamadığım bir dönemdeyim. geçirdiğim yıllar, süreçler ve yaşım itibarı ile hormonlarımın eskisine nazaran daha normal seviyelerde olmasından dolayı son birkaç aydır kendimi daha farklı görebiliyordum dışarıdan baktığımda.
şu yaşıma kadar asla olduğum yere, yaşa ait hissedemeyip hep o ait olduğum yeri aramaya yönelik yapsam da planlarımı, bugünlerde o kadar çok “sanırım olmak ve kalmak istediğim yaş aralığı bu” dedim ki, alışmış olduğum aranan kişilik modelimden biraz olsun sıyrıldığım için adeta çırılçıplak kaldım ortada.
kendimi psikolojik olarak koruyabilmeyi öğrenmişim örneğin yıllar içinde, ait olduğum yeri koruyabiliyorum artık.
tabii ki istediğim ben ve olduğum ben arasında oldukça fark var ancak, sanki şu an o denli memnunum ki şu halimden, istediğim şeylerin daha fazlasına kavuştuğumda (hepsi olabilirliği olan şeyler, imkansıza oynamıyorum ve bahsim aklımdaki “bluesther modeli” değil.) çok çok daha memnun ve huzurlu olacağımı bildiğim halde şu an nefes alabildiğimi fark ettiğim için burada da kalabilirim diyorum.
evet, yaşadığımı hissettiğim anları dahi unuttum, ki bu hissi tedavi edebileyim.
içimdeki boşluk yıllar sonra o kadar farklı bir boşluk ki, bu sefer beynimin içinde bir yerde değil. bu sefer iman tahtamın tam ortasında, nefes almamı da engelliyor çoğu zaman.
örneğin yarın için randevu aldım dahiliye doktorumdan. bu nefes aldıktan broşlarımın yapıştığını zannettiğim, sanki içimdeki boşluğun bir kısmının artık ciğerlerimi sakin sakin yemeye başladığını hissettiğim midemi bulandıran his için. gidip gitmeyeceğimi bile bilmiyorum şu an, yalnızca gerçek olup olmadığını öğrenmek istiyorum çünkü. vakalar bu haldeyken bu denli önemsiz bir şey için hayatımı/hayatımızı tehlikeye atmak istemiyorum.
inanın bilmiyorum ne yaparım. muhtemelen gitmeyeceğim.
öyle bir boşluk ki bu arada nükseden, sanki birileri iyileştikçe geçmişe saplanıp kalıyorum. sanki kendimi hiçbir zaman bulamayacağım, sanki kişisel menkıbem elimde yitip gideceğim…
geçen yıl bu zamanlarda da aynısını yapıyordum. yine yapıyorum, yapmamak için kaçtım haftalarca. bugün çok yorulmuşum, durmak zorunda kaldım.
madem burada kaldıysam, neden bu kadar acıyor göğsüm? midem neden bulanıyor?
ben burada kaldıysam, tüm güzel hisler için kaldım. yaşamak ve yaşadığımı hissetmek için kaldım. sorgulamalarımın ardı arkası kesilmese dahi onlara önemle dinleyip her birini cevapsızlığıyla sevmek için kaldım.
kaldım ve tutundum sıkı sıkı. hala da tutunuyorum ama bu sefer ellerim kaymıyor. bu sefer rüzgar o denli hızlı esiyor ki, esintiye kapılanlar bana çarpa çarpa beni yok ediyor.
ben ellerimi bırakabileceğimi sanmıyorum ama ellerimin gücü yitene kadar ben kişiliğinin kalacağına emin değilim.
ölüm zamanım geldiğinde bırakabileceğim bir parmağım olacağına emin değilim.
bu boşluk hiçbir zaman dolmayacak, bunu çok iyi biliyorum. kendimi topyekün zamanlar çerçevesinde istediğim kadar kabul edeyim, istediğim kadar etrafımdaki insanları olduğu gibi sevip savaşmayı bırakayım, hayatı tam anlamıyla akışına bırakayım veya tam tersini yapayım, bir elimle tutunup diğer elimle dizginleri tutayım, sevileyim, aşık olayım…
belki arada bir olduğu gibi o boşluğu görmezden gelebileceğim kadar mutlu, heyecanlı olacağım. ancak o yine beni ne yapıp ne edip bulacak ve biz birbirimizi yok edeceğiz.
kendimle yüzleşmekten çok korkuyorum. o yüzden ne yazdıysam hepsi ikinciye okumadığım cümleler.
alıntı yapıp burada paylaşmamın sebebi ise az sonra kağıtlarımı çöpe atacağım, bu en yakın tarihli olduğu için saklamak istiyorum.
artık kendimi unutmak istemiyorum ya da kendim olduğunu düşündüğüm kişiye içtenlikle inanmak istiyorum.
açıkçası yazdığım cümleyi tekrar okumayacağım için oldukça devrik, yazım yanlışları olan cümleler kurmuş bulunabilirim. okuyacak biri yoktur diye düşünüyorum genelde ama, ola ki okuyan biri çıkarsa şimdiden belirtmek istiyorum.
bu benim karalama defterimden alıntı bir bölüm ve kimseye herhangi bir şey anlatmak için yazmıyorum. teşekkürler.
her şeyim tam desem dahi, zihnimden ziyade kalbimi (?) oyalayamadığım bir dönemdeyim. geçirdiğim yıllar, süreçler ve yaşım itibarı ile hormonlarımın eskisine nazaran daha normal seviyelerde olmasından dolayı son birkaç aydır kendimi daha farklı görebiliyordum dışarıdan baktığımda.
şu yaşıma kadar asla olduğum yere, yaşa ait hissedemeyip hep o ait olduğum yeri aramaya yönelik yapsam da planlarımı, bugünlerde o kadar çok “sanırım olmak ve kalmak istediğim yaş aralığı bu” dedim ki, alışmış olduğum aranan kişilik modelimden biraz olsun sıyrıldığım için adeta çırılçıplak kaldım ortada.
kendimi psikolojik olarak koruyabilmeyi öğrenmişim örneğin yıllar içinde, ait olduğum yeri koruyabiliyorum artık.
tabii ki istediğim ben ve olduğum ben arasında oldukça fark var ancak, sanki şu an o denli memnunum ki şu halimden, istediğim şeylerin daha fazlasına kavuştuğumda (hepsi olabilirliği olan şeyler, imkansıza oynamıyorum ve bahsim aklımdaki “bluesther modeli” değil.) çok çok daha memnun ve huzurlu olacağımı bildiğim halde şu an nefes alabildiğimi fark ettiğim için burada da kalabilirim diyorum.
evet, yaşadığımı hissettiğim anları dahi unuttum, ki bu hissi tedavi edebileyim.
içimdeki boşluk yıllar sonra o kadar farklı bir boşluk ki, bu sefer beynimin içinde bir yerde değil. bu sefer iman tahtamın tam ortasında, nefes almamı da engelliyor çoğu zaman.
örneğin yarın için randevu aldım dahiliye doktorumdan. bu nefes aldıktan broşlarımın yapıştığını zannettiğim, sanki içimdeki boşluğun bir kısmının artık ciğerlerimi sakin sakin yemeye başladığını hissettiğim midemi bulandıran his için. gidip gitmeyeceğimi bile bilmiyorum şu an, yalnızca gerçek olup olmadığını öğrenmek istiyorum çünkü. vakalar bu haldeyken bu denli önemsiz bir şey için hayatımı/hayatımızı tehlikeye atmak istemiyorum.
inanın bilmiyorum ne yaparım. muhtemelen gitmeyeceğim.
öyle bir boşluk ki bu arada nükseden, sanki birileri iyileştikçe geçmişe saplanıp kalıyorum. sanki kendimi hiçbir zaman bulamayacağım, sanki kişisel menkıbem elimde yitip gideceğim…
geçen yıl bu zamanlarda da aynısını yapıyordum. yine yapıyorum, yapmamak için kaçtım haftalarca. bugün çok yorulmuşum, durmak zorunda kaldım.
madem burada kaldıysam, neden bu kadar acıyor göğsüm? midem neden bulanıyor?
ben burada kaldıysam, tüm güzel hisler için kaldım. yaşamak ve yaşadığımı hissetmek için kaldım. sorgulamalarımın ardı arkası kesilmese dahi onlara önemle dinleyip her birini cevapsızlığıyla sevmek için kaldım.
kaldım ve tutundum sıkı sıkı. hala da tutunuyorum ama bu sefer ellerim kaymıyor. bu sefer rüzgar o denli hızlı esiyor ki, esintiye kapılanlar bana çarpa çarpa beni yok ediyor.
ben ellerimi bırakabileceğimi sanmıyorum ama ellerimin gücü yitene kadar ben kişiliğinin kalacağına emin değilim.
ölüm zamanım geldiğinde bırakabileceğim bir parmağım olacağına emin değilim.
bu boşluk hiçbir zaman dolmayacak, bunu çok iyi biliyorum. kendimi topyekün zamanlar çerçevesinde istediğim kadar kabul edeyim, istediğim kadar etrafımdaki insanları olduğu gibi sevip savaşmayı bırakayım, hayatı tam anlamıyla akışına bırakayım veya tam tersini yapayım, bir elimle tutunup diğer elimle dizginleri tutayım, sevileyim, aşık olayım…
belki arada bir olduğu gibi o boşluğu görmezden gelebileceğim kadar mutlu, heyecanlı olacağım. ancak o yine beni ne yapıp ne edip bulacak ve biz birbirimizi yok edeceğiz.
kendimle yüzleşmekten çok korkuyorum. o yüzden ne yazdıysam hepsi ikinciye okumadığım cümleler.
alıntı yapıp burada paylaşmamın sebebi ise az sonra kağıtlarımı çöpe atacağım, bu en yakın tarihli olduğu için saklamak istiyorum.
artık kendimi unutmak istemiyorum ya da kendim olduğunu düşündüğüm kişiye içtenlikle inanmak istiyorum.
devamını gör...
169.
"gözlerinden akan altın ikhor her şeyi açıklar nitelikteydi. damarlarında dolaşan, onu o yapan sıvının gittikçe daha çok ısındığını hissediyordu. ellerini yavaşça göğe kaldırdı. daha önce hiç bu kadar hızlı atmayan kalbi bir anda parçalanacak gibiydi. güneşin sonsuz ışınları çevrelemişti onu. biliyordu, o da buradaydı. derin bir nefes aldı ve içindeki yücelikle işlenmiş, aydınlıkla boyanmış canavarı serbest bıraktı."
yazasım geldi.
yazasım geldi.
devamını gör...
170.
…
çocuğun içini huzur kapladı. sebebi , servi ağaçlarından dökülüp yeşil dallar arasından geniş maviliğe doğru savrulan polenler değildi. zaten onların ismi polen de değildi. pamuktu.
huzurunun ve mutluluğunun sebebi, ilerde bir taşın üstünde bastonuna dayanıp oturan ve yayılan iki koyununu izleyen mahallenin yaşlı adamına biraz sonra yapacağı iyiliklerdi. dakikalarca onu izlemişti.
yalnız ve yaşlı bir adam…
belki çok fakirdir diye söylenerek hızla mutfağa koştu.
‘’dişleri yoktur’’ diye düşündü, çünkü yaşlıların dişleri olmazdı.
bir bardak süt ve ekmek içi…
ihtiyar adamın yanına gidip sütü ve ekmeği ona verdi. adamcağız minnet duygusuyla çocuğa bakarken cebinden kanlı bir mendil çıkardı ve ağzını sildi. hastaydı.
‘’sen ölecek misin?’’ diye sordu çocuk.
‘’sen dua edersen ölmem’’ dedi yaşlı adam.
yaşlı adam diğer sene servi ağaçlarından gökyüzüne doğru savrulan o pamukları göremedi.
‘’tanrı beni duymadı’’ diye düşündü çocuk. gözleri doldu.
…
çocuk, sırtı parçalanmış ölü tavşanını komşularının bahçesinde toprağa yarı gömülü halde buldu. hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. koca kulak bir haftadır en iyi arkadaşıydı. diğer arkadaşları onu öldürmüştü.
meğer köpekler tavşanları sevmezmiş, o gün öğrendi.
suçluluk duyuyordu. keşke beni parçalasalardı diye düşünerek sessizce ağladı. tavşan ‘ekşi’ kokuyordu, toprak da öyle. buna anlam veremedi.
toprağa düşen yağmur taneleri burnuna ekşi kokular taşıyordu. ihmalinin bedelini en sevdiği arkadaşını kaybederek ödemişti. onu tekrar canlandırması için tanrıya dua etti.
hiçbir şey olmadı.
‘’tanrı beni duymadı’’ diye düşündü çocuk, gözleri doldu.
…
o günden sonra kimseden bir şey isteyemedi. küsmekten korktu.
bir morg odasından çıktığında , bir mezarlık ziyaretinde , insanların ve tabiatın karanlık yüzlerine tanık olduğunda , bir kadını sevdiğinde , parmağı bir silahın metal tetiğini okşadığında ya da bir barda kravatını gevşetip kafayı çektiğinde …
tanrı ona seslendi.
çocuk, tanrıyı duymadı.
çocuğun içini huzur kapladı. sebebi , servi ağaçlarından dökülüp yeşil dallar arasından geniş maviliğe doğru savrulan polenler değildi. zaten onların ismi polen de değildi. pamuktu.
huzurunun ve mutluluğunun sebebi, ilerde bir taşın üstünde bastonuna dayanıp oturan ve yayılan iki koyununu izleyen mahallenin yaşlı adamına biraz sonra yapacağı iyiliklerdi. dakikalarca onu izlemişti.
yalnız ve yaşlı bir adam…
belki çok fakirdir diye söylenerek hızla mutfağa koştu.
‘’dişleri yoktur’’ diye düşündü, çünkü yaşlıların dişleri olmazdı.
bir bardak süt ve ekmek içi…
ihtiyar adamın yanına gidip sütü ve ekmeği ona verdi. adamcağız minnet duygusuyla çocuğa bakarken cebinden kanlı bir mendil çıkardı ve ağzını sildi. hastaydı.
‘’sen ölecek misin?’’ diye sordu çocuk.
‘’sen dua edersen ölmem’’ dedi yaşlı adam.
yaşlı adam diğer sene servi ağaçlarından gökyüzüne doğru savrulan o pamukları göremedi.
‘’tanrı beni duymadı’’ diye düşündü çocuk. gözleri doldu.
…
çocuk, sırtı parçalanmış ölü tavşanını komşularının bahçesinde toprağa yarı gömülü halde buldu. hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. koca kulak bir haftadır en iyi arkadaşıydı. diğer arkadaşları onu öldürmüştü.
meğer köpekler tavşanları sevmezmiş, o gün öğrendi.
suçluluk duyuyordu. keşke beni parçalasalardı diye düşünerek sessizce ağladı. tavşan ‘ekşi’ kokuyordu, toprak da öyle. buna anlam veremedi.
toprağa düşen yağmur taneleri burnuna ekşi kokular taşıyordu. ihmalinin bedelini en sevdiği arkadaşını kaybederek ödemişti. onu tekrar canlandırması için tanrıya dua etti.
hiçbir şey olmadı.
‘’tanrı beni duymadı’’ diye düşündü çocuk, gözleri doldu.
…
o günden sonra kimseden bir şey isteyemedi. küsmekten korktu.
bir morg odasından çıktığında , bir mezarlık ziyaretinde , insanların ve tabiatın karanlık yüzlerine tanık olduğunda , bir kadını sevdiğinde , parmağı bir silahın metal tetiğini okşadığında ya da bir barda kravatını gevşetip kafayı çektiğinde …
tanrı ona seslendi.
çocuk, tanrıyı duymadı.
devamını gör...
171.
ben bugün iftira atılmış bir insanın elinden ekmeğinin alınmasına şahit oldum. hırsızlık yapmadı. işini aksatmadı. para karşılığı iş yerinden biriyle birlikte olmadı. görevini layıkıyla yapmaya çalıştı. dikkatliydi, soğukkanlıydı ve saygılıydı.
ben bugün insan nefsinin ne leş bir şey olduğunu gördüm. hırsın, şehvetin nefse zulmünü... insanın insana zulmüne şahit oldum. yakayı kurtarmak için yapılan riyakarlığı, güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, namussuzluğun namusun karşısında nasıl da yükseldiğini gördüm.
içim acıdı...
ben bugün insan nefsinin ne leş bir şey olduğunu gördüm. hırsın, şehvetin nefse zulmünü... insanın insana zulmüne şahit oldum. yakayı kurtarmak için yapılan riyakarlığı, güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, namussuzluğun namusun karşısında nasıl da yükseldiğini gördüm.
içim acıdı...
devamını gör...
172.
kördüğüm halka halka büyüyor ruhumun girdaplarında.
pencereden gökyüzüne bulutları toplamaya gidiyorum.
kıyılarıma vuran yorgun karanlık elimden tutuyor.
bulutlar yıldızlarla fidan dikiyorlar, gölgesine beni bekliyor fidanlar.
ağlak yağmur damlaları yatay yağıyor, rüya gemileri üzerinde onsuz diyarlara yolculuk ediyor.
kanatlarında papatya yetiştiren kuşlar aşk şiirleri saklıyor ötüşlerine.
yarın düne gebe, toprak kokusu evim. sensizlik bağırıyor bastığım yerler, dağlar pamuk oluyor akıyor nehirler boyunca. küllerin dolaşıyor ince ince damarlarımda. yaralarım, tarlalarda kalp yetiştirir her bir ruhuma.
pencereden gökyüzüne bulutları toplamaya gidiyorum.
kıyılarıma vuran yorgun karanlık elimden tutuyor.
bulutlar yıldızlarla fidan dikiyorlar, gölgesine beni bekliyor fidanlar.
ağlak yağmur damlaları yatay yağıyor, rüya gemileri üzerinde onsuz diyarlara yolculuk ediyor.
kanatlarında papatya yetiştiren kuşlar aşk şiirleri saklıyor ötüşlerine.
yarın düne gebe, toprak kokusu evim. sensizlik bağırıyor bastığım yerler, dağlar pamuk oluyor akıyor nehirler boyunca. küllerin dolaşıyor ince ince damarlarımda. yaralarım, tarlalarda kalp yetiştirir her bir ruhuma.
devamını gör...
173.
-efor, efor ve daha çok efor, bu sayede eksikliklerimi daha rahat görüyorum.
-neyi bildiğimden çok neyi bilmediğim, şu dönemde çok daha ciddi bir bilgi haline geldi.
-ne kadar böyle devam etmeli 'zaman' gösterecek, umarım yeterli olur.
-limite yaklaşmanın verdiği hissiyat ve limiti parçalama isteği paha biçilemez.
-bir dakika duraksamak istemiyorum ama ihtiyacım da var, dikkatli olmalıyım.
-her tasdik bir hayale neden oluyor, bunu bir engel haline getirmemeliyim.
-tek yürümenin faydasını tüketmek üzereyim.
-kalabalığa ihtiyaç duyabileceğimi düşünmezdim.
-tek endişemin üstüne gidip onu test etme vakti yakın.
-pek çok düşünceye karşı umutsuzluk göstermemem takdire şayan.*
-neyi bildiğimden çok neyi bilmediğim, şu dönemde çok daha ciddi bir bilgi haline geldi.
-ne kadar böyle devam etmeli 'zaman' gösterecek, umarım yeterli olur.
-limite yaklaşmanın verdiği hissiyat ve limiti parçalama isteği paha biçilemez.
-bir dakika duraksamak istemiyorum ama ihtiyacım da var, dikkatli olmalıyım.
-her tasdik bir hayale neden oluyor, bunu bir engel haline getirmemeliyim.
-tek yürümenin faydasını tüketmek üzereyim.
-kalabalığa ihtiyaç duyabileceğimi düşünmezdim.
-tek endişemin üstüne gidip onu test etme vakti yakın.
-pek çok düşünceye karşı umutsuzluk göstermemem takdire şayan.*
devamını gör...
174.
az önce sol akışta anneanne başlığını gördüm, tanımları okuyunca 10 yıl önce vefat eden pamuğumu, anneannemi çok ama çok özlediğimi fark ettim. herkesin anneannesiyle o kadar güzel anıları var ki, inanılmaz özendim bu tanımları yazanlara. ben de anneannemi çok severdim, huysuz ama tatlı, tonton, minnoş ponçik minik cüssesiyle dünyanın en güzel yaşlısıydı benim gözümde.
ben kaybettiğim anneannemi anımsayıp bu kadar hüzünlendiysem anneler/babalar gününde ortalığı kasıp kavuran "en güzel anne benim annem, dünyanın en mükemmel babası benim babam" temalı paylaşımlarda anne/babalarını kaybeden insanların canı nasıl yanıyordur kim bilir.
oldum olası sevgimi sadece muhatabına göstermeyi tercih eden biriydim. "kocişkomlu, annişimli, babişkolu" reklam kokan instagram hikayelerini gördüğüm anda itici geldiği, samimi bulmadığım için anında atladım.
sevgi mahremdir, özeldir. kimsenin gösterdiğimiz sevgiye tanık olmasına gerek yoktur. sevgimizi sevdiğimiz kişiye göstermenizdir önemli olan. hala hayattayken bir "seni seviyorum"u çok görmemek gerek, sonrasında boğazınıza yapışan yumru, ne kadar yutkunsanız da inmiyor aşağı.
ben kaybettiğim anneannemi anımsayıp bu kadar hüzünlendiysem anneler/babalar gününde ortalığı kasıp kavuran "en güzel anne benim annem, dünyanın en mükemmel babası benim babam" temalı paylaşımlarda anne/babalarını kaybeden insanların canı nasıl yanıyordur kim bilir.
oldum olası sevgimi sadece muhatabına göstermeyi tercih eden biriydim. "kocişkomlu, annişimli, babişkolu" reklam kokan instagram hikayelerini gördüğüm anda itici geldiği, samimi bulmadığım için anında atladım.
sevgi mahremdir, özeldir. kimsenin gösterdiğimiz sevgiye tanık olmasına gerek yoktur. sevgimizi sevdiğimiz kişiye göstermenizdir önemli olan. hala hayattayken bir "seni seviyorum"u çok görmemek gerek, sonrasında boğazınıza yapışan yumru, ne kadar yutkunsanız da inmiyor aşağı.
devamını gör...
175.
burası zaten dönemsel günlüğüm gibi o yüzden bu başlığı sonuna kadar kullanacağım bilginiz olsun.
devamını gör...
176.
çok istemene rağmen istenmediğin zamanlar olur ya işte o zamanki duygu hiçbir yerde yok.
bir insan bir yerde istenmiyorsa orası onun için bitmiştir. bir daha oraya gitmek istemez. karşı taraf istese de kalbi o yüzden kırılan biri bir daha oraya gitmek istemez gitse bile kalbi kırıktır hep.
bir insan bir yerde istenmiyorsa orası onun için bitmiştir. bir daha oraya gitmek istemez. karşı taraf istese de kalbi o yüzden kırılan biri bir daha oraya gitmek istemez gitse bile kalbi kırıktır hep.
devamını gör...
177.
kendi dediğine kendisi de inanmayan bir kişi başlığı.
devamını gör...
178.
çok sevdiğim halde beni yanında istemedi başka şeyleri bahane etti gönderdi beni. işte bana o çok koydu. bir gece yarısı uykum olmasına rağmen bu kalp kırıklığı yüzünden uyuyamam. içimde bir ağlama hissi var ki yapamıyorum. güçsüz görünmek istemiyorum kimseye...
devamını gör...
179.
reçine. at kılı. kavak ağacı. reçine. yorgan. çiş. reçine. yumurta. mutlu. sigara. reçine. çekirdek. tabak. kızgın. git. gideme. vazgeç. vazgeçeme. alış. alışama. sev. seveme. git. gideme. reçine. böcek. iğde çiçeği. ıhlamur.
incir ağacında sallanıp duran bir çocukluğu kurtarmak için emek. başarısız. ağaç kesilir. birinin penceresindeki dalları karlı erik. kökleri zihnine çullanmış ağaç. bir gün ağaç olmak için mi köklerinden kurtulmak isteyecek? şaşılırdı buna.
"okuyabilsek çok ilginç olabilirdi bence."
incir ağacında sallanıp duran bir çocukluğu kurtarmak için emek. başarısız. ağaç kesilir. birinin penceresindeki dalları karlı erik. kökleri zihnine çullanmış ağaç. bir gün ağaç olmak için mi köklerinden kurtulmak isteyecek? şaşılırdı buna.
"okuyabilsek çok ilginç olabilirdi bence."
devamını gör...
180.
gerçekten herkesin özendiği bir hayata mı sahibim? peki bu kadar memnuniyetsiz olmam şükürsüzlüğümle mi açıklanır? herkesin bir ukdesi mi var içinde hayata dair her şeye dair. falan filan.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2