normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
2181.
sana söylediklerimi kafana takma ne olursun diyor şarkıda.
kendine söyleyince bu cümleyi çok garip kaçmıyor mu?
ama ara ara söylemek de gerekiyor. kendi iç sesimizin saçmalığını sürekli dinlemek yıpratıcı olabilir. hatta yıkıcı bile olabilir.
bu aralar işte bununla mücadele ediyorum.
iç sesin tüm olumsuz buyruklarını bir bir alaşağı etmeye çalışıyorum.
başarılı olacak mıyım belli değil.
her konuştuğunda iğne gibi saplıyor kelimeleri.
kelimeler bile utanıyor biliyor musunuz?
insan kendi kendine bunu söyler mi diyorlar. havada uçuşup kaçmaya çalışıyorlar.
odamın serinliğinden bir yere gidemiyorlar. duvarlar hapis.
yatağımın üzerine uzanıyorum sonra, sırtüstü.
nefesimi dinliyorum.
bu ayaklar benim... bu kollar benim diyorum. bu zihin benimken bu başına buyrukluk neden.
sorular anlamsız.
nefes al nefes ver.
kendine söyleyince bu cümleyi çok garip kaçmıyor mu?
ama ara ara söylemek de gerekiyor. kendi iç sesimizin saçmalığını sürekli dinlemek yıpratıcı olabilir. hatta yıkıcı bile olabilir.
bu aralar işte bununla mücadele ediyorum.
iç sesin tüm olumsuz buyruklarını bir bir alaşağı etmeye çalışıyorum.
başarılı olacak mıyım belli değil.
her konuştuğunda iğne gibi saplıyor kelimeleri.
kelimeler bile utanıyor biliyor musunuz?
insan kendi kendine bunu söyler mi diyorlar. havada uçuşup kaçmaya çalışıyorlar.
odamın serinliğinden bir yere gidemiyorlar. duvarlar hapis.
yatağımın üzerine uzanıyorum sonra, sırtüstü.
nefesimi dinliyorum.
bu ayaklar benim... bu kollar benim diyorum. bu zihin benimken bu başına buyrukluk neden.
sorular anlamsız.
nefes al nefes ver.
devamını gör...
2182.
bilirsin rüyalarım çok karmaşıktır.
seninle uyumuş gibi hissettim dün. keşke bir kere bile fırsatımız olabilseydi. başkasıyla uyudum geçenlerde. rüya da kaldığım ikilemi anlatıyordu zaten. bebeğim olmuş ondan. dünya bu ki seninle karşılaşıyoruz, yakınlaşıyoruz. sana diyorum ki seviyor musun beni hala? sonrası yok bu bölümün.
eve gidiyoruz ama bebeğimi aynı binada başka birine bırakmışım. almak için merdivenlerden çıkıyorum. bazı yerler geniş bazıları daracık minnacık. geçmek için çok çaba sarf ediyorum. alıyorum bebeği, eve geliyorum. diyorsun ki senin mi evlat edindim vs geveliyorum.
ben en çok bundan korkuyorum bir gün gelirsin başkasının elini tutarken ben diye. bırakamam o eli, mecburiyetlerim olursa. ömrümce sen kadar kimseyi sevemeyeceğimi kabullendim ben. demeseydin ki bekleme beni hiç yolum şaşmazdı senden de. kalbim paramparça oldu kollarım gibi. deniyorum seni daha az sevebilmeyi. başkasının evinde bile seni düşünerek sigara içmemeyi. keşke onun yerinde sen olsaydını düşünmemeyi deniyorum.
birileri şu hikayeyi anlatsa bana mabadımla gülerdim. kimse vazgeçilmez değildir geçer derdim. 2 sene oldu be! azaldı eskisi gibi ağlamıyorum artık, olur olmadık mesajlar atmak sana ulaşmak için farklı yollar denemiyorum.
psikologum hangisi daha iyi eş olur ikilemini anlatıyor dedi. cevap çok net gelsen biliyorsun leylim. sayfalarca düşün ki o bunu okuyor entrysi okuyorum bir haber gelir senden bana belki diye. yok! yaşamama da ölmeme de izin vermiyorsun ki!
seninle uyumuş gibi hissettim dün. keşke bir kere bile fırsatımız olabilseydi. başkasıyla uyudum geçenlerde. rüya da kaldığım ikilemi anlatıyordu zaten. bebeğim olmuş ondan. dünya bu ki seninle karşılaşıyoruz, yakınlaşıyoruz. sana diyorum ki seviyor musun beni hala? sonrası yok bu bölümün.
eve gidiyoruz ama bebeğimi aynı binada başka birine bırakmışım. almak için merdivenlerden çıkıyorum. bazı yerler geniş bazıları daracık minnacık. geçmek için çok çaba sarf ediyorum. alıyorum bebeği, eve geliyorum. diyorsun ki senin mi evlat edindim vs geveliyorum.
ben en çok bundan korkuyorum bir gün gelirsin başkasının elini tutarken ben diye. bırakamam o eli, mecburiyetlerim olursa. ömrümce sen kadar kimseyi sevemeyeceğimi kabullendim ben. demeseydin ki bekleme beni hiç yolum şaşmazdı senden de. kalbim paramparça oldu kollarım gibi. deniyorum seni daha az sevebilmeyi. başkasının evinde bile seni düşünerek sigara içmemeyi. keşke onun yerinde sen olsaydını düşünmemeyi deniyorum.
birileri şu hikayeyi anlatsa bana mabadımla gülerdim. kimse vazgeçilmez değildir geçer derdim. 2 sene oldu be! azaldı eskisi gibi ağlamıyorum artık, olur olmadık mesajlar atmak sana ulaşmak için farklı yollar denemiyorum.
psikologum hangisi daha iyi eş olur ikilemini anlatıyor dedi. cevap çok net gelsen biliyorsun leylim. sayfalarca düşün ki o bunu okuyor entrysi okuyorum bir haber gelir senden bana belki diye. yok! yaşamama da ölmeme de izin vermiyorsun ki!
devamını gör...
2183.
bugün bir şekilde laf lafı açtı ve bir konuyu hatırlamak üzere eski mesajları okudum. kafamda oluşan tek şey aslında yoğun bir psikolojik manipülasyona maruz kaldığım. içinde bulunduğum zaman diliminde ya bunu görememişim ya da karşımdaki insana acıdığım için söylediği abidik gubidik laflara inanıyor gibi yapmışım. ama farkına vardım ki insanlar aslında beni kırmaktan hiç çekinmemiş. hep üzülebilir, kenara köşeye atılabilir ama gitmez olmuşum. kalbim kırılıyor, üzülüyorum desem bile kendini haklı çıkarma çabasını, sinirini benimle tartışarak atma yolunu terk etmemiş. yanlış anladın seni kırmak istemedim dememiş bir defa. bir defa ya bir defa. verdiğim değerle, gösterdiğim özveriyle öylece kalakalmışım. ne acı.
zaten çok yakın olduğum bi insan değil ama o zamanlar öyleydi. daha doğrusu belli ki ben öyle sanıyormuşum. ama güzel bir günün ardından gece uyumadan 3 5 dakika önce de bunun farkındalığını yaşamak kötü oldu.
zaten çok yakın olduğum bi insan değil ama o zamanlar öyleydi. daha doğrusu belli ki ben öyle sanıyormuşum. ama güzel bir günün ardından gece uyumadan 3 5 dakika önce de bunun farkındalığını yaşamak kötü oldu.
devamını gör...
2184.
ne yana dönse çıkmaz sokak. kime hak vereceği belli değil. sağa çekilirse sağa, sola çekilirse sola yöneliyor. kendine ait bir fikrin kalıcılığından söz edebilmek ne mümkün. aman ona ayıp olur, aman bu gücenir diye diye kendinden feragat ettikleri yastığa başını koyduğunda yanı başında bitiyor. vicdan azabı ile gözünü bile kırpmadan sabahı sabah ediyor. yeni güne dair ümit edebilecek ne kaldı ki.
devamını gör...
2185.
iyi değilim sözlük. sözlüğe bile bela olduğumu düşünmeye başladım. her ne kadar her şey geçici olsa da, hani sizin de yani birçoğunuzun da bildiği o hikaye var ya, yüzüğün üstünde "bu da geçer" yazıyormuş hani. evet mutlu olsan da geçiyor üzgün olsan da geçiyor. ama bu üzgün olmak ile alakalı değil. tabii ki kötü geçen bugünümü değiştirmek için harekete geçebilirdim ama ben hiçbir şey yapmadım. ama bu üzgün olmak değil sözlük. az önce kafamdaki o arkaplanda konuşan sesi çok iyi hissettim. bana "seni şutlayacaklar" dedi. ah bu korkuların ve kaygıların bilinmeyen temelleri. çok mu bencilim, ama bu heyecanım, bu baskı, bu korku ve bu kaygı neden hem de sadece durduğum yerde. uyuyup kurtulmak istiyorum, belki bir ümit geçerse diye. umarım benim için bir çıkış yolu olur. umarım.
devamını gör...
2186.
iki saattir başlıklara girip girip yazıp yazıp siliyorum. son derece bir sinir hali.
devamını gör...
2187.
benim için üzülme
bergen, mart’tan beri hayatımıza giren bir kadın. acıların kadını olmuş bir kadın. çilesi hiç bitmemiş. çilesi ömrünün sonunu belirlemiş.
kimimiz ona kızıyoruz, o kadar yanlış bir adamı niye sevdi diye?
o kadar yanlış bir adamı niye sevdin bergen?
tüm memleketin kadınları, doğru adamları sevdi, bir tek sen yanlış adamı sevdin.
herkesin eşi/sevgilisi ideal adam. zaten tüm kadınlar, adamın beş para etmez olduğunu anladığında, ondan ya ayrılıyor ya da boşanıyor. ya da çoğu kadının yaptığı gibi, hayatına hiç adam sokmuyor. adam olmayınca problem de olmuyor.
zaten bu dünyada kadınların tek derdi, onları yoran erkekler. kadınların başka hiçbir derdi yok.
öyle mi gerçekten, kadınların onları yoran erkekler dışında dertleri yok mu?
tüm yalnız kadınlar çok mu mutlu?
dünya üzerinden türkiye’ye bakalım. türkiye bir örneklem olsun. bergen gibi kadınlara bakalım. sağımızda solumuzda bergen gibi kaç kadın var? acıların kadını olan kaç kadın var? aman, bunun hayatı da hayat mıymış dediğimiz kaç kadın var?
acele etmeyin, biraz daha bakın sağınıza solunuza. üzülmeniz gereken kaç kadın var oralarda? kendi dramıyla boğuşan, acınılası kaç kadın var?
allah c.c, benden başka kimseden bir şey istemeyin diyor, benden başka kimse de size acımasın diyor. bir tek allah var ve o hepimize yeter.
bir tek allah varken, bizler bazen farkında olmadan ona buna ne çok acıyoruz. ona buna ne çok kızıyoruz. tüm yanlışlarımıza rağmen bizi affeden bir rabbimiz var ve biz zaaflarıyla hareket ettiği için ölmüş bir kadının yanlışlarını anabiliyoruz. her şeyimizi gören, ruh halimize hâkim olan rabbimiz bunu bize yapmıyor, ama biz bir başkasına yapabiliyoruz.
hasta olana üzülüyoruz, sanki ilk hasta olan oymuş gibi. ayrılana üzülüyoruz sanki ilk ayrılan oymuş gibi. kayıp yaşayana üzülüyoruz sanki ilk kaybı yaşayan oymuş gibi. üzülmemiz bizi kesmiyor ve ardından ona acımaya geçiyoruz. gülmesinin altında psikolojik bir rahatsızlık arıyoruz. ne geçiyor elimize, bolca vicdan huzuru. onu düşündük değil mi, ne ala memleket, o kendini düşünemezdi çünkü.
hayatın, hiç kimse için mükemmel olmadığı bir âlem burası. hayat her dakika mükemmel değil diye sağımızı solumuzu da parçalasak aynı, kayıtsız kalsak da aynı, aldırmayıp mutlu olmaya odaklansak da aynı.
az önce acısını bizimle paylaşan bir dostumuz için de aynı. birazdan bir şeyler yiyecek sonra bir şeyler izleyecek, sonra çalışacak, eline telefonunu alacak. kendini keyiflendirecek bir şeyler bulmaya başlayacak, bir arkadaşını arayacak ya da internette boşluğa yazılar yazacak. sonra o yazıların kesiştiği biri olsun diye umacak.
bergen de böyle bir kadındı. zaafları vardı, yetenekleri vardı. sevilmeye ihtiyacı vardı. iletişim kurmaya ihtiyacı vardı. yanında annesinin olması, mükemmel bir sesinin olması ona yetmedi. sevgi ihtiyacını, yanlış bir adamın karşılayacağını nereden bilebilirdi. bu dünyada, onu bırakmayan tek erkeğin sonu olacağını nereden bilebilirdi.
birini yargılarken, onun yerinden bakıp yargılamak lazım. empati yapmak lazım. bir çoğumuzun hayatı bergen’in hayatı gibi. inişler ve çıkışlar ile dolu. onun çıkışları kadar yüksek dozda olmasa bile her birimiz onun gibi kenarlarda dolaşıp duruyoruz. düşmememiz, düşmeyeceğimiz anlamına gelmez.
bir kadını, sevdiği yanlış adam yüzünden kızmak ile başka bir kadına, gece vakti sokakta dolaştığı için kızmak arasında bir fark yok.
herkes, kendi hayatını kendi doğruları üzerinden yaşar. bazen yanlışlar bizi doğrulardan daha çok mutlu eder. bu, bir kadın için diyeti kırmaktır, başka bir kadın için kredi kartına yüklenmektir, bir başka kadın için yanlış adama saplanmaktır.
kimi aşkını ifade edemez, kimi hastalığını, kimi dramını. her kadın anlattığından ya da gösterdiğinden çok daha fazladır. gösterdiği yönleri ile sağını solunu oyalar o sırada o da kendi derdi ile meşgul olur. bergen de öyle yaptı. yalnızlığı ile boğuşurken bir adam ile meşgul etti bizi.
adamın ona verdiği zararlarla meşgul olurken, yalnızlığını unuttu. sonra da onun o halinden istifade eden insanlar sayesinde başarıdan başarıya koştu. en sonunda da ayağı takıldı.
adam ise kendine mantıklı gelen şekilde onu korudu. tüm dünyaya mantıksız gelen bir şekilde yaptı bunu. onu evinin kadını yapmak isterken ona kara toprağı sunan bir şekil oldu bu.
o adam şu anda serbest, bergen ise her tarafı korkuluk dolu mezarında yatıyor.
bizler de hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. gene aşk övülüyor, gene başarı övülüyor, gene vazgeçmemek övülüyor.
sen öldün bergen, biz aynı kaldık. bir süre sana üzülür, sana acır, sonra acıyacak başka insanlar buluruz kendimize. kendi hayatlarımız kendi doğrularımız ile kendimizi şişirip dururuz. biz yapmazdık deriz ve böbürleniriz.
bir başkasını kıskanmaktan zerre kadar farkı olmayan bir başkasını acımaktan kendimizi kurtarmadan yaşar gideriz.
oysa bergen tam da bu insanlara bunu söylemişti. benim için üzülme şarkısı tam da bu acıyan insanlara söylenmiş bir şarkı. kimse üstüne almadı bana kaldı.
bergen, mart’tan beri hayatımıza giren bir kadın. acıların kadını olmuş bir kadın. çilesi hiç bitmemiş. çilesi ömrünün sonunu belirlemiş.
kimimiz ona kızıyoruz, o kadar yanlış bir adamı niye sevdi diye?
o kadar yanlış bir adamı niye sevdin bergen?
tüm memleketin kadınları, doğru adamları sevdi, bir tek sen yanlış adamı sevdin.
herkesin eşi/sevgilisi ideal adam. zaten tüm kadınlar, adamın beş para etmez olduğunu anladığında, ondan ya ayrılıyor ya da boşanıyor. ya da çoğu kadının yaptığı gibi, hayatına hiç adam sokmuyor. adam olmayınca problem de olmuyor.
zaten bu dünyada kadınların tek derdi, onları yoran erkekler. kadınların başka hiçbir derdi yok.
öyle mi gerçekten, kadınların onları yoran erkekler dışında dertleri yok mu?
tüm yalnız kadınlar çok mu mutlu?
dünya üzerinden türkiye’ye bakalım. türkiye bir örneklem olsun. bergen gibi kadınlara bakalım. sağımızda solumuzda bergen gibi kaç kadın var? acıların kadını olan kaç kadın var? aman, bunun hayatı da hayat mıymış dediğimiz kaç kadın var?
acele etmeyin, biraz daha bakın sağınıza solunuza. üzülmeniz gereken kaç kadın var oralarda? kendi dramıyla boğuşan, acınılası kaç kadın var?
allah c.c, benden başka kimseden bir şey istemeyin diyor, benden başka kimse de size acımasın diyor. bir tek allah var ve o hepimize yeter.
bir tek allah varken, bizler bazen farkında olmadan ona buna ne çok acıyoruz. ona buna ne çok kızıyoruz. tüm yanlışlarımıza rağmen bizi affeden bir rabbimiz var ve biz zaaflarıyla hareket ettiği için ölmüş bir kadının yanlışlarını anabiliyoruz. her şeyimizi gören, ruh halimize hâkim olan rabbimiz bunu bize yapmıyor, ama biz bir başkasına yapabiliyoruz.
hasta olana üzülüyoruz, sanki ilk hasta olan oymuş gibi. ayrılana üzülüyoruz sanki ilk ayrılan oymuş gibi. kayıp yaşayana üzülüyoruz sanki ilk kaybı yaşayan oymuş gibi. üzülmemiz bizi kesmiyor ve ardından ona acımaya geçiyoruz. gülmesinin altında psikolojik bir rahatsızlık arıyoruz. ne geçiyor elimize, bolca vicdan huzuru. onu düşündük değil mi, ne ala memleket, o kendini düşünemezdi çünkü.
hayatın, hiç kimse için mükemmel olmadığı bir âlem burası. hayat her dakika mükemmel değil diye sağımızı solumuzu da parçalasak aynı, kayıtsız kalsak da aynı, aldırmayıp mutlu olmaya odaklansak da aynı.
az önce acısını bizimle paylaşan bir dostumuz için de aynı. birazdan bir şeyler yiyecek sonra bir şeyler izleyecek, sonra çalışacak, eline telefonunu alacak. kendini keyiflendirecek bir şeyler bulmaya başlayacak, bir arkadaşını arayacak ya da internette boşluğa yazılar yazacak. sonra o yazıların kesiştiği biri olsun diye umacak.
bergen de böyle bir kadındı. zaafları vardı, yetenekleri vardı. sevilmeye ihtiyacı vardı. iletişim kurmaya ihtiyacı vardı. yanında annesinin olması, mükemmel bir sesinin olması ona yetmedi. sevgi ihtiyacını, yanlış bir adamın karşılayacağını nereden bilebilirdi. bu dünyada, onu bırakmayan tek erkeğin sonu olacağını nereden bilebilirdi.
birini yargılarken, onun yerinden bakıp yargılamak lazım. empati yapmak lazım. bir çoğumuzun hayatı bergen’in hayatı gibi. inişler ve çıkışlar ile dolu. onun çıkışları kadar yüksek dozda olmasa bile her birimiz onun gibi kenarlarda dolaşıp duruyoruz. düşmememiz, düşmeyeceğimiz anlamına gelmez.
bir kadını, sevdiği yanlış adam yüzünden kızmak ile başka bir kadına, gece vakti sokakta dolaştığı için kızmak arasında bir fark yok.
herkes, kendi hayatını kendi doğruları üzerinden yaşar. bazen yanlışlar bizi doğrulardan daha çok mutlu eder. bu, bir kadın için diyeti kırmaktır, başka bir kadın için kredi kartına yüklenmektir, bir başka kadın için yanlış adama saplanmaktır.
kimi aşkını ifade edemez, kimi hastalığını, kimi dramını. her kadın anlattığından ya da gösterdiğinden çok daha fazladır. gösterdiği yönleri ile sağını solunu oyalar o sırada o da kendi derdi ile meşgul olur. bergen de öyle yaptı. yalnızlığı ile boğuşurken bir adam ile meşgul etti bizi.
adamın ona verdiği zararlarla meşgul olurken, yalnızlığını unuttu. sonra da onun o halinden istifade eden insanlar sayesinde başarıdan başarıya koştu. en sonunda da ayağı takıldı.
adam ise kendine mantıklı gelen şekilde onu korudu. tüm dünyaya mantıksız gelen bir şekilde yaptı bunu. onu evinin kadını yapmak isterken ona kara toprağı sunan bir şekil oldu bu.
o adam şu anda serbest, bergen ise her tarafı korkuluk dolu mezarında yatıyor.
bizler de hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. gene aşk övülüyor, gene başarı övülüyor, gene vazgeçmemek övülüyor.
sen öldün bergen, biz aynı kaldık. bir süre sana üzülür, sana acır, sonra acıyacak başka insanlar buluruz kendimize. kendi hayatlarımız kendi doğrularımız ile kendimizi şişirip dururuz. biz yapmazdık deriz ve böbürleniriz.
bir başkasını kıskanmaktan zerre kadar farkı olmayan bir başkasını acımaktan kendimizi kurtarmadan yaşar gideriz.
oysa bergen tam da bu insanlara bunu söylemişti. benim için üzülme şarkısı tam da bu acıyan insanlara söylenmiş bir şarkı. kimse üstüne almadı bana kaldı.
devamını gör...
2188.
her gölge, gölgesi olmayan günü hatırlatır.
devamını gör...
2189.
tek düze yapay cümlelerle çevrili ağızlardan dökülen kelimelerin miadı dolsun artık. yormamak için insanlar çıksın yola . yeterince karanlık değil mi ? aklımız da karanlık şuurların şiirleri miras kalmış olmasın dünden yarına . sade ve netliği barındıran cümleleri kurabilse bir insanlar , anlama mahal olsun . cümlelerimize de çarpık çehresiyle eşlik etmesin , akıl körü , ruh zarı yırtılmış karanlıkla dolu olanlar . bakın işte bende bir öteki olarak bir başka öteki yarattım ..
devamını gör...
2190.
bağımlılıklarımın ipleriyle örülen kozamı yırtmaya çalışırken buldum yine kendimi. kabullenilemeyen toprakların bataklıklarında yalnız bir başım ve ben. hunharca sevilen köpeklerden uzaklarda gözlerim. bir parkta ölüme uzanmış meleklerimi dinliyorum büyük bir huzurla. gözlerimi açtıkça değişiyor ışıkların açıları, değişiyor insanlar. zaman değişiyor hiç durmadan, ben olduğum yerde saydıkça. bir yudum daha alıyorum acı çayımdan. patlamak için canını çekirdeğine çeken dev bir yıldızın atmosfermişçesine dolanıyorum kurumuş çimlerin arasından. bazen bir çiçek görüyorum, sarı, sararmış otların içinden seçemiyorum. halbuki orada değil de baharımda olsa belki daha ilgi çekecekti. ayıramıyorum nöronlarımı diğer anılarımdan. patikası silinmiş yolların köşelerinde duran çeşmelerden ibaret kelimelerim. sigarayı bırakmış adamın çekmecesinde bekleyen çakmaktaki gazla dolu balonlarım. ateşe verdiğim geleceğimi izliyorum, parkın köşesinden kurulmuş rahatsız bir sandalyeye.
kısıyorum gözlerimi değişimden çıkan kara dumanlara. yaşlanıyorum, gözlerim gibi, büyüyorum bir sarmaşık misali.
kısıyorum gözlerimi değişimden çıkan kara dumanlara. yaşlanıyorum, gözlerim gibi, büyüyorum bir sarmaşık misali.
devamını gör...
2191.
dürüttt dürüttt dürüt..
öylesine anlamsız bir başlangıç yaptım.
hemen ciddiyetime bürünüyorum.
ben her şeye çok geç kalmışım. zamanımı çok öldürdüm. can çekişip arada sinyal verdi ruhum ama hiç dinlemedim. hep üzerini kapattım. geçici bulduğum bu kestirme ve basit çözümler daha da çok kararttı beni. içimi, dışımı, hevesimi, kursağımı her şeyini bir yerde bıraktı. potansiyelimi doğru yerde kullanamadığıma inanıyorum halen de öyle. farkında olup yolları bulamamak daha çok sıkıntılı. sürekli tekrarladığım şey hep 'ben buraya ait değilim oluyor' bu kadar yaşadım ama hepsi uzay boşluğunda. bir yerde var olamamak derdim. bu hep benle sürüp giderse ve bulunamazsa akıl ve yürek buna nasıl dayanır onun hesabındayım. hayat beni ne bir insana ne de bir göreve ait yaptı. ben hep o doğduğum yerdeki korunaklı kolların içindeyim. koruyor, ısıtıyor lakin bu durum değişmedikçe ben o savunmasız ve dayanıksız insan olmaya devam ediyorum. dışardan her şeyi bilir, o bu işin hakkından gelir denilen ben içimde çok pasifim. biraz benimle vakit geçirenler bu durumu anlıyor elbet, adına da çok dokundurmadan 'hassas ve nahif' diyorlar. benim veremediğim sınavım bu; devamlı sınıfta kaldığım. bugün tekrar anladım ki, fikren ve ruhen çok yalnızım. tek başına uçamadım ben ve hissediyorum uçmak için geç kaldım..
öylesine anlamsız bir başlangıç yaptım.
hemen ciddiyetime bürünüyorum.
ben her şeye çok geç kalmışım. zamanımı çok öldürdüm. can çekişip arada sinyal verdi ruhum ama hiç dinlemedim. hep üzerini kapattım. geçici bulduğum bu kestirme ve basit çözümler daha da çok kararttı beni. içimi, dışımı, hevesimi, kursağımı her şeyini bir yerde bıraktı. potansiyelimi doğru yerde kullanamadığıma inanıyorum halen de öyle. farkında olup yolları bulamamak daha çok sıkıntılı. sürekli tekrarladığım şey hep 'ben buraya ait değilim oluyor' bu kadar yaşadım ama hepsi uzay boşluğunda. bir yerde var olamamak derdim. bu hep benle sürüp giderse ve bulunamazsa akıl ve yürek buna nasıl dayanır onun hesabındayım. hayat beni ne bir insana ne de bir göreve ait yaptı. ben hep o doğduğum yerdeki korunaklı kolların içindeyim. koruyor, ısıtıyor lakin bu durum değişmedikçe ben o savunmasız ve dayanıksız insan olmaya devam ediyorum. dışardan her şeyi bilir, o bu işin hakkından gelir denilen ben içimde çok pasifim. biraz benimle vakit geçirenler bu durumu anlıyor elbet, adına da çok dokundurmadan 'hassas ve nahif' diyorlar. benim veremediğim sınavım bu; devamlı sınıfta kaldığım. bugün tekrar anladım ki, fikren ve ruhen çok yalnızım. tek başına uçamadım ben ve hissediyorum uçmak için geç kaldım..
devamını gör...
2192.
sana çok ama çok sinirliyim. sen olsan benim kimseciklere ihtiyacım olmazdı. senin minicik ilgin bile bana yeterdi. 3 yıl olacak görmediğim ama ne fark eder aynı samimiyeti bulurum sende, senin kollarında, kokunda...
devamını gör...
2193.
hayat dediğimiz olguda esasen hep yeni yeni şeyler öğreniyoruz değil mi ? bazen ağlıyoruz , bazen gülüyoruz vb. şekillerde değişiyor. açık konuşmam gerekirse bu dönemeçte çok ama çok bunaldım. kendimi mutlu edecek bir zamana bile sahip olduğum söylenemez. bunu yaratmaya haiz tek kişi ise yine benim. insanı en çok yoran şeylerin başında aslında yalnızlık geliyor. yalnız olmak her zaman mutlu olmak değil , bilakis bir arayış içinde olma durumu. akşamları koltukta içimize çöken hüzün , gün boyu maruz kaldığımız yapmacık arkadaşlıklar ve en sonunda kendinin bu dünyada başka bir ruhta ve kalpte varolabileceğine inanmak ise en anlamlı arayış. şu dünyada bir parçamız daha olmalı. ben hayatta duygulara önem veren birisiyimdir. her duyguyu hissetmeyi severim. ağlayacak mıyım ? ağlarım. mutlu mu olmam gerekiyor ? en içten şekilde tebessüm ederim. aşık mı oldum ? her bir zerrem ile tüm varlığımda hissederim. bunları sağlamak ise bizim özverimiz ile mümķün. şimdi bir virgül koyma zamanı. gelecekteki bütün güzellikler için.
devamını gör...
2194.
yosun tutmuş aklımın duvarları, havada bir nem kokusu. dönüp duruyor onca hayal. düşünceler bağırıyor, susmazken tuğlalar. ellerimi yiyorum soluksuzca, kanımı emiyor yarasalar. olmayan hayatımın yoksunluk krizi kulaklarımda. kayaları parçalayıp heykeller yapıyorum günahlarımla. bir kavanozu doldurmayan sevaplarımı seriyorum soğuk mermer masalara. hepsini bir urgana diziyorum. heykellerimin üzerinde bir süs misali sallandırıyorum hepsini. el sallıyor anılardan insanlar. bir sis bulutu kaplıyor etrafı. karanlık odada birkaç renkli rüya. kırmızı, yeşil, sarı, mavi. hepsinden var ama hangisi hangisi? bir kumar masasındayım. renkler kartlarda. kartlar dağıtılıyor son bir kez daha. bir yanımda tanrı, bir yanımda şeytan. kazansam ne yapacağım? peki ya kaybetsem kazancım ne olacak? oturup bir anlaşma imzalıyorum maddelerini okumadan. bir ceza veriyorlar bana. alıp koyuyorlar beni kırmızı etten duvarların arasına. ait olmadığım bir kalbin tam ortasına.
devamını gör...
2195.
buraya bir şey yazıdığım zaman ilk aklıma gelen kendimi nasıl hissettiğim oluyor. karnımda filler horon tepiyor gibi hissediyorum.
sevmek güzel şey hoş şey de ne bileyim ya ben bir tuhaf takıntılı gibi hissediyorum kendimi. hep şey olur ya birisinden hoşlanırsın da sonra içinden bir his keşke daha güzel olsaydım falan der işte o kıvama gelmek üzereyim ama böyle bir şeyin yaşanması aşırı kötü olur. o raddeye geleceğimi düşünmüyorum şahsen.
sınavlarım var ben her zamanki gibi uyumak istiyorum falan filan. sözlük de eski tadını vermiyor gibi hissediyorum buraya sık uğramamaya başladım.
sevmek güzel şey hoş şey de ne bileyim ya ben bir tuhaf takıntılı gibi hissediyorum kendimi. hep şey olur ya birisinden hoşlanırsın da sonra içinden bir his keşke daha güzel olsaydım falan der işte o kıvama gelmek üzereyim ama böyle bir şeyin yaşanması aşırı kötü olur. o raddeye geleceğimi düşünmüyorum şahsen.
sınavlarım var ben her zamanki gibi uyumak istiyorum falan filan. sözlük de eski tadını vermiyor gibi hissediyorum buraya sık uğramamaya başladım.
devamını gör...
2196.
selam sözlükçüm.
az önce* bir sene daha yaşlandım. aslında yaşlanmak denemez, bir yaş daha alıp gençleştim.* ve bunu yarınki biyokimya dersinin notlarına göz attığım sırada, saat tam 12'yi geçerken toplu mesaj atan arkadaşlarım sayesinde fark ettim. çok mutlu oldum. canım aile üyelerimin bile hatırlamamalarına ya da henüz aramamalarına rağmen böyle sevilmek çok hoşuma gitti doğrusu. ben onları hak edecek ne yaptım ya.*
az önce* bir sene daha yaşlandım. aslında yaşlanmak denemez, bir yaş daha alıp gençleştim.* ve bunu yarınki biyokimya dersinin notlarına göz attığım sırada, saat tam 12'yi geçerken toplu mesaj atan arkadaşlarım sayesinde fark ettim. çok mutlu oldum. canım aile üyelerimin bile hatırlamamalarına ya da henüz aramamalarına rağmen böyle sevilmek çok hoşuma gitti doğrusu. ben onları hak edecek ne yaptım ya.*
devamını gör...
2197.
son mesai saatini tamamlayıp ayrılmıştı iş yerinden. kısa bir yolculuk sonrası, bir cafeye attı kendini, içi gençlerle doluydu. kimi arkadaşıyla gelmişti kimi sevgilisi ile. çay, kahve içiyordu çoğu ve sohbet ediyorlardı. yaşlı bir adam gözüne çarptı tek başına oturuyordu o da. sağa sola dikkatle bakıyordu. gelen bir kız yer bulamadı, yaşlı adam ayaklandı anında. 4 kişilik masada oturan iki kişi vardı. bu masa, 2 masanın birleşimi idi. ayırın onları dedi adam, bu arkadaş ta oraya otursun. demek o buranın sahibi idi. düşündü 50’lerinde böyle nezih bir mekanın sahibi olsa nasıl hissederdi? gençler cıvıl cıvıl konuşuyorlar ortamı o yaratmış, kıvanç verici bir his olsa gerekti. siparişi gelmişti. kahvesini yudumlarken ilgiyle sağa sola göz gezdirmeye başladı. merak ediyordu insanlar ne konuşur nasıl konuşur ve mimikleri nasıl olur. anında birkaç kafa kalktı ona baktılar hayvani içgüdüler…
bakıldığını anlayınca düşmanca mı diye kontrol etmek ya da belki potansiyel partner arayışları. ona dönen yüzler pek dostane sayılmazdı, çoğunun kaşları çatılmıştı, hele bir tanesi. genç bir kadın ne ilginç bir yüzü var diye düşündü. büyük bir yüz, gözleri birbirinden fazlasıyla ayrıydı ama en çok ağzı dikkat çekiyordu. büyük bir ağız vahşi bir hayvanın ağzı gibi sanki oturup ölü bir geyiği çiğ çiğ ısırarak yiyebilirdi bu ağız. tek ısırıkta kopan kocaman kanlı bir et ve onu çiğneyen dev ağız. nahoş bir düşünceydi farkındaydı belki sebebi bu genç hanımın kaşlarını çatıp ne bakıyorsun ulan der gibi dik dik bakmasıydı. mecbur çekti gözlerini espressosuna gömüldü. kalkma vakti de gelmişti. hesabı ödemek için davrandı. siyah camdan yansımasını gördü o anda. çökük omuzlar, mor göz altları, yorgun bakışlar artık 20’lerin başında gibi görünmediğini itiraf etti kendine. mor göz altlarını düşünürken bir önceki gece karanlıkta yatağında uzanmışken cips yeyip bir taraftan da hayatını gözden geçirişini hatırladı, vakit hayli geçti uyuya kaldığında evet sebebi buydu muhtemelen. mekandan ayrıldı. soğuk bir rüzgar esti içi titredi soğuktan. ama hoşuna gitti bir taraftan sıcak yuva neşeli kahkahalar bir süredir nahoş geliyordu ona. bu soğuk ona özgürlüğü çağrıştırdı, jack london’ın kurtları gibi sahibin yanında şömine başında doymuş bir karınla oturmak mı yoksa ormanda kar yağarken yerde pati izleri bırakarak özgürce yürümek mi ikincisini tercih ediyordu bir süredir.
yine de soğuğa yiğitlik olmaz deyip montunun fermuarını boynuna kadar çekti. bugün doğum günü idi bundandı hüzünle karışık düşünceli bir ruh halinde oluşu. bu kadar yılı devirmişti hayattan. kendini geliştirmiş miydi yeterince, yeterince öğrenebilmiş, tecrübe edebilmiş miydi hayatı? hayır diyen cevap fazla düşünmeden belirdi zihninde. bir süre daha ölmesem iyi olur diye düşündü gülümseyerek, belki bir süre daha ve hasta olmasam bir süre daha… gençliğim adım adım tükeniyor ama biraz daha kalsın üzerimde.. ihtiyacım var buna böyle düşündü. zaman geliştirir insanı, tecrübeler. ama tek başına zaman ne kadar geliştirebilirdi ki insanı? her yaşlı bilge miydi ki? henüz genç ve toy olanlara göre daha tecrübeli olabilirlerdi. ama iyi bir zihin imbiği yoksa tecrübelerini yanlış yorumlama, yanlış genelleyerek yanlış kanıya varma bu fazlasıyla görülen bir durumdu, ve belki bu yanlış zihinle hayatı hiç tecrübe etmese bundan iyiydi. insan önce zihnini açmalıydı, anlamak için bakmalıydı yaşama istediklerine ve ön yargılarına uygun verileri toplamak için değil.
hayır zaman tek başına yetmezdi gelişmek için, nasıl yetsindi? korku kapladı içini ya ahmak bir yaşlı olursa? ya da daha olası olanı vasat bir yaşlı? ne hayatını dolu dolu geçirmiş, ne kendini tanımış, ne insanı doğayı bilmiş, ne yeterince öğrenmiş ne yeterince okumuş, gezmiş ne de yeterince hayata karışabilmiş? bunu istemiyordu bunu asla istemiyordu. aynı anda zihninde bir taraf neden bunları istediğini de sorguluyordu, böyle yaşamanda da bir sorun yok diyordu kendini zorlama. onu bastırdı ilk düşüncesine geri döndü çünkü ağır basan oydu. ne yapmalı nasıl davranmalı idi istediği gibi yaşamak için disiplin gerekli idi muhtemelen. o an fark etti ki sanki zihninde bir buğu vardı çok daha önce bildikleri, fark ettikleri ya da öğrenebileceklerine set çekiyordu adeta. farkındalığı mı azalmıştı? bildiklerini bilmediğini zannedip tekrar mı ediyordu? zihin örgüsünde aslında bir döngüde miydi? sanki o buğuyu kaldırsa daha berrak görecekti her şeyi. kendine vurduğu bir pranga imiydi bu buğu? buğu neydi nasıl kendini daha iyi versiyonu haline getirebilirdi asenkron çalışan bu düşünceler arasında giderken sıcak yuvasına varmıştı. ve çok üşüdüğünden olsa gerek o kadar kötü gelmemişti.
bakıldığını anlayınca düşmanca mı diye kontrol etmek ya da belki potansiyel partner arayışları. ona dönen yüzler pek dostane sayılmazdı, çoğunun kaşları çatılmıştı, hele bir tanesi. genç bir kadın ne ilginç bir yüzü var diye düşündü. büyük bir yüz, gözleri birbirinden fazlasıyla ayrıydı ama en çok ağzı dikkat çekiyordu. büyük bir ağız vahşi bir hayvanın ağzı gibi sanki oturup ölü bir geyiği çiğ çiğ ısırarak yiyebilirdi bu ağız. tek ısırıkta kopan kocaman kanlı bir et ve onu çiğneyen dev ağız. nahoş bir düşünceydi farkındaydı belki sebebi bu genç hanımın kaşlarını çatıp ne bakıyorsun ulan der gibi dik dik bakmasıydı. mecbur çekti gözlerini espressosuna gömüldü. kalkma vakti de gelmişti. hesabı ödemek için davrandı. siyah camdan yansımasını gördü o anda. çökük omuzlar, mor göz altları, yorgun bakışlar artık 20’lerin başında gibi görünmediğini itiraf etti kendine. mor göz altlarını düşünürken bir önceki gece karanlıkta yatağında uzanmışken cips yeyip bir taraftan da hayatını gözden geçirişini hatırladı, vakit hayli geçti uyuya kaldığında evet sebebi buydu muhtemelen. mekandan ayrıldı. soğuk bir rüzgar esti içi titredi soğuktan. ama hoşuna gitti bir taraftan sıcak yuva neşeli kahkahalar bir süredir nahoş geliyordu ona. bu soğuk ona özgürlüğü çağrıştırdı, jack london’ın kurtları gibi sahibin yanında şömine başında doymuş bir karınla oturmak mı yoksa ormanda kar yağarken yerde pati izleri bırakarak özgürce yürümek mi ikincisini tercih ediyordu bir süredir.
yine de soğuğa yiğitlik olmaz deyip montunun fermuarını boynuna kadar çekti. bugün doğum günü idi bundandı hüzünle karışık düşünceli bir ruh halinde oluşu. bu kadar yılı devirmişti hayattan. kendini geliştirmiş miydi yeterince, yeterince öğrenebilmiş, tecrübe edebilmiş miydi hayatı? hayır diyen cevap fazla düşünmeden belirdi zihninde. bir süre daha ölmesem iyi olur diye düşündü gülümseyerek, belki bir süre daha ve hasta olmasam bir süre daha… gençliğim adım adım tükeniyor ama biraz daha kalsın üzerimde.. ihtiyacım var buna böyle düşündü. zaman geliştirir insanı, tecrübeler. ama tek başına zaman ne kadar geliştirebilirdi ki insanı? her yaşlı bilge miydi ki? henüz genç ve toy olanlara göre daha tecrübeli olabilirlerdi. ama iyi bir zihin imbiği yoksa tecrübelerini yanlış yorumlama, yanlış genelleyerek yanlış kanıya varma bu fazlasıyla görülen bir durumdu, ve belki bu yanlış zihinle hayatı hiç tecrübe etmese bundan iyiydi. insan önce zihnini açmalıydı, anlamak için bakmalıydı yaşama istediklerine ve ön yargılarına uygun verileri toplamak için değil.
hayır zaman tek başına yetmezdi gelişmek için, nasıl yetsindi? korku kapladı içini ya ahmak bir yaşlı olursa? ya da daha olası olanı vasat bir yaşlı? ne hayatını dolu dolu geçirmiş, ne kendini tanımış, ne insanı doğayı bilmiş, ne yeterince öğrenmiş ne yeterince okumuş, gezmiş ne de yeterince hayata karışabilmiş? bunu istemiyordu bunu asla istemiyordu. aynı anda zihninde bir taraf neden bunları istediğini de sorguluyordu, böyle yaşamanda da bir sorun yok diyordu kendini zorlama. onu bastırdı ilk düşüncesine geri döndü çünkü ağır basan oydu. ne yapmalı nasıl davranmalı idi istediği gibi yaşamak için disiplin gerekli idi muhtemelen. o an fark etti ki sanki zihninde bir buğu vardı çok daha önce bildikleri, fark ettikleri ya da öğrenebileceklerine set çekiyordu adeta. farkındalığı mı azalmıştı? bildiklerini bilmediğini zannedip tekrar mı ediyordu? zihin örgüsünde aslında bir döngüde miydi? sanki o buğuyu kaldırsa daha berrak görecekti her şeyi. kendine vurduğu bir pranga imiydi bu buğu? buğu neydi nasıl kendini daha iyi versiyonu haline getirebilirdi asenkron çalışan bu düşünceler arasında giderken sıcak yuvasına varmıştı. ve çok üşüdüğünden olsa gerek o kadar kötü gelmemişti.
devamını gör...
2198.
ankara’nın rüzgarını hissetti saç diplerinde. her telinin arasına biraz rüzgar doluştu. biraz soğuk, biraz da güneş… gözleri parladı güneşin ışığıyla. koyu kahve olan gözleri bir ton daha açıldı ışığın varlığıyla. gözlerini kıstı biraz. son bir nefes aldı ve tüm yiğitliğini sergileyerek adımını attı apartman kapısına; aylarca, sabırla büyümesini beklediği umut filizlerinin meyvelerini büyük bir heyecanla toplamaya… ağır ağır çıktı merdivenleri. her bir çıktığı basamak yıllarını anlatıyordu sanki ona. o ayların, yılların bir dili olsa da konuşsa… geçmişin güzel günlerini, göz yaşlarını biriktirdiği saatleri, o saatlerin bir türlü geçmek bilmeyişlerini…
önündeki eski ahşap kapıya dikti gözlerini. tık tık ve tık. üç kere tıklattı kapıyı. nefesini tuttu farkında olmadan. ve açıldı onca zamanın sır perdesi. bir saniye, sadece bir saniye baktı karşısındaki kişinin gözlerine. ondan başkasının anlayamayacağı bir gülümseme sundu ona kısa bir süre. kim anlayabilirdi ki o dudak kıvrımının bir gülümseme olduğunu? onca acının dudağın kenarındaki bir kıvrıma dönüşebileceğini kim düşünebilirdi bu iki kişiden başka? mutlak mutluluk var mıydı? mümkün olabilir miydi ya da? mümkün olmasa bile ikisi için de imkansız denen bir şey yoktu o saatten sonra. “sen..” diyebildi kadın. sadece tek bir kelime. tek nefes. adam kenara çekildi, sessizliği ile davet etti kadını ruhunun derinliklerine.
önündeki eski ahşap kapıya dikti gözlerini. tık tık ve tık. üç kere tıklattı kapıyı. nefesini tuttu farkında olmadan. ve açıldı onca zamanın sır perdesi. bir saniye, sadece bir saniye baktı karşısındaki kişinin gözlerine. ondan başkasının anlayamayacağı bir gülümseme sundu ona kısa bir süre. kim anlayabilirdi ki o dudak kıvrımının bir gülümseme olduğunu? onca acının dudağın kenarındaki bir kıvrıma dönüşebileceğini kim düşünebilirdi bu iki kişiden başka? mutlak mutluluk var mıydı? mümkün olabilir miydi ya da? mümkün olmasa bile ikisi için de imkansız denen bir şey yoktu o saatten sonra. “sen..” diyebildi kadın. sadece tek bir kelime. tek nefes. adam kenara çekildi, sessizliği ile davet etti kadını ruhunun derinliklerine.
devamını gör...
2199.
son, dört gün.
devamını gör...
2200.
hayat da örgü gibi değil midir
arada atlar ilmekler birkaç pürüz oluşur
bazen de yeni modeller denersin eskisinden daha güzel oluverir.
hepsi birbirini tamamlayan ilmikler ...
herkes ipi kadar başlar, dener yanılır ve bitirir.
umarım kimse geç fark etmez örgünün yanlış olduğunu.
arada atlar ilmekler birkaç pürüz oluşur
bazen de yeni modeller denersin eskisinden daha güzel oluverir.
hepsi birbirini tamamlayan ilmikler ...
herkes ipi kadar başlar, dener yanılır ve bitirir.
umarım kimse geç fark etmez örgünün yanlış olduğunu.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2