3021.
yine kaygıdan dolayı kusmak istiyorum. sanki böyle eriyene kadar kusarsam rahatlayacakmışım gibi. ya da böyle bir süreliğine yok olsam da rahatlayabilirim.
bir de oda arkadaşımı rahatsız etmemek için yatağın içinde fazla hareket etmeden durmak zorundayım. benim şu an odada sakinleşmek için bir oraya bir buraya anlamsızca yürümem gerekiyordu. olmadı dışarı çıkıp uzun süre yürüdükten sonra soğuğu hissedip o anki kaygımı bir şekilde hafifletmem gerekiyordu. şu an yapabileceğim max şey ise lavaboya gidip klozetin kapağına oturup hayatımı sorgulamak ve kalan birkaç parça peçete ile sümüğümü silmek. az önce de benim peçetem bittiği için oda arkadaşımın kağıt havlusunu dızladım ve yüksek ihtimalle daha da akmaya devam edecek olan burnumu onunla silmek zorundayım.
gece umarım çabuk biter. diğer şekilde klozetin kapağının üzerinde hayatın ne kadar anlamsız olduğunu düşünerek ve yerdeki fayansları sayarak /yatağımın içinde put gibi durup sakinleşmeye çalışarak, uykusuz halimle sabahın köründe koydukları o anasını sevdiğimin dersine yetişmeye çalışarak mükemmel bir gün elde edeceğim.
bit artık, bit. seni lanet olası aşağılık herif .

gecenin bitip sabah olduğu zamandan sesleniyorum. geceleri her boku dramatize ediyorum,daha iyi anladım.
devamını gör...
3022.
ben nuh degilim bu tufan beni boğar affet ...
devamını gör...
3023.
normalde bilimkurgu filmlerini ve dizilerini çok sevmeme rağmen bilimkurgu kitaplarını pek okumuyordum. geçen yıl storytelden barış özcan seslendirmesi ile su adamı kitabını dinlemiştim. o kitaptan sonra ara ara bilimkurgu da okumaya karar verdim. olaya temelden girmek istediğim için jules verne kitapları ile başlamak istedim. bir kaç kitabını okudum genelde çocuklara hitap ettiği için yer yer sıkıcı geliyor ama genel olarak ufkumu açan kitaplar oldu. az önce bir buzul yolculugu kitabını bitirdim. buzullar ve soğuk ile ilgili öğrendiğim bir çok bilginin yanı sıra gemicilik ile ilgili de bir çok terim öğrendim. civanın eksi 42 derecede donduğunu da öğrendim. güzel bir kitaptı tavsiye ederim bu sıcak havada okumama rağmen buzullardaki o soğuk havayı hissettim.
devamını gör...
3024.
insanların hayatlarına girmek ve çıkmak günümüzde çok kolay. her insan kendine odaklandığı için bir başkası ona iyi hissettirdiği sürece varlığında bir beis görmüyor ama yokluğu da hayatında bir fark oluşturmuyor. hayat böyle, her insan kendi ihtiyaçları üzerinden davranışlarını belirliyor.
devamını gör...
3025.
dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
bir tufan az mı gelir yine de.
devamını gör...
3026.
hayatımın özeti olan söz; fazla mütevazilik vasattan nasihat dinlemektir.

artık içime atacak yer kalmadı, buraya döküleyim. her şey nisan 89'da başladı. ilk nefesle adım attığım bu yol aileden, özellikle de annemden aldığım eğitim sonrası etrafımdaki vasatların beni kendinden üstün görüp akıl verir olduğu bir cendereye dönüştü. yetiştiriliş tarzı çok önemli, o yüzden ilerde çocuğum olduğunda burnundan kıl aldırmayan, ego fıçısı insanlara karşı dik durması, alttan almamasını öğütleyerek başlayacağım eğitimine.

kısa özetten sonra gelelim hangi durumların bu satırları yazmama sebep olduğuna. gerçi hangi birinden başlasam bilemiyorum. hem özel hayatımda, hem okul hayatımda, hem de şu an içinde bulunduğum iş hayatında aslında terazinin iki kefesine konulsak ağır basmayacak insanlar etrafımda yaşam koçu, bilirkişi modunda oldular hep.

sondan örnek vermek en mantıklısı. ülkenin mühendislik anlamında en prestijli firmalarından birinde çalışmanın artıları kadar eksileri de mevcut. ve bunların başında bu işi yaparken muhatap olduğunuz zor karakterli insanlar geliyor. elenerek gelmiş olmanın verdiği özgüven patlaması mıdır, yoksa pohpohlanarak şişirilmiş egoist benliklerinden midir bilinmez, iletişim esnasında hep bir üste çıkma dürtüsü çalışma saatlerini çoğu zaman çekilmez kılıyor. e birader sen de aynı yollardan gelmedin mi o konuma, sen de alttan alma dediğinizi duyar gibiyim. ama yooook, biz aman o kırılmasın, aman o üzülmesin, aman münakaşa olmasın düsturuyla güdülenmiş orta sınıfın kendi halinde çocuklarındanız.

velhasıl kelam bu hayatta gece kafayı yastığınıza koyduğunuzda içinizden sayıp söverek uykularınızı kaçırmaya niyetiniz yoksa fazla alttan almayın dostlar. cevabı yapıştırın direkt, içinizde tutmayın.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
3027.
yapmam gereken şeyler var fakat procrastination bataklığına düştüm. her şeyi erteleme durumum gelişti. iki haftadır cvmi düzenlemem gerekiyor. açıp yapsam bir saatlik iş fakat yarın yaparım sonra yaparım derken iki haftayı geçirdim. her şeyi son dakikaya kadar bekletme huyumdan gerçekten sıkıldım. buna bir çözüm bulmam gerek. kendi kendime söz verip yarın yapacağım artık bu işi. bugün değil yarın...

yapmam gereken şeylerden biri de sözlüğü birazcık salmak. evet, iyisiniz hoşsunuz fakat burada başlıklar arasında kafa yorduğum kadar akademik çalışmalarıma kafa yormam gerekiyor gibi gelmeye başladı. yazmak dediğimiz olgu bir form durumudur. nasıl bir futbolcu oynadıkça açılır, yazdıkça açılırsınız fakat çok yazarsanız da o formu tüketmeye başlarsınız. ben tam o formu tüketme aşamasına yakınlaşıyor gibiyim ve makale dönemim yaklaştı. o yüzden ufak ufak artık çekilmem gerekiyor buralardan. bunu da geçen hafta yapacaktım ama erteledim...

hayatımın çok kritik bir noktasındayım. ya hep ya hiç durumu. voleyi vurup golü atmama birkaç adım kaldı. atınca dizlerimin üstünde köşe gönderine doğru kayacağım. o golü atabilmek için hazır kalmam gerek. bu işler böyle sözlük. kafasını tüketiyorsun insanın.
devamını gör...
3028.
kendimi iyi hissetmiyorum.

masa başında en az 4 saatimi geçirmem gerekiyor ki bir yere varabileyim.

yok yapamıyorum sanki.

tatmin olmadım bu haftaki performansımdan.

hayır bir de düzeltmek için bir çaba da sarf etmiyorum.

gidicem bir de hesap vericem rehberlikçiye.
en çok da zaten o hoşuma gitmiyor.

herkes çok güzel konuşuyor ama o öyle olmuyor işte.
ekim ayına geldik hala bir bok yapamadım.
ah kedili seni evire çevire dövmek lazım.
devamını gör...
3029.
sevgili günlük bugün evden kaçtım evet. suan bir aparttayım, 20 metre geride bir mekanda eller havaya insanlar egleniyor. benim saçlarım yağlı oldugu icin battaniye altında labirent diye bir film izliyorum. zagten gitsem alkol alsam hayatında hic icmemis biri olarak başıma her bir nane gelebilir evet ben camdan dinlemeye devam edeyim.
devamını gör...
3030.
yazacağım çok şey var ama o dönemde değilim be sözlük. bir ara gene sözlük perileri gelir. bekliyoruz efendim.
devamını gör...
3031.
seneler önce yabancı bir sitede pedagog bir annenin blog yazısında okuduğum bir sözü şimdi aklımda kaldığı kadarıyla tercüme edeyim. şöyle diyordu: “en iyi anne, çocuğu olmayan annedir.” evet, çocuğu olmadığı zamanda kadınlar, en iyi annedir çünkü pedagoji eğitimi alan bir kadın, anneler hakkında kafasına göre ahkam keser durur ama bir gün çocuğu olduğunda anneliğin ne kadar da zor olduğunu öğrenir. çünkü, öğrenilen bilgilerle gerçek hayatta yaşananlar, pek aynı düzlemde ilerlemez… anneliğimi sürekli sorgular dururum… istediğin kadar pedagoji eğitimi al, senelerce ebeveynlik akademisi eğitimlerine katıl, enneagram kişilik tipleriyle çalışıp çocuğunun mizacını öğren, tamam bunlar, çocukla aradaki iletişimi kolaylaştıran şeyler ama yine de öyle her şey mükemmel olacak diye bir şey yok. geçen gün oğlumla aramızdaki diyalog beni yine bir ikileme soktu. her yeri kurcalamayı seven, elleyen oğluma avm’deyken “bak oğlum artık 11 yaşındasın, öyle her şeyi elleme, kurcalama, bak dokunduğun şeyler bozulabilir. bunlar çok pahalı aletler, mesela kahve makinesi, çok pahalı. lütfen bu huyundan vazgeç artık.” dediğimde “beni ikna edemezsin, hayır bu huyumdan vazgeçmem, ben dokunarak öğreniyorum, dokunmam ve yapısını, dokusunu elleyerek öğrenmem lazım.” dedi. tam da bu sözleri duymamla birlikte içimdeki o çok bilmiş anne modum sanki direksiyona geçip “gördün mü bak işte sen kötü annesin, böyle yaparak oğlunun merak duygusunu öldürüyorsun.” dedi. içim cız etti, ya bu ses haklıysa, ya oğlum haklıysa gibi endişelere kapıldığım anda, ne cevap vereceğim diye gözlerimin içine bakan o güzel ela gözlü oğluma sadece gülümsedim. oysa benim ona karşı cevap vereceğimi sanıyordu ama gülümsediğimi görünce zafer kazanmış gibi sevindi. bilmiyorum işte annelik beni en çok böyle karışık duygu ve düşüncelere boğuyor… hiçbir zaman öyle yaptığından kesin emin olan annelerden olamadım, bazen öyle olsam keşke diyorum ama bazen de emin tavırların iyi olmadığını ve insanın, anne olunca da sürekli kendini geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. bilmiyorum, belki de yanılıyorum, bilemiyorum, öyle işte…
devamını gör...
3032.
haftalardır bi odaklanıp ders çalışamıyordum hep bir şey eksikmiş gibi geliyordu.
meğerse yanda cırtlak sesiyle saatlerce telefonda konuşan kız ve üstte sürekli sevişen komşularım eksikmiş onların sesi olmadan odaklanamıyorum.
devamını gör...
3033.
waffle yemeye giderken cheseecake yedim. waffledan sonra da markete girip 2 cikolata alıp onları da bankta yedim. bu kadar sekerli sey yenir mi diye üzerine cips yedim. allahım ne yaptım ben derken 2 mücver satın aldım, onları da yedim. yani o derece berbat haldeyim. ımdat.
devamını gör...
3034.
telefon rehberime göz attım, yapayalnız bir adam olduğum yüzüme bir tokat gibi çarptı. sonra 2 bira aldım içtim,iç geçirdim. çökertme türküsünü açtım biramı yudumlarken. diyor ya türküde, " teslim olmayalım halil'im aman kurşun saçalım" oysa ki çoktan teslim olmuştum ben, hiçliğe ve boşluğa teslim.
devamını gör...
3035.
nasıl da ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz bu hayatı.
nasıl bu kadar kaygısız ve hiç gitmeyecek gibi.
belki bir nefeslik ömrümüz kaldı yine dünyalık dertlere sarıldık her zaman ki gibi.
devamını gör...
3036.
yaşamak, yavaş yavaş ölmektir.
devamını gör...
3037.
eylülün ilk günlerinde, kaçı olduğunu hatırlamıyorum, ilk günlerinde, bir iki üç dört beş altı, bilmiyorum, ofisin önüne çıktım öğlen saatleriydi. on yirmi metre ötede bir adam fark ettim bana bakıyordu. bana baktığını fark ederek döndüm ona insiyaken. gözleri gözlerimdeydi. başka bir yere bakıp bakmadığını düşünmedim, düşünemedim bile çünkü öyle keskin bir bakıştı ki. "ne var acaba? nedir yani? ne?" der gibi döndüm arkamı. ben arkamı döndüm de aklım dönemedi sanırım.

aradan günler geçti. onu gördüğümü unuttum. o benim için uzaktan bana bakan, ama çok güzel bakan, çok sevecen, çok istekli, çok gerçek bakan biriydi ama sinirlenmiştim ve geçti gitti sandım. eve döndüm normal rutinime devam ediyorum. fakat o bakışı zaman zaman aklıma gelmeye başladı. uyandığımda aklımda, uyurken aklımda, şuan aklımda. ofisin önüne daha sık çıkmaya başladım. normalde lakayt bulurum böyle halleri. sevmem. ama yapar oldum.

bir hafta öncesine kadar bu beyefendiyle takriben 20 defa bakıştık. onu bana bakarken defalarca yakaladım. defalarca. defalarca. defalarca. elim ayağım birbirine dolandı. terledim. cümlelerim bozuldu. sesim kesildi.

bir keresinde yolda karşılaştık. küfürler mırıldanıyordum. yine kızmıştım bir şeylere. başını eğip tebessüm etti. bir keresinde de ofisin önünde dikiliyordum karşıdan geliyordu. beni her gördü ve kıpkırmızı oldu. yanakları kızardı. bir bakışı vardı kardeşlerim. allahım delirecek gibi oldum. içine çekildim. nefesim kesildi. onu ilk gördüğüm andan şimdiye kadar, önce aklımın bi köşesindeyken şimdi her anına bulaştı. uyanıyorum ve o. uyurken o. ofise giderken ayaklarım birbirine dolanıyor. onu göreceğim diye heyecandan ölüyorum. bir bakışını yakaladım bir keresinde; beni seyrediyordu başım önümdeydi, aniden aklıma geldi başımı kaldırdım ve göz göze geldik yine. alev aldı ortalık. kalbim duracak gibi oldu. böyle bir yeşil, böyle derin bir yeşil hiç görmedim. öyle güzel, öyle ihtişamlı, öyle gerçek ki. o gözlere hayatım boyunca bakmak istediğimi fark edince kendime kızmaya başladım. "aynen" dedim; "iki bakıştınız diye aşık olacak yaşı geçmedin mi mal."

herkes herkese bakar; ben de dikkat çeken bir tipimdir, beğenirler beni genelde ama o öyle bakmadı. o başka baktı. yemin ediyorum o ilk gün, yemin ediyorum, bütün inandığım değerler üzerine yemin ediyorum bana hiç öyle bakılmadı. bana aşık oldular, sevdiler, hayran oldular ama o tapar gibi baktı; öyle kendinden geçmiş ama öyle emin bir bakıştı ki. arkamı döndüm teması kesmek için ama hala göz gözeydik sanki. metrelerce uzaktan.

bugün de onu göreceğimi düşünerek erkenden uyandım. 4:30'da ayaktaydım, hazırlandım ve evden çıkmayı bekledim. en son cuma 14:00 civarında görmüştüm onu görmeyi özledim ama hiç denk gelemedik bugün. öfkelendim öğlene doğru. hiçbir şey çizemedim koskoca gün. gözlerim hep dışardaydı. onu aradı. hiç geçmedi. "ya bir daha göremezsem" diye bir başladım, günün sonunda; "ya öldüyse?" endişesine kadar ilerledi. gözlerim doldu. aslında bir daha görememe korkusuyla ağladım. "çıkıyorum ben keyfim yok" dedim çıktım. birkaç saat ofisin civarında dolandım. denk gelemedim. arabası da yoktu ortalıkta. sabahın sekizinde işine gelen adam cuma öğlenden beri ortalıkta gözükmüyor. cumartesi pazar zaten görmedim. pazartesi diye heyecandan zar zor uyudum onu görme umuduyla ama koskoca gün yoktu ortalıkta. üç gün oldu. cumartesi pazar pazartesi... öyle keyifsizim, öyle öfkeliyim ki. her önümden geçişinde göz göze geldiğim, benden başka kimseye bakışını yakalamadığım, benimle karşılaşınca kızaran herif ortalıkta yok. ne tebessümü burada, ne o güzel gözleri, ne yürüyüşü. eylülün başından beri her günüm, her günüm, onunla göz göze gelme ihtimaline göre şekilleniyor. onu göreceğim diye mutlu uyanıyorum. hemen gece bitsin istiyorum. hemen sabah olsun. kızaran yüzünü öpmek istiyorum, ona sarılmak, onunla konuşmak, ona anlatmak, inanılmaz özlüyorum. arkamı döndüm bana baktığını fark edince. dikilmiş öylece bana bakıyordu. o bakışını unutamayacağım. içim gitti. öyle güzel ki. kısacık kumral saçları, yemyeşil gözleri, gür , inanılmaz gür devasa bir sakalı var. onları her sabah düzelttiğine yemin edebilirim. tarıyor olmalı. böylesine incecik bir vücut böyle devasa bir ihtişamı nasıl taşıyor anlayamadım. küçücük elleri, pembe, müthiş, ısırılası dudakları, dudağının alt kenarında küçücük bir beni var. tapılası bir ışığı, normalde beyaz, beni görünce kızaran eşsiz bir teni var, bir düğmesini açtığında gördüğüm geniş bir göğsü var, su içerken yukarı aşağı hareket eden adem elması, eşsiz bir boynu var. sevimli bir götü, biçimli düzgün bacakları var. eğer boyu on santim kadar daha uzun olsaydı lagerfeld podyumunda yürüyecek kadar dev bir ışığı var. bir star ışığı. 1.75 civarı. kısa gibi duruyor ama öyle değil. hakikaten aurası öyle güçlü ki 2 metre gibi görünüyor. öyle güzel ki. bir tüy gibi. hafif. nesnelerin içinden geçiyor sanki. eşsiz bir şey. eşsiz. baş döndürücü. kaşları... burnu... ısırılası bir burun. öyle biçimli ki. ellerimle bütün yüzüne kutsamak istiyorum. tek tek her kirpiğini.

aklıma gelmiyor çünkü çıkmıyor. bir küçük ayda sıfır temas, sıfır muhabbet, sıfır iletişim ve ben dramlardayım. sadece bir kere çarpıştık. ama o romantik komedi filmlerindeki gibi olmadı. hiç öyle olmadı. adamı eziyordum ve elim kapıya çarpsa; "özür dilerim seni incitmek istemedim lütfen bağışla beni sevgili kapı, insanlık hali işte, hadi sarılalım" diye yakınan ben, herkese karşı hakikaten son derece zarif, son derece kibar olmakla tanınan ben, koskoca ben, somurtup oflayarak hiçbir şey söylemeden yoluma devam ettim. adam da yazık yavrum öylece baktı. o da bir şey diyemedi. ne desin ki? üzerinden dozer gibi geçtim ve bir de yüzüne yüzüne somurttum.

onu bir daha görememekten çok korkuyorum. kalbim bir tuhaf atıyor. ofise yaklaştığım an terlemeye başlıyorum. nefes alışlarım hızlanıyor. beni gördüğü ve onu gördüğüm yere gelince zaman duruyor. uyanıyorum ve gözleri aklımda. dudakları aklımda. öyle tatlı bir pembe ki. çizilmiş gibi bir yüz. tek bir fazlalık, tek bir kirpik fazlası, ya da milim, yok. her şey bütünün bütün güzelliği ona hazırlanmış gibi. bir ustanın elinden çıkmış gibi. david gibi. yüze, keskin, başka, kutsal, başka, uzak, sıcak. o, tebessümü aklımda. yürüyüşü aklımda. rüyamda görüyorum. öyle güzel ki. nasıl koktuğunu bilmiyorum. küçücük ellerini avuçlarıma almak istiyorum. öyle tatlılar ki. bir keresinde çok sıcaktı ya, elimi alnıma götürdüm yürürken istemsizce, o da aynını yaptı. kurban olduğum nasıl güzel götürdü elini alnına. hakikaten çok özledim. yarın belki görürüm. tanrım nolur denk gelelim. yine göreyim. tekrar göreyim. sonsuza kadar onu göreyim. aklımdan çıkmıyor. gözleri gözlerimden gitmiyor. yürüyüşü, o sadelik, iddiasızlık ama diklik, delireceğim. bana bir bakışı var. kardeşlerim ben eriyorum. içim gidiyor. iştahım kabarıyor. öyle garip bir şefkat, öyle derin bir merak. aramızdaki aptal camı kırıp onu içeri çekmek istiyorum. onu içime almak. bi sarılsam var ya kemikleri kırılır. o kadar incecik ki. ama genetiği düzgün. spor yapsa efsane olur. o kadar yakışır ki iyi bir vücut ona. belki beraber yaparız. ben öğretirim ona. potansiyeli var. öyle güzel ki. hakikaten böylesini görmedim. bu gezegenden değil gibi. sabahın olmasına daha vakit var. onu görme ihtimalim hala var. yeniden karşılaşabiliriz. yeniden tebessüm eder bana belki. ben ne böyle bir yeşil gördüm, ne bana böyle şimdiye kadar bakıldı, ne de böyle bi bakışla yere serildim. birçok tecrübem oldu, hakikaten çok sevildim ama bu başkaydı. o bakış başka bir bakıştı. anlatamıyorum. çok başkaydı. hem iddialı hem çekingen hem meraklı hem uzak. öyle güzeldi ki. tamamiyle onunla olmak istiyorum. her akşam onu görmek, onunla uyumak, ona kapıyı ben açmak, onu beklemek, onu özlemek, onu anlamak, onunla sevişmek, onun olmak. duruşunda bile garip bir baskınlık vardı; hakikaten dokunulmaz gibi, gerçekten, bir yürüyor, bir bulut yürüyor sanki, ışık saçıyor hem ağır hem değil. öyle başka ki. nefesim kesiliyor gördükçe. en son cuma öğlen gördüm, bir daha yok, koskoca eylül, sürekli gördüğüm adam uçtu gitti. ofisini biliyorum, arabasını tanıyorum, işini biliyorum ama ortalıkta yok. cumartesi pazar tamam, tatil, ama pazartesiydi bugün. ortalıkta yoktu. hiç. sıfır. bir kere bile görmedim. öfkelendim çıktım ofisten. civarda dolandım yine yok. ya yarın da gelmezse? ya taşındıysa? madem gidecektin neden öyle baktın ki? neden sürekli bakıyorsun? neden sadece bana? ya da niye tebessüm ediyosun, kızarıyosun? o kadar sinirliyim ki. "gel bana açıl" demiyorum. sadece tutarlı ol. cuma öğlenden sonra çıktı, gördüm, cumartesi pazar tatil ben de yoktum orada ama pazartesi bugün. haftabaşı. aptal aptal işler.
devamını gör...
3038.
bir yazı okudum. sonra kafamda görselleştirmek istedim çünkü buna çok müsait anlatımı vardı.
kısa kısa öyküleri hep sevmişimdir. tren yolculukları gibi gelir.
pinterest yardımıyla da bulmuştum aklımda canlandırdıklarımı.
neyin ne ifade ettiğini bir ben bilsem de tasvir edilen şeyleri kendinizce pinterestte bulup hikayeyi devam ettirmek çok eğlenceli.
ben bunu ara ara yapıyorum.
sizler de yapın vakit bulursanız. hayal gücü gelişiyor insanın...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
3039.
kucuk bir cocuktu. daha ilkokula bile gitmiyordu. gunleri sokakta arkadaslari ile oynayarak, kendisinden bir kac yas buyuk bir cocuktan cesitli seyler ogrenerek geciyordu.

bir gun oturduklari kucuk ama bahcesi olan evden bir apartman dairesine tasindilar. ona hic sormamislardi. niye gidiyorlar, neler degisecek hic anlatmamislardi.
ilk gun o 5 katli apartmanlar kendisine gokdelen gibi geldi. gokyuzu azalmisti. artik daha az mavi gorebilecekti. annesi esyalari yerlestirmek, bu yeni evin duzenini kurmakla cok mesguldu. cik disari oyna dedi. yalnizken de tek basina oyun oynayabileyen bir cocuktu. hayal gucunun neredeyse siniri yoktu. ama gokyuzu azalmisti iste. hayalleri sinirlanmisti. yurumeye basladi, etrafi tanimak istiyordu ve belki baska bir cocukla da karsilasabilirdi. kimseyle karsilasmadi.

bir sure sonra eve donmek istedi. aslinda cok uzaklasmamisti ama binalarin hepsi ayni gozukuyordu. onlarca bina, yuzlerce daire. hepsi ayni. ne sacma diye dusundu. evini bulamadi ve bagirmaya basladi. anne anne diye bagirarak dakikalarca yurudu. annesi onu duymuyordu ve evlerin henuz neredeyse hepsi bos oldugundan duyan baska kimse de yoktu. yoruldu ve yere oturarak aglamaya basladi. bir sure sonra annesi onu aramaya cikti ve yan apartmanin onunde oturmus aglarken gordu. aslinda evine o kadar yakindi ama taniyamiyordu. annesi hemen cocugu kucagina alip sarildi. eve donerlerken cocuk annesine sordu.
anne, neden burada gokyuzu az?
devamını gör...
3040.
nadirdir, söyleyecek kamyonla sözünüzün olduğu anlarınızla uzun uzun susma isteğinizin birbirine denk geldiği zamanlar. ama bazen, gerçekten söylenecek hiçbir şey yoktur.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim