101.
arada yazdığım defterimdir. bazı anlar mutluluktan içim içime sığmaz yaşadıklarımı düşündükçe daha da mutlu olurum. o anları ölümsüzleştirmek için defterimi açar yazarım. okudukça tekrar yaşarım. bazen de hayal kırıklıklarımı karalarım bir daha aynı hatalar beni üzmesin diye.
devamını gör...
102.
yaşamımı bu şekilde, döngüler halinde nasıl idame ettireceğimi bilmiyorum.
hayat bir şekilde akıp yolunu buluyor elbet. kimse intihara sürüklenmediği, amansız bir hastalığa yakalanmadığı, pisi pisine bir kazaya, doğal bir afete veya haksız bir cinayete kurban gitmediği sürece öyle ya da böyle hayata tutunup yaşıyor.

nefes almaktan bahsetmiyorum ben, pak bir zihinden bahsediyorum.

bu da ütopik aslında, kim de bulunabilir ki o mükemmel zihin? imkansız. insanız sonuçta.

istediğim şey...
yaşadığımı hatırlamak, yaşadığımı hissetmek, hayata karışmak.

yıllarımın ellerimden kayıp gittiğini izliyorum yalnızca, başka da hiçbir şey yapmıyorum, yapamıyorum.
elimde olup olmadığını bile bilmiyorum.

harekete geçtiğim an çok geç olacak, bunu da diğer bilmediğim her şeyin aksine çok iyi biliyorum.

neyi beklediğimi ben de bilmiyorum. hissetmeyi özledim.

ve yaşamayı.
devamını gör...
103.
-notlama çalışmaları-
kişi kendini nesneleştirip ona dışarıdan bakarak tahlil edebilmeye başlarsa karşılacağı şey korkunçtur. çünkü
"ben bir başkasıdır"
toplumsal yaşamdaki en trajik zorunluluk sürekli bir şekilde personalar ardında gezinme mecburiyetidir. evde-işte-sokakta-okulda-hastanede-kışlada kısacası bütün iktidar alanlarında kişi sahte benlerle, personalarla gezer. hissetmediği, düşünmediği, benimsemediği şekilde davranmak zorunda kalan kayıp bir özneye dönüşen insan; bakışı kendine yöneltemezse bu karmakarışık alanlar arasında kaybolur gider. erir. hastalanır. ölür.
"normal bir kurgudur"
normal, sürekli maruz kaldığımız pratiklerle örülü sahte bir toplumsal uzlaşıdan ibarettir. dışına çıkıldığı anda bir yerlere kapatıldığımız bu uzlaşı, sanıldığı kadar "ulvi" ve "mutlak" olmadığı için tarihseldir. tarih aslında bu normali kıran devler üzerinde ilerleyen bir yüksek mahkeme gibidir. tarihi sırtlanıp ilerletenler toplumsal kurgudan kopmak mecburiyetindedir.
"metnin dışında hiçbir şey yoktur"
çağımızda bütün eşya ve hadiseler bağlamına göre anlamını kazanmaya başlar. "öz" yoktur. özü nesneye insan bağlamına göre kendisi dayatır. "öz" bu anlamda kırılgandır.
örnek: bir muzu müzeye koy. sonra otur ve izle. göreceksin: o gösterge muzluğundan tamamen soyutlanıp bambaşka bir "metin" haline dönüşmeye başlayacak. yorumlanacak. eleştirmenler tarafından okunacak, sonsuza kadar bambaşka zihinlerde bambaşka tedailerle yaşayacak. bu bir zenginlik mi? yoksa çamur deryası mı?
ölçü insandır "ölçüsü" bugün topyekun insanlığın geldiği düşünsel aşamayı özetlemek için kullanabileceğin güzel bir tanım olabilir.
-gerçeküstü patronlar-
maruz kalınan toplumsal kurguların arkasındaki devasa tarihsel gelenek karşısında birey çaresizdir. topyekun tarihsel akış içerisinde birey erir. artık patron piyasadır. piyasanın istediği her şey birey karşısında mutlak birer otoritedir. patron bellidir.
saygılar sunarım
devamını gör...
104.
geceye kıyamıyor insan diyordum. gün artığı bir zaman dilimi için... fotoğraflardaki dinginliğe bakarsan, sessizliğe duyduğumuz heyecan biraz çocuk, biraz da kadın olduğumuzu çiziyor ama öyle değil dedim, sözcükler yere düşene kadar hafifliyor sadece. yoksa huzur'un bizimle ne işi olur?

"o büyük ölüm ve bizden ağır ağır dökülür. komşu düşmanlar,
eğrilmiş resimler, eyvallah, yüz binlerce gözün girer olduğu
üç kapılı kapılar pencere eskizleri, eyvallah, kepenkleri yaşamın,
tahta yahu tahta, birtakım sesleri iç içe bitiriyordu ki,
ömrüne müstefâ ilen bürhân biçiliyordu hepsinin kendiliğinden." / hulki aktunç


çokta güzel ölmüştüm, bitmiyor ölmek. yaşamakta bitmiyor. ta ki soluğum toprağın altına serilsin, o zaman.
amin.
devamını gör...
105.
biri türkçenin bir döneminden bahsedip "söz veriyorum bu dönemdeki fasih ve ruşen kelimeleri müdafaa edeceğim." gibi bir şey yazmış. bu kelimelerin sözlük anlamlarına baktım. açık ve düzgün, belli olan, apaçık ortada anlamlarına geliyorlarmış. bana çok yabancı geldiler.
arkadaşa başarılar dilerim. umarım kelimeleri o anlamlara kavuşturur.
devamını gör...
106.
chapter one :

akşam üzeri saat 6’ydı dersten çıktığında. üstünde iki saatlik blok dersin yorgunluğu vardı ve kapalı havanın kasveti tüm benliğine bir moloz yığını gibi çökmüştü . üstelik bulutlarla kapalı gökyüzünün altında beton bloklarla çevrili bu yoldan yürüyecek ve en nihayetinde yine gitmek istemediği bir yere varmış olacaktı. bacakları gitmemek için yalvarıyor adeta gerisin geriye yürümesi için beynine hükmetmeye çalışıyordu. içten içe gitmesi gerektiğini biliyor fakat aynı filmi 3. kez izleyen insanın farklı bir son için beklediği tarzdan bir mucize bekliyordu . bu monotonluk zaten pamuk ipliğine bağlı yaşama isteğini iyice inceltiyor, alışılmış bu çaresizlik aklına sürekli ölüm ile ilgili senaryolar düşürüyordu. böyle her günün sonunda sızana kadar içiyor ve kalabalığın içinde gerçekliği bir nebzede olsun unutarak kendine zarar görmeyeceği bir güvenli alan oluşturuyordu. aslında biliyordu diğer alkoliklerden hiçbir ayrıcalığı, acıklı hikayesi veya farklı bir sebebi yoktu. hiçbir zaman neler çektiğinden yakınıp; ‘’siz beni anlayamazsınız ‘’ komplekslerine girmedi. o alkolü kaçmak, unutmak ya da hatırlamak için içmiyordu, dünyanın içinde ya da dışında kendini ait hissettiği bir yer bulamamıştı, bir sığınak arıyordu ve alkol onun için işte bu sığınaktı. yine yol boyunca bu düşünceler dolandı durdu kafasında her gün biraz daha kabulleniyordu durumu ve git gide yalnızlığında ufak mutluluklar yaratmaya başlamıştı. eve geldiğinde saat yediyi çeyrek geçiyordu. üstünde böyle kasvetli havalarda giymeyi alışkanlık edindiği siyah gömlek ve pantolonu vardı. gün içindeki samimiyetsiz halleriyle bir türlü barışamamıştı bu yüzden olacak ki adeta bir pisliği söküp atar gibi kurtuldu kıyafetlerinden. oysa insanlar ne kadar mutluydu yüzlerindeki maskeyle. herkes toplumda yer edinmek için bambaşka biri oluyordu ve hiç kimse bu durumdan şikayetçi değildi. ’’neyse’’ dedi kendi kendine, sanki insanlara ne anlatabilirim ki ben? yozlaşmış koca bir toplumla nasıl baş edilebilir? önce bir şarkı açtı kendisinden akıllı telefonundan, murat menteş’in kelimeleri ve kaan boşnak ‘ın yorumuyla yorgun bir ses yükseldi:

allah'ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin,

kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor.

masayı hazırlamak için kendini motive etme yöntemiydi bu sevdiği şarkılardan oluşan ufak bir listesi vardı. çok farklı müzikler dinlemez şarkıları insanlara benzetirdi. ona göre ‘’ nerde çokluk orda bokluk’’ insanlar için olduğu kadar şarkılar içinde geçerliydi. üç dört şarkı geçtikten sonra sofrayı hazırlamıştı iyice yorulan vücudu artık istirahat için can atıyordu bir yandan da yoksunluk belirtileri kendini göstermeye başlamıştı. ellerinde ufak titremeler, terleme ve ateş basma hissi çoğaldıkça neye ihtiyacı olduğunu daha iyi anımsıyordu. sofraya oturdu ve ilk dublesini içmeye koyuldu. rakı vücuduna nüfuz ettikçe bütün renkler griden rengarenk bir gökkuşağına dönüşüyordu ve artık daha çok kendisiydi.
devamını gör...
107.
sanırım içimizi dökmemizin istendiği başlık.
devamını gör...
108.
çocuklara bakıyorum bu gece gökyüzünden.

günlük hayatının bir parçası haline gelmiş istismar nedeniyle aralarında iki rakamlı yaş farklarının bulunduğu tanıdıklarından önce ölmeyi kafaya koymuş olan çocuklara. ağır sanayi işlerinde çalışmak zorunda kalan, insanların hayatı değil, paranın insanları tükettiğini anlayan çocuklara. daha konuşmaya başlamadan önce hırsızlığı öğrenmiş olan çocuklara. bedeninin, fikirlerinden daha değerli olduğu dayatılan coğrafyalarda büyümek zorunda kalan çocuklara bakıyorum. anne, baba olma zorunluluğunu ortadan kaldırmak için, ya da hayatlarına yeni bir renk katması adına dünyaya getirilmiş olan çocuklara. insanların gözlerine bakarak duygularını becerme konusunda yetenek sahibi olmuş, en duygusal tiradı sergileyen oyunculardan dilenirken daha başarılı oyunculuk sergileyen çocuklara. birkaç sene sonra bulundukları ülkelerin suç oranlarına ya da intihar yüzdelerine karışacak bu çocuklar. bedenleri büyüdükçe içi boşaltılmış hamburger kutularına benzeyecekler. dünyada sözü kayda değer hiçbir üniversite ya da araştırma şirketi tarafından yapılan "dünya yıllık tüketim raporu" listelerinde yer almayacaklar.

oysa dünyanın tüketiminde çocuklar paradan, petrolden ve hamburgerden önce geliyor...
devamını gör...
109.
yazacağım bir kelimenin doğru yazılış şeklinden emin değilsem, bunu araştırır öyle yazarım. bakmadan yanlış yazdıysam da uyarır insanlar. hiç şöyle bir şey olmadı mesela " mesela mı ne, kelimenin doğru yazılışını da bilmiyorum, mesela mıydı " diye bir şey yazmadım.

ama demin başka bir mecrada şöyle bir yorum gördüm
" şu lgbt mi neyse, doğrusunu yazmayı bile bilmiyorum ben "
bazı kompleksler kendini kusuyor işte.
devamını gör...
110.
kalbimde hakkı yenilmiş yetim bakışları var, mahzun. yadırganmış hoyratça ötelenmiş istismar edilmiş kitapların gözleri... anlaşılmayan onca şeyin hakkının birilerince yenilmişliği var omuzlarımda...

ve tükenmek bilmeyen bir çırpınıştır kalbim
-ki yokluğunda savunur sırf bilmediği için hakikati-
bir ihtimaller dönencesinde savrulup dururken sesi
çıkmaz da varlığı,
yokluğuyla kabullenir.
tanıyamazsınız belki bir zihnin ücra köşelerini, kendi kendine verilen hoyrat savaşı
yaşam ve hakikat arasında koşup duran benliği.
belki tanır ama dikkatli bakan gözleriniz âmâ ise...

kalbimde görünmeyenlerin, göründüğü gibi olmayanlara yenilmiş hatrı var bin yıllık.
ben güzel dursa da kurtulsa hayat hengamesinden...
eğreti parçalar arasında doğru durmak yeter mi?
kalbimde hakkı yenilmiş yetim bakışları, hor görülmüş, hoyrat kullanılmış yoklukları
ve istismar edilmiş göründüğü gibi olmayışları...
sanılanın sahte olduğu bir gerçekliğin hüküm sürdüğü yerde
-terk edişin kolaylığına karşın-
doğru duruş çabasının zorluğu...
en kısa hikayenin yaşam ve ölüm olduğu, en uzun mesafenin seçenekler arasında yitmek olduğu bu yerde.

tanım: karalama adı altında aydınlanmanın yaşandığı defterdir.
devamını gör...
111.
mart.
daha 3 kat var diye düşündü adam kucağında zor bela taşıdığı komodinle merdivenlerden çıkarken. komodini incesu durağınının yakınındaki fırının oradaki kaldırımda bulmuştu, bir bacağı yoktu ama geri kalan her tarafı sağlamdı. "yatağımızın baş ucuna koyarım, akşam eve geldiğinde sevinir" dedi sevdiği kadını düşünerek. beraber yaşadıkları o ufacık çatı katında o kadar az eşya vardı ki? bunu düşününce üzüldü adam komodinin tozunu alıp yerini ayarlamaya çalışırken. olmayan bacağın altına "excel for dummies" kitabını koydu, komodin milim oynamıyordu yerinden, yaptığı işten gurur duydu.

mayıs.
kadın adamdan daha önce eve geldi, artık daha fazla eşya vardı evde - evimizde diyemiyordu bir türlü -, hele ki son günlerde sadece adam için gülümsediğini düşündü, bir yumru oturdu içine, acele ile evden çıkıp gitti.

haziran.
adam gece uyandı, yanında yatan kadına baktı sokak lambasının içeri giren ışığının altında, gülümsedi, yarım bardak su içti. uyudu.

tarihsiz.
evde ondan iz yoktu, gidebileceği her yere bakmıştı adam, tüm ortak dostlarına sormuştu. deli gibiydi adam, 2 gündür kadını arıyordu.
yatak odasına girdi, silahını koymak için komodini açtı içinde daha önce gözüne takılmayan bir zarf gördü, açtı içindeki o tanıdık yazıyı okumaya başladı.

"sevgilim, canım,

gitmem gerekiyor, gitmem gerekiyordu.
bunu sen de ben de biliyorduk, uzatabildiğim kadar uzattım ama kalırsam bu ikimizin de sonu olacak, lütfen beni arama, seni çok seviyorum.

hoşçakal."


adam mektubu tekrar özenle zarfa yerleştirdi, komodinin çekmecesine koydu, silahını yanına aldı, evden çıktı.

ve bir daha da hiç kimseye hoşçakal demedi.
devamını gör...
112.
mevsimin kendine has buram buram bohem kokan günleri. hava kül rengi bulutlarla kaplı. evlerin bacalarını kollayan yıldırımlar eşliğinde bu gece de iki serseri yoldaş uyanık kaldı. uzak diyarlardan esen rüzgar beraberinde getirdiği hüznü masanın ucuna bıraktı. kalem-kağıt istanbul masalı'nın bu mevsimini anlatmaya yetmez. ağları eşliğinde yeni umutlara olta sallayan balıkçılar, vapurda kız kulesini selamlayan aşıklar, buğulu gözlerle kaybettiğinin mezarı başında dökülen yaprakları temizleyen bir genç. bunlardan herhangi birinin fotoğrafı yüzlerce kelimenin yerini tutar.
devamını gör...
113.
istemiyorum hiçbir değerinizi,
ahlakınız sizin olsun,
dininiz sizin olsun,
çarpık öznelliğiniz sizin olsun,

çırpındığınız bataklık sizin olsun,
yasalarınız sizin olsun,
hiçbir zaman laik olamamış devletiniz,
o da sizin olsun.

ama işte lanet olsun,
soluduğumuz havaya da,
aldığımız nefese de,
içtiğimiz suya da,

insanın içini kemiren bir kurt gibi,
zihninin kuytularında bir bekçi,
öttür bakalım düdüğünü bekçi,
elbet güneş doğar.
devamını gör...
114.
ne yazmak ne okunmak nede anlaşılmak istiyorum, zaten bir şey istediğimdende pek emin değilim
hani istmeden yaşayamaz ya insan
istemeyi istersek çözülür mü acaba durumum.
ama nasıl yapacağım ki bunu bu kadar çok şey isterken.
kafam fazlasıyla karışık, içinde bulunduğum dünyanın anlamsız olduğunu farkettiğim bazı zamanlar oluyor
üzerinde düşünülmemesi gereken şeyleri düşündüğüm zamanlar.
her kitabın okunmaması gerektiği gibi.
mesela benim yazdıklarımı okumayın, eğer amacınız mutluluksa zarar verecektir size.
ee kimse okumayacaksa kime hitap ediyorum ki ben yarım saattir.
hani okumamanızı istiyordum, o zaman paylaşmazdım kimseyle hatta yakardım yazdıklarımı ve isteğim gerçekleşmiş olurdu.
demek ki bazen istediğimiz şeyleri yapabileceğimiz halde yapmadığımız da oluyormuş
bu isteme arzusu ile üşengeçlik durumunun savaşı mı? yoksa vazgeçmişlik mi.
vazgeçtiğim söylenemez. en azından yaşamaktan. en azından şimdilik.
ne kadar fazla şeyden bahsediyorum, önemi olan hiç bir şeyin olmadığını söyledikten sonra.
çelişkiler insan ruhuna zarar veriyor.
tutarlılık ise onarıyor.
ben ruha inanmam.
o zaman zarar gören yerim neresi? göğüs kafesim ve karnımda hissettiğim sancılar tüm vücuduma yayılıyor mu?
siktir et. önemi yok.
önemi olan ne? bununda mı önemi yok? belki de..
şuana kadar çözebildiğim tek şey hepimizin ölecek olması. bunu idrak etmem uzun zaman aldı.
ilk fark ettiğimde her şey eskisinden daha zevksizleşti, karamsarlık kapladı bakış açımı,
gözlüğüme siyah film çektiler.
sonrasında madem hepimiz ölücez o zaman yaşamımız güzel olsun moduna girdim.
aydınlık kaplamadı bakış açımı ama havadaki bulutlar dağıldı biraz.
bu iki durum arasında gel gitler yaşandı bir süre.
en son ne oldu tahmin edebiliyor musunuz? önemi yok.
her şeye önemi yok deme sebebimiz olan ölümün bile bir anlamda önemi yok dostlarım.
size hayatınızı nasıl yaşayacağınızı veya dünyanın nasıl bir yer olduğunu söyleyemem, zaten bilmiyorum.
biliyorum diyenleri tanıdım onlarda bilmiyor.
haz peşinde koşmak saçmalığın daniskası, bitmek bilmez bir açlıkla avına saldıran bir hayvan gibi
en son karnı patlayana kadar tüketerek ölecek olan.
acılardan uzak kalmak, sükunet. zamanınızı daha boş geçirmek istiyorsanız sadece fiziksel ihtiyaçlarınızı karşılayarak
çizgi film izlemeniz bu bakış açısı için oldukça mantıklı bir yaklaşım olurdu.
bir dine inanarak, sonuna kadar buyruklarını yaparak cennet hayali ile mi yaşamalıyız. kendi ürettiğimiz sahte kavramlar için
tüm ömrü, olma ihtimali olan özgür iradeden kendi isteğimiz ile uzak yaşamak.
ilk taşı atan ben olabilirim dostlarım ama buradaki en doğruyu bilen ben değilim.
eğer aklınıza gelen ilk soru sen nasıl yaşıyorsun ise okumayı burada bırakarak bana büyük bir iyilik yapabilirsin.
ama sorduğunuz soru hiçbir şeyi beğenmiyorsun, sence nasıl yaşamalıyız ise bunun hiçbir önemi yok.
sizlere bir şeyler anlatma gayesinde değildim. aslında tek istediğim şey gündelik hayatta bile önem vermeyeceğim bir
durumu aşırı kafaya takmam sonucu kendime "novis gündelik hayatın bile bir önemi yok, bırak aynı şeyi düşünmeyi" demem
sonucunda basit bir çözüm arayışı içerisine girdiğimde bulduğum yazma eylemini gerçekleştirmekti.
kısacası bu yazıda tutarlılık, anlam, parça bütünlüğü gibi yapay şeyleri aramak taşı havaya atıp yere düştüğünde şaşırmak kadar gereksiz.
ne mi arayacaksınız bu yazıda o zaman, neden mi okudunuz?
artık bunun cevabını siz verebilirsiniz bence,
ya da vermeyin
önemi
yok.
devamını gör...
115.
ellerin avuçlarımda büyüdün
şimdi geldin on yaşına
kimi gezmek istersin
kimi dolaşmak tek başına

korkarım getireceksin
bir gün bir oğlan kapıma
anne ben tanıdım diyeceksin
on beş yaşındaki aklınla

canımsın, kızımsın bilmeyeceksin
anne ben sevdim diyeceksin
beni anladığını söyleyip
evini terk edip gideceksin

otuzuna da gelsen ellerin
avuçlarımda olacak bir ömür
ne olursa olsun kızları
annelerinin kalbinde büyür.
devamını gör...
116.
çünkü küçük sarının etkisi beklenmedik zamanlarda vuruyor. tam zihin şaha kalkacak diyorum veriyorlar dilin altına meymenetsiz suratsız şeyi. oysa bekliyorum o mükemmel cümlenin gelişini. ah o bir cümle gelse gerisi çorap söküğü gibi… ama işte dalga geçiyorlar benimle. deli değilsin diyorlar ama bana deliliğin rengi sarıdan veriyorlar. ve engelliyor işte benim özene bezene yarattığım paralel değil aleni biçimde döngüler halindeki gerçekliğimi. sonra diyorlar ki sanat! sanatla iyileşeceksin. ben kıramazsam gerçekliği, bükemezsem onu, kafamın içindeki binlerce bardağın içine koyup, boşaltıp kendi renklerimle kokteyl yapamazsam nasıl üretirim sanat? şimdilik bu kelimelerle yetiniyorum. hafif sitemkar. çokça şikayetçi. az biraz eli kolu bağlı.
devamını gör...
117.
3 küçük lidaki, bir orta mırmır, 15-20 tane de ısparoz. livardaki balıkları düşününce canı sıkıldı balıkçının, uzun ada civarında avlanmaları yasaktı, halbuki şimdi orada olsa.....

..... orfoz bu çok sıcak sulardan sıkılmıştı, bu dünyada yaşayacağından fazla yaşamış ve büyüyebileceğinden fazla büyümüştü, artık kilosu suyun içinde yaşayan kendisine bile ağır geliyordu. "ne kaybederim ki?" diye düşündü, lekeli kahve kara koca bedenini açığa doğru yöneltti.....

.... "en azından mercan, çipura alırdım" diye düşündü," o adanın biraz daha yakınına gitsem, gidebilsem bir hafta yetecek para çıkartırım o sulardan, ama ah o askerler!",.....

.... orfoz yola çıktı çıkalı suyun serinlediğini hissetti, daha önceden yola çıkmadığına pişman olacaktı ki, aklına başka şeyler geldi, vazgeçti. yüzeye daha yakın yüzmeye başladı.....

kenarda oturan okuyucu büyük ihtimalle yazının bir yerinde kocaman orfoz ile fakir balıkçının yollarının bir şekilde kesişeceğini sandı, kazanan kim olacak diye merak etti.
ama onların merakı hikayeyi yazan adamı hiç ilgilendirmiyordu, orfoz'u daha da açığa çıkardı, balıkçı küçük limana yanaşıp tekneyi bağladı, balıkları sattı, cebindeki parasını sattığı balıkların parasına ilave edip bir ufak rakı alıp evine gitti.
devamını gör...
118.
#577854 devamı olarak -> chapter two

sabah kalktığında hava güneşliydi, normalde baş ağrısıyla ve yorgun uyanırdı. derin uyumuşum iyi dinlendim herhalde diye geçirdi içinden ve mutfağa yöneldi. iki bardak su içti, televizyonu açtı. son iki üç haftadır değişmeyen konu başlığı yine bütün haberlerdeydi. ocak ayının başından beri türkiye’ye gelmesi beklenen bir virüstü, ilk olarak finlandiya’da ortaya çıkmıştı. yerel halkın yüzyıllardır yediği bir hayvanda yaşayan bu virüsün mutasyonlar sonucu insanlara bulaşabilir hale geldiği ve tehlikeli bir sağlık sorunu oluşturduğu söyleniyordu. onlarca ülkede binlerce ölüm olmuştu bile şimdiden. uzmanlar adını covid-19 olarak duyurdular. dsö dünya çapında pandemi ilan etmişti durum ciddi gibi gözüküyordu fakat en son ihtiyacı olan şey kafasında dönüp dolaşacak yeni bir tehlikeydi. bütün bunlar aklından geçerken telefon çaldı, arayan annesiydi. aslında telefonu açana kadar aklından geçen on senaryodan dokuzunda annesinin hemen okulu, dersleri bırakıp eve gelmesini istemesi içeriyordu. tehlikeli bir durum oluşmadığını virüsün henüz türkiye’de görülmediğini söyleyecek, içini rahatlatan bir iki haber başlığı verip bu işten sıyrılacaktı. hayat her zamanki gibi beklentilerini karşılamadı ve kendini sabiha gökçen havaalanında istanbul- dalaman seferi yapan tck –195 sefer sayılı uçakta buldu.



dalaman’a geleli bugün tam 2 hafta olmuştu. çocukluğundan beri bu ufak ilçenin ev sevdiği yanı güneşli havaları ve denize kıyısının olmasıydı. ona her zaman yeni günlere dair inanç aşılıyordu bu güzelim havalar. biraz üzgündü bu sefer, sadece güneşle yetinmek zorunda bırakmışlardı onu, virüs türkiye’de yayılmaya başlamış ilk ölümler gerçekleşmişti bile. insanların pervasızlığı ve tehlikeyi ciddiye almaması sebebiyle vaka sayısı çok hızlı artmıştı. çeşitli bilim adamları ve bakanlardan oluşan bilim kurulu toplanmış gerçekleştirilen bir dizi toplantıların ardından önce yurt dışından türkiye’ye olan seferler iptal edilmiş, ardından eğitime belirsiz süreli ara verilmiş ve en nihayetinde sokağa çıkma yasağı gelmişti. bu olağanüstü durum benim için o kadar da kötü olmadı diye düşündü sonuçta insanlardan uzak olmak ona iyi geliyordu. sadece güneşle yetinmek istemiyordu ama, denizi görmeli,dalga seslerini duymalı ve yalın ayak sıcak kumların üstünde yürümeliydi. deniz diye geçirdi içinden, insanoğlunun denizi görmesi nasıl yasaklanırdı? yoksa amaçları denizi de o küçük telefon ekranına sığdırdıkları binlerce kurgu hayat gibi uzaktan görmeye alıştırmak mıydı? her şeyi beklerdi insanlardan, çıkarları uğruna incitmeyecekleri kimse yoktu çünkü en iyi o biliyordu.
devamını gör...
119.
bırak kendini karamsarlığa
en bedbaht günün olsun bugün..
korkma yarınım olmaz diye!!
son günüm de gulemedim,
bir tebessümüm bile olmasın diye..
üzülme canparem.. ciğerim..
sen bir gün musun??
sen baharsin, yediverensin..
haftasin.. aysin.. yılsın..
yılmazsın..
bir gün olur canim ciğerim..
bir masa üç iskemle kocaman bir kahkaha..
devamını gör...
120.
tüm pazar sabahlarında izim var, kar kış demeden, yaz sıcağı demeden her pazar sabahına dokunmuş bir rüzgardım ben.
bu sabah son kez esiyor gibiyim, bu gelecek olanı bilemeden öte pes etmenin bir diğer adı.

oysa / oysa ki / en çok denize yakışırdım ben, koca kavağı oyup yeke yapmıştım o en sarı sıcak pazar sabahlarında, içimde "bana kocaman bir ağaç verin size kocaman bir tekne yapayım" coşkusu dolu nefesimle.

o zamanlar nefes alıyordum ben, doğru ya!
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim