541.
evimde biri var biliyorum. kırılmış aynalar, kendi kendine açılıp kapanan ışıklar... evimde biri var . tek dileğim evimi biran önce terk etmesi ama nasıl bilmiyorum düşünmeliyim. kurtulmalıyım ondan, sesini duyuyorum fakat yüzünü göstermemeye yemin etmiş sanki kimse inanmadı. ama biliyorum evimde bir yerlerde adımı heceliyor ve bana yaklaşıyor tam önümde varlığını hissediyorum ama göstermiyor yine yüzünü... bir boşluğa çekiliyorum evimde bir var diyorum.
devamını gör...
542.
uyandım.

kaçak diyor ebru gündeş kafamın içinde, dur gözünü seveyim bağırma, dur!

annem de bağırdı gece, rüya idi, yani sanırım rüyaydı, umarım rüyaydı. kim olduğum konusunda kesin ve yıkılmaz bilgilere sahip ilk kadındı hayatımda annem ve hiçbir bok bilmiyordu benim hakkımda.
o bile böyleyse, siz kimsiniz?
bana nasıl bu kadar yük taşıtıyorsunuz?
siz kimsiniz?
doğduğum andan beri beni benden iyi bilen sizler kimsiniz?
kendimi seve seve ellerine bıraktığım, aynı ellerle beni boğan siz kimsiniz?
niye her sabah sizin ağırlığınızla uyanıyorum ben?
dün - kayıtlara geçilsin lütfen - 25 haziran 2021 cuma günü, buradaki en huzurlu günümdü!
ve bunun tek sebebi de beynimi oyan kimsemin olmamasıydı.
ilk defa lan, ilk defa?
ilk defa bu kadar hafiftim burada.
sevginize sokayım, sevgi değil bu.
lütfen beni rahat bırakın artık, salın benim iplerimi.
lütfen.
devamını gör...
543.
olduğum gibiyim, hissettiğim yaştayım, hissettiğim ruh mahzeninde kendimle savaştayım. ve çoğu zaman istediğim gibi oynuyorum kelimelerle. yaşım, boyum, kilom, okuduğum bölüm ya da diğer şu-bu fark etmeksizin. kimliksiz bir şekilde ardında gizleniyorum her cümlemin. içimdeki karmaşa benim, kalemimin kağıtla olan savaşında galip gelen de zaman zaman zaaflarına yenik düşüp; kalemi kıran da mağlup olan da benim. kaybettiğim yerden dirileceğim. daldığım rüyadan aniden uyanacağım. ve biliyorum ki bir gün olduğum kadın için kendimle gurur duyacağım.
devamını gör...
544.
..dünya hassas kalpler için cehennemdir.
dünya mı yıkılsın.
yoksa bir bardak çay mı içersin? deseler...
ben çayımı içtikten sonra
dünyanın canı cehenneme derdim.
denginiz değilim efendim,
dengesizim...
alıntıdır,...
devamını gör...
545.
sonumun ne olacagi hakkinda hicbir fikrim yok ve sanirim basladigim yere geri döndüm. ne yapacagimida hic bilmiyorum. okudugum bi kitapta ne istedigini bilmiyosan ne istemedigini düşün diyodu bi karakter. düşünüyorum ne istemedigimi. fakat yinede istediklerimi yapacak gücü istegi kendimde bulamazken nasil bi yola cikabilirim bunu bilmiyorum. her sey kolay olmayacak ve hep cicekli yollardan da gecmicem bunu biliyorum ama. belkide ben bi dogum gerceklestiriyorum.. ve bu beni yoran dusuncelerde bilinmezlikler de bu dogumun sancisi..
devamını gör...
546.
hırkanın düğmeleri mi iliklenir lan bu soğukta. en fazla iki yakayı birleştirir yola devam edersin karda.
bu soğukta dudakların kuruması ve çatlakların arasından kan sızmasını bekleyecek değiliz.
varacağımız nokta belli mi?
saçları öne dökelim.
türkülerin içindeki hayvanlarla konuşmayı keselim.
ayakları sağlam basalım bu bilinmedik topraklarda
ve tarih akarken önümüzden
sizce kimin suçlu olduğunun şarkılarda bir önemi var mı?
bu ormanda ezgiler kesik
bu ormanda kuşlar ötmeyi bırakmış.
bu topraklarda ahengin ırzına geçmişler.
ve biz yürüyoruz işte.
hırkalarımız iliklemeden.
desen desen örgüler.
bacaklarımız yorgun, dizlerimiz titrek.
gece olacak beyazlığa inat.
belki uzakta bir köy görürüz
sarı ışıkların ocaktan gelmediğini bildiğimiz.
tütmüyor sular.
kokmuyor etler.
süreklilik arz etmiyor yaşamın döngüsü
sekteye uğramış nefesler.
yürüyoruz dostum bu karın içinde
bu temmuz sıcağında
bu güneşin alnında.
devamını gör...
547.
perdenin ardındaki kuş
sesi nasıl da güzel
bir nefes kadar

uçmak için bekliyor
ta ki akşam olsun
karanlık maviyi boğsun

perdenin ardındaki kuş
uçsana göklere
süzülsene aheste

ta ki zaman bükülsün
madalyonun öteki yüzünde

sonra kon gitarın teline
gitme hiçbir yere...
devamını gör...
548.
sigara izmaritlerinin ardında geziniyorum.
nereye gider? diyor şarkı hoparlörden.
kim bilir?
sıcağın üzerime yapışmasına aldırış etmiyorum dört metrekare odamda.
bir yatağım bir halım bir de sürahim var yere koyduğum.
güneşi gizliyorlar benden.
ben de çok şikayetçi değilim. ışığın olmadığı yerde zaman duruyor.
zamanla olan bağlantımı koparmak için sadece ışığın yokluğuna ihtiyacım olduğunu daha önce bilseydim kendi isteğimle kapanırdım buraya.
ama kendi isteğimle gelmedim.
bir cinayetin sorumlusuyum. hayır katil değilim ama sorumlusuyum.
elimdeki tek silah kalemdi.
kalemimi aldılar tabi. bana müzik veriyorlar sadece şimdi ve belki de bu bana yapılacak en büyük işkence.
bir bardak, bir sürahi, bir kül tablası, çöp tenekesi ve yatak.
düşüncelerimin ağırlığına yenik düşmemi bekliyorlar pek ala.
bazı günler beni odadan çıkarıyorlar.
o sırada geçtiğimiz koridorda yansıtma değeri yüksek camlarla kaplı yüzeylerde kendimi görüyorum ve tanıyamıyorum. hani aynalarla aram pek iyi olmamıştı zaten hiçbir zaman ama insanın kendi görüntüsüne bu kadar yabancılaşması... durup koridorda yanımdaki gardiyana inat konuşmak istiyorum o yansımayla.
sormak istiyorum.
sorun yetim olmanda mıydı?
ama adımlarımız hızlı. çıplak ayaklarımın soğuk mermer zeminde iz bırakmasını beklemiyorum. artık hiçbir yerde iz bırakmayı beklemiyorum. zaten iz bırakacağım derken gelmedi mi bunlar başıma. yazdıklarımla tetiklemişim diyorlar. kalemle tetikleme mi olur diyorum. genelde bu diyaloglar işte beni götürdükleri beyaz odada oluyor.
başıma bir takım aletler yerleştiriyorlar.
sigara izmaritlerimden hallice böcükler.
bir koltuk arka kısmı ziyadesiyle uzun. destek oluyor eğri sırtıma. eğri sırtım bana ihanet etti diye düşünüyorum ve oturttukları bu koltuğu seviyorum.
objeleri sevmemek lazım.
insan değişiyor.
insan obje de seviyor.
insan insanı severken objeleştiriyor.
sonra bir dalga geliyor taktıkları böcük izmaritlerden.
beyaz oda renkleniyor.
geçmişim kağıtlarım kelimelerim bir bir geliyor gözümün önüne.
zincirleme reaksiyonların, tepkimelerin, dalga boylarının, kelimelerin sesli söylendiğinde nasıl etki yarattığının resimlerini gösteriyorlar bana.
soruyorum.
eğer ben sorumluysam tetiği çekmekten.
benim tetiğimi çeken sorumluyu ne zaman kapatacaksınız diyorum.
o öldü diyorlar.
yeterince ölmemiş demek ki diyorum.
düşünceler yeterince ölmez.
devamını gör...
549.
neden inanmak zorundayız? bir yerlerde bahsetmişimdir, en zor soruları hep kendime sorarım diye. işte zor bir soru daha. cevapsız sorular sorarak zaman öldüren insanlardan biriydim doğru. ama şimdi. öyle miyim? bilmiyorum. inanmak zorundayız deyince aklınıza din gelmiş olmasın. mevzumuz o değil. ama o da olabilir. sonuçta inanç sistemi var. sistemleşmiş bir inanç da diyebiliriz. borç bakiyesi ile başlıyor. enteresan. her zaman dinin ekonomik bir anlayışa daha yakın olduğunu düşünürüm bu yüzden. arz talep mevzusu. tabi şöyle bir gerçek var. arap bunu iyi kullanıyor. diğerleri arap kadar akıllı değil. o yüzden arap zengin. insanları allah ile aldatmak ne kadar doğru bilmiyorum. ama aldanmak da sevdaya dair. her neyse.. inanmak zorundayız kabul ediyoruz. ediyoruz ama bir çaresizlik de var bu kabulleniş altında. o yüzden biraz tedirginiz. belki de değilizdir. sizi de kendi çıkmazlarıma dahil etmek istemem. belki de isterim. ne istediğimi bilseydim zaten bunları yazıyor olmazdım. çok da aldırış etmeyin. ciddi şeyler yazmıyorum. siz de ciddiye almayın. kalkıp da hayat felsefenizi bir kitap üzerine kurmayın. işte tam da bundan bahsediyorum aslında. bir kitap nasıl olur da insanı hatta insanları peşinden sürükler. insanın sürüklenme sevdası mı yoksa gerçekten böyle kitaplar var mı? inanmak mı yoksa inandırılmak mı? hangisi? bir cevap bulabiliyorsanız benimle de paylaşın. daha ölü bir yazar değilim sonuçta. ölünce mezarımı aramaya kalkmayın. çiçek çelenk falan luzümsuz şeyler. ben ölüp gittikten sonra çok da önemli değil bana göre. o halde! işte bir kilit nokta daha. ölüp gitmek varsa ve yaşı yoksa bunun, neden yaşarken değerini bulmaz hiçbir şey. milyarlarca insanız şu dünyada nasıl oluyor da birbirimizi görmeden ölüp gidiyoruz. nasıl oluyor da ölüm kesin bir ayrılık. işte korkutucu bir gerçek. ve korku insanın bedenini ele geçirince maalesef akıl hükmü kalmıyor. düşünemiyor. madem korkutucu bir son var. bilinmiyor. o halde bir şeyler yapmak gerek bu karanlık yola girmeden önce. kimisi kalkıyor gecenin bir yarısı namaz kılıyor, kimisi uyumuyor oturuyor kitap yazıyor. farkı var mı temelde? yok! o zaman! o zaman şarkı da söylemek lazım. o zaman şiir de okumak lazım. o zaman ibadet etmek lazım. o zaman sona ulaşmadan yapabildiğince çok şey yapmak lazım. ama bunu yaparken niye başkalarını yanımızda sürükleyelim ki! neden yalnız geldiğimiz dünyadan yalnız gidecekken çevremizi kendimize benzetelim. işte bu noktada ünlü psikologun meşhur “ego” su giriyor devreye. sizler de benim gibisiniz derken bundan bahsediyorum. zamanın birinde belki siz de benim gibi ünlü bir yazar olma hayali ile yanıp tutuştunuz ve bu hayal yüzünden belki de bir çoğunuzun evinde bir sayfası dahi açılmamış kitaplar var. yada bir şarkıcı olmak istediniz. kılıfından hiç çıkarılmamış bir gitarınız var belki de. işte bunların hepsi benzetme arzusu. bu öyle büyük bir şey ki görülemiyor. insanın gözünün megapikseli yetmiyor bu arzuyu görmeye. bu yüzden şair ruhlu adamlar seviliyor. bu yüzden kadın okudukça adamı tanıyor. bu yüzden inanıyor insan. bu yüzden vazgeçiyor bazen. nadiren de olsa ayrı koşmayı başarabiliyor çocuklar. akranlarından farklı olabiliyorlar. takdir ediliyor bunlar. takdire şayan! ne laf ama. hiçbir edebi içeriği olmayan kitaplar basılıyor. insanlar para ile saadeti ve hayallerini satın alabiliyor. hiçbir eleştirmen yok. edebi bir durum yok çünkü ortada ve tüm bunlara rağmen her şey yolundaymış gibi devam ediyor hayat. inanın. çünkü inancınız kaybolunca anlamsızlaşıyor bir çok şey. bu anlamsızlığa katlanamıyorsunuz sonra. yine bir farklılık çıkıyor ortaya. inananlar inanmayanlara anlatmaya çalışıyor inanmayanlar da inananlara. ama ortada büyük bir ego var. ve her iki taraf da görmüyor bunu. işte bütün mesele bu. ne sert bir cümle. ben bile yazdıklarımı inandırıcı buldum. oysa amacım sizi bir şeye inandırmak değil. hoş zaman geçiriyoruz birlikte. belki siz şu an bir otobüste yolculuk ediyorsunuz. hiç görmediğiniz bir yere gidip hiç yapmadığınız bir şey yapacaksınız belki. belki bir kütüphanede oturup kafa dağıtıyorsunuz. belki bir şezlongtasınız. denize karşı. oysa bulunduğumuz yerlerin bir önemi yok. o büyük savaşın içindeyiz hepimiz. her gün bombalar patlıyor çevremizde. o kadar yüksek ki ses kulaklarımız duymuyor. içimizdeki ses yükseliyor. evet diyor. haklısın. hayır o ses değil bunu söyleyen. benim. sıcak bir yaz akşamında yazıyorum bunları ve yazmaya devam edeceğim. sanmayın ki yazdıklarımı okuyorum. dedim size. ne yapacağını bilmeyen bir yazarın hikayesi bu. daldan dala atlarım. cümlelerim devriktir. istediğim yerden başlarım. istediğim yerde noktayı koyarım bu beni ilgilendirir. ukalaca geliyor değil mi size göre özgüvenim. aslında öyle değil. korkak bir adam olduğumu hatırlatırım. hatırlatmaları da hiç sevmem bu arada. işte insan hayatta her zaman sevdiği şeyleri yapamıyor velhasıl kelam. bazen en sevdiği şeyi yaparken de karşısına istemediği hoşlanmadığı sevmediği durumlar çıkabiliyor. engel mi? bence değil. sizce? cevabı size kalsın.
devamını gör...
550.
bir gece geliyor
delisin sen diyorum, gülüyor
saçlarımdan öpüp gidiyor
ne yapıyor bu?

bir gece geliyor
ben gideceğim diyor
neden diyorum
cevap vermeden gidiyor

bir gece geliyor
doğruyu yanlışı gösteriyor
"biliyordum" diyorum
gülümsüyor

bir gece geliyor
birilerinden bahsediyor
"kim?" diyorum bunlar
cevap vermiyor

bir gece geliyor
seviyorum diyor
"kimi?" diyorum
onu diyor.
"o" kim, bilmiyorum.

bir gece geliyor
"kimsin sen?" diyorum
her şeyin diyor
anlayamıyorum

bir gece geliyor
tutuyor ellerimden
"sev bunları" diyor
bunlar çok güzeller.
seviyorum

bir gece geliyor
şarkılar söylüyor
kahkahalar atıyor
kahkahalar atıyorum

bir gece geliyor
yeni kelimeler öğretiyor
ruhumdan öpüyor
gidiyor

bir gece geliyor
"seni seviyorum" diyor
"ne diyor bu?" diyorum
ben de onu seviyorum

bir gece geliyor
anlat diyor
anlatıyorum, anlıyor
şaşırıyorum

bir gece geliyor
manyaksın sen diyor
gülüyorum
saçlarını okşuyorum

bir gece gelmiyor
susuyorum
hiç gelmemiş zaten
o an fark ediyorum.
devamını gör...
551.
berkeley'e adanmış bir yazılama eylemi
saatim her zaman 5 dakika geridir. her sabah kalktığımda ileri almama rağmen gün sonuna kadar yine 5 dakika geri kalır. sanıyorum pilleri değiştirmeliyim. değiştirmedim. çünkü her sabah ilk iş olarak saatimi 5 dakika ileri almaya çok alıştım. ve açıkcası bunu sevdim. bu eylemin zamanla aramdaki ilişkiyi özel kılmaya başladığına inanıyorum. zaten inanacak bir şey bulduğum an mutlu olurum. bu mutluluğuma ket vurmaya da gerek görmüyorum zaten. her neyse uyandığımda saatim 10.55'i gösteriyordu. göğsümde bir ziftle uyandım. dudaklarımı kurutan ve birbirine saatlerce kenetleyip susmama neden olan acı mı acı bir ziftle. böylesi günlerde saatler boyu yürürüm. çoğu zaman -eğer trafik olmazsa- hızlı adımlarla yürürüm, yine eksik kaldı aslı şu; göğsümde bir ziftle uyandığım günlerde çoğu zaman hızlı ve küçük adımlarla uzun yürüyüşler yaparım. şimdi bir şeye benzedi sanırım. yürüyüşlerimde kendi kendime söylenirim, uzun ve kopuk konferanslar veririm, çoğu zaman konu dağılır ama konferansı kendime, kendim için verdiğim için böylesi teknik aksaklıkları hoş görürüm. konferanslarımın dinleyici kitlesi çok değişkendir. yol boyu yürürken yanımdan hızlıca geçen binlerce dinleyicim vardır. yürüdüğüm bütün sokaklar konferans salonu haline dönüşür ben yürürken. yanımdan tesadüfen geçenler, yani dinleyicilerim söylediklerimin tümünü duyamazlar genelde ya bir tek sözcük ya da biraz şansları varsa bir cümle o kadar. bazıları konuşmamı durdurup doğru kavramı düşünürken denk gelir, öldürücü bir sessizlikle geçerim yanlarından ve beni dinleyemedikleri için onlar adına çok üzülürüm. ama bu hüzün çok sürmez. çünkü tesadüflerin ve derin karmaşık iktidar ilişkilerinin kurduğu sosyal yaşamdan adalet beklemek trajik olduğu kadar aptalcadır.
parça parça ve yürürken verdiğim bu konferanslarda yanımdan geçenlerin duyabileceği bir ses tonu kullanmaya dikkat ederim. bazıları peşime takılır genelde ve biraz yüksek sesle deli olduğumu iddia ederler, çoğu zaman bu iddialarına kahkahaları eşlik eder kahkaha benim için düşüncenin eşlik etmediği, duyguların ve bilindışının tüm bilincimizi ele geçirdiği bir eylem olduğu için bana hep gayrıinsanı bir refleks gibi gelir. bundan dolayı kahkahaları duyduğum güruha hayvan mualemesi yapar cebime doldurduğum fıstık ve leblebilerden atarım. ben bunu yapınca daha çok gülmeye başlarlar, kimisi peşimden koşar ve ben kaçarken zabıta ekiplerini ararım. zabıta ekiplerinden gerekeni yapmalarını umarım ve hep hayal kırıklığına uğrarım. bütün bunlar yaşanırken içimdeki zift biraz olsun diner, evin yolunu tutarım. konferansım apartmanımın kapısına geldiğimde sona erer ve izleyicileri onların beni görmediğine emin olduğum bir yerde, apartmanımın önünde selamladıktan sonra konuşmamı sona erdiririm. bu konuşmalarım tarihin karanlıklarında yok olmadan önce dinleyen binlerce kişi tarafından biraraya getirilip kitaplaştırılsa çok sevinirdim. hasbelkader maruz kaldığımız şu varoluş serüveninde geride bir şeyler bıraksak fena mı? çoluk çocuk da yok zaten. saatim şu an yine 10.55'i gösteriyor. 11'e alıp uyayayım diyorum. iyi geceler...
devamını gör...
552.
hep derler ya, dünyanın sonuymuş gibi davranma/hissetme/düşünme.

sorun şu ki ben dünyanın sonuymuş gibi hissetmiyorum. kendimin sonuymuş gibi hissediyorum.
evet, belki bazı olaylar tetikledi ama kendime karşı olan umutlarımın bu denli sönmesi; beni durduramayacağım bir uçuruma sürükledi.
şimdi ise...
yere çakılmadan önce yapabileceğim tek şey boşlukta süzülmenin keyfini çıkarmak.

çünkü bundan daha iyi bildiğim bir şey varsa o da bu sona bir an önce varabilmek için kendimi sürekli olumsuz durumlara sokacağımdan emin olmam sanırım.
devamını gör...
553.
sevdiğim hiç bir şey yok. tükendim. tükettim içimi. serbest düşüş devam ediyor. nefes bile almadan düşüyorum. bir yıldır düşüyorum.
bir an gibi düşüşüm. film sahnesi gibi. sadece düşüyorum. sanki bir gün bu düşmem bitecek ve uyanıp herşeyin eski haline döndüğünü görecekmişim gibi sakince izliyorum. düşüyorum.
devamını gör...
554.
ateşim 38 derece, ağlıyorum, bir yandan birine meramımı anlatıyorum, pişmiş yumurtaları ikinci kez kaynatmaya kalkıp, çöpü bir kez daha çıkarmaya kalkıyorum. yapmam gerekenlerse iş veren soğukluğunda. ne çok severim şu sözü;

"yeme içme dünyası"


sahiden tüketmişiz her şeyi, çiğneyerek, acımasızca, dişlerimizde insan artıkları.

ve aylardır feri gitmiş gözler için umudumu yitirmek üzereyim, neydi sahi bağımız? affetsek ne olur, affetmesek filiz.

bitkiyle ilgili olan filiz değil. ha bu arada orhan pamuk'a söyleyelim kitaplarına görsel eklerse daha anlaşılır olur. çok severim filleri, kinci olmaları ne de güzel.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
555.
iç cebinden sökülmüş şiir'im, ne yazsam d'olmuyorum.
bir uçurum yuvarlanıyor sesimden aşağı. kırk aynanın içinde kırık...
duvarlar birbirine bakıyor.
devamını gör...
556.
güzeşte

   bu hayatın güzelliklerini babamdan başka bir adamda gördüm ben. şimdi o şiirlerde bulduğum naçizane güzelliğe berceste ruhlu bir adamda rastladım. silinse hafızam, kokusundan hatırlarım.

"öldür kalbinden." dediler efsun, "çünkü o ölüyor, daha fazla acı çekme." ben ona olan hislerimi içimde yeşertmiştim, şimdiyse denize vuran dalga misali ölüm alıyordu onu benden.

öldüremedim. belki hiçbir cümle sonuna konulan nokta acıtmamıştı bu kadar canımı, mezar taşını okuyunca anladım. yaprak dahi kımıldamıyordu dışarıda ama, içimi bir görsen, kaç vaveylaya ev sahibeliği yaptı sayamadım.

o dalgalar kurudu şimdi. bir çöle konuk oluyor kalbim. çiçekler kurudu, mevsimler geçti, takvimler değişti ve o aklımdan hiç gitmedi.

hatıraların kokusu siliniyor yavaş yavaş hafızamdan. en çok onu unutmaya korkuyorum. şiir yazamıyorum artık, elime kalemi aldığım anda mürekkep yerine akmaya başlıyor gözlerimden yaşlar.

kız çocukları babası öldüğü seneki yaşında kalır, büyümezmiş. ama ayrılık sevdaya dahil olunca, ölümün fısıltısı kulağıma uğradıkça yaşa gerek kalmadı efsun, yaşanmışlıklarımla büyüdüm, yaşattıklarıyla...
devamını gör...
557.
tuhaf hissediyorum. güçsüz bir o kadar da kırık, parça parça.
mesela bir çiçek düşünün. ekildiği günden beri toprağa tutunmaya çalışmış. susuz kalmış, güneş görmemiş. ama tüm o çetin şartlara rağmen dayanmış, kök salmış. her koşula rağmen çiçek açmaya, yeryüzüne çıkmaya çalışmış. önüne taşlar çıkmış, eğilmiş bükülmüş yeni yol bulmuş, rüzgar çıkmış savrulmuş yine de yeni yerinde tutunmuş. başına gelebilecek birçok şey gelmiş. ama yılmamış. tam filizlenecekken, güneşi hissedecekken kış gelmiş. bu kez dayanamamış. çabaladığıyla kalmış. tam oldu derken olamamış. zorluklarla, umuduyla kalakalmış. solmuş. kimse de sen çabaladın dememiş, desinler diye yapmamış zaten ama yine de kırılmış. öylece kalakalmış işte. başka baharı da yokmuş. umudu da gücü de. öylece kalakalmış..
devamını gör...
558.
tüm duygularım adete ''beni de hisset, bak ben de varım'' dermişçesine sıradan tek tek yokladı bu gün beni hayal dünyamda. birinde pembe panjurlu evimiz vardı, varendasında oturuyordum elimde tüfekle, gelen kargaları vurayım da mısırıma dadanmasınlar diye. sonra hayallerimdeki kadın bana limonata getiriyor soğuk, havanın sıcaklığını bi nebze hafifletmek için. kovboylar geliyor sonra vuruyorlar ikimizi de. tüm mutluluğum koca bir acıya dönüyor. diğerinde beraber yolda yürürken ufak bi çocuk çıkıyor karşımıza, geveze ve üçkağıtçı, ayaküstü dolandırıyor bizi de kaçıyor. o önde biz arkasında koşuyoruz. tam yakalayacakken köprüden düşüyor çocuk. olay birden değişiyor hepsinde. geçmişten bir video buldum, dedim akşamına ona da göstereyim bakalım ne tepki verecek.

akşam oldu tabi laf lafı açıyor yine, ben de ufaktan fikrini öğrenmeye çalışıyorum hakkımda. sabahtan beri kurduğum tüm o hayalleri bir çırpıda yıktı geçti. mutluluğumu, neşemi, acımı, komedi mi, trajedilerimi hepsini tek kalemde elimden çekip aldı. hepsi gidince aptallık hissi çöktü bu defada. bakakaldım bilgisayar ekranına ve yansımada mantığımı gördüm. kuvvetlice bir şamar oturttu enseme ve ekledi ''tüm bunları 3 gündür tanıdığın biri için mi düşündün?''

bir şey koptu içimden sanki, nasıl tarif etsem bilemiyorum ama bir şey eksiliverdi o an. haklı olması canımı sıksa da haklıydı. yatağıma baktığımda duygularım uzanmış tavanı seyrediyor, ''olsun, yine de güzel bir gündü'' diye iç çekiyor şu an.

yaktım bir sigara, mantığımla kavga halinde yataktaki salağı izliyoruz. bu kadar mutlu olmayı, üzgün olmayı her şeyden önemlisi bu kadar çabuk umursamayı nasıl başarıyor ikimiz de şaşırıyoruz. salonda ise biri kusuyor ama o karamsar iti içeri alırsak hepimizi bozar şimdi diye kapıda bekletiyoruz.
devamını gör...
559.
hayatımda 3 kişi vardı. annem, sen, fatma. senle evleneceğimi söylediğimde annem yanımdaydı. beni fatmayla aldattığını öğrendiğimde ilk ağlayışım annemeydi. boşandığımızda, annem de kilometrelerce uzakta olduğundan ağlayamadım. içimdekileri hiç kusmadım. o sinirle dokuz köyü yakardım, yakmadım. canın acısın istedim. hala istiyorum. ama görüyorum ki zaten ben olmadan sen etkisiz elemansın. yok hükmündesin. senin basitliğin, sıradanlığın sana yeter. senin acı çekmen için bana gerek yok artık. beni kaybettiğinden beri ızdırap içindesin.

senden hemen sonra evlendiğim adamda çok daha farklı bir yöntem denedim. kendini benden zeki sansın istedim. beni kız çocuğu şansın, ondan başka gidecek yerim yok sansın. beceriksiz, güçsüz, aptal sansın istedim. öyle de oldu. kendini kral beni soytarı sanan bir avuç aptalın ortasında vakit geçiriyorum. ama artık sıkılmaya başladım. bu gücü seviyorum aslında. birinin hayatını tek bir sözümle mahvedebilme potansiyeline aşığım. eskiden insanları öldürmek isterdim. artık yaşasınlar, kan kussunlar istiyorum. her gün akıllarına geldiğimi, her gün benden biraz daha fazla nefret ettiklerini biliyorum. uyuyamadıkları gecelerin sebebi olduğumu düşünmek bana haz veriyor. bir hayatı daha mahvetmek için geri sayımı başlattım.

kendimdeki bu potansiyeli senin gibi bir aşağılıkla 5 yıl geçirmeseydim farkedemezdim.

güzel dünlerdi, tekrarı olmaz.

elveda ve tüm balıklar için teşekkürler.
devamını gör...
560.
şimdi "az önce gitti" desem olmuyor, sıcaklığı baki. beraber ölelim dediğiniz bir insan "tamam ama yarın" diyorsa gitmemiş oluyordur di mi?

çok sıcak, sıcaklığı da baki.
hımm, demişim zaten bunu.
o iki çocuk beni anlıyor mu acaba? anladılar mı? daha önceki hiçbir şeye benzemediğini bunun? bunun diyorum çünkü komplike bişi bu, dallarına ayıramam, ben sen o diyemem, tümleşik bişi, kaos gibi ama daha hoş kokulusu.
böyle bi tuhaf, böyle bi bizlik.
neyse, yarın müsait olursak ölcez biz.

reenkarnasyon çok güzel sen de gelsene?
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim