normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
5001.
yine mevzu sen ve senin nasıl hissettiğin ulan var ya gram bir şey anlamamışsın konuşmamdan.
zerre hak etmiyorsun beni
narsist ve bencilsin
kötülüğünde boğul o zaman ne diyeyim.
aptal herif.
zerre hak etmiyorsun beni
narsist ve bencilsin
kötülüğünde boğul o zaman ne diyeyim.
aptal herif.
devamını gör...
5002.
yaşam her zerresi doldurulması gereken bir karalama defteri değil, kendimize uygun ezgiyi keşfedebilmek ve bu ezgide dans edebilmek için sayfalarında özenle gezinilmesi gereken bir nota kitabıdır....
devamını gör...
5003.
5004.
hayatımda 3 kez televizyon aldım, üçü de kırık çıktı.
geçtiğimiz cuma günü 4. televizyon siparişini verdim, bugün kuruluma geldiler. eleman tvyi kutudan çıkarırken içimden bir ses "kesin bu da kırık alüminyum" diyor, 2. ses "saçmalama roqs aklına getirdiğin şeyler hiç hoş şeyler değil" diye moral veriyor.
eleman tvyi duvara taktı bi açtı yine ekran kırık. her seferinde kesin kırık çıkacak diye istemeden evrene mesaj falan mı yolluyorum evren de olur kardeşim mi diyor ne bok yiyorum ben de anlamadım.
tv'nin fiyatı da artmış anasını satayım bir darbe de oradan geldi. n11 değişim konusunda yardımcı olmazsa derdo derdo.
geçtiğimiz cuma günü 4. televizyon siparişini verdim, bugün kuruluma geldiler. eleman tvyi kutudan çıkarırken içimden bir ses "kesin bu da kırık alüminyum" diyor, 2. ses "saçmalama roqs aklına getirdiğin şeyler hiç hoş şeyler değil" diye moral veriyor.
eleman tvyi duvara taktı bi açtı yine ekran kırık. her seferinde kesin kırık çıkacak diye istemeden evrene mesaj falan mı yolluyorum evren de olur kardeşim mi diyor ne bok yiyorum ben de anlamadım.
tv'nin fiyatı da artmış anasını satayım bir darbe de oradan geldi. n11 değişim konusunda yardımcı olmazsa derdo derdo.
devamını gör...
5005.
"çok ağır değil mi bu şarkı?"
kadın kendi kendine sorduğu soruya cevap vermedi önce, "estiler" dlye mırıldandı bir kaç dakika sonra. her zamanki yerinde oturuyordu, her zamanki gibi o kristal buz karışımı gözlerinde hüzün ve öfke vardı. her zamanki gibi kendi kendine konuşuyordu.
her zamanki kadar yalnızdı.
mırıldanmaya başladı tekrar..
aralanır gönlüm sana
bu zülüf güzelliktir bana
beri gel yanayım sana
hakikattır güzelliğin bana
sonra zülüflerini arkaya attı o milyonlarca kez alışık olduğu el hareketi ile, gözünü tekrar pencereden görünen bahçe kapısına dikti.
kaçıncı mevsiminde olduğunu artık o da hatırlamıyordu, beklemesini hiç bozmamıştı, biliyordu, emindi.
o yalnızlık kırılacaktı!
ah olaydın, yanaydım
saraydım, öleydim
ah geleydin, göreydim
gülcemalin seveydim
seveydim
sonra sesini duydu adamın, bahçe kapısının önünde köpeklerle oynuyordu, çok neşeli bir sesi vardı adamın, "günü iyi geçmiş" diye düşündü, yerinden heyecanla kalktı, mutfak ve evden çıktı.
yağan yağmurun altında durdu bahçede, "ne güzel" diye düşündü, "bugün de kırıldı yalnızlığım."
gülcemal...
kadın kendi kendine sorduğu soruya cevap vermedi önce, "estiler" dlye mırıldandı bir kaç dakika sonra. her zamanki yerinde oturuyordu, her zamanki gibi o kristal buz karışımı gözlerinde hüzün ve öfke vardı. her zamanki gibi kendi kendine konuşuyordu.
her zamanki kadar yalnızdı.
mırıldanmaya başladı tekrar..
aralanır gönlüm sana
bu zülüf güzelliktir bana
beri gel yanayım sana
hakikattır güzelliğin bana
sonra zülüflerini arkaya attı o milyonlarca kez alışık olduğu el hareketi ile, gözünü tekrar pencereden görünen bahçe kapısına dikti.
kaçıncı mevsiminde olduğunu artık o da hatırlamıyordu, beklemesini hiç bozmamıştı, biliyordu, emindi.
o yalnızlık kırılacaktı!
ah olaydın, yanaydım
saraydım, öleydim
ah geleydin, göreydim
gülcemalin seveydim
seveydim
sonra sesini duydu adamın, bahçe kapısının önünde köpeklerle oynuyordu, çok neşeli bir sesi vardı adamın, "günü iyi geçmiş" diye düşündü, yerinden heyecanla kalktı, mutfak ve evden çıktı.
yağan yağmurun altında durdu bahçede, "ne güzel" diye düşündü, "bugün de kırıldı yalnızlığım."
gülcemal...
devamını gör...
5006.
bizi ciddiye alan yoktu, arzularımız bile yoktu. sonra bir küçük hücre olarak varolduk. bir karanlığın orta yerine bir pıhtı olarak düşüverdik sessizce. öyle ki varlığımıza duacı olan anababamız bile henüz varlığımızdan haberdar değildi. kendi varlığımızı kendimiz de bilmiyorduk.
devamını gör...
5007.
bizi ciddiye alan yoktu. sonra embriyo olduk, anamizin karninda. derken oyle surecler derken 9 ay. oyle. evet.
devamını gör...
5008.
insanın yana yana “anlam” arayışı, bi şeylere “neden” bulmaya çalışması ve bulamadıkça ikna olmak için eşiği daha aşağı çekip hiç olmayacak manyakça bi şeye saplanması çok acayip. tam tersi olması gerekmiyo mu bunun? ikna olmadıkça daha da yükseltmen gerekmiyo mu çıtayı? gökte ay, yerde biten ot, içtiğin su ikna edemedi seni de karanlık odalara aç sussuz kendini kapattırmak, mesirelik yerlerde toplaşıp tiz çığlıklar, feryat figan tanımadığın çırılçıplak insanlara sarılmalar mı ikna etti yani? bu nasıl eşik. dolarla anlam mı aranır bi de yani? hayır şu çıldırmışlıklara katlanmayı kendine reva görcek kadar öyle erişilmesi güç bir yerde de değil bu.
hayatında yolunda gitmeyen bi şeylere neden bulmak, onları halletmek için senden kaç yüz sene önce yaşamış adını bile bilmediğin birilerini affedip, onurlandırmak falan ve bunu inanarak yapmak psikoza bağlı sanrı gibi bi şey bence... ne haddine bi de?? senin hürmetine kaldı çünkü o da. sen ne oldun da onurlandırıyosun ölmüş gitmiş insanları? kimse de ben kimim demiyo.
anlam bulmak için para veren birinin herhangi birini onurlandırmak ya da affetmek gibi bi hakkı olabilir mi allah aşkına..
(bkz: karşılık görmeyen seçilmişlik sanrısı)
hayatında yolunda gitmeyen bi şeylere neden bulmak, onları halletmek için senden kaç yüz sene önce yaşamış adını bile bilmediğin birilerini affedip, onurlandırmak falan ve bunu inanarak yapmak psikoza bağlı sanrı gibi bi şey bence... ne haddine bi de?? senin hürmetine kaldı çünkü o da. sen ne oldun da onurlandırıyosun ölmüş gitmiş insanları? kimse de ben kimim demiyo.
anlam bulmak için para veren birinin herhangi birini onurlandırmak ya da affetmek gibi bi hakkı olabilir mi allah aşkına..
(bkz: karşılık görmeyen seçilmişlik sanrısı)
devamını gör...
5009.
bojackten alıntılar
çıkarılan ama unutulmuş dersleri bir kez daha hatırlatmak için..
halen izlemeyen varsa mutlaka izlesinler
kendinize dair karşı tarafa dair öğreneceğiniz çıkarım yapabileceğiniz hayata dair çok şey var
çıkarılan ama unutulmuş dersleri bir kez daha hatırlatmak için..
halen izlemeyen varsa mutlaka izlesinler
kendinize dair karşı tarafa dair öğreneceğiniz çıkarım yapabileceğiniz hayata dair çok şey var
devamını gör...
5010.
kendimle o kadar savaşlar verdim ki, artık yoruldum. umut etmekten, hayal kırıklığına uğramaktan, imkansızlıklardan, olabilecekken olmayanlardan, haber alamamaktan, elimin kolumun bağlı olmasından yoruldum! benim artık savaşacak en ufak gücüm kalmadı. yollarımız kesişsin diye uğraşamayacağım, gittiğim yerlerde denk geliriz diye oraya buraya bakıp heyecanlanmayacağım, yazdıklarını okumayacağım ama en önemlisi senin hayatından kendimi çıkaracağım; hatta çıkardım. artık tek bir haber alabilmek için çırpınan ben olmayacağım, ulaşmak isteyen ben olmayacağım, her zor durumda koşan, kollarını açan, her şeyi affeden o kişi ben olmayacağım. dahası artık savaşan kişi ben olmayacağım! ben yoruldum, tükendim, bittim… kalmadı benden geriye bir şey, bırakmadılar. artık bir şeyleri yoluna koymak için çırpınan o kişi ben olmayacağım!
devamını gör...
5011.
an itibarıyla bir yaş daha aldım. her yıl doğduğum gün öleceğim hissine kapılırım. geri dönüp bakıyorum da, kimleri kimleri uğurlamışım sonsuzluğa... öyle ise önemi yok, endişe yok. bugünü hâlâ nefes alarak bitirirsek bir yılımız daha var demektir. doğarken sormadılar... iyi ki doğduk mu, onu hâlâ devam eden hayat gösterecek.
devamını gör...
5012.
herşey bizim elimizde idi..
biz biz olmayı başaramadık, belki de biz biz olmayı başarmak istemedik..
çok sevmek..
çok sevilmek..
yok olmuyor hikayenin sonuna bakınca oturmayan, eğreti duran çok parça yok mu sence de?
biz biz olmayı başaramadık, belki de biz biz olmayı başarmak istemedik..
çok sevmek..
çok sevilmek..
yok olmuyor hikayenin sonuna bakınca oturmayan, eğreti duran çok parça yok mu sence de?
devamını gör...
5013.
nickinde anarşist,anarşi falan gördüğüm tiplere oturma organımla gülüyorum.
devamını gör...
5014.
travmalarımla başa çıkamadığım için genelde kafayı sıyıracak gibi oluyorum en çok kendimi suçlarken buluyorum kendimi sonra insanları suçluyorum
neden kendimi savunamadım neden kaçıp gidemedim neden neden sonra durup düşünüyorum onlar neden böyle yaptı böyle söyledi neden yanımdakiler beni savunması neden beni zorbaladılar neden duygusal istismar edildim
hep böyle parça parça anılar benim peşimi bırakmıyordu zaten. sonra her şeyi bırakıp kaçıp gittiğim sevdiğim biri oldu.
o da bana ailemin arkadaş bildiklerimin kısacası herkesin yaptıklarını yapınca
eh onca travmadan sağ çıksanız da ne uğruna?
neye değdi oluyor
kendimizi izole ettikçe ettim ettikçe ettim şimdi sevilmeye bile ikna değilim.
güvenebileceğim biri olduğuna inanmıyorum.
çünkü herkes gider
herkes ihanet eder.
neden bu düzen böyle ben de bilmiyorum.
insanların içindeki kötülükle ben başa çıkamam.
hesap sorsam anlamamazlığa gelirler
anlasalar kendilerini suçlamamak için hasır altı eder düşünmezler yine aynı davranışlar.
ben yoruldum.
ben bittim.
yaşamaya çalıştığım her an kırılan dallarıma ithafen.
kalmayan dallarımı ekiyorum gün gün
bir gün içlerinden biri büyüsün de bana uzanacak tutunacak bir dal olsun diye.
nadasa bıraktım hayatımı.
korkum umudum bitmesinden.
geçmişimdekileri bir kibrit çöpüyle taksam içine su serper mi?
bilmem... sanmam.
ben bu kafayı ne yapayım.
bu travmalarım ne olacak değil mi?
ailemi düzeltmek istedim, olmadı.
onlardan kaçıp aile kurmak istedim,olmadı.
bari single mom olayım dedim, olmadı.
sanki her şey benim suçummuş gibi ne aile ne eş ne çocuk verdi hayat bana.
karma beni yıktı. ve ben o taşların arasından çıkıp filizlensem de her gün ezilmeye devam ediyorum.
çirkin ruhların ayakları altında.
ama biliyorum. esas suçlu ben değilim.
hiçbir zaman olmadım.
kurban olmayı da yakıştıramıyorum kendime.
çözümsüz bir yerdeyim. belki de bir limandayım.
fakat derdim de dermanım da yok şimdi beklediğim yerde.
ve sen...
bahtımın karası gönlümün yarası sevgilim.
bak bize ne yaptın?
neden kendimi savunamadım neden kaçıp gidemedim neden neden sonra durup düşünüyorum onlar neden böyle yaptı böyle söyledi neden yanımdakiler beni savunması neden beni zorbaladılar neden duygusal istismar edildim
hep böyle parça parça anılar benim peşimi bırakmıyordu zaten. sonra her şeyi bırakıp kaçıp gittiğim sevdiğim biri oldu.
o da bana ailemin arkadaş bildiklerimin kısacası herkesin yaptıklarını yapınca
eh onca travmadan sağ çıksanız da ne uğruna?
neye değdi oluyor
kendimizi izole ettikçe ettim ettikçe ettim şimdi sevilmeye bile ikna değilim.
güvenebileceğim biri olduğuna inanmıyorum.
çünkü herkes gider
herkes ihanet eder.
neden bu düzen böyle ben de bilmiyorum.
insanların içindeki kötülükle ben başa çıkamam.
hesap sorsam anlamamazlığa gelirler
anlasalar kendilerini suçlamamak için hasır altı eder düşünmezler yine aynı davranışlar.
ben yoruldum.
ben bittim.
yaşamaya çalıştığım her an kırılan dallarıma ithafen.
kalmayan dallarımı ekiyorum gün gün
bir gün içlerinden biri büyüsün de bana uzanacak tutunacak bir dal olsun diye.
nadasa bıraktım hayatımı.
korkum umudum bitmesinden.
geçmişimdekileri bir kibrit çöpüyle taksam içine su serper mi?
bilmem... sanmam.
ben bu kafayı ne yapayım.
bu travmalarım ne olacak değil mi?
ailemi düzeltmek istedim, olmadı.
onlardan kaçıp aile kurmak istedim,olmadı.
bari single mom olayım dedim, olmadı.
sanki her şey benim suçummuş gibi ne aile ne eş ne çocuk verdi hayat bana.
karma beni yıktı. ve ben o taşların arasından çıkıp filizlensem de her gün ezilmeye devam ediyorum.
çirkin ruhların ayakları altında.
ama biliyorum. esas suçlu ben değilim.
hiçbir zaman olmadım.
kurban olmayı da yakıştıramıyorum kendime.
çözümsüz bir yerdeyim. belki de bir limandayım.
fakat derdim de dermanım da yok şimdi beklediğim yerde.
ve sen...
bahtımın karası gönlümün yarası sevgilim.
bak bize ne yaptın?
devamını gör...
5015.
moruk, çokça ayıplandım, internette sayıklandım
iki vuruş sonrasında hemen ağırlaştım
mahalleden indim, o şerefsizle karşılaştım
tüfeğimde fener var, ben onu aydınlattım
istanbul'un bi' yerine, bi' araçtan diğerine
bu çare tüm ciğerime
onlar kafasında kuranlar
dudakları aşağı bakar, onlar asık suratlar
(bkz: abugat)
(bkz: kaşflex)
31
devamını gör...
5016.
başıma bir şey gelmeyecekse bu yaşıma kadar gerek burada gerek sosyal hayatta evlenme fikrine karşı olan tutumundan bahsetmiştim.
bunu uzun zamandır buraya yazmayı düşünüyordum fakat ya vazgeçtim ya da üşendim.
şu an isim yokken siyaseti bırakıp biraz da özel hayat hakkındaki düşüncelerimi yazmak istiyorum.
epey vakittir bunun yerine kişisel zevklerimi (hobi) geliştirmeyi uygun buluyordum. ee orta gelirliyim ama zengin hobilerim var shsghs. lakin bunun sonu yok hele türkiye'de dolar kuruna endeksi olan tüm parçalar, aletler vs çekilebilir dert olmadığını yavaştan hissettirmeye başladı.
özgürlükten de dem vurmuştum, hayattaki hedeflerden falan. fakat tüm serbestim bir yana çocuğunu seven herhangi bir arkadaşım kadar huzurlu olmadığımı da fark ettim.
abi ev var, araba da olmak üzere, isim de var daha nereye kadar böyle gidebilir ki ? hayır bekar evini de biliyorum ve hatun olmayınca bir noktadan sonra hiçbir keyfinin olmadığını da olunca ne kadar zevkli olduğunu ve olan kişiyi bir süre sonra sepetleme istegini de bilirim.
karmaşık duygular arasındayım hala.
mesela şu an birey olarak çok yalnızız. sosyal medya çağında seçenek çokluğu, aldatmanın yaygınlaşması, eskisi gibi vefalı ilişki bulamamak.. bunlar bizim jenerasyonun sorunları. fakat bizden sonraki kuşak bunları belki de bizden daha ağır çekecek. japon bireyselliği gibi intihar olaylarından da endişe ediyorum.
diyorlar ya bu devirde çocuk yapılmaz. bu önermeyi önceki köyü düşman ordusu tarafından kılıçtan geçirilmiş bir orta çağ köylüsü de yapmıştır eminim ki. ama sorun bireyselleşmenin bireye zarar verecek derecede artması.
evet gelecek kuşak dedik de konu hakkında bir diğer etken çocuk istemek. malum yaş geldi ve geçmek üzere.
ben de bu konuda karakterinden emin olduğum ve çevresindeki insanları da buna göre seçen belli başlı birkaç kişiye konuyu açtım. kısmı görücü usulü denen şeye de okeyim neredeyse. zira benim bulduklarim daha ilk buluşmada akşam bira içelim mi sonra bana geçeriz kıvamında kendi potansiyelimden vazgecmeme sebep olan insanlar. bu arada kimseyi de yargılamıyorum ama ciddi meselelerde tercihim değiller.
bakalım yoluna koyulması gereken birtakım işlerim daha var. onları da halledip bu boku da yeriz elbette*.
bunu uzun zamandır buraya yazmayı düşünüyordum fakat ya vazgeçtim ya da üşendim.
şu an isim yokken siyaseti bırakıp biraz da özel hayat hakkındaki düşüncelerimi yazmak istiyorum.
epey vakittir bunun yerine kişisel zevklerimi (hobi) geliştirmeyi uygun buluyordum. ee orta gelirliyim ama zengin hobilerim var shsghs. lakin bunun sonu yok hele türkiye'de dolar kuruna endeksi olan tüm parçalar, aletler vs çekilebilir dert olmadığını yavaştan hissettirmeye başladı.
özgürlükten de dem vurmuştum, hayattaki hedeflerden falan. fakat tüm serbestim bir yana çocuğunu seven herhangi bir arkadaşım kadar huzurlu olmadığımı da fark ettim.
abi ev var, araba da olmak üzere, isim de var daha nereye kadar böyle gidebilir ki ? hayır bekar evini de biliyorum ve hatun olmayınca bir noktadan sonra hiçbir keyfinin olmadığını da olunca ne kadar zevkli olduğunu ve olan kişiyi bir süre sonra sepetleme istegini de bilirim.
karmaşık duygular arasındayım hala.
mesela şu an birey olarak çok yalnızız. sosyal medya çağında seçenek çokluğu, aldatmanın yaygınlaşması, eskisi gibi vefalı ilişki bulamamak.. bunlar bizim jenerasyonun sorunları. fakat bizden sonraki kuşak bunları belki de bizden daha ağır çekecek. japon bireyselliği gibi intihar olaylarından da endişe ediyorum.
diyorlar ya bu devirde çocuk yapılmaz. bu önermeyi önceki köyü düşman ordusu tarafından kılıçtan geçirilmiş bir orta çağ köylüsü de yapmıştır eminim ki. ama sorun bireyselleşmenin bireye zarar verecek derecede artması.
evet gelecek kuşak dedik de konu hakkında bir diğer etken çocuk istemek. malum yaş geldi ve geçmek üzere.
ben de bu konuda karakterinden emin olduğum ve çevresindeki insanları da buna göre seçen belli başlı birkaç kişiye konuyu açtım. kısmı görücü usulü denen şeye de okeyim neredeyse. zira benim bulduklarim daha ilk buluşmada akşam bira içelim mi sonra bana geçeriz kıvamında kendi potansiyelimden vazgecmeme sebep olan insanlar. bu arada kimseyi de yargılamıyorum ama ciddi meselelerde tercihim değiller.
bakalım yoluna koyulması gereken birtakım işlerim daha var. onları da halledip bu boku da yeriz elbette*.
devamını gör...
5017.
korkmuyorum artık gecelerden. ben de bırakacağım.
içerisinde daha belirginleştiğimi düşündüğüm alanlardan kaçtım her zaman.
meraklı küçük insan kalabalıklardan uzaklaşıp, varlığımı umursamayan büyük kalabalıklarda küçük birisi olmayı seçtim.
insanların dikkatini ve öfkesini çekmekten çok korktum. bu nedenle hayatım boyunca, her daim, her olayda pasif kaldım.
elalem, "hoşlandığın yazara bir şiir ve gül bırak" konusuna, kullanıcı ismi bile vererek şiirler bırakırken, ben, bir bankta sessizce oturup, geceye önemsiz bir şarkı bırakırdım. kimse görmezdi, kimse anlamazdı o şarkımdaki ironiyi.
çünkü onlar benim aksime; yeterince dikkat çekip sıkıldıkları, artık içinde olmaktan bıktıkları küçük ve huzurlu kalabalıkları terk edip, herkesin dikkat çekmek istediği daha görkemli kalabalıklarda en çok dikkat çeken olmak için, karakterlerinden sonsuz tavizler verebilenlerdi.
kişilikleri oturmamış, ham insanlardı onlar gözümde.
geceye transatlantik bile bırakırlardı bu uğurda. geceye bırakmak için, hayvanat bahçesinden kocaman bir zürafa bile çalarlardı. uzun vadede bir bütün olarak anlaşılmak gibi bir gayeleri yoktu. dar vakitlerde söylenen, derinliği olmayan övgü ya da yergiler yeterliydi bu insanlara.
bir gün 15 dakikalığına övülmek için, sahte bir karakter edinip çırpınıyorlardı. bir gün 15 dakikalığına insanları tahrik edip kızdırma hayali ile yaşıyorlardı.
bense, bir gün tamamen anlaşılmak umudu ile yaşamıştım hep.
ruh eşimin olduğunu, beni bulup anlayacağını düşünerek yaşamıştım.
insanların, başkalarının ilgi odağı olmak amacı ile, geceye ihtişamlı uçan ejderhalar, alevli meyveler, eski roma şövalyeleri, yurtdışı gezileri, louis vuitton çantalar bıraktığı sıradan bir gecede gelecekti düşlerimdeki ruh eşim.
ben o sıradan gecede, insanlardan korkumdan ötürü, görülmek istemediğim için, yine gidip en ilgi çekmeyen yerlerde saklanıp, en ilgi çekmeyen şeyleri çaktırmadan geceye bırakacaktım hep olduğu gibi. tam bu esnada beni bulup elimden tutacaktı rüyalarımdaki prensesim.
mesela tam yozgat kırsalında, bir eşşeğin üzerinde yapayalnız otururken, elimdeki 1 litrelik ayran şişesini geceye bırakacağım anda gelecekti.
"seni çok seviyorum, bırak o elindeki ayranı geceye, gel yanıma" diyecekti bana. kuru otların üstünde sevişecektik belki. vurduracaktı bana. hem de, taytlı taytlı.
ayranımızı el ele içecek, el ele verip şişeyi geceye bırakacaktık belki sonrasında.
(ah o çocuksu hayallerimiz, ah o olmamışlıklarımız. nasıl da güzeldir gerçek olduğunu düşünmesi bile)
-----
ömrümün çoğu pişmanlık ve keşkeler ile dolu.
"keşke çaktırmadan, 11 mayıs 2019'da, geceye en azından bir bardak su bırakıverseydim" gibi pişmanlıklarımdan roman olur.
hoş, onu da yazamam ya. korkarım yine eleştirilerden, dikkat çekmekten.
cesur olamadım. yeterince bırakamadım gecelere.
ben bir korkağım.
hoşlandığım bazı kadınlar oldu geçmişte. hepsi de, geceye bodrum marinalardan long island bırakanlar ile sevgili oldu, ben evimde ağladım. yine de gidip, bir bardak fanta ve 100 gram tuzlu fıstık bile bırakamadım geceye.
evet evet, aşağılık bir korkağım ben.
buna rağmen; hoşlandıkları kadınlara, sahildeki günbatımlarına, paris'te bir sonbahara şarkılar bırakan, test sürüşü yaptığı bmw'nin yol tutuşunu pek beğenmediği için yarısında çıkarak direksiyonu bırakan, tutunamayanları yarıda bırakan, bırakan da bırakan bu sözde burjuvaları aşağıladım düşüncelerimde. hor gördüm.
beni anlayacak kadının, sürekli geceye bıraklılan bu tükenmek bilmez şeyleri alan kadınlardan daha üstün bir varlık olacağı kibirimden kurtulamadım.
beni anlayacak ve sevecek kadın, geceye meteor yağmuru gibi bırakılan ve birbirine çarpan bunca bayağı şeyin içinde olamazdı, olmamalıydı.
ruh eşimi hayallerimde canlandırırken, "kalbimin anahtarını vereceğim kadın, semt pazarcılarının bağırmasını çağrıştıran bu ortamda, bu yorgun gecelere bırakılan tüm şiirlerden, tüm şarkılardan, güzel sözlerden çok uzakta, kendi halinde, yapayalnız ve gözleri kör edecek kadar parıldayan bir yıldız olmalı" derdim hep.
yanılmışım. meğer kimse kimseyi anlayamazmış bu hayatta. kimse de, kimsenin geceye bıraktığı şarkının ironisini göremezmiş. ancak masallarda öyle parlarmış yıldızlar. dönemezmiş dünyaya, bir kez giden interstellar.
yalanmış ruh eşleri, yalanmış geceye bırakılan besteler, caaanım kediler, köpekler, siyaj ojeli minnacık yozlaşmış ayaklar, cuk cuk emmelik tombul memeler, göbeğe kadar çekilip lastik izi yapan siyah ince çoraplar.
yakın zamanda yaşadığım bir olay, aklımı başıma getirdi. hem gururlandırır, hem acıtır beni hala. yükümden kurtulacağım anlatarak.
------
geçen hafta komşumuz mehveş ablanın ortanca kızı finyoş çiğdem, kendisini hamile bırakıp kaçan bitirim cengiz yüzünden doğum yaptığı gün, sosyalistleri alıp götürmüşler.
ben o an cuma namazımı kıldığım için, geç duydum tabi bunu. içimden "hassstir sosyalistler de gitmiş, ortalık karışır, bu defa üçüncü dünya savaşı çıkacak kesin, vay amk" dedim.
o gece herkes, sosyalistleri götürenlere bir tepki bırakırken, ben gittim, kimsenin o an ilgilenmediği kuantum fiziğine bir şiir bıraktım. o da yetmedi, sabaha karşı, sokağımızdaki telgrafın tellerine kuşlar bıraktım. yine kaçtım, yine korktum çünkü.
o gün son kaçışımmış meğer, bilemezdim.
sıra bana geldiğinde, artık benim için geceye herhangi bir şey bırakacak kimse kalmamış. herkesi götürmüşler meğerse o gün. sıra bana gelmiş, ben fark etmemişim. sosyalistler sonmuş meğer.
sesimi çıkarsaymışım, sosyalistler kalacakmış belki. ondan önce de komünistleri götürmüşlerdi, onda da susmuş, geceye bir pandomim bırakmıştım. bunu fark edince ben şok, ben cringe tabi. wtf oldum resmen, omg supaanallah diye çığlık attım.
fakat anlamıştım o an. hayatım boyunca yaptığım hatalarımın asıl nedenini keşfetmiştim o saniye. o da şuydu:
2004 yılında, ılık bir 13 nisan günü, geceye o ilk sarı öküzü bırakmayacaktım hiç diye fısıldadım kendime. sarı öküzü bıraktığım için herkesi alıp götürdüler diyerek kendimi suçladım.
son kez girdim geceye can havli ile…
aydınlanmıştım. gözüm açılmıştı. o ana kadar çektiğim tüm acıların intikamını alırcasına, tüm cesaretimle, geceye fotoğraf bırakılan yere kadar gittim bu kez. küçük küçük kaçamak şeyler bırakmayacaktım artık. gizlemeyecektim de kimliğimi. herkes gibi görkemli şeyler bırakacaktım geceye. gözlerimden alev fışkırıyordu öfkeden.
(maddi imkansızlıklarım nedeniyle fazla büyük eşyam yok. olanların hepsini bıraktım)
geçen salı noterde bir vekalet işi için çektirdiğim vesikalık fotoğrafımın yanına, gözleri kamaştıracak irilikteki diyarbakır karpuzumu koydum. sağında paslanmış regal çamaşır makinem, onun ardında dededen kalma traktörüm, yanında godzilla, akabinde duvardaki av tüfeği, 10 litrelik bidondaki kışlık biber salçam ve en sağda hulk.
gözümü bile kırpmadım. çektim fotoğrafı "gönder" dedim. fırlattım tüm benliğimi geceye doğru…
o kadar hafiflemiştim ki…ben perilere, yozgat hulk'a karışmıştı o an sanki.
herkesten gizlemeye çalıştığım, artık bedenime sirayet etmiş olan eski korkaklığımı belli etmemek için, buz pateni pistinde çırpınan acemi patencilere benzeyen yarım yamalak becerebildiğim kabadayı yürüyüşümle, dikkatli bakınca kolayca anlaşılabilecek, üzerimde iğreti duran maço tavırlarımla, bıraka bıraka, serpe serpe, söve saya, sike soka kayboldum gecenin içinde.
iyiler sonunda kazanacak demiştim size. inanmamıştınız.
((b: düş perisi ve yeşil dev)/slife5r)
içerisinde daha belirginleştiğimi düşündüğüm alanlardan kaçtım her zaman.
meraklı küçük insan kalabalıklardan uzaklaşıp, varlığımı umursamayan büyük kalabalıklarda küçük birisi olmayı seçtim.
insanların dikkatini ve öfkesini çekmekten çok korktum. bu nedenle hayatım boyunca, her daim, her olayda pasif kaldım.
elalem, "hoşlandığın yazara bir şiir ve gül bırak" konusuna, kullanıcı ismi bile vererek şiirler bırakırken, ben, bir bankta sessizce oturup, geceye önemsiz bir şarkı bırakırdım. kimse görmezdi, kimse anlamazdı o şarkımdaki ironiyi.
çünkü onlar benim aksime; yeterince dikkat çekip sıkıldıkları, artık içinde olmaktan bıktıkları küçük ve huzurlu kalabalıkları terk edip, herkesin dikkat çekmek istediği daha görkemli kalabalıklarda en çok dikkat çeken olmak için, karakterlerinden sonsuz tavizler verebilenlerdi.
kişilikleri oturmamış, ham insanlardı onlar gözümde.
geceye transatlantik bile bırakırlardı bu uğurda. geceye bırakmak için, hayvanat bahçesinden kocaman bir zürafa bile çalarlardı. uzun vadede bir bütün olarak anlaşılmak gibi bir gayeleri yoktu. dar vakitlerde söylenen, derinliği olmayan övgü ya da yergiler yeterliydi bu insanlara.
bir gün 15 dakikalığına övülmek için, sahte bir karakter edinip çırpınıyorlardı. bir gün 15 dakikalığına insanları tahrik edip kızdırma hayali ile yaşıyorlardı.
bense, bir gün tamamen anlaşılmak umudu ile yaşamıştım hep.
ruh eşimin olduğunu, beni bulup anlayacağını düşünerek yaşamıştım.
insanların, başkalarının ilgi odağı olmak amacı ile, geceye ihtişamlı uçan ejderhalar, alevli meyveler, eski roma şövalyeleri, yurtdışı gezileri, louis vuitton çantalar bıraktığı sıradan bir gecede gelecekti düşlerimdeki ruh eşim.
ben o sıradan gecede, insanlardan korkumdan ötürü, görülmek istemediğim için, yine gidip en ilgi çekmeyen yerlerde saklanıp, en ilgi çekmeyen şeyleri çaktırmadan geceye bırakacaktım hep olduğu gibi. tam bu esnada beni bulup elimden tutacaktı rüyalarımdaki prensesim.
mesela tam yozgat kırsalında, bir eşşeğin üzerinde yapayalnız otururken, elimdeki 1 litrelik ayran şişesini geceye bırakacağım anda gelecekti.
"seni çok seviyorum, bırak o elindeki ayranı geceye, gel yanıma" diyecekti bana. kuru otların üstünde sevişecektik belki. vurduracaktı bana. hem de, taytlı taytlı.
ayranımızı el ele içecek, el ele verip şişeyi geceye bırakacaktık belki sonrasında.
(ah o çocuksu hayallerimiz, ah o olmamışlıklarımız. nasıl da güzeldir gerçek olduğunu düşünmesi bile)
-----
ömrümün çoğu pişmanlık ve keşkeler ile dolu.
"keşke çaktırmadan, 11 mayıs 2019'da, geceye en azından bir bardak su bırakıverseydim" gibi pişmanlıklarımdan roman olur.
hoş, onu da yazamam ya. korkarım yine eleştirilerden, dikkat çekmekten.
cesur olamadım. yeterince bırakamadım gecelere.
ben bir korkağım.
hoşlandığım bazı kadınlar oldu geçmişte. hepsi de, geceye bodrum marinalardan long island bırakanlar ile sevgili oldu, ben evimde ağladım. yine de gidip, bir bardak fanta ve 100 gram tuzlu fıstık bile bırakamadım geceye.
evet evet, aşağılık bir korkağım ben.
buna rağmen; hoşlandıkları kadınlara, sahildeki günbatımlarına, paris'te bir sonbahara şarkılar bırakan, test sürüşü yaptığı bmw'nin yol tutuşunu pek beğenmediği için yarısında çıkarak direksiyonu bırakan, tutunamayanları yarıda bırakan, bırakan da bırakan bu sözde burjuvaları aşağıladım düşüncelerimde. hor gördüm.
beni anlayacak kadının, sürekli geceye bıraklılan bu tükenmek bilmez şeyleri alan kadınlardan daha üstün bir varlık olacağı kibirimden kurtulamadım.
beni anlayacak ve sevecek kadın, geceye meteor yağmuru gibi bırakılan ve birbirine çarpan bunca bayağı şeyin içinde olamazdı, olmamalıydı.
ruh eşimi hayallerimde canlandırırken, "kalbimin anahtarını vereceğim kadın, semt pazarcılarının bağırmasını çağrıştıran bu ortamda, bu yorgun gecelere bırakılan tüm şiirlerden, tüm şarkılardan, güzel sözlerden çok uzakta, kendi halinde, yapayalnız ve gözleri kör edecek kadar parıldayan bir yıldız olmalı" derdim hep.
yanılmışım. meğer kimse kimseyi anlayamazmış bu hayatta. kimse de, kimsenin geceye bıraktığı şarkının ironisini göremezmiş. ancak masallarda öyle parlarmış yıldızlar. dönemezmiş dünyaya, bir kez giden interstellar.
yalanmış ruh eşleri, yalanmış geceye bırakılan besteler, caaanım kediler, köpekler, siyaj ojeli minnacık yozlaşmış ayaklar, cuk cuk emmelik tombul memeler, göbeğe kadar çekilip lastik izi yapan siyah ince çoraplar.
yakın zamanda yaşadığım bir olay, aklımı başıma getirdi. hem gururlandırır, hem acıtır beni hala. yükümden kurtulacağım anlatarak.
------
geçen hafta komşumuz mehveş ablanın ortanca kızı finyoş çiğdem, kendisini hamile bırakıp kaçan bitirim cengiz yüzünden doğum yaptığı gün, sosyalistleri alıp götürmüşler.
ben o an cuma namazımı kıldığım için, geç duydum tabi bunu. içimden "hassstir sosyalistler de gitmiş, ortalık karışır, bu defa üçüncü dünya savaşı çıkacak kesin, vay amk" dedim.
o gece herkes, sosyalistleri götürenlere bir tepki bırakırken, ben gittim, kimsenin o an ilgilenmediği kuantum fiziğine bir şiir bıraktım. o da yetmedi, sabaha karşı, sokağımızdaki telgrafın tellerine kuşlar bıraktım. yine kaçtım, yine korktum çünkü.
o gün son kaçışımmış meğer, bilemezdim.
sıra bana geldiğinde, artık benim için geceye herhangi bir şey bırakacak kimse kalmamış. herkesi götürmüşler meğerse o gün. sıra bana gelmiş, ben fark etmemişim. sosyalistler sonmuş meğer.
sesimi çıkarsaymışım, sosyalistler kalacakmış belki. ondan önce de komünistleri götürmüşlerdi, onda da susmuş, geceye bir pandomim bırakmıştım. bunu fark edince ben şok, ben cringe tabi. wtf oldum resmen, omg supaanallah diye çığlık attım.
fakat anlamıştım o an. hayatım boyunca yaptığım hatalarımın asıl nedenini keşfetmiştim o saniye. o da şuydu:
2004 yılında, ılık bir 13 nisan günü, geceye o ilk sarı öküzü bırakmayacaktım hiç diye fısıldadım kendime. sarı öküzü bıraktığım için herkesi alıp götürdüler diyerek kendimi suçladım.
son kez girdim geceye can havli ile…
aydınlanmıştım. gözüm açılmıştı. o ana kadar çektiğim tüm acıların intikamını alırcasına, tüm cesaretimle, geceye fotoğraf bırakılan yere kadar gittim bu kez. küçük küçük kaçamak şeyler bırakmayacaktım artık. gizlemeyecektim de kimliğimi. herkes gibi görkemli şeyler bırakacaktım geceye. gözlerimden alev fışkırıyordu öfkeden.
(maddi imkansızlıklarım nedeniyle fazla büyük eşyam yok. olanların hepsini bıraktım)
geçen salı noterde bir vekalet işi için çektirdiğim vesikalık fotoğrafımın yanına, gözleri kamaştıracak irilikteki diyarbakır karpuzumu koydum. sağında paslanmış regal çamaşır makinem, onun ardında dededen kalma traktörüm, yanında godzilla, akabinde duvardaki av tüfeği, 10 litrelik bidondaki kışlık biber salçam ve en sağda hulk.
gözümü bile kırpmadım. çektim fotoğrafı "gönder" dedim. fırlattım tüm benliğimi geceye doğru…
o kadar hafiflemiştim ki…ben perilere, yozgat hulk'a karışmıştı o an sanki.
herkesten gizlemeye çalıştığım, artık bedenime sirayet etmiş olan eski korkaklığımı belli etmemek için, buz pateni pistinde çırpınan acemi patencilere benzeyen yarım yamalak becerebildiğim kabadayı yürüyüşümle, dikkatli bakınca kolayca anlaşılabilecek, üzerimde iğreti duran maço tavırlarımla, bıraka bıraka, serpe serpe, söve saya, sike soka kayboldum gecenin içinde.
iyiler sonunda kazanacak demiştim size. inanmamıştınız.
((b: düş perisi ve yeşil dev)/slife5r)
devamını gör...
5018.
ayak başlıklarını yerli yersiz açanlara sinir oluyorum. her şeyin bir yeri, bir zamanı var kardeşim! sabah volkan konak'a "allah rahmet eylesin." der demez, bir de baktım ki yine bu ucube başlıklar palazlanmaya başlamış. valla, moderatör arkadaşlar kusura bakmayın, yapıştırdım şöyle okkalı bir küfürü kendisine. sonra dayanamadım, .... ile kapattım.
yaramazlıklarım boşuna değil, evet... ayak faşistliğinin hitler’i olma adayı doğrultusunda, emin adımlarla yürüyen bir normal sözlük yazarıyım. fakat bu amaçla yazdıklarımı bahane ederek, tabiri caizse, sorgulamayı esas aldığım başlıklarımın altına gelip, benim sahip olduğum bu fetişi alay konusu hâline getiren herkesten nefret ettiğimin altını bizzat çizmek isterim.
yaşım sizlerden çok ama çok küçük. abim, ablam olacak yaştaki insanlara küfrettirecek duruma beni düşürmeyin!
yaramazlıklarım boşuna değil, evet... ayak faşistliğinin hitler’i olma adayı doğrultusunda, emin adımlarla yürüyen bir normal sözlük yazarıyım. fakat bu amaçla yazdıklarımı bahane ederek, tabiri caizse, sorgulamayı esas aldığım başlıklarımın altına gelip, benim sahip olduğum bu fetişi alay konusu hâline getiren herkesten nefret ettiğimin altını bizzat çizmek isterim.
yaşım sizlerden çok ama çok küçük. abim, ablam olacak yaştaki insanlara küfrettirecek duruma beni düşürmeyin!
devamını gör...
5019.
artık kendi özel hayatımda yaşanan olumsuz şeyleri buraya yazarken bile zorlanıyorum.
buraya anlatamadığım yetmiyormuş gibi günlük hayatımda da birileriyle paylaşamıyorum.
içime attığım her şey ise bir süre sonra öfkeye dönüşüyor.
bütün öfkeyi kendimden çıkarttığım için ayrı olarak bir de kendime öfkeleniyorum.
kırgınlık duygusuna alışkınım, bir şekilde baş edebiliyorum ama öfke ile aramız iyi değil. ben öfkenin hep kırgınlık ve huzursuzluk ile gelmesine alışkınım çünkü, tek başına gelince ayrı bir güçlü oluyormuş.
bir de yıllardır sakin birisi olmak zorunda kalmanın öfkesi de var üzerimde, şu an tam bir öfke topuyum kısacası.
öfke topuyum ama hiçbir yeri de yakmıyorum kendimden başka. bir iki tabak çanak fırlatsam rahatlayacağım gibi ama sevgili annemi de öfke duygusuyla başbaşa bırakmak istemiyorum.
götüm yemez benim öyle somut öfke sorunlarına.
o yüzden somutlaştırarak kendimi iyice mahvedeceğim. bu gece ufak çaplı öfkem ile tüm kafama taktığım şeylerin içinden geçerek daha da kafaya takılması gereken sorunlar yaratacağım kendime.
sonra tüm düşüncelerimde kaybolup daha da öfkeleneceğim.
bekle beni hayin öfkem, seninle savaşmaya ve kaybedeceğimi bildiğim bir savaşta sana karşı koymaya geliyorum.
buraya anlatamadığım yetmiyormuş gibi günlük hayatımda da birileriyle paylaşamıyorum.
içime attığım her şey ise bir süre sonra öfkeye dönüşüyor.
bütün öfkeyi kendimden çıkarttığım için ayrı olarak bir de kendime öfkeleniyorum.
kırgınlık duygusuna alışkınım, bir şekilde baş edebiliyorum ama öfke ile aramız iyi değil. ben öfkenin hep kırgınlık ve huzursuzluk ile gelmesine alışkınım çünkü, tek başına gelince ayrı bir güçlü oluyormuş.
bir de yıllardır sakin birisi olmak zorunda kalmanın öfkesi de var üzerimde, şu an tam bir öfke topuyum kısacası.
öfke topuyum ama hiçbir yeri de yakmıyorum kendimden başka. bir iki tabak çanak fırlatsam rahatlayacağım gibi ama sevgili annemi de öfke duygusuyla başbaşa bırakmak istemiyorum.
götüm yemez benim öyle somut öfke sorunlarına.
o yüzden somutlaştırarak kendimi iyice mahvedeceğim. bu gece ufak çaplı öfkem ile tüm kafama taktığım şeylerin içinden geçerek daha da kafaya takılması gereken sorunlar yaratacağım kendime.
sonra tüm düşüncelerimde kaybolup daha da öfkeleneceğim.
bekle beni hayin öfkem, seninle savaşmaya ve kaybedeceğimi bildiğim bir savaşta sana karşı koymaya geliyorum.
devamını gör...
5020.
son zamanlarda hayatımda birtakım radikal değişikler yaptım. istikrarlı olmak ve bu tavrımı sürdürmek için direniyorum. tutunacak bir dal olmasa da insan hayatını idame ettirebilmeli aslında ama inatla tutunacak bir dal arayıp kendimi içinden çıkılması zor durumlara sokuyorum. yurtsuz hissediyorum kendimi, köksüz. herkes gibi hayatın bana da sunduğu roller var ve hangi kostümün içinde iyi, hangi kaftan bana tam biçilmiş bilmiyorum.
perde açılalı çok olmuş, herkes ezberini yapmış oynuyor. bir ben geride kalmışım gibi hissediyorum, bazen ezberlediklerimden, şimdiye kadar oynadığım oyunun kendisinden ve içinde kaybolduğum gerçeklerden nefret ediyorum.
bilmiyorum en mutlu olanlar, yüzleşmeyi hep bir kenara bırakanlar mı? kavramlara anlam yüklemeye gerek yok, hepsi beynin sadistçe bir oyunu. hayat anlamsız ve kısa.
dün iyiydi, bugün kötü, yarın iyi hep bir devir daim.
kendi kaderini belirlerken insan neden en büyük kötülüğü ısrarla kendine yapar ki?
bundan asla emin değilim.
perde açılalı çok olmuş, herkes ezberini yapmış oynuyor. bir ben geride kalmışım gibi hissediyorum, bazen ezberlediklerimden, şimdiye kadar oynadığım oyunun kendisinden ve içinde kaybolduğum gerçeklerden nefret ediyorum.
bilmiyorum en mutlu olanlar, yüzleşmeyi hep bir kenara bırakanlar mı? kavramlara anlam yüklemeye gerek yok, hepsi beynin sadistçe bir oyunu. hayat anlamsız ve kısa.
dün iyiydi, bugün kötü, yarın iyi hep bir devir daim.
kendi kaderini belirlerken insan neden en büyük kötülüğü ısrarla kendine yapar ki?
bundan asla emin değilim.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2