“çiçeklerim dökülür her mevsim, sonra yeniden açar.”
devamını gör...

(bkz: senarist olması gereken yazarlar)
devamını gör...

hakkındaki tartışmaların büyük çoğunluğu asıl konu yerine akrabalık ilişkileri ile ilgili olan çok güzel bir dizidir.
akrabalık ilişkileri önemli, evet bazı ipuçlar var orada ama tüm diziyi kim kimi şey etti düzeyine indirgemeyin.
devamını gör...

chandrasekhara venkata raman'ın 1929 yılında nobel ödülü kazanmasını sağlayan raman saçılması esasına dayanan bir spektrsokopik yöntemdir. bu yöntem ile maddenin her formu ile ölçüm yapabilir ve numunelerin spektrumlarının ölçülme süreleri de oldukça kısadır. bu yöntemin diğer bir avantajı ise in-situ metodu ile de ölçümlere olanak sağlamasıdır. saymış olduğum bu nedenlerden dolayı son yıllarda literatürde bu metod sıklıkla kullanılmaktadır. aynı zamanda bu yönteme özel numune hazırlanmasına gerek yoktur. yani numunenizi direkt cihaza koyup ölçüm yapabilirsiniz.

bu yöntemin tespit ettiği şey ise malzemelerin bağ yapısıdır. her bir dalgaboyunda spesifik bir bağ vardır ve bu bilgilere dayanarak sentezlenen malzemeler hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. aynı zamanda mineral yapısının tespiti için de sıklıkla kullanılmaktadır.

bu yöntemin dezavantajlarından biri ise raman etkisinin oldukça zayıf olması ve alaşımlar için kullanılamıyor oluşudur. sonuç olarak, potansiyeli oldukça yüksek bir yöntemdir.

bu metoda benzer bir metot ise fourier dönüşümüne dayanan ftır* yöntemidir. yine bu metotta olduğu gibi ftır yöntemi de bağ yapılarını inceler.
devamını gör...

bitti bitecek.
her an yok olabilirim.
devamını gör...

dinleyenin içine umut, neşe, mutluluk dolduran müziklerdir.
mesela,

mesela,
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

o gece hiç uyuyamadım. maçı kafamda oynuyor, türlü türlü skorlar eşliğinde kaldığım otel odasında bir ileri bir geri volta atıyordum. içtiğim daha doğrusu yediğim sigaranın haddi hesabı yoktu. brezilya'yı yenebilir miydik? mevcut şartlarda böyle bir ihtimal olasılık dahilinde değildi. futbol tanrıları ile konuşmak, onları bu konuda ikna etmek lazımdı. benim ise böyle bir işe ayıracak vaktim yoktu. beynim köstebek yuvasına dönmüş, açılan fikir dehlizleri içerisinde yolumu bulmaya çalışıyordum. labirent maymununa dönmüştüm. son sigarımı telaşla söndürdüm ve banyoya doğru yol aldım. buz gibi suyun altına girerek beynimi kemiren düşüncelerden kurtulmak niyetindeyim. duştan sonra biraz daha rahatladım. sakince elbiselerimin bulunduğu dolaba doğru ilerledim. bir anda kendimi boy aynasının önünde buluvermiştim. fötr şapkamı takmış, takım elbisemi giymiş, kravatımı bile doğru bağlamıştım. hay bin kunduz! bu bir işaret olabilir miydi? keşke diye geçirdim içimden. saate baktım ama maçın başlama saatine daha çok vardı. kendimi dışarı attım. rio de janeiro sokaklarında sabahın ilk saatleriyle birlikte şuursuzca gezmeye başladım. brezilyalılar her yere takımlarının fotoğraflarını asmıştı. şehirde sinir bozucu bir şampiyonluk havası vardı. benim gibi uruguay'a gönül vermiş insanlar için şehir, dante'nin ilahi komedyası gibi bir hale bürünmüştü. cesaretimi toplayıp bir tane gazete aldım. manşete bakmamla birlikte yine haleti ruhiyem kendisini londra köprüsünden aşağı doğru bıraktı. manşette ''kazan yada berabere kal!'' yazıyordu. işimiz gerçekten zordu. hitler manyağının ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda dünya futbol şampiyonlarından mahrum kalmıştık, futbola olan özlemimiz iyice artmıştı. ve biz bu heyecanı iliklerimize kadar yaşıyorduk. işin daha kötüsü bizimkilerin maçı mutlaka kazanması gerekiyordu ki bu durum nabzımızın atış hızını bir kaç kat arttırıyordu.

gençler bilmezler. o dönemlerde dünya kupası sistematiği farklı işliyordu. bu maç hasbelkader final maçı olmuştu. zira hem brezilya hem de bizim çocuklar puan olarak şanslarını son maça taşımış, bu yüzden maç bir anda dünya kupası finali haline dönüşmüştü. adamlar sırf bu şampiyona için ''maracana stadyumu''nu inşa etmişlerdi. stat mabet gibi bir şeydi. 200 bin kişiyi ağırlayabilecek bir kapasitesi vardı. stadın önüne geldiğimde farklı duygular içerisindeydim. gözlerimi stadın heybetinden ve büyüklüğünden alamıyordum. adamlar işimizi, kafada bitirmiş gibiydiler. eski roma kolezyumlarından birinin önündeymişim gibi gerginliğim iyice artmıştı. sanki bir yakınım hakkında damnatio ad bestias * cezası verilmiş ve ben infazı bekliyordum. bizi resmen aslanların önüne atmışlardı ve bu mücadeleden sağ salim çıkmamız imkansıza yakındı.

brezilyalı taraftarların tezahüratları ve samba dansları eşliğinde stada girdim. bakın tek tek saydım abartmıyorum; statta tamı tamına 199.854 kişi vardı. bunların toplasanız 100/150 tanesini bahtsız bedeviler olarak adlandırabileceğiniz şanlı uruguay'ımıza gönül vermiş insanlardı. perişan bir haldeydik. tezahüratlar, bağırışlar, samba ritimleri arasında bir sigara daha yaktım. elbette rengimi belli etmiyordum. bu kalabalık arasında kim vurduya gitmek niyetinde değildim. hakemin başlama düdüğüyle birlikte brezilya üzerimize kabus gibi çöktü. sağdan soldan yükleniyorlar, bizimkiler sürekli müdafaa yapmak zorunda kalıyorlardı. sarı/yeşil iblisler bizi kendi yarı alanımızdan çıkarmıyordu. ademir denen futbol cambazı bizimkilerle kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu. allah'tan maspoli günündeydi ve ilk 10 dakika içinde 3 tane yüzde yüzlük gol pozisyonunu engelledi de, alnımdan süzülen terleri ipek mendilim ile silme fırsatını buldum. sonrasında bir mucize oldu ve bizimkiler şut attı. o an, işte öyle bir bağırmak geldi ki içimden anlatamam. schiaffino'nun bu şutu, spartaküs'ün roma imparatorluğuna baş kaldırması ile eş değerdi benim için. ancak ender gelişen osasuna atakları bile bu kadar çabuk küllenmemiştir. hevesimiz kursağımızda kaldı. brezilya başladı yine samba yapmaya. al gülüm ver gülüm. taakk bir şut, yine maspoli devrede. maç ademir ile maspoli arasında geçmeye başlamıştı ve bu benim için hiç de iyiye işaret değildi. sigara yakıp söndürmekten bazı pozisyonları kaçırıyor, bu arada etrafımdakilere de renk vermemeye çalışıyordum. kuvvetle muhtemel brezilya gol atamadıkça stresten sigara yaktığımı düşünüyorlardı. oysa benim içimde ne fırtınalar kopuyordu. kimse durumun farkında değildi. bu haleti ruhiye içerisinde ilk yarıyı 0-0 bitirmenin verdiği rahatlama ile olduğum yerde çöktüm kaldım. bu şekilde bu maç nasıl bitecekti? ömür törpüsünün törpülenmiş hali gibi öyle boş gözlerle sahaya bakıyordum.

sonra biz yine diken üzerinde 66. dakikaya kadar geldik. sigaralardan ve nabız yükselmelerinden bahsetmeye bile gerek yok. işte o dakika, dünya bambaşka bir hale büründü. kaptanımız varela topu aldığı gibi sağ kanatta ghiggia'ya verdi. ghiggia nasıl oldu, nasıl yaptı anlamadığımız bir şekilde ceza alanına dalıverdi. onun topu schiaffino'nun önüne yuvarlamasıyla birlikte bizim aslan parçası topa öyle bir vurdu ki, dar açıdan o topun ağlarla buluşmasıyla birlikte dünya benim için o anda durdu. bağırmak istiyorum, bağıramıyorum. etrafımdaki brezilya'lılar şaşkına dönmüşler, kimi ellerini başının üzerine götürmüş, kimi ağlamaklı, kimi düşünceli gözlerle etrafındakileri süzüyor. işte o anda yaktım gerçek keyif sigaramı. zira olmayacak duaya amin demek üzereydik. tabi sonrasında brezilya yine freni boşalmış kamyon gibi üzerimize gelmeye başladı. ama bizim çocukların maçı kazanacaklarına dair inancı artmıştı. maspoli atlas'ın dünya'yı sırtında taşıdığı gibi takımı sırtında taşıyor ve brezilya'ya gol şansı vermiyordu. dakikalar 79'u gösterdiğinde, futbol tanrıları ikinci mucizelerini yer yüzüne gönderdiler. ghiggia yine bir fırsatını bulup ceza alanına girip cılız bir şut çıkardı, brezilya kalecisi barbosa fahiş bir hata ile resmen topu içeri aldı. işte o an dünyanın mucizevi bir yer olduğuna inanıveriyorsunuz. içim kıpır kıpır, havai fişekler eşliğinde tüm organlarım raks ediyor. lakin etrafımdaki yıkılmış, bitmiş ve tükenmiş brezilya taraftarını gördükçe kendimi tutmayı başarıyorum. maçın sonraki bölümleri çok stresli geçmedi. bir gol yedik ama o da bize nazar boncuğu oldu. o gün takriben 198.800 kişi gözyaşlarına hakim olamadı. kaptanımız valera, jules rimet kupasını havaya kaldırdığında cennet bizim için yeryüzüne inmiş gibiydi. her ne kadar göz yaşlarına boğulmuş olsa da bizim cennetimiz tertemiz ve pir-ü paktı.

o maçtan sonra brezilya kalecisi barbosa resmen istenmeyen adam ve vatan haini ilan edildi. yıllar sonra kendisi ile bir barda karşılaştık. yaşadıklarını ilk ağızdan dinleme fırsatı bulmuş oldum ama bu başka bir başlığın konusu. *

işte bizim aslan parçaları; sizler için ne söylesek az çocuklar!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu hüzünlü ve boş bakışlar ise barbosa'nın bakışları. buna yorum dahi yapmak istemiyorum. o günlerden bana kalan tek keyifsiz an bu adamcağızın çektikleridir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

olmuş ve olacak her şeyin, tüm varlık ve kavramların bilgisinin yazılı olduğu allah katındaki kitabın adıdır. ilahi kozmik oda.
devamını gör...

evden dışarı çıkmamak. zira kapının önüne çıksanız 50 tl uçuyor.
daha da işinize yarayacak olan da ; alışverişe tok karnına çıkın. böylelikle daha az şey dikkatinizi çeker.
devamını gör...

(bkz: fiskobirlik)
devamını gör...

tanrının "bakın, istersem güzel şeyler de yaratabiliyorum?" deme yolu..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

uzakdoğu felsefesine göre, yaşadığımız evren içindeki , birbirine zıt diyalektik kutuplardır.( siyah ve beyaz renklerle temsil edilirler)

burada yin, kadını sakinliği , durağanlığı ,ölümü temsil ederken,(siyah renk )

yang ise beyaz renk ile temsil edilerek, erkek, güç, yaşam,aydınlık v.s anlamındadır.

burada önemli olan konu, her kutup,aksi kutbunu az da olsa içinde barındırmasıdır. yani bir uyum vardır, olağan zıtlığa karşı.
görüldüğü gibi, tam bir denge asla sağlanmasa da, gene tam siyah ve tam beyaz olmasa bile,
örneğin, her iyiliğin içinde az biraz kötülük veya her kötülüğün içinde biraz iyilik vardır.
ama tam denge ve kararlılık durumu yoktur. .
bu sebepten , denge ve ahenk sembolleri olarak bilinirler.

bundan ayrı yin ve yang chi' dediğimiz hayat enerjisinin alçalan ve yükselen fazlarını da temsil eder.
devamını gör...

bu sıcakta güldürmüşlerdir.*
milletin eğlence anlayışı ne güzel ya, nasıl yaratıcı.
bana ne ben de eğlenmek istiyorum. neyse o zaman gidip yemek yiyeyim.*
devamını gör...

bir gruba , bir kişiye veya bir topluma ait olma isteği/duygusu şeklinde tanımlayabilirim.

insanlık tarihinin gelişiminde bu duygu çok önem arz etmektedir. doğa ile insan arasında böyle duvarlar olmadığı zamanalarda bir gruba dahil olmak, hayatta kalmanın birinci şartıydı. grupla avlanmak daha kolay, güvenlik açısından da önemliydi. grup birbirine sahio çıkar, zor durumlarda birbirlerine destek olurlardı.

yerleşik hayata geçişle birlikte bu duygunun önemi devam etti. sonrasında bu durum kendini aynı dini savunanlar arasında dayanışmayı getirdi. bu da toplumsal ayrılıkları ve düşmanlıkları getirdi. aklıma bir dönem üniversitelerde ‘apolitik ‘olunamadığını, ya sağcısın ya solcusun dayatmasına getirdi. bir gruba ait olmakla, o grubun düşüncelerini savunur, kendinizi bir yere ait hissederdik.

bu başlığı rasgele butonunu kullandığımda, ‘kendini bir yere ait hissetmemek’ başlığının altında gördüm; çok ironik. aidiyet duygusu yoksunluğu,kendini bir yere ait hissetmemeyi de beraberinde getiriyor işte.

bana göre, bir yere aşırı bağlılık, kişiyi başka görüşlere de kapatıp, hareket alanını da kısıtlıyor beraberinde. yani sizin düşünceleriniz değişmiştir,artık o grupla fikirleriniz çatışmaktadır ama siz o gruptasınızdır. başka bir grup bulana kadar o grupta kalmaya devam edersiniz. ama mutlaka bu gruplaşma gerekli midir? bana göre hayır.

bir çok kurum da bunu dilinden düşürmez: kurum aidiyeti. bir çalışanı kuruma bağlı tutmak, önemli hissetmesini sağlamak ve kurumda canla başla çalışmasını sağlamak için bu aidiyet kelimesini sıkça kullanırlar. gördüğüm kurumlar arasında, bu duyguyu en iyi aşılayan kurum ‘iş bankası’dır. çalışanları, o kurumda çalışmayı ayrıcalık olarak görür ve başka kuruma geçmeyi çok çok azı düşünür. bunu kötü bir şeymiş gibi aktarmıyorum; sadece bu konuya harika bir örnek olarak açıklıyorum.

kendi şahsımda aidiyet duygum hiç olmadı ve belki de bu yüzden ‘kendimi bir yere ait hissetmedim’.
devamını gör...

(bkz: shazam)
devamını gör...

besin zincirinin en tepesindeki süper yırtıcı. timsah avlaması ile de bilinir. diğer büyük kediler gibi avının boğazına değil direkt olarak kafatasına saldırır. çenesi inanılmaz derecede kuvvetlidir ve saldırdığı hayvana ani felç geçirtebilir. ilgili bir videosunu şuraya bırakıyorum buyrun;
devamını gör...

cahil cühela hallerine bakmaksızın mod olanların başlıklarıdır. hemen bir kaç tane de ben ekliyorum.
(bkz: hayatı eve sığdırmak ama kafaya beyni sığdıramamak)
(bkz: yazar uçar entry kalır)
(bkz: 500 bin liralık cip kullanan türbanlı)
(bkz: sevgilisinin sakalından damlayan abdest suyunu şalıyla silen kız)
(bkz: 50 yaşında adamın 6 yaşında kız ile nişanlanması)
devamını gör...

gidip yüz yüze konuşmayı reddetmek. kesinlikle bu, insanlar problemlerini çözmek için ilgili kişiyle konuşmaktansa başkalarıyla konuşmayı tercih ediyor.
devamını gör...

bırakacak insan buraya yazıp şov yapmadan bırakır.
ilgi istiyorsa forumlara yazabilir.
tanım: herkese göre değişebilecek nedenlerdir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim