taze çekilmiş kahve kokusu
devamını gör...
insan mantıkla mı karar verir yoksa duygularıyla mı sorunsalı
mantık görünümü altında duygulardır.
devamını gör...
kedilere selam vermek
her sabah yaptığım eylem. insanoğlundan daha değerli benim yanımda. arada oturup konuşuruz kendileriyle. iyi dinleyicilerdir.
t: merhaba kedi*
t: merhaba kedi*
devamını gör...
evladını kuran kursuna göndermeyen insan
gerçek bir müslüman çocuğuna islamı kendisi öğretir, tc'nin memurlarına, tarikatçı cemaatlere göndermez. aile çocuğu eğitir ve çocuk büyüyünce ister müslüman olur ister olmaz, o artık onun sorunu.
devamını gör...
iyi geceler tatlı prens
bir pierre charras romanıdır.
biz dünyaya gelmeden önce, yarattıklarına kayıtsız bir yazarın kaleminden dökülmüş bir kahraman bekler bizi. biz varolmaya başlayınca onun da dünyadaki görevi başlamış olur. yol göstermek görevlerinden biridir elbette, ama daha çok, korumak bizi. acz içinde korkulacak kadar büyük bu gezegene gözyaşları ve mutluluk nidaları arasında geldiğimizde bizim için orda bekleyen bu gönüllü muhafız, yardıma hazırdır.
biz doğmadan önce zorunlu olarak tayin edildiği kahramanlık görevi zaman geçtikçe gönüllü hale dönüşür. önce o dev bir adamdır önümüz sıra yürüyen, sonra yanımızda yürüyen bir dev olur. ve zamanla, nankörlük sözcüğünün sözlük anlamını öğrenmeye başladıkça önde giden biz oluruz ve o dev adamın gitgide küçüldüğü yanılsamasına kapılırız. uzun süreli bu yanılsama yerin hayalkırıklıklarına bıraktığında, bir pişmanlık dalgası çarpar bedenimize ki iş işten geçmiş olur çoğu zaman. kim ne derse desin, kahramanlarımız babalarımızdır. onlara en çok kızdığımız anlar, yanımızda olmalarını en çok istediğimiz anlardı, en çok; onları ne kadar sevdiğimizi söyleyemediğimiz zamanlar bizi sevmediklerini düşünürüz, onlardan nefret etmeye başladığımızda artık onların aynısı olmuşuzdur bile, ki bu nefret tiyatrosu sahtelikten başka bir şey değildir.
pierre charras, on dokuz saniye‘den sonra bu sefer bir başka kitabıyla odama konuk oldu. onun hakkında uzun bir yazı yazmak isterdim ama kısa romanlar yazan bu yazara haksızlık etmiş olmak istemem asla. bu romanda pierre charras bir baba-oğul öyküsü anlatıyor bize. tanrıyla arası ikizinin ölümünden sonra açılan bir baba ile ona olan sevgisini bir türlü ifade edememiş bir oğulun çekişmeleri. babanın ölümünün ardından oğulun onun izini sürüp, anılar ve tahminler eşiliğinde babasıyla konuşmaları. annesinin babasına olan büyük aşkı ve 17 senelik beyhude bekleyişi. babanı oğlunda gördükleri ve oğulun zamanında anlayamadıkları.
romanı okurken içinizi garip bir korku kaplayacak. bir kaybetme korkusu, zaten kaybetmiş olanlarda ince bir sızı. romanı okuyunca babanız yakınınızda ise ona sarılın ve hiçbir şey söylemeyin, uzaktaysa bir telefonla ona, onu sevdiğinizi söyleyin, bir yerlerde sizi bekliyorsa, pencereyi açın ve ona “iyi geceler” dileyin.pierre charras’ın diğer romanında yaptığı gibi bir sürprizle bizi roman sonuna doğru yolculayışı kendisine olan hayranlığı artıracak cinsten. charras romana diderot’dan bir alıntı ile başlamış ben de yazımı bu alıntıyla bitirmek isterim:
“görmeden yazıyorum…bütün boşlukları sizi seviyorum ile doldurun.” iyi geceler sevgili babacığım…”
biz dünyaya gelmeden önce, yarattıklarına kayıtsız bir yazarın kaleminden dökülmüş bir kahraman bekler bizi. biz varolmaya başlayınca onun da dünyadaki görevi başlamış olur. yol göstermek görevlerinden biridir elbette, ama daha çok, korumak bizi. acz içinde korkulacak kadar büyük bu gezegene gözyaşları ve mutluluk nidaları arasında geldiğimizde bizim için orda bekleyen bu gönüllü muhafız, yardıma hazırdır.
biz doğmadan önce zorunlu olarak tayin edildiği kahramanlık görevi zaman geçtikçe gönüllü hale dönüşür. önce o dev bir adamdır önümüz sıra yürüyen, sonra yanımızda yürüyen bir dev olur. ve zamanla, nankörlük sözcüğünün sözlük anlamını öğrenmeye başladıkça önde giden biz oluruz ve o dev adamın gitgide küçüldüğü yanılsamasına kapılırız. uzun süreli bu yanılsama yerin hayalkırıklıklarına bıraktığında, bir pişmanlık dalgası çarpar bedenimize ki iş işten geçmiş olur çoğu zaman. kim ne derse desin, kahramanlarımız babalarımızdır. onlara en çok kızdığımız anlar, yanımızda olmalarını en çok istediğimiz anlardı, en çok; onları ne kadar sevdiğimizi söyleyemediğimiz zamanlar bizi sevmediklerini düşünürüz, onlardan nefret etmeye başladığımızda artık onların aynısı olmuşuzdur bile, ki bu nefret tiyatrosu sahtelikten başka bir şey değildir.
pierre charras, on dokuz saniye‘den sonra bu sefer bir başka kitabıyla odama konuk oldu. onun hakkında uzun bir yazı yazmak isterdim ama kısa romanlar yazan bu yazara haksızlık etmiş olmak istemem asla. bu romanda pierre charras bir baba-oğul öyküsü anlatıyor bize. tanrıyla arası ikizinin ölümünden sonra açılan bir baba ile ona olan sevgisini bir türlü ifade edememiş bir oğulun çekişmeleri. babanın ölümünün ardından oğulun onun izini sürüp, anılar ve tahminler eşiliğinde babasıyla konuşmaları. annesinin babasına olan büyük aşkı ve 17 senelik beyhude bekleyişi. babanı oğlunda gördükleri ve oğulun zamanında anlayamadıkları.
romanı okurken içinizi garip bir korku kaplayacak. bir kaybetme korkusu, zaten kaybetmiş olanlarda ince bir sızı. romanı okuyunca babanız yakınınızda ise ona sarılın ve hiçbir şey söylemeyin, uzaktaysa bir telefonla ona, onu sevdiğinizi söyleyin, bir yerlerde sizi bekliyorsa, pencereyi açın ve ona “iyi geceler” dileyin.pierre charras’ın diğer romanında yaptığı gibi bir sürprizle bizi roman sonuna doğru yolculayışı kendisine olan hayranlığı artıracak cinsten. charras romana diderot’dan bir alıntı ile başlamış ben de yazımı bu alıntıyla bitirmek isterim:
“görmeden yazıyorum…bütün boşlukları sizi seviyorum ile doldurun.” iyi geceler sevgili babacığım…”
devamını gör...
criminal case
az oynamadım zamanında.
devamını gör...
alet çantası sözlük olsa alınabilecek nick
devamını gör...
paranoid kişilik bozukluğu
patolojik bir kavramdır. niyetlerin yanlış okunduğu, şüphe ve güvensizlik ile çepeçevre sarılmış bir ruh halini ifade eder. çevresindeki insanların hep kendisini kıskandığı, arkasından işler çevirdikleri, hatta insanların onun hakkında kötü düşünceler içinde oldukları konusunda kendilerinden emindir. halbuki böyle bir durum yoktur, sadece bir sanrıdır. ama kişi düşük öz saygısı sebebiyle bu çarpıtılmış düşünceleri gerçeklik olarak algılar. bu sebeple çevresindeki insanlar ile devamlı çatışma halindedirler.
devamını gör...
bana soğuk bir yer söyle
(bkz: silivri)
devamını gör...
kazıklı maria
sayesinde keşfettiğim fikirlerimi bana tanınan alan kadar özgürce ifade ettiğim kafa sözlüğü keşfetmeme sebebiyet vermiş kişidir.
siyah saçı müthiş olmuştur ayrıca
siyah saçı müthiş olmuştur ayrıca
devamını gör...
balkon insanı
balkonunda asma yetiştirip, gün batımında dalından bir üzüm alıp ağzına attıktan sonra bir yudum da rakısından içen insan prototipi olduğu izlenimi uyandıran yazar.
devamını gör...
kimseye söyleme
guillaume canet' nin 2006'da beyaz perdeye uyarladığı, fransız yapımı bir filmdir. eser sahibi (bkz: harlan coben)’dir. kolay kolay kitap uyarlamalarını beyaz perdede beğenmeyen biriyim ve buna rağmen oldukça başarılı bulduğum, kitaba son derece bağlı bir filmdir. kitabı okurken hayalimde canlandırdığım hemen hemen her sahne tahayyüllerimle örtüştü diyebilirim. izlerken gerçekten keyif aldım.
françois cluzet, marie-josée croze, andré dussollier’in rol aldığı bu filmde; (bkz: doktor alexandre beck) çok sevdiği ve yerini dolduramadığı eşini (bkz: margot beck) 8 yıl önce bir seri katilin elinden çıkan bir cinayete kurban vermiştir. doktor beck’in eşinin öldürüldüğü yerde aynı şekilde öldürülen başka bir kadın cesedi bulunmasıyla dosya tekrar açılarak soruşturma başlatılır. 8 yıl sonra gerçekleşen bu olayla beraber doktor beck’e bir mail gelir, ve bu maille birlikte izlerken nefesinizi tutacağınız muhteşem bir kovalamaca başlar.
filmin olay örgüsü, kurgu ve planlarını ben çok sevdim.yukarıda da belirttiğim gibi en önemli şey kitaba sadık kalınmasıydı. bu yüzden sinefili tüm yazar dostlarıma tavsiye edebileceğim izlenebilecek bir filmdir.
ayrıca bu filmin; ‘cesar ödülleri’ olarak bilinen fransa’nın oscar’ı sayılan törende ‘en iyi erkek oyuncu’ ve ‘en iyi yönetmen’ ödülleri dahil, toplam dört ödül aldığını da belirtmeliyim.
françois cluzet, marie-josée croze, andré dussollier’in rol aldığı bu filmde; (bkz: doktor alexandre beck) çok sevdiği ve yerini dolduramadığı eşini (bkz: margot beck) 8 yıl önce bir seri katilin elinden çıkan bir cinayete kurban vermiştir. doktor beck’in eşinin öldürüldüğü yerde aynı şekilde öldürülen başka bir kadın cesedi bulunmasıyla dosya tekrar açılarak soruşturma başlatılır. 8 yıl sonra gerçekleşen bu olayla beraber doktor beck’e bir mail gelir, ve bu maille birlikte izlerken nefesinizi tutacağınız muhteşem bir kovalamaca başlar.
filmin olay örgüsü, kurgu ve planlarını ben çok sevdim.yukarıda da belirttiğim gibi en önemli şey kitaba sadık kalınmasıydı. bu yüzden sinefili tüm yazar dostlarıma tavsiye edebileceğim izlenebilecek bir filmdir.
ayrıca bu filmin; ‘cesar ödülleri’ olarak bilinen fransa’nın oscar’ı sayılan törende ‘en iyi erkek oyuncu’ ve ‘en iyi yönetmen’ ödülleri dahil, toplam dört ödül aldığını da belirtmeliyim.
devamını gör...
crysknife
dune evreninden bir nesne. yaklaşık 20 cm uzunluğunda bir bıçak olarak tasvir edilir. elde ediliş biçimi ise hayli ilginçtir. bu bıçaklar sadece arrakis gezegeninde yaşayan kum solucanlarının dişlerinden yapılır. yerel halk olan fremenler, ölü solucanın dişlerini söküp şekillendirerek üretir bu bıçakları. genelde beyaz renkte olan bu bıçakların, yapısı itibariyle hafifçe parladığı da bilinir. bir görsel;

genelde ucunda bir zehir olacak şekilde kullanılır. kullanılan zehirlerin çok etkili olduğu bilinmekte.
türkçeye çevirisi; hançer-ül figân veya billurbıçak çeklinde yapılmış. şahsen iki çeviri de hoş olmuş. yine de billurbıçak, aslına daha uygun bir çeviri gibi.
söz konusu bu bıçaklar, fremenler için kutsal sayılırlar. çok az sayıda olması ve şeyh hulud’dan geliyor olması nedeni ile değeri daha da artıyor. bir fremen ve billurbıçak birbirinden ayrı düşünülemez derler. pek tabii bu kutsal nesne, yabancılara gösterilmemektedir. bir fremen değilseniz, bu bıçağa sahip olmak bir yana, göremiyorsunuz bile. gördüğünüz durumlarda ise ölüme çok yakınsınız demektir.
bir diğer husus, bu bıçaklar çekildiğinde, kan akıtılmadan kınına sokulmaz. ki bu kural çok sıkı denetlenir.
billurbıçaklar iki çeşittir. mühürlü ve mühürsüz. mühürlü bıçaklar, sahibinin elektriksel alanından dışarı çıkarılamayacak şekilde üretilmiştir. bu durum, bu bıçakların başkalarının elinde kullanışsız olması ve depolanamaması demektir. bu elektriksel alandan çıkan bıçaklar çabucak deforme olurlar.
mühürsüz bıçaklar ise bir kullanıcıya bağlı olmayan bıçaklardır. depolanabilirler.
peki neden bıçak?
dune evreninin en yaygın teknolojilerinden olan holtzman kalkanı teknolojisinden ötürü, bıçak kullanımı elzemdir. kalkanı aktif olan kişiye karşı lazer silah yahut benzeri patlayıcı nesneler kullanılamaz zira kullanıldığı takdirde atom bombası etkisi gösterir. böyle bir patlamayı ise kimse göze alamaz.
hal böyle olunca, en etkili ve kullanışlı alet olarak bu bıçaklar öne çıkıyor.
söz konusu kalkanlar gelen tüm darbeleri emecek ya da geri püskürtecek bir yapıdadır. tek zayıflığı ise bıçak gibi yavaş kullanılan nesneler, doğal hareketler statüsünde olduğu için, kalkanaktive olmadan delip geçebiliyor.
hem çölde holtzman kalkanının tetiklenmesi demek, tüm solucanlar için açık davetiye gibidir. çünkü solucanlar bu kalkan aktif olunca çıkan sesten fazlasıyla etkilenirler ve direkt sesin kaynağına gidip yoketmeye çalışırlar.
minik bi spoiler’lı kısım;
dune evreninde zaman geçtikçe bu bıçakların sayısı azalmıştır. hatta öyle bir an gelir ki, sahteleri üretilmeye başlanır. bu sahte bıçaklar bile sadece üst düzey kişilerde bulunur. fakat ikinci leto’nun gerçek bir billurbıçağı olduğu bilinmekte.

genelde ucunda bir zehir olacak şekilde kullanılır. kullanılan zehirlerin çok etkili olduğu bilinmekte.
türkçeye çevirisi; hançer-ül figân veya billurbıçak çeklinde yapılmış. şahsen iki çeviri de hoş olmuş. yine de billurbıçak, aslına daha uygun bir çeviri gibi.
söz konusu bu bıçaklar, fremenler için kutsal sayılırlar. çok az sayıda olması ve şeyh hulud’dan geliyor olması nedeni ile değeri daha da artıyor. bir fremen ve billurbıçak birbirinden ayrı düşünülemez derler. pek tabii bu kutsal nesne, yabancılara gösterilmemektedir. bir fremen değilseniz, bu bıçağa sahip olmak bir yana, göremiyorsunuz bile. gördüğünüz durumlarda ise ölüme çok yakınsınız demektir.
bir diğer husus, bu bıçaklar çekildiğinde, kan akıtılmadan kınına sokulmaz. ki bu kural çok sıkı denetlenir.
billurbıçaklar iki çeşittir. mühürlü ve mühürsüz. mühürlü bıçaklar, sahibinin elektriksel alanından dışarı çıkarılamayacak şekilde üretilmiştir. bu durum, bu bıçakların başkalarının elinde kullanışsız olması ve depolanamaması demektir. bu elektriksel alandan çıkan bıçaklar çabucak deforme olurlar.
mühürsüz bıçaklar ise bir kullanıcıya bağlı olmayan bıçaklardır. depolanabilirler.
peki neden bıçak?
dune evreninin en yaygın teknolojilerinden olan holtzman kalkanı teknolojisinden ötürü, bıçak kullanımı elzemdir. kalkanı aktif olan kişiye karşı lazer silah yahut benzeri patlayıcı nesneler kullanılamaz zira kullanıldığı takdirde atom bombası etkisi gösterir. böyle bir patlamayı ise kimse göze alamaz.
hal böyle olunca, en etkili ve kullanışlı alet olarak bu bıçaklar öne çıkıyor.
söz konusu kalkanlar gelen tüm darbeleri emecek ya da geri püskürtecek bir yapıdadır. tek zayıflığı ise bıçak gibi yavaş kullanılan nesneler, doğal hareketler statüsünde olduğu için, kalkanaktive olmadan delip geçebiliyor.
hem çölde holtzman kalkanının tetiklenmesi demek, tüm solucanlar için açık davetiye gibidir. çünkü solucanlar bu kalkan aktif olunca çıkan sesten fazlasıyla etkilenirler ve direkt sesin kaynağına gidip yoketmeye çalışırlar.
minik bi spoiler’lı kısım;
dune evreninde zaman geçtikçe bu bıçakların sayısı azalmıştır. hatta öyle bir an gelir ki, sahteleri üretilmeye başlanır. bu sahte bıçaklar bile sadece üst düzey kişilerde bulunur. fakat ikinci leto’nun gerçek bir billurbıçağı olduğu bilinmekte.
devamını gör...
bir şeyi şiddetle tavsiye etmek
yapmazsak kafamıza mı vuracak hissi uyandıran emir kipimsi söz öbeği.
devamını gör...
sözlük dergi yazılarını bekliyor
çok sevindirici bir haberdir. artık dergimizde var. kim tutar bizi?
devamını gör...
uykuda bile rahat olamamak
benim de ruhsal sıkıntılar nedeniyle muzdarip olduğum, berbat ötesi durum.
özellikle anksiyete, takıntı ve depresyon gibi sorunlarınız varsa rüyanızda bile kendinizi panik atak nöbeti geçirirken bulabilirsiniz.
özellikle anksiyete, takıntı ve depresyon gibi sorunlarınız varsa rüyanızda bile kendinizi panik atak nöbeti geçirirken bulabilirsiniz.
devamını gör...
yazarların hoşuna gitmeyen şeyler
popülerlik.
herhangi bir şey popüler olduğunda ondan uzaklaşıyorum. o yüzden herkesin konuştuğu konulara yabancı kalıyorum. ya da yapılan esprileri anlamıyorum.
herhangi bir şey popüler olduğunda ondan uzaklaşıyorum. o yüzden herkesin konuştuğu konulara yabancı kalıyorum. ya da yapılan esprileri anlamıyorum.
devamını gör...