kadınlar seçilme hakkını cumhurbaşkanımız sayesinde kazandı
ekmek de o sayede icat edildi. hep bira içerdik başka maya bilmezdik.
penisilini de o bulmuş.
penisilini de o bulmuş.
devamını gör...
dağınık ortamda çalışamamak
ortalığa bir el atıp herşeyi yerli yerine koymadan çalışma motivasyonuna kavuşamama durumu. çok zahmetli olabiliyor bazen. bu dertten muzdarip olanlar ne demek istediğimi anlayacaktır.
devamını gör...
bağıra bağıra şarkı söylemek
'ben feleğiiiiiiiin şu çarkına çomak sokarııııııııııııııııım' en çok bu şarkıyı bağırarak söylemeyi seviyorum.
devamını gör...
ülkede ses çıkaranın terörist olması sorunsalı
pandemiyi de bahane ederek gittikçe ipleri eline alan iktidarın ürünüdür.
devamını gör...
normal sözlük’teki oylama alışkanlığı
beğendiğim tanımları oylarım yalan yok. ha bunu her yazarın yapması gerekir çünkü yazdığımız kadar da okuyucuyuz. normal yani, pozisyon temiz oyna devam.
devamını gör...
psg (yazar)
üstün wikipedia kullanma kabiliyeti vesilesiyle ermenistan'ın bütün kasabalarını öğrenmemizi sağlayan sözlük yazarı. aşırı fena, uç seviyelerde kültürlü bir arkadaş. yüzümüz kızardı, kendimizi cahil hissettik. öyle ki her an banlanabilir.
devamını gör...
normal sözlük'teki fake hesaplar
bazen kendimi bu konuda sorguluyorum. inş değilimdir.
devamını gör...
tam altın
24 ayar diye de geçer ama saf altın değildir. içinde sertleştirmesi için bir miktar da bakır bulunur.
devamını gör...
orhan veli dizeleri
ah aydınlıklardan uzaktayım
kafamda dağılmayan sükûn.
ölmedim lâkin, yaşamaktayım
dinle bak vurmada nabzı ruhun.
t: güneş şiirinden bir dize.
devamını gör...
turist
başlığı film olarak açtım çünkü “force majeure” aynı zamanda bir hukuk terimi olarak kullanılıyor. bizdeki “mücbir sebep” gibisinden fransızca terim. benim konum ise film.
film genelde bu isim ile anılsa da isveç’te “tourist” ismi ile de gösterilmiş. fransız-isveç ortaklığı olduğu için daha çok fransızca ismi ile biliniyor. 2014 yılında isveçli yönetmen ruben östlund tarafından yapılıyor. yönetmen bu filmden üç sene sonra da “the square” filmi ile altın palmiye’yi kaptı. film severler kendisini tanıyacaktır. kuzeyli komedisi unsurları taşıyan filmler yapar.
yazının devamı yorum ve haliyle bir miktar spoiler içeriyor.
basit ve sıradanmış gibi görünen konuları filmlerde görmeyi aşırı seviyorum. filmde, anne, baba, kız ve erkek çocuklardan oluşan çekirdek aile var. kayak tatiline gelmişler ve her şey yolunda görünüyor. aslına bakılırsa kabaca bakıldığında her şey yolunda görünüyor. ufak pürüzlerin olduğu dikkatli seyirciye hissettiriliyor fakat asıl olay patlak vermedi henüz.
aile güzel manzaralı otel restoranında yemek yedikleri sırada kontrollü gerçekleştirilen çığ ile karşılaşıyorlar. fakat çığ biraz kontrolden çıkıyor ve yemek yiyen insanların üzerine doğru geliyor. her şeyin kontrol altında olduğunu düşünen, olayı videoya alan baba tehlike karşısında kendi kontrolünü kaybederek tüm aile saadetini sarsacak hareketini gerçekleştiriyor. telefonunu ve eşyalarını kaptığı gibi çoluğu çocuğu, hanımı masada bırakıp topukluyor. tüm ekran bembeyaz oluyor. bir süre sonra sis dağılıyor. insanların üzerine çığ değil ancak onun tozu geliyor. baba tekrar masaya dönüyor. fiziken herkes iyi ancak ruhen artık iyi değiller. artık babaya biçilen “koruyup kollama” rolü sorgulanabilir.
film bu olay üzerinden ilişkilerdeki rolleri masaya yatırıyor. olay üzerine kadın ve adamın tartışmaları, başka insanların tartışmaya müdahil olmaları, o başka insanların ilişkilerine dair ipuçları ve nüanslar çok güzel ve naif! bir şekilde irdeleniyor.
belki bizim başımıza gelse “amma korktun ulan kardan, topukların götüne vurdu” diyerek geçiştireceğimiz olay bu kuzeyli aile içinde dev bir soruna dönüşüyor. dönüşmeli mi yoksa dönüşmemeli mi kısmı ise izleyiciye kalacaktır.
şunu iddia ediyorum. filmi izleyen kadın ve erkekler, karakterler hakkında bambaşka düşünecektir. ilişkilere dair konulara bakış cinsiyetler nezdinde çok başka olabiliyor.
filmin sonu da hafiften seyirciye bırakılıyor. olay net gösteriliyor ama sonu ile ilgili farklı düşünenler olacaktır. o kısım izleyenlere kalsın. iyi hissettiren bir son diyebilirim.
-baba sen sigara içiyor musun?
-evet içiyorum.
film genelde bu isim ile anılsa da isveç’te “tourist” ismi ile de gösterilmiş. fransız-isveç ortaklığı olduğu için daha çok fransızca ismi ile biliniyor. 2014 yılında isveçli yönetmen ruben östlund tarafından yapılıyor. yönetmen bu filmden üç sene sonra da “the square” filmi ile altın palmiye’yi kaptı. film severler kendisini tanıyacaktır. kuzeyli komedisi unsurları taşıyan filmler yapar.
yazının devamı yorum ve haliyle bir miktar spoiler içeriyor.
basit ve sıradanmış gibi görünen konuları filmlerde görmeyi aşırı seviyorum. filmde, anne, baba, kız ve erkek çocuklardan oluşan çekirdek aile var. kayak tatiline gelmişler ve her şey yolunda görünüyor. aslına bakılırsa kabaca bakıldığında her şey yolunda görünüyor. ufak pürüzlerin olduğu dikkatli seyirciye hissettiriliyor fakat asıl olay patlak vermedi henüz.
aile güzel manzaralı otel restoranında yemek yedikleri sırada kontrollü gerçekleştirilen çığ ile karşılaşıyorlar. fakat çığ biraz kontrolden çıkıyor ve yemek yiyen insanların üzerine doğru geliyor. her şeyin kontrol altında olduğunu düşünen, olayı videoya alan baba tehlike karşısında kendi kontrolünü kaybederek tüm aile saadetini sarsacak hareketini gerçekleştiriyor. telefonunu ve eşyalarını kaptığı gibi çoluğu çocuğu, hanımı masada bırakıp topukluyor. tüm ekran bembeyaz oluyor. bir süre sonra sis dağılıyor. insanların üzerine çığ değil ancak onun tozu geliyor. baba tekrar masaya dönüyor. fiziken herkes iyi ancak ruhen artık iyi değiller. artık babaya biçilen “koruyup kollama” rolü sorgulanabilir.
film bu olay üzerinden ilişkilerdeki rolleri masaya yatırıyor. olay üzerine kadın ve adamın tartışmaları, başka insanların tartışmaya müdahil olmaları, o başka insanların ilişkilerine dair ipuçları ve nüanslar çok güzel ve naif! bir şekilde irdeleniyor.
belki bizim başımıza gelse “amma korktun ulan kardan, topukların götüne vurdu” diyerek geçiştireceğimiz olay bu kuzeyli aile içinde dev bir soruna dönüşüyor. dönüşmeli mi yoksa dönüşmemeli mi kısmı ise izleyiciye kalacaktır.
şunu iddia ediyorum. filmi izleyen kadın ve erkekler, karakterler hakkında bambaşka düşünecektir. ilişkilere dair konulara bakış cinsiyetler nezdinde çok başka olabiliyor.
filmin sonu da hafiften seyirciye bırakılıyor. olay net gösteriliyor ama sonu ile ilgili farklı düşünenler olacaktır. o kısım izleyenlere kalsın. iyi hissettiren bir son diyebilirim.
-baba sen sigara içiyor musun?
-evet içiyorum.
devamını gör...
geceye nazım hikmet'ten bir şiir bırak
piraye’ye mektuplarından
sana tuhaf bir şey söyleyeyim mi ? ben seninle, sana dair yalnız şiir diliyle konuşabileceğim artık galiba!..
sana tuhaf bir şey söyleyeyim mi ? ben seninle, sana dair yalnız şiir diliyle konuşabileceğim artık galiba!..
devamını gör...
mesajlara geç cevap veren insan
aslında yapmaktan ve yapılmasından nefret ederim. (istisnalı durumlar hariç) ama bakıyorum erken cevap veren, hemen dönen insanlar hep kaybediyor ve maalesef değersizleşiyor. deniyorum ve geç cevap verince (tabi abartmamak şartıyla) kıymete biniyorum. o yüzden yapılmasından hoşlanmadığım ama yaptığım çelişkili bir durum.
(genelde sevgiliye, flörte ya da sevdiğiniz, hoşlandığınız insana yapılır.)
(genelde sevgiliye, flörte ya da sevdiğiniz, hoşlandığınız insana yapılır.)
devamını gör...
24 kasım öğretmenler günü
öğretmenlere toplumca değer verildiğini göstermek üzere, onlara saygı günü.
en çok mesleğini sözleşmeli yapmak zorunda kalan, atama bekleyen, memleketin ücra köşesinde imkansızlıklarla baş ederek gelecek nesli en iyi şekilde eğiten öğretmenlerin günü kutlu olsun!.
en çok mesleğini sözleşmeli yapmak zorunda kalan, atama bekleyen, memleketin ücra köşesinde imkansızlıklarla baş ederek gelecek nesli en iyi şekilde eğiten öğretmenlerin günü kutlu olsun!.
devamını gör...
camino
2008 tarihli ve ispanyol yapımı olan oldukça etkileyici bir drama filmidir. camino ise 'yol' anlamına gelmekte. senaristliğini ve yönetmenliğini javier fesser'in üstlendiği bu filmin başrolünde nerea camacho henüz 12 yaşındayken yer almış ve büyük beğeni toplamıştır,ayrıca bu rol genç oyuncumuzun ilk performansıdır. camacho'nun canlandırdığı camino karakteri, tedavisine bir türlü yanıt alınamamış bir kanser hastasıdır* ve bu sebeple ailesinin ve doktorların elinden gelen tek şey,kızı ölüme hazırlamaktır. film, baştan sona ağır bir dram çizgisinde ilerliyor ve böylece camino'nun,ailesinin ve tüm hastane çalışanlarının yaşadığı çaresizliği bize fazlasıyla hissettiriyor. bunun aslında yaşanmış bir hikaye olması da elbette bu hisleri pekiştiriyor.
camino'nun annesi ve babası kızlarının yanından bir an olsun ayrılmasa da her ikisinin de farklı manevi görüşleri olması sebebiyle aslında bakış açıları pek de aynı noktada buluşamıyor.babasının aksine sert mizaçlı ve koyu bir dindar olan katolik annesi, camino'nun da genellikle inançlı olmasına yol açmıştır* ve bu durum izleyicinin yüreğine bir nebze de olsa su serpiyor çünkü camino öleceğinin fazlasıyla bilincinde ve bunu, tanrı'ya (yani onların inancına göre hz.isa'ya) ulaşmak olarak görüyor. bir çocuğun,kendi ölümünün bilincinde olması hususuna ise hiç değinmeyeceğim,zira sözcüklerle anlatabileceğimizin fersah fersah ötesinde bir durumdur bu. sık sık flashback'ler ile camino'nun geçmişine gitmemiz ise,onun yaşayabileceği daha nice güzel günlerden mahrum kaldığı gerçeğine boğmakta izleyiciyi.
fakat tüm yaşanılanlar bundan ibaret değil maalesef. bu noktada şunu söylemeliyim ki filmdeki dramanın ölçüsü bir miktar aşırıya kaçmış. bizi camino'ya mı, annesine mi, ablasına mı ya da (daha da acısı) babasına mı üzüleceğimizi şaşırtacak hale getiren bir senaryo mevcut burada. ama birçok ödüle ve nispeten kaliteli bir kurguya sahip bir drama filmi izlemek istiyorsanız ve elbette ki bir süredir biriktirdiğiniz fazla miktarda gözyaşınız varsa bu filmi izlemenizi mutlaka tavsiye ederim*.
fragmanı;
filmde beni fazlasıyla etkileyen çok sahne var fakat en etkilendiğim sahne, camino'nun rahibe olan genç ablasının, onun ölmek üzere olduğu haberini aldıktan sonra biricik kızkardeşinin ölümüne şahit olmamak adına zaman harcamak için hastaneye otobüsle gitmeyi tercih etmesidir. sonsuz bir acıyı böyle basit bir şekilde hafifletebileceğini düşünmesi ise, yaşanılan çaresizliği iliklerime kadar hissettirdi bana gerçekten.
hemen her filmin final sahnesi en etkileyici sahnelerden biridir ya genellikle,işte bu filmde de final sahnesi en etkilendiğim ikinci sahnedir.
tüm hastane çalışanları, bütün doktorlar ve hemşireler camino'nun odasında toplanıp onun son anına tanık olmak istiyorlar.
filmin akılda kalıcılığı ve etkileyiciliğine vurgu yapmam gerekirse, bu noktada camino'yu üç yıl önce izlediğimi belirtmeliyim. gördüğünüz gibi oldukça sağlam kurguya sahip iyi bir drama filmi ve uzun zaman akıllardan çıkamıyor. bu da filmi izlemek isteyenlere uyarım olsun*.
gerçek hayat hikayesi için
camino'nun annesi ve babası kızlarının yanından bir an olsun ayrılmasa da her ikisinin de farklı manevi görüşleri olması sebebiyle aslında bakış açıları pek de aynı noktada buluşamıyor.babasının aksine sert mizaçlı ve koyu bir dindar olan katolik annesi, camino'nun da genellikle inançlı olmasına yol açmıştır* ve bu durum izleyicinin yüreğine bir nebze de olsa su serpiyor çünkü camino öleceğinin fazlasıyla bilincinde ve bunu, tanrı'ya (yani onların inancına göre hz.isa'ya) ulaşmak olarak görüyor. bir çocuğun,kendi ölümünün bilincinde olması hususuna ise hiç değinmeyeceğim,zira sözcüklerle anlatabileceğimizin fersah fersah ötesinde bir durumdur bu. sık sık flashback'ler ile camino'nun geçmişine gitmemiz ise,onun yaşayabileceği daha nice güzel günlerden mahrum kaldığı gerçeğine boğmakta izleyiciyi.
fakat tüm yaşanılanlar bundan ibaret değil maalesef. bu noktada şunu söylemeliyim ki filmdeki dramanın ölçüsü bir miktar aşırıya kaçmış. bizi camino'ya mı, annesine mi, ablasına mı ya da (daha da acısı) babasına mı üzüleceğimizi şaşırtacak hale getiren bir senaryo mevcut burada. ama birçok ödüle ve nispeten kaliteli bir kurguya sahip bir drama filmi izlemek istiyorsanız ve elbette ki bir süredir biriktirdiğiniz fazla miktarda gözyaşınız varsa bu filmi izlemenizi mutlaka tavsiye ederim*.
fragmanı;
filmde beni fazlasıyla etkileyen çok sahne var fakat en etkilendiğim sahne, camino'nun rahibe olan genç ablasının, onun ölmek üzere olduğu haberini aldıktan sonra biricik kızkardeşinin ölümüne şahit olmamak adına zaman harcamak için hastaneye otobüsle gitmeyi tercih etmesidir. sonsuz bir acıyı böyle basit bir şekilde hafifletebileceğini düşünmesi ise, yaşanılan çaresizliği iliklerime kadar hissettirdi bana gerçekten.
hemen her filmin final sahnesi en etkileyici sahnelerden biridir ya genellikle,işte bu filmde de final sahnesi en etkilendiğim ikinci sahnedir.
tüm hastane çalışanları, bütün doktorlar ve hemşireler camino'nun odasında toplanıp onun son anına tanık olmak istiyorlar.
filmin akılda kalıcılığı ve etkileyiciliğine vurgu yapmam gerekirse, bu noktada camino'yu üç yıl önce izlediğimi belirtmeliyim. gördüğünüz gibi oldukça sağlam kurguya sahip iyi bir drama filmi ve uzun zaman akıllardan çıkamıyor. bu da filmi izlemek isteyenlere uyarım olsun*.
gerçek hayat hikayesi için
devamını gör...
gregor samsa
insanın bütün acınası halleri ve duygularıyla donatılmış bir karakterdir. bir gün uyandığında kendini böceğe dönüşmüş bulur fakat onu en çok zorlayan böceğe dönüşmesinden öte, çevresinin acımasız ve vicdansız karakterlerle kuşatılmış olmasıdır.
franz kafka, dönüşüm kitabında duygu geçişlerini mükemmel işlemiş, gregor samsa sayesinde bir böcekle empati kurmamızı sağlamıştır.
franz kafka, dönüşüm kitabında duygu geçişlerini mükemmel işlemiş, gregor samsa sayesinde bir böcekle empati kurmamızı sağlamıştır.
devamını gör...
insan olun biraz (yazar)
devamını gör...
temiz delirmek
böyle mis gibi, denize atılmış herhangi bir çapa olmadan, dalgaların üzerinde ayaklar surf tahtası.
devamını gör...
kıyamete bir milyar yıl
bir arkadi strugatski ve boris strugatski bilimkurgu romanıdır.
bazen çok büyük bir kendini beğenmişlik yaptığımı düşünüyorum arkadi ve boris strugatski romanları ile ilgili tanımlar yazarken. içimden bir ses sürekli “ ne hakla” diyor ama yine kendimi tutamayacağım ve yazacağım tanımımı.
yıllardır aklımda olan bir öykü var. öykünün her şeyi hazır; zihnimde yazdım bitti, yan öyküleri hazırladım, karakter derinlikleri tamam. sadece oturup kağıda dökmek kaldı ama olmuyor. ne zaman bu öyküyü somutlaştırmak için masanın başına otursam bir şey oluyor. ya biri geliyor ya keyfim kaçıyor ya telefon çalıyor ya da uykum geliyor. uzun süredir anlam vermeye çalışıyordum “ kantar ve göktaşı” öykümü neden yazamadığıma. bu kitabı okuduktan sonra nedenini anladım.
bir biliminsanı olan dimitri malyanov nobel almasını garantileyecek bir buluşun arefesinde olduğu için eşini ve çocuğunu tatile gönderir ve çalışmalarına son hızla devam eder. ama bir şeyler onu engellemek için seferber olmuştur adeta. önce kapısına bırakılan votka sonra insanı bilimden soğutacak kadar güzel bir kadın.
dimitri diğer biliminsanı arkadaşlarının çalışmalarının da aynı şekilde engellendiğini öğrenir. evren biliminsanlarının çalışmasını engellemek için bir kumpas kurmaktadır.
kantar ve göktaşı öykümün kaderi de bu olabilir bence. eğer bir gün bir yerde bu öyküyü okursanız bilin ki evrendeki kötü güçlere karşı savaşı kazanmışımdır.
o zamana kadar bu muhteşem romanı okuyup kendi talihsiz yaratıcı çabalarınızın neden sonuçsuz kaldığını anlayabilirsiniz.
bazen çok büyük bir kendini beğenmişlik yaptığımı düşünüyorum arkadi ve boris strugatski romanları ile ilgili tanımlar yazarken. içimden bir ses sürekli “ ne hakla” diyor ama yine kendimi tutamayacağım ve yazacağım tanımımı.
yıllardır aklımda olan bir öykü var. öykünün her şeyi hazır; zihnimde yazdım bitti, yan öyküleri hazırladım, karakter derinlikleri tamam. sadece oturup kağıda dökmek kaldı ama olmuyor. ne zaman bu öyküyü somutlaştırmak için masanın başına otursam bir şey oluyor. ya biri geliyor ya keyfim kaçıyor ya telefon çalıyor ya da uykum geliyor. uzun süredir anlam vermeye çalışıyordum “ kantar ve göktaşı” öykümü neden yazamadığıma. bu kitabı okuduktan sonra nedenini anladım.
bir biliminsanı olan dimitri malyanov nobel almasını garantileyecek bir buluşun arefesinde olduğu için eşini ve çocuğunu tatile gönderir ve çalışmalarına son hızla devam eder. ama bir şeyler onu engellemek için seferber olmuştur adeta. önce kapısına bırakılan votka sonra insanı bilimden soğutacak kadar güzel bir kadın.
dimitri diğer biliminsanı arkadaşlarının çalışmalarının da aynı şekilde engellendiğini öğrenir. evren biliminsanlarının çalışmasını engellemek için bir kumpas kurmaktadır.
kantar ve göktaşı öykümün kaderi de bu olabilir bence. eğer bir gün bir yerde bu öyküyü okursanız bilin ki evrendeki kötü güçlere karşı savaşı kazanmışımdır.
o zamana kadar bu muhteşem romanı okuyup kendi talihsiz yaratıcı çabalarınızın neden sonuçsuz kaldığını anlayabilirsiniz.
devamını gör...


