miladi takvim
güneş yılına göre düzenlenmiştir. bir yıl 365 gün 6 saattir. başlangıç hz. isa’nın doğumudur. türkiye’de 1 ocak 1926’da kullanılmaya başlanmıştır. ilk şekli olan “güneş takvimi” mısırlılara aittir. gregoryen takvimi olarak da bilinir.
(kaynak: tarih defterim.)
(kaynak: tarih defterim.)
devamını gör...
boğaziçi öğrencisi şeyma'nın sosyal medyaya bilerek linç ettirilmesi
link: twitter.com/BulendEcevit/st...
bir öğrenciyi hiç düşünmeden insanların içine atan troller umarım içiniz rahattır. olayın başka olduğu ispatlandı şu an utanır mısınız sanmam, zaten siz utansaydınız trollük yapıp insanları haksız yere linç etmezdiniz.
bir öğrenciyi hiç düşünmeden insanların içine atan troller umarım içiniz rahattır. olayın başka olduğu ispatlandı şu an utanır mısınız sanmam, zaten siz utansaydınız trollük yapıp insanları haksız yere linç etmezdiniz.
devamını gör...
hakan peker
ilk ortaokulda bir yılbaşı programında bir efsane şarkısı ile tv'de gördüğüm, o zaman danscı olan, ülkenin yaşlanmayan insanlarından.
devamını gör...
beyin yakan filmler
2001 a space odyssey'i rahatlıkla tek geçebileceğim filmlerdir.
devamını gör...
dismorfofobi
bireyin vücudunda herhangi bir bölümünü beğenmemesi ve bununla sürekli ve aşırı uğraşması, bu durumun kişinin duygularını aşırı derecede etkilemesi, kişiyi depresyona sürüklemesi durumuna dismorfofobi adı verilir. kişinin normal görünmesine rağmen çirkin olduğunu düşünmesidir.halk arasında "ayna hastalığı" olarak bilinir.
dismorfofobi için daha sık kullanılan terim beden dismorfik bozukluktur. bu hastalık daha çok ergenlik döneminde başlasa da, her yaştaki insanda görülebilir ve başlayabilir. ayrıca hem erkek hem kadınları etkiler. ancak dismorfofobi kadınlarda daha sık görülür.
dismorfofobi için daha sık kullanılan terim beden dismorfik bozukluktur. bu hastalık daha çok ergenlik döneminde başlasa da, her yaştaki insanda görülebilir ve başlayabilir. ayrıca hem erkek hem kadınları etkiler. ancak dismorfofobi kadınlarda daha sık görülür.
devamını gör...
yeraltından notlar
bu kitabı elime alıp okumaya başladığımda, ilk defa bir kitabı okurken şaşırıp kalmıştım. kimsenin göremeyeceğini sandığım, beynimin en korunaklı, duvarlarla örülü mahzenlerinde sakladığım o gizil saplantılarımın ve insancıl -diğer bir ifadeyle zavallıca- duygu ve düşüncelerimin kağıda bir bir dökülmüş olduğunu görmem beni hayretler içinde bırakmıştı. hala okumanın verdiği hazzın, sanıyorum, en büyük hissî nedenlerinden birisi bu kitap. nasıl olurdu da birisi benim yaşamın acımasız ve bir o kadar gereksiz detaylarıyla uğraştığımı bilip bunu yüzüme karşı söyleyebilirdi? sıcak bir yaz günü -yüzümde gülücükler varken bile- bir bataklıkta saplanıp kaldığımı ve her saniye derinlere battığımı ben itiraf etmeden bilebilirdi? aynalara, apartman kapılarının camlarına ve hatta araba camlarına bile anlamasınlar diye gülerken, kim benim onlardan da, o gülen çehreden de nefret ettiğimi tahmin edebilirdi? fyodor mihayloviç dostoyevski... kendisinin ilk defa, bu kitabını okumaya başladığımda, onun bir çok insandan farklı olarak bazı şeyleri "fazla" hissettiğini anlamıştım. o, bütün o zihnî dünyasıyla bir şeyi ortaya koyuyordu. bu o kadar bîçâre bir ifadedir ki, bizim ne kadar da acınacak ve bir el atan olmasa kolayca yeraltına girecek bir varlık olduğumu gösteriyor.
"insan, sadece insandır."
zavallıca...
"insan, sadece insandır."
zavallıca...
devamını gör...
ilyas salman
akşam yemeğimi yerken ve aynı zamsnda konuk olduğu armağan çağlayan'ın programını izlerken anlatıcının,'' içinde et olan bir sofraya ancak 15 yaşında oturabildi'' cümlesi üzerine lokmamı boğazıma tıkayıp bir anda beni darmadağın eden büyük oyuncu.
hiçbir hastalık sana değmeden sağlıkla çok çok uzun yaşa emi.
hiçbir hastalık sana değmeden sağlıkla çok çok uzun yaşa emi.
devamını gör...
mitosfer
çünkü o bir ktülü.*
bir yanı karadeniz'e nazır olan, ülkenin en güzel kampüsünde okumuş.
bu gün keşfettim kendisini.
tanımları kadar şiirleri de hoş.
hemen takibe aldım tabikine.
bir yanı karadeniz'e nazır olan, ülkenin en güzel kampüsünde okumuş.
bu gün keşfettim kendisini.
tanımları kadar şiirleri de hoş.
hemen takibe aldım tabikine.
devamını gör...
sirke
kimyasal formülü ch3cooh olan maddedir.
işkembe ve kelle paça gibi çorbalarda oldukça güzel gider ama az sıkılması makbuldür.
ayrıca çok kaliteli bir temizlik ürünüdür.
işkembe ve kelle paça gibi çorbalarda oldukça güzel gider ama az sıkılması makbuldür.
ayrıca çok kaliteli bir temizlik ürünüdür.
devamını gör...
johannes brahms
dünyanın bilinen en eski lanetine, karşılıksız aşka kapılmış ve ömrü boyunca bir bıçak izi gibi bunu taşımış olan besteci. 20'li yaşlarında robert schumann ile tanışıyor brahms ve schumann brahms'ın yeteneği karşısında neredeyse büyüleniyor böylece aralarında bir dostluk başlıyor -ki schumann'ın yeni yollar makalesinde brahms'ı övmesi, brahms için tanınmanın kapılarını aralıyor- ve bu dostluk schumann akıl hastanesine yatana kadar ve sonrasında da devam ediyor fakat bu süreç brahms için büyük bir felaketin de başlangıcı oluyor. bu büyük felaket; robert schumann'ın eşi, piyano virtüözü clara josephine wieck veya bilinen ismiyle clara schumann. robert hastanedeyken ikilinin mesafeli dostluğu başlıyor ve brahms clara'ya robert'ın durumu hakkında bilgi vermek için aracı görevini üstleniyor. bu mektuplaşmalar sürerken brahms gittikçe clara'ya karşı bir hayranlık duymaya başlıyor ve bu hayranlık yavaş yavaş yerini filizlenmek üzere olan bir aşka bırakıyor fakat brahms bu durumu asla yansıtmadan aracı görevini robert schumann 1856 yılında ölene kadar devam ettiriyor.
daha sonrasında ikilinin dostluğu devam etse bile brahms hislerini söylemiyor ve kendisini eşinin eserlerini tanıtmaya adamış olan clara'ya ve clara'nın çocuklarına adıyor. hislerini belli etmeden uzun süre boyunca yalnızca dostluğu ile clara'ya eşlik etmeye devam ediyor. ikilinin arasına sık sık mesafeler girse bile mektuplaşmalar kesilmiyor hatta git gide samimi bir duruma geliyor konuşmaları fakat ne çare, clara yalnızca yakın bir dost olarak görüyor brahms'ı. son dönemlerinde yazılan mektuplar bir noktada kafa karıştırıcı olsa da ikilinin arasındaki ilişki hiçbir zaman karşılıklı bir aşka dönüşmüyor ve gençliğinin en güzel zamanlarından ölene kadar sevdiği ve asla bir karşılık bulamadığı -hatta belki de beklemediği- kadını 1896 yılında tamamen kaybediyor. zaten clara'nın ölümünden kısa süre sonra kendisi de ölümü eski bir dost gibi selamlıyor.
tchaikovsky ne kadar kendisini yeteneksiz olarak tanımlasada bence brahms'ın keman-piyano sonatlarında insanın ruhuna dokunan bir şeyler var. bütün bu yaşanmışlığın, haykırılamayan sevginin söylenmemiş sözleri ve gönderilmeden yakılmış mektupların çaresizliği insanın içine hiç gitmeyecek bir ağırlık gibi yerleşir, bu yüzden brahms'ın mektupları müziğidir, söylenmemiş cümleleri, katlandığı bu çaresizlik ve sevgisini içine gömüp her an o sevginin kaynağını izlemek zorunda olma laneti onun eserlerindeki çığlık gibidir. zaten bütün bu hikayenin altında yatanları bilmek bana yemişim tchaikovsky'i ben zaten antonín dvořák seviyorum dedirtmiştir.*
benim için brahms ve eserleri platonik aşkın tanımı gibidir çünkü bana kalırsa böyle bir sevmek çok nadir görülür. ne zaman herhangi bir şeyin imkansızlığı -benim durumumda sanıyorum bu imkansızlık birini sevmek olurdu- altında ezilsem ve bir cam gibi dağılıp gideceğimi hissetsem sığındığım ilk kapı brahms'ın sanatıdır bu yüzden. hiç tatmadan da brahms'dan öğrendiğim bir şey var ise; asla sizin olmayacak bir şeyi sevmek, hayatın; " her istediğine sahip olamazsın" deme şeklidir. dünyanın artık yalnızca kendi etrafında dönmediğini fark eder ve bir gülümsemenin önünde tüm varlığın ile diz çökersin ama uzanıp ona dokunamayacağını bilirsin, işte bu insanın parmaklarının ucunu yakan bir şeydir. hangimizde brahms'da bulunan bu bağlılık var bilinmez, hangimiz sevmenin ve sevilmenin böylesine denk geliriz o da muamma ama şu var ki ölmeyecek tüm tutkular sanat ile varlığını sürdürmeye ve içimizde bir şeyleri taze tutmaya devam eder. bundan dolayı nasırlaşmış her yanımızı törpüler sanat, giden yine bizdendir, bizim etimizdir ama en azından içimizdeki bir şeyleri korumaya belki yeter.
şair lisel mueller'in kaleminden brahms ve clara:
johannes brahms and
clara schumann
the modern biographers worry
“how far it went,” their tender friendship.
they wonder just what it means
when he writes he thinks of her constantly,
his guardian angel, beloved friend.
the modern biographers ask
the rude, irrelevant question
of our age, as if the event
of two bodies meshing together
establishes the degree of love,
forgetting how softly eros walked
in the nineteenth-century, how a hand
held overlong or a gaze anchored
in someone’s eyes could unseat a heart,
and nuances of address not known
in our egalitarian language
could make the redolent air
tremble and shimmer with the heat
of possibility. each time ı hear
the ıntermezzi, sad
and lavish in their tenderness,
ı imagine the two of them
sitting in a garden
among late-blooming roses
and dark cascades of leaves,
letting the landscape speak for them,
leaving us nothing to overhear.
ek olarak türkçe bir kaynak bulamadım ama mektuplaşmalar ve hikayenin atladığım detayları ile ilgilenen olursa diye buraya detaylı bir yazı bırakıyorum: www.brainpickings.org/2017/...
bunu da eklemezsem içimde kalırdı:
daha sonrasında ikilinin dostluğu devam etse bile brahms hislerini söylemiyor ve kendisini eşinin eserlerini tanıtmaya adamış olan clara'ya ve clara'nın çocuklarına adıyor. hislerini belli etmeden uzun süre boyunca yalnızca dostluğu ile clara'ya eşlik etmeye devam ediyor. ikilinin arasına sık sık mesafeler girse bile mektuplaşmalar kesilmiyor hatta git gide samimi bir duruma geliyor konuşmaları fakat ne çare, clara yalnızca yakın bir dost olarak görüyor brahms'ı. son dönemlerinde yazılan mektuplar bir noktada kafa karıştırıcı olsa da ikilinin arasındaki ilişki hiçbir zaman karşılıklı bir aşka dönüşmüyor ve gençliğinin en güzel zamanlarından ölene kadar sevdiği ve asla bir karşılık bulamadığı -hatta belki de beklemediği- kadını 1896 yılında tamamen kaybediyor. zaten clara'nın ölümünden kısa süre sonra kendisi de ölümü eski bir dost gibi selamlıyor.
tchaikovsky ne kadar kendisini yeteneksiz olarak tanımlasada bence brahms'ın keman-piyano sonatlarında insanın ruhuna dokunan bir şeyler var. bütün bu yaşanmışlığın, haykırılamayan sevginin söylenmemiş sözleri ve gönderilmeden yakılmış mektupların çaresizliği insanın içine hiç gitmeyecek bir ağırlık gibi yerleşir, bu yüzden brahms'ın mektupları müziğidir, söylenmemiş cümleleri, katlandığı bu çaresizlik ve sevgisini içine gömüp her an o sevginin kaynağını izlemek zorunda olma laneti onun eserlerindeki çığlık gibidir. zaten bütün bu hikayenin altında yatanları bilmek bana yemişim tchaikovsky'i ben zaten antonín dvořák seviyorum dedirtmiştir.*
benim için brahms ve eserleri platonik aşkın tanımı gibidir çünkü bana kalırsa böyle bir sevmek çok nadir görülür. ne zaman herhangi bir şeyin imkansızlığı -benim durumumda sanıyorum bu imkansızlık birini sevmek olurdu- altında ezilsem ve bir cam gibi dağılıp gideceğimi hissetsem sığındığım ilk kapı brahms'ın sanatıdır bu yüzden. hiç tatmadan da brahms'dan öğrendiğim bir şey var ise; asla sizin olmayacak bir şeyi sevmek, hayatın; " her istediğine sahip olamazsın" deme şeklidir. dünyanın artık yalnızca kendi etrafında dönmediğini fark eder ve bir gülümsemenin önünde tüm varlığın ile diz çökersin ama uzanıp ona dokunamayacağını bilirsin, işte bu insanın parmaklarının ucunu yakan bir şeydir. hangimizde brahms'da bulunan bu bağlılık var bilinmez, hangimiz sevmenin ve sevilmenin böylesine denk geliriz o da muamma ama şu var ki ölmeyecek tüm tutkular sanat ile varlığını sürdürmeye ve içimizde bir şeyleri taze tutmaya devam eder. bundan dolayı nasırlaşmış her yanımızı törpüler sanat, giden yine bizdendir, bizim etimizdir ama en azından içimizdeki bir şeyleri korumaya belki yeter.
şair lisel mueller'in kaleminden brahms ve clara:
johannes brahms and
clara schumann
the modern biographers worry
“how far it went,” their tender friendship.
they wonder just what it means
when he writes he thinks of her constantly,
his guardian angel, beloved friend.
the modern biographers ask
the rude, irrelevant question
of our age, as if the event
of two bodies meshing together
establishes the degree of love,
forgetting how softly eros walked
in the nineteenth-century, how a hand
held overlong or a gaze anchored
in someone’s eyes could unseat a heart,
and nuances of address not known
in our egalitarian language
could make the redolent air
tremble and shimmer with the heat
of possibility. each time ı hear
the ıntermezzi, sad
and lavish in their tenderness,
ı imagine the two of them
sitting in a garden
among late-blooming roses
and dark cascades of leaves,
letting the landscape speak for them,
leaving us nothing to overhear.
ek olarak türkçe bir kaynak bulamadım ama mektuplaşmalar ve hikayenin atladığım detayları ile ilgilenen olursa diye buraya detaylı bir yazı bırakıyorum: www.brainpickings.org/2017/...
bunu da eklemezsem içimde kalırdı:
devamını gör...
yazarların bugünkü mutluluk sebebi
yıllar önce okuduğum darağacında üç fidan kitabını, bu gün bensiz dışarı çıkan kızımın satın alması.
üstelik ben ona o kitaptan hiç bahsetmemiştim.
annelerden çocuklara geçen sadece gen değil, fikirde geçiyor. bahsedilmeyen fikirler bile geçiyor. an itibari ile onu anladım.
üstelik ben ona o kitaptan hiç bahsetmemiştim.
annelerden çocuklara geçen sadece gen değil, fikirde geçiyor. bahsedilmeyen fikirler bile geçiyor. an itibari ile onu anladım.
devamını gör...
nickaltıma yazdığın için teşekkür ederim favorisi
keşke daha fazlası yazsa da daha fazla fovorilesem düşüncesidir.
devamını gör...
şehit kamil
21 ocak 1920'de, işgalci fransız askerlerinin saldırdığı annesini korumak isterken henüz 14 yaşında şehit olan gaziantepli direniş kahramanı.
devamını gör...
birinden vazgeçme eşiği
o kişiye karşı tahammülün kalmamasıdır.
devamını gör...
çok zekiyiz diye türkiye bize bu pasaportu verdi
gayri meşru her durumda kafalar zehir gibi.
devamını gör...
yazarların çocukken en çok korktuğu şeyler
kelebek. bu değişmedi.*
bir de televizyonun fişini çekmediğim sürece açık kalan, nokta kadar kırmızı bir ışığı vardı ondan çok çok korkardım. karanlığın içinde biri beni izliyormuş gibi gelirdi. bu da pek değişmemiş galiba, odamda böyle bir ışık varsa hala rahatsız olurum.
bir de televizyonun fişini çekmediğim sürece açık kalan, nokta kadar kırmızı bir ışığı vardı ondan çok çok korkardım. karanlığın içinde biri beni izliyormuş gibi gelirdi. bu da pek değişmemiş galiba, odamda böyle bir ışık varsa hala rahatsız olurum.
devamını gör...
motokurye terörü
yazar arkadaşın biraz offansive bir şekilde anlattığını düşünsem de hak verdiğim başlık.
özellikle trafikte sağ tarafımı sık sık kontrol eder oldum 4 yıldır. nerden geçecekleri belli olmuyor birine çarpacak mıyım, yoksa gelip o bana mı çarpacak, asfalta çıkartma mı olacak acaba kan parası da öder miyim bir d*l israfı için diye düşünmekten saçlarım dökülür oldu.
özellikle trafikte sağ tarafımı sık sık kontrol eder oldum 4 yıldır. nerden geçecekleri belli olmuyor birine çarpacak mıyım, yoksa gelip o bana mı çarpacak, asfalta çıkartma mı olacak acaba kan parası da öder miyim bir d*l israfı için diye düşünmekten saçlarım dökülür oldu.
devamını gör...
çaylak yazarların yakasından düşülsün kampanyası
akışta takılan bir birey olduğumdan dakikada 2 tane çaylak yazarların omuzlarını pat patlayıp 'daha büyüyecek amcası' tavrında, 3 tane de 'çaylaklardan nefret ediyorum abiiee' minvalinde başlık gördüğüm için başlattığım kampanyamsı başlıktır, düşün şu çaylak yazarların yakasından be
devamını gör...
