bak güzel kardeşim,

ben şu anda andromeda galaksisi quasaris sistemi nebula-xc gezegeninde yaşama tutunmaya çalışan son terran kolonisine bağlı, üzerine zimmetli fusion entegre yıldız gemisi eternalrevenge'i kullanmakta olan gariban bir warp operatörüyüm. yıllardır terran birliği olarak birleşen insan uygarlığının sonunu getiren felaketlerin kökeni olan vakayı bulmaya çalışan fizikçilerimiz ve kuantum bilgisayarlarımızın hesaplamalarının sonucu yüzyıllar önce senin burada açtığın bu *****sonik başlıklar olduğu ortaya çıktı. açtığın bu ****** gibi başlıkların insan kollektif bilincinde yarattığı kelebek etkisi; kaos teorisi ve kuantum alan teorisi denklemlerinin bütünleşmiş sonucuna göre bugün insan uygarlığının tüm birikimleri ve kazanımlarının, yarattığımız, icat ettiğimiz herşey, deneyimlerimiz ve tüm güzelliklerimizin bir daha geri gelmemecesine yok olup gitmesine, milyonlarca yıllık evrimin harikası insan soyunun tükenmesine yol açtığı ortaya çıktı ve oğlum 26 yaşında intihar etti.
son 31.4 ışıkyılı kala warp motorumuzun graviton emisyonlu zero point enerji stabilitörlerindeki arıza sebebiyle de ışık hızı üstüne çıkamadan yol alıyoruz. saryojenik hibernasyon tankındaki on yıllar süren kış uykumdan yeni uyandım. senin yüzünden gençliğimin baharını zalım uzay boşluklarında heder ettim. şu an gemide tam tekmil power armorları, plazma ve gauss tüfekleriyle silahlanmış transhuman mangasıyla birlikte senin uzay-zaman koordinatlarına doğru yol alıyoruz. seni de peçeteci olarak başlarına dikip sonsuz bir timeloop zone içine hapsedeceğiz. bekle bizi lan
devamını gör...

(bkz: ekmek almaya ben giderim.)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kafasozluk.com/entry/274870 şu tanımımda yazdığım tutkulu şiirde de görülebilecek üzere başıma gelmiş korkunç durumdur. ah yoldaş, sarhoş ettin beni güzelliğinle. elbet bir gün biz de kavuşacağız, admin olsan da...
devamını gör...

sen öylesin diye herkes senin gibi olmak zorunda mı.
devamını gör...

but the raven, sitting lonely on the placid bust, spoke only
that one word, as if his soul in that one word he did outpour.
nothing further then he uttered- not a feather then he fluttered-
till ı scarcely more than muttered, "other friends have flown before-
on the morrow he will leave me, as my hopes have flown before."
then the bird said, "nevermore."

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

brüt maaşınız 4000₺ olsun. %15 sgk kesintisi 3400₺ kaldı. %15 de gelir vergisi. kaldı mı 2890₺ yani maaşınızı çekmeden kafadan 1110₺ vergiye gitti. e bitti mi? harcamayacak mıyız parayı? %30'unu da dolaylı yollardan -zorunlu ihtiyaçlar, mutfak, çikolata, ekmek falan- vergiye vereceksiniz. 2,890₺ den düşün %30'u da. kaç kaldı? 2023? hedef 2023!
devamını gör...

türk edebiyatında bulunmayan bir felsefi konu. le mythe du bon sauvage; yabani insanı, insanın doğal halini yüceltmeye dayanır. orijinali fransızca olan bu konsept, türkçeye “asil yaban”, “iyi yaban” gibi çevrilebilir.

bon sauvage; ilk kez coğrafi keşifler sayesinde avrupa medeniyetlerinin, amerikalar’da medeni olmayan toplumlar ile karşılaşmasıyla ortaya çıkmıştır. bu toplumlar; inka, aztek, maya medeniyetleri ile karıştırılmamalı. bahsedilen toplumlar, halen kabile hayatı süren, yabanda yaşayan karayipler’de ve güney amerika’da bulunan halkalardır.

bon sauvage konseptinin kökenini montaigne’e atfedilebilir. montaigne'nin denemeler eserinde, brezilya’daki yamyam toplumlar üzerine birkaç bölüm bulunur. montaigne, yamyam halkların geleneklerinin ve ahlaki değerlerinin farklı olduğundan dolayı avrupani bakış açısı ile eleştirilemeyeceklerini söyler. bu düşünce ayni zamanda kültürel görelilik prensibinin de kökenidir. ancak montaigne daha da ileri gidip örnek gösterdiği tupinamba kabilesinin bazı özelliklerini övüyor. mesela doğa ile iç içe yaşamaları ve pasif bir halk olmaları. montaigne, okuyucuyu bu kabilelere yapılan "barbar" tanımını sorgulamaya itiyor. montaigne'a göre gerçek barbar avrupalılar. bu kabilelerinin barbar olduğunu iddia ederken, diğer taraftan savunmasız ve barışçıl olan bu toplumları tanrı ve altın adına katleden, köleleştiren avrupalılar.

amma velâkin montaigne'in temellerini attığı "le mythe du bon sauvage", ancak aydınlanma çağında yani 18. yüzyılda gerçek anlamda bir tartışma konusu haline geliyor. "bon sauvage" denildiğinde de, zaten aydınlanma çağı filozoflarının düşünceleri kastediliyor. bon sauvage fikrinin en büyük savunucusu jean-jacques rousseau. insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve temelleri üzerine adli eserinde (su tanımda da (#480401) bahsettiğim gibi); insanın doğal halinde, fiziki hariç bir eşitsizliğin bulunmadığını ve eşitsizliklerin medeniyetlerin gelişmesi ile arttığını söylüyor. rousseau'ya göre doğa durumunda insan çok daha mutlu çünkü doğa durumunda, kaynaklar herkese yetiyor ve insanların sadece azami bir derecede çalışması gerekiyor. ancak günümüz toplumlarında, bir kesimin kaynakların çoğunu elinde tutmasından dolayı halkın büyük bir kısmının doğal olandan daha fazla çalışması gerekiyor. rousseau, doğayı ve ilkel bir doğa durumunu, mutluluk ile özdeşleştiriyor. bunun, "cahillik mutluluktur" ile bir alakası yok. tersine rousseau, doğa durumunda bulunan insanın daha özgür olduğunu düşünüyor. doğa durumunda, insan ihtiyaçlarını kolayca karşılayabiliyor. kendisini domine eden kral, aristokrasi gibi bir kurum bulunmuyor ve herkesin sahip olduğu şeyler aynı olduğundan, insanlar barış içinde yasıyor.

"bu ne saçmalık" demeden önce bir düşünün: rousseau, bunları yazarken muhtemelen karayiplerde, brezilya'da ve kuzey amerika'da yaşayan, o dönemde yeni keşfedilmiş toplumları örnek alıyor. bu toplumlar arasında hayat koşulları çok zor olan toplumlar var ancak onun tersine avrupalılar gelene kadar barış içinde yaşayan, daha metalürjiyi ya da modern tıbbı keşfetmemiş ancak buna ihtiyacı olmayan çünkü elini attığı yerde tropik meyveler bulan toplumlarda var. 1770'lerde polinezya'nın keşfi ile bu örnekler daha da artıyor.

tabii rousseau'nun bu fikrine karşı çıkanlar da var. voltaire'in rousseau'nun eserine cevap vermesi ile ikili arasında, fransıedebiyat tarihine girecek bir rekabet başlıyor. voltaire, modern insanın doğada yaşayamayacağını, günümüz koşullarının doğa durumundan çok daha rahat olduğunu ve modern tıbbın insanın ömrünü ne kadar uzattığını söylüyor. ikili arasındaki tartışma, voltaire'in "o zaman hayvan olalım, bunu mu istiyorsun ?" demesine kadar gidiyor. hangi tarafın haklı olduğu kişiden kişiye değişir: rousseau, doğanın erdemini ve saf, temiz, hakiki bir mutluluğu savunurken, voltaire, gelişimin erdemini ve medeniyetin yararlarını savunuyor.

son olarak, aydınlanma çağında başka bir filozof daha "bon sauvage" konusunda değiniyor: diderot. diderot'nun bakış açısı, aslına bakarsanız, montaigne'e benziyor. diderot, konuyu kültürel görelilik konsepti ile inceliyor. supplement au voyage de bougainville adlı parodi eserinde diderot, ilk dünya turu yapan fransızın (bougainville) anılarını yayınladığı kitaba bir parodi yazıyor. bougainville, polinezya'yı keşfeden navigatör ve polinezya'ya ilk vardığında, tahiti'ye fransız kralı adına el koyuyor. diderot ise kitabında, bougainville ve mürettabatının yerlilerle aralarında geçenler üzerine bir parodi yazıyor. ilk bakışta, diderot yerlileri övüyormuş ve rousseau ile aynı görüşe sahipmiş gibi gözüküyor. adadaki cinsel özgürlük, uygun iklim koşulları ve yerlilerin tropik meyveler sayesinde neredeyse hiç çalışmadan hayatlarını devam ettirmeleri, bougainville'in mürettebatını ayartıyor. ayrıca diderot, bougainville'i gerizekalı bir öküz gibi resmederken, adadaki kabile reisini gerçek bir bilge gibi gösteriyor. ancak diderot anlatmak istediği şu: adadaki yabani hayat koşulları kimisine ilkel ve cahil gibi gözükürken, kimisine ideal ve mutlak mutluluğun kaynağı gibi gözüküyor. lakin, adadaki hayat ne kadar güzel gözükse de, bize uygun değil. bizim, doğup büyüdüğümüz koşullar çok farklı. aynı nedenden dolayı, bu kabileleri ilkel olarak eleştirmek de anlamsız. çünkü bu insanlar, kendi koşullarında mutluluğu ve barışı bulmuş insanlar. sana ilkel ve barbar gelen şey, onlar için normalken, senin bazı davranışların da onlara barbar ve ilkel gözükebilir.

diderot'nun anlatmak istediği aslında, dünya üzerinde birbirinden üstün ya da alçak toplumların bulunmadığı. farklı toplumların yaşam şekilleri farklı olabilir ancak bu, bu toplumların birbirinden üstün ya da alçak olduğu anlamına gelmez. insan, doğup büyüdüğü topluma benzer olacaktır ve kendi hayatını devam ettirmesine en uygun olan koşulları, bu medeniyet sağlayacaktır. yani, kendisinden farklı bir şekilde yaşadığı için avrupalıların bu kabileleri eleştirmeleri anlamsız. lakin, diğer taraftan bu kabileleri idealize etmeleri de anlamsız çünkü kendisinin yaşayamayacağı koşullarda yaşamaktalar.
devamını gör...

''uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin.''
devamını gör...

akp'li nurettin canikli'nin 20 maddeyle verdiği yanıt.
en evvela belirtmek gerekiyor ki, bu cevap 128 milyar doların artık olması gerektiği yerde olmadığının itirafı, kanıtı.

bakın soru çok açık: 128 milyar dolar nereye gitti, kime gitti, vurgunu kim vurdu, milyarları kim götürdü, listeyi niye gizliyorsunuz, bu dövizi kime sattınız, kime sağladınız bu avantajları?

el cevap özetle: - 36 milyar doları ile altın ithal edilmiştir ve bu altınlar cumhuriyet altını, bilezik ve benzeri yatırım aracı olarak türk halkının evindedir.
- 75 milyar doları türkiye’deki bankalarda gerçek ve tüzel kişilerin hesaplarında durmaktadır.
vb. laf kalabalığı

yukarıdaki soruya yukarıdaki yanıtı vermek ya türkçede ya da olayın algılanmasında sorun olduğu göstergesidir.

özetin özeti:
soru: 128 milyar dolar nereye gitti, kime gitti, vurgunu kim vurdu, milyarları kim götürdü?
yanıt: türkiye’deki bankalarda gerçek ve tüzel kişilerin hesaplarında.

başka sözüm yok.

detay .
devamını gör...

islam her türlü ashabiyet duygusunu reddeder. konyalilar, beşiktaşlılar, türkler, avukatlar , kadınlar, erkekler vs. tüm genellemelerin insanlari ayristiracagina bölüp parcalayacagina inanır. islamiyet kadını ne yerin dibine sokup çocuk doğurma makinesi yapmıştır ne de baş tacı edip pamuklara sarıp sarmalamistir. islamiyet kişi bazında bakar, sevap ve günahı kadın ya da erkek olmana göre ayırmaz.
eğer islamiyet cinsiyete göre bakıp kadını asagiliyor olsaydı regl ve lohusalık dönemlerinde de ibadet zorunluluğu verir, cihada katılması istenir, mehir hakkı vermez,ipek ve altını erkeğe de helal kılardı.
erkeğe görev olarak verilenler kadınlara da farz kılınsaydı o zaman islamiyet'in adalet adı altinda
kadına zulüm ettiginden bahsedebilirdik. sosyal hayatta ise islam'da kadının yerine bakmak isteyenler hz. hatice ve hz. ayşe'yi inceleyebilirler.
düzeltme: çok uzun yazdigimi söyleyen yazar arkadaşıma teşekkür ederim. bir miktar kisalttim. bu bile pek çok tanıma göre uzun oldu.
devamını gör...

pilavı çatalla yiyebilenlerin olduğunu öğrendiğimiz müthiş başlık.

bundan sonra uzaylılar gelmedi bik bik demeyin alüminyum. adamlar çoktan tr'ye iniş yapmış ve üstüne bir de pilav yiyorlar...
devamını gör...

çirkinleşmeden tartışabiliyorsanız,
hatalarınızı yüzünüze vurmuyorsa,
sizi herhangi bir konuda herhangi bir sebeple güvensiz hissettirmiyorsa,
sevginizi gösterme şekilleriniz ikinizi de tatmin ediyorsa,
tüm kusırlarınızla birbirinizi seviyorsanız,
birbirinizin saygısını kazanmışsanız,
beraber eğleniyorsanız,
birlikteliğinizin başlangıcından beri hayatınız bir şekilde daha huzurlu, daha neşeli, daha güzelse,
tebrikler! bölüm sonu canavarı dahil tüm canavarları yendiniz.
(bkz: mutluluklar)
(bkz: çok yakışıyorsunuz)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

küfretmeyince ölecek hastalığı.
devamını gör...

(bkz: big brother is watching you)

buradaki big brother'in kim olduğu zamana ve ülkeye göre değişir. bazen tek bir kişiyi, bazen bütün bir sistemi hedef alır.
devamını gör...

annemin profesyonel olduğu alan.
allah'tan tutmuyor ettikleri.
annem negatif seviyor olabilir ya da allah onu ciddiye almıyor.
canım annem seni seviyorum, diyorum başlıyor.
ben senle eğlenmiyorum kız, seviyorum seni diyorum devam ediyor.
ilâhi kadın diyorum, allah seni affetsin diyorum, obbbs beddualar dönüşüyor.
o an, kendimi ışın kılıcı olan bir kahraman gibi hissediyorum.
devamını gör...

hemen her gün özellikle haber kanallarında muhabirler soluk soluğa pazara girip pazarcılarla konuşuyorlar. bu durum canlı yayında bizlere aktarılıyor. pazarcılar tarafından fiyatların normal olduğu söyleniyor. sonra pazara gelen bir hanımefendi her şeyin aşırı pahalandığını anlatıyor. bir yaşlı teyze sürekli şikâyet ediyor. iyi de bu haber niye yapılıyor?
devamını gör...

hayatı boyunca, zafer, hakikat, medeniyet, halkçı, ankara, telgraf, devrim ve adalet gazetelerinde polis muhabirliği, istihbarat şefliği, yazı işleri müdürlüğü, fıkra yazarlığı, ankara halkevi bünyesindeki kültür ve sanat şubesinin yöneticiliği ve ulus gazetesinde muhabirlik gibi birbirinden farklı birçok görev almış olan, 1921 - 2004 yılları arasında yaşamış şair.

soyuer'in 200'den fazla şiiri bestelendi ve şiirleri birçok yabancı dile çevrildi.

benim en sevdiğim şiiri:


sen

sen sonsuz ufukların dile gelen meltemi
sen, renklerin üstünde kaynaştığı manzara
sen gönül kafesine demir atan ilk gemi,
sen, bağrımda açılıp kapanmayan ilk yara
unutmak istesem de bu benim elimde mi?

yağmur ol damla damla arık toprağıma ak,
yatıştır içimdeki hırçınlaşan denizi
sen, bahtımın burcunda dalgalanan ilk bayrak,
sen, ıssız yollarımın kaybolmayan ilk izi,
kendini görmek için göz bebeklerime bak

bırak gezeyim köy köy, sorayım şehir şehir,
benim için de olsun bugünün dünden farkı
sen, gönül kitabından okuduğum ilk şiir,
sen, bahar rüzgarından dinlediğim ilk şarkı
geceler bir damla yaş, günler bir damla zehir

bunca yıl sabrederek boyun eğdim kadere,
söyle, kavuşacağım günler pek çok mu uzak?
sen, ruhumu suyunda yıkadığım ilk dere,
sen, gönlümün tutulup çırpındığı ilk tuzak
gitsin mi bunca emek bunca dilek boş yere

göster bakışlarını zaman zaman ve yer yer
gönlüm intizardadır senden gelecek emre
sen, bağrıma saplanan merhametsiz ilk hançer
sen, gönül toprağına gelip düşen ilk cemre
bunalan içerime bir parça teselli ver

bu sert rüzgar başımdan hep böyle mi esecek,
hep böyle mi saracak varlığımı bu diyar
sen, bir bahar sabahı kokladığım ilk çiçek
sen, ömrümün kışında gülümseyen ilk bahar,
ne derin bir acı duy, ne sonsuz bir keder çek

oydum gönül dalına adını hece hece,
gel de gör can evime işledi uykusuzluk
sen, aklımı peşinde sürüyen ilk düşünce
sen, bütün varlığımda duyduğum ilk susuzluk
neyim var senden güzel, neyim var senden önce

ne olur üstüme dök bütün sıcaklığını,
başımı saran sisi hem parçala hem dağıt
sen, ömrümün yolunda gıcırdayan ilk kağnı
sen, üstüne derdimi işlediğim ilk kağıt
eyleme hislerimi bir avuç kül yığını

sen, sonsuz ufukların dile gelen meltemi
sen, renklerin üstünde kaynaştığı manzara
sen, gönül körfezine demir atan ilk gemi
sen, bağrımda açılıp kapanmayan ilk yara
yıllar geçse de seni unutmak hiç elde mi?
devamını gör...

ileri, çok ileri ya da total işitme kaybı* olan kişilerde koklea denen duyma organına elektrot yerleştirilerek, sesin elektrik enerjisine çevrilmesini sağlayan tıbbi cihaz.

bu kişiler duymayı yeniden öğrenirler. sizin önceden "elma" olarak duyduğunuz ses, implantasyon sonrası "ıııgıkl" gibi gelebilir mesela. o yüzden ciddi bir rehabilitasyon sürecinden geçerler bu kişiler. tabii sonrasında sen, ben gibi duyarlar, müzik aleti çalarlar, hayatlarını güzelce idame ettirebilirler. ameliyatı kulak burun boğaz hekimi tarafından yapılır, riskleri elbette vardır ama oldukça azdır; ameliyat boyunca ve ameliyat sonrası çeşitli kontroller odyolog tarafından sağlanır.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim