nietzsche ağladığında
viyana'nın on dokuzuncu yüzyılında, henüz psikanalizin tohumları serpiştirilmişken dönemin önemli isimlerinden üç kişi, yazarın kalemi tarafından kırılan gerçekliğin, belki de bir paralel evrenin yansımasında karşılıyor bizi; friedrich nietzsche, josef breuer ve sigmund freud.
nietzche, hemen hemen kimsece tanınmayan ancak iki kitabı yayımlanmış bir filozof. ihaneti tatmış ve yalnızlığın kendi seçimi olduğunu söylüyor. tanrı'yı öldürmüş, düşünmesini sağladığını iddia ettiği için bedensel acılarını sahiplenmiş. ümitsiz. "ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır." diyor.
günün birinde nizetsche genç bir şaire aşık olur: lou andreas salome. erkeklerin başını döndüren bu kadın, geleneksel düşünceleri ve toplumun değer yargılarını kabullenmez. kişinin kendi doğrularına göre yaşaması gerektiğini savunur, ciddi ilişkilerden sakınır. ve nizetsche'nin evlilik teklifini de red eder.
böylece lou salome, nizetsche'den ardı arkası kesilmeyen nefret mektupları almaya başlar ve büyük bir endişeye kapılarak, viyana'nın ünlü doktoru josef breuer'e bir not göndermek zorunda kalır. ondan nizetsche'yi iyileştirmesini ister ama iyileştirmesini istediği şey, nietzsche'nin görme kaybı ya da acıdan kıvranmasına sebep olan migreni değil, onu ölüme sürüklemekte olan ümitsizliğidir; çünkü nietzsche, lou salome'a yazdığı son mektuplarda intihar fikrinden bahsetmektedir.
josef breuer, hayatında birçok şeye sahip olmuş, yetenekli ve saygın bir doktor olmasının yanı sıra gelecek kaygısı, yaşlanma ve sıkıcı bir hayata mahkum olma korkuları ile baş etmeye çalışmaktadır. notun sahibi olan son derece genç ve güzel salome'yle buluşan doktor, onun isteğini geri çeviremez. o sıralarda hasta-doktor ilişkisinde aşırıya kaçtığı için mesleğini ve evliliğini mahvetmekten kıl payı kurtulan breuer, salome'nin güzelliği karşısında bertha, eski hastası, hayallerinden tamamen kurtulabilmeyi ummaktadır. tabii, olaylar bizi çok farklı noktalara, içinden çıkılmaz sorgulamalara doğru sürüklemektedir.
nietzsche, insan ilişkilerini bir tür güç mücadelesi olarak görüyor ki güce yüklediği anlamlar bir noktada korkutucu olmaya başlıyor. insanların kendisine yapacağı hiçbir iyiliği kabul etmiyor, bunun kendisini zayıf göstereceğini düşünüyor. bu dışa kapalı tavır onu kendi dünyasında bile kendi ile arasına duvarlar örmesine sebep oluyor. ancak bir başkası ondan bunları isteyecek olduğunda her şey tersine dönüyor, yardım etmeyi, kendi bilgi birikimiyle karşısındaki insana yardımcı olmayı kabul ediyor. insanlar karşısında oluşturduğu o büyüklenme halini seviyor.
kitapta anlatılan köprü hikayesi de bununla ilgili. köprünün iki ucundaki iki arkadaştan biri, diğerinin yanına gitmek istiyor. tam köprüye adım atacakken diğeri köprüyü geçip yanına gelmesini istediğini söylediği anda o eylem artık bir istek olmaktan çıkıp bir boyun eğmeye, itaate dönüşüyor nietzsche'nin gözünde. işte bu nedenle bir topluluğa, bir eve ait olmanın özlemini çekiyor olsa da kendi duvarlarından ötesini göremiyor.
bir şekilde breuer ile birlikte ortak bir yol buluyorlar ve böylece bu iki adam konuştukça aynı zamana hayatlarında gerçekle ilgisi olmayan şeyleri ve bunların sebep olduğu yanılsamaları fark etmeye, bir anlamda kendi duygularının kaynağına inmeye başlıyorlar.
breuer; "sanki göklerdeki birileri bana bir oyun oynuyor, sanki bütün hayatım boyunca yanlış melodiyle dans edip durmuşum." derken, nietzsche; "bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum." diyor. farklı yaşamlardan ortak sorunlarda birleşiyorlar. yaşanabilecek sadece bir hayata sahip olunduğunu düşünüldüğünde orta yaşları geçmiş bir insan için bu düşünceler ölüm gibi olsa gerek.
nefes alıp vermek gibi hayatta karşılaştığımız olaylara anlamlar yükler, sonra o anlamları onlardan geri alır ve yeni anlamlar vererek devam ederiz. kararlar verir ve sonuçlarına katlanırız. ve tüm bunların sonunda pişmansak ne yapabiliriz ki? "amor fati" diyor nietzsche. amor fati, böyle oldu'yu 'böyle istedim'e.dönüştürme işine verilen isimmiş. sözün kısası, kaderini sev. bir insan hayatını ne kadar çok benimserse sonuçtan memnun kalınmasa da pişmanlık duyulmayacaktır bu düşünceye göre.
kitabın sonunda, her ne kadar doktorunun bir tek "dostum" sözü üzerine gözyaşlarına boğulmuş olsa da friedrich nietzsche, yalnızlığı, insanların onu ittiği bir kuyu olmaktan çıkartıp, bir tercih haline getiriyor ve oradan ayrılıyor; "bağımsızlık ne güzel! kırk yıl, durgun bir havuzda kaldım. sonunda, en sonunda bu yaşlı adam ev temizliğine karar verdi! ah, daha önce çok kaçmak istedim! ama hiçbir çıkış yolu yoktu -ta ki o viyanalı doktor gelip de paslı kapıları açana kadar."
insan son sayfayı çevirip kitap kapağını kapattığında sadece iyi vakit geçirdiğini değil, okuduğu süre boyunca düşündüğünü de hissediyor. nietzsche ve breuer'un konuşma seanslarında okur olarak kendinizi bir anda sohbetin bir parçası gibi hissetmeye başlıyorsunuz. ve bir de sigmund freud var. günün sonunda, breuer ile freud buluşmaları ve yapmaya çalıştıkları analizlerle olayların farklı bakış açılarından tekrar tekrar gözler önüne serilmesini sabırsızlıkla bekliyorsunuz.
nietzche ve breuer hayatı, ölümü, ümidi ve yalnızlığı sorgularken siz de kendi yaşamınızı sorguluyorsunuz.
nietzche, hemen hemen kimsece tanınmayan ancak iki kitabı yayımlanmış bir filozof. ihaneti tatmış ve yalnızlığın kendi seçimi olduğunu söylüyor. tanrı'yı öldürmüş, düşünmesini sağladığını iddia ettiği için bedensel acılarını sahiplenmiş. ümitsiz. "ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır." diyor.
günün birinde nizetsche genç bir şaire aşık olur: lou andreas salome. erkeklerin başını döndüren bu kadın, geleneksel düşünceleri ve toplumun değer yargılarını kabullenmez. kişinin kendi doğrularına göre yaşaması gerektiğini savunur, ciddi ilişkilerden sakınır. ve nizetsche'nin evlilik teklifini de red eder.
böylece lou salome, nizetsche'den ardı arkası kesilmeyen nefret mektupları almaya başlar ve büyük bir endişeye kapılarak, viyana'nın ünlü doktoru josef breuer'e bir not göndermek zorunda kalır. ondan nizetsche'yi iyileştirmesini ister ama iyileştirmesini istediği şey, nietzsche'nin görme kaybı ya da acıdan kıvranmasına sebep olan migreni değil, onu ölüme sürüklemekte olan ümitsizliğidir; çünkü nietzsche, lou salome'a yazdığı son mektuplarda intihar fikrinden bahsetmektedir.
josef breuer, hayatında birçok şeye sahip olmuş, yetenekli ve saygın bir doktor olmasının yanı sıra gelecek kaygısı, yaşlanma ve sıkıcı bir hayata mahkum olma korkuları ile baş etmeye çalışmaktadır. notun sahibi olan son derece genç ve güzel salome'yle buluşan doktor, onun isteğini geri çeviremez. o sıralarda hasta-doktor ilişkisinde aşırıya kaçtığı için mesleğini ve evliliğini mahvetmekten kıl payı kurtulan breuer, salome'nin güzelliği karşısında bertha, eski hastası, hayallerinden tamamen kurtulabilmeyi ummaktadır. tabii, olaylar bizi çok farklı noktalara, içinden çıkılmaz sorgulamalara doğru sürüklemektedir.
nietzsche, insan ilişkilerini bir tür güç mücadelesi olarak görüyor ki güce yüklediği anlamlar bir noktada korkutucu olmaya başlıyor. insanların kendisine yapacağı hiçbir iyiliği kabul etmiyor, bunun kendisini zayıf göstereceğini düşünüyor. bu dışa kapalı tavır onu kendi dünyasında bile kendi ile arasına duvarlar örmesine sebep oluyor. ancak bir başkası ondan bunları isteyecek olduğunda her şey tersine dönüyor, yardım etmeyi, kendi bilgi birikimiyle karşısındaki insana yardımcı olmayı kabul ediyor. insanlar karşısında oluşturduğu o büyüklenme halini seviyor.
kitapta anlatılan köprü hikayesi de bununla ilgili. köprünün iki ucundaki iki arkadaştan biri, diğerinin yanına gitmek istiyor. tam köprüye adım atacakken diğeri köprüyü geçip yanına gelmesini istediğini söylediği anda o eylem artık bir istek olmaktan çıkıp bir boyun eğmeye, itaate dönüşüyor nietzsche'nin gözünde. işte bu nedenle bir topluluğa, bir eve ait olmanın özlemini çekiyor olsa da kendi duvarlarından ötesini göremiyor.
bir şekilde breuer ile birlikte ortak bir yol buluyorlar ve böylece bu iki adam konuştukça aynı zamana hayatlarında gerçekle ilgisi olmayan şeyleri ve bunların sebep olduğu yanılsamaları fark etmeye, bir anlamda kendi duygularının kaynağına inmeye başlıyorlar.
breuer; "sanki göklerdeki birileri bana bir oyun oynuyor, sanki bütün hayatım boyunca yanlış melodiyle dans edip durmuşum." derken, nietzsche; "bazen yaşamın o kadar içini görebiliyorum ki birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum." diyor. farklı yaşamlardan ortak sorunlarda birleşiyorlar. yaşanabilecek sadece bir hayata sahip olunduğunu düşünüldüğünde orta yaşları geçmiş bir insan için bu düşünceler ölüm gibi olsa gerek.
nefes alıp vermek gibi hayatta karşılaştığımız olaylara anlamlar yükler, sonra o anlamları onlardan geri alır ve yeni anlamlar vererek devam ederiz. kararlar verir ve sonuçlarına katlanırız. ve tüm bunların sonunda pişmansak ne yapabiliriz ki? "amor fati" diyor nietzsche. amor fati, böyle oldu'yu 'böyle istedim'e.dönüştürme işine verilen isimmiş. sözün kısası, kaderini sev. bir insan hayatını ne kadar çok benimserse sonuçtan memnun kalınmasa da pişmanlık duyulmayacaktır bu düşünceye göre.
kitabın sonunda, her ne kadar doktorunun bir tek "dostum" sözü üzerine gözyaşlarına boğulmuş olsa da friedrich nietzsche, yalnızlığı, insanların onu ittiği bir kuyu olmaktan çıkartıp, bir tercih haline getiriyor ve oradan ayrılıyor; "bağımsızlık ne güzel! kırk yıl, durgun bir havuzda kaldım. sonunda, en sonunda bu yaşlı adam ev temizliğine karar verdi! ah, daha önce çok kaçmak istedim! ama hiçbir çıkış yolu yoktu -ta ki o viyanalı doktor gelip de paslı kapıları açana kadar."
insan son sayfayı çevirip kitap kapağını kapattığında sadece iyi vakit geçirdiğini değil, okuduğu süre boyunca düşündüğünü de hissediyor. nietzsche ve breuer'un konuşma seanslarında okur olarak kendinizi bir anda sohbetin bir parçası gibi hissetmeye başlıyorsunuz. ve bir de sigmund freud var. günün sonunda, breuer ile freud buluşmaları ve yapmaya çalıştıkları analizlerle olayların farklı bakış açılarından tekrar tekrar gözler önüne serilmesini sabırsızlıkla bekliyorsunuz.
nietzche ve breuer hayatı, ölümü, ümidi ve yalnızlığı sorgularken siz de kendi yaşamınızı sorguluyorsunuz.
devamını gör...
yayvan
(bkz: umut_yazar) isimli yazar arkadaşımızın ukdesi.
sözlükte ''eni boyundan uzun ve derinliği az olan, derinliği az ve geniş.'' anlamına gelen sözcüktür.
sözlükte ''eni boyundan uzun ve derinliği az olan, derinliği az ve geniş.'' anlamına gelen sözcüktür.
devamını gör...
vay anam vay neler dönmüş serhat ya
devamını gör...
olgunluk belirtileri
devamını gör...
dünyanın en değerli şeyi
zaman değil mutluluktur. ölene kadar mutsuz yaşayacaksam, geçirdiğim zamanın ne önemi var.
devamını gör...
rus keman ekolü
macar asıllı kemancı leopold von auer ile temelleri atılan ekol. st. petersburg'da ortaya çıktığı için bir süre st. petersburg ekolü de denmiş. zira o dönemde moskova'da da ayrı bir ekol varmış.
fransız keman ekolünden gelen henryk wieniawski de bu ekole katkıda bulunmuş. ama rus ekolünün babası auer kabul edilmekte. üstelik yaptığı tek iş de "şunu şöyle yap, bunu böyle yap" demek. ekolün yazılı temeli olarak alınabilecek pek bir işi yok. kitaplarında da daha çok öneriler sunuyor zaten. yine de önerileri üzerine koca bir ekol inşa edilmiş.
ekolün ikinci önemli ismi piotr solomonvitch. 1898'de odessa'ya taşınmış ve 1911'de burada bir okul açmış. işçi ailelerini ziyaret edip yetenekli çocukları keşfetmeye çalışmış ve uygun gördüklerini okulunda eğitmeye başlamış.
solomonovitch de auer gibi öğrencilerini çok sıkmamış. sadece çalışları hakkında önerilerde bulunmuş.
sovyet devriminden sonra solomonovitch'in çalışmaları sscb tarafından ilgiyle izlenmiş ve solomonovitch'in eğitim metodolojisi propaganda amaçlı kullanılmış. bir üstüne solomonovitch'in öğrencileri 1937'de brüksel'deki bir uluslararası yarışmayı domine edince sovyet yönetimi daha da bir aşka gelmiş. böylece küçük çocuklar için müzik okulları projelerine büyük miktarda bütçeler ayrılmış. neticede bu tür işler "bakın sovyet sistemi diğerlerinden ne kadar üstün. sovyetler'den selam, kapitalistler ölsün" demek için yapılıyor. ha aya gitmişsin, ha müzik yarışmalarını domine etmişsin. ikisi de aynı önemde. zaten 1930-1990 arası arada martha argerich gibi hayvani yetenekler olmasa adamlar kimseye piyano bile çaldırmayacak.*
sscb ile keman öğretimi biraz daha bilimsel hala getirilmeye çalışılıyor. örneğin öğrenciye "sol el ne işe yarar?" diye sorulup cevap bekleniyor ve soru-cevap üzerinden bir ders işleniyor ki bu metodu benim keman hocam da kullanıyor, o da rus ekolünden yetiştiği için.
bu ekolün güzel yanı, vücudu hiç yormaması. gerçekten hiç ara vermeden 1-2 saat çalışmanız mümkün. sadece başınız ağrıyabiliyor, sürekli aynı sesleri çalışmaktan. * ama kol ağrısı falan hiç çekmiyorsunuz.
kemana başlarken de doğrudan keman çalınarak başlanıyor. yani öyle "1 ay yay çekeyim, sonra kemana bant yapıştırayım öyle çalayım" mantığı pek yok bu ekolde. "kervan yolda düzülür" deyip daha ilk dersten bir şeyler çaldırtıyor bu ekolün hocaları.
tabii benim gibi mükemmeliyetçi, çaldığım ses düzgün çıksın tarzı insanları ağlatıyor bu sebeple. siz içinizden "entonasyon..." deyip ağlıyorsunuz, hocanız "s*** et çal sen" diyor. belki de amaç gerçekten budur bilemeyeceğim. yani öğrenciyi "bu ne lan b** gibi çalıyorum. eve gidip entonasyon çalışayım" demeye itiyordur belki de bu okul. belki de diğer ekoller gibi olsa "kemanda ne var ya, 50 tane şarkı çalıyorum" diyebilir öğrenci neticede. sonuçta bant falan var. notanın çalındığı yer belli.
neyse sonuçta tavsiyem, eğer keman öğrenecekseniz rus ekolünden gelen bir hocadan öğrenmeniz yönünde. sizi ağlatıyor ama en azından düzgün şeyler öğreniyorsunuz, kas ağrısı falan çekmiyorsunuz. ağlasam da, strese girsem de, "öff lanet olsun bugün sadece 2 saat çalışabildim..." desem de rus keman ekolü ile tanıştığıma gayet memnun oldum diyebilirim.
fransız keman ekolünden gelen henryk wieniawski de bu ekole katkıda bulunmuş. ama rus ekolünün babası auer kabul edilmekte. üstelik yaptığı tek iş de "şunu şöyle yap, bunu böyle yap" demek. ekolün yazılı temeli olarak alınabilecek pek bir işi yok. kitaplarında da daha çok öneriler sunuyor zaten. yine de önerileri üzerine koca bir ekol inşa edilmiş.
ekolün ikinci önemli ismi piotr solomonvitch. 1898'de odessa'ya taşınmış ve 1911'de burada bir okul açmış. işçi ailelerini ziyaret edip yetenekli çocukları keşfetmeye çalışmış ve uygun gördüklerini okulunda eğitmeye başlamış.
solomonovitch de auer gibi öğrencilerini çok sıkmamış. sadece çalışları hakkında önerilerde bulunmuş.
sovyet devriminden sonra solomonovitch'in çalışmaları sscb tarafından ilgiyle izlenmiş ve solomonovitch'in eğitim metodolojisi propaganda amaçlı kullanılmış. bir üstüne solomonovitch'in öğrencileri 1937'de brüksel'deki bir uluslararası yarışmayı domine edince sovyet yönetimi daha da bir aşka gelmiş. böylece küçük çocuklar için müzik okulları projelerine büyük miktarda bütçeler ayrılmış. neticede bu tür işler "bakın sovyet sistemi diğerlerinden ne kadar üstün. sovyetler'den selam, kapitalistler ölsün" demek için yapılıyor. ha aya gitmişsin, ha müzik yarışmalarını domine etmişsin. ikisi de aynı önemde. zaten 1930-1990 arası arada martha argerich gibi hayvani yetenekler olmasa adamlar kimseye piyano bile çaldırmayacak.*
sscb ile keman öğretimi biraz daha bilimsel hala getirilmeye çalışılıyor. örneğin öğrenciye "sol el ne işe yarar?" diye sorulup cevap bekleniyor ve soru-cevap üzerinden bir ders işleniyor ki bu metodu benim keman hocam da kullanıyor, o da rus ekolünden yetiştiği için.
bu ekolün güzel yanı, vücudu hiç yormaması. gerçekten hiç ara vermeden 1-2 saat çalışmanız mümkün. sadece başınız ağrıyabiliyor, sürekli aynı sesleri çalışmaktan. * ama kol ağrısı falan hiç çekmiyorsunuz.
kemana başlarken de doğrudan keman çalınarak başlanıyor. yani öyle "1 ay yay çekeyim, sonra kemana bant yapıştırayım öyle çalayım" mantığı pek yok bu ekolde. "kervan yolda düzülür" deyip daha ilk dersten bir şeyler çaldırtıyor bu ekolün hocaları.
tabii benim gibi mükemmeliyetçi, çaldığım ses düzgün çıksın tarzı insanları ağlatıyor bu sebeple. siz içinizden "entonasyon..." deyip ağlıyorsunuz, hocanız "s*** et çal sen" diyor. belki de amaç gerçekten budur bilemeyeceğim. yani öğrenciyi "bu ne lan b** gibi çalıyorum. eve gidip entonasyon çalışayım" demeye itiyordur belki de bu okul. belki de diğer ekoller gibi olsa "kemanda ne var ya, 50 tane şarkı çalıyorum" diyebilir öğrenci neticede. sonuçta bant falan var. notanın çalındığı yer belli.
neyse sonuçta tavsiyem, eğer keman öğrenecekseniz rus ekolünden gelen bir hocadan öğrenmeniz yönünde. sizi ağlatıyor ama en azından düzgün şeyler öğreniyorsunuz, kas ağrısı falan çekmiyorsunuz. ağlasam da, strese girsem de, "öff lanet olsun bugün sadece 2 saat çalışabildim..." desem de rus keman ekolü ile tanıştığıma gayet memnun oldum diyebilirim.
devamını gör...
dünyanın en değerli şeyi
akıl sağlığıdır.
devamını gör...
yazarların liseyi bitirdiği sene
sitede baya bir dinozor varmış 2020 yazmaya utandım
devamını gör...
uyanış
kate chopin'in 1899'da yayımladığı, edna karakteri ile evlilik kurumunu eleştirdiği ve kadınların bastırılmış cinsel kimliklerini yansıttığı politik bir roman. edna bir kadın olarak bireyselleştirilen değil, evde çocukları ile şeker bekleyen çocuksu varlığa dönüştürülür erkek zihninde. dolayısıyla chopin, edna ile toplumun kalıplaşmış değer yargılarını yıkmak için radikal söylemler geliştirir.
ben uyanış'tan umduğumu bulamamıştım. daha derin ve anlamlı bir yolculuk bekliyordum. belki de beklememeliydim, dönemin feminist yazarlarının daha somut, daha siyasi, daha yüzeysel dertleri vardı belki de ve bunun için suçlanmamalıydılar. ama benim beklediğim, içinde olduğumuz şey bir hapisse, başka bir hapiste başka bir manzaraya bakarken özgürlük naraları atmamak, buna bir eleştiri getirebilmek. benim beklediğim, yolculuğun başında bir kadın, insan olmanın anlamına sahip çıkmayı gözardı etmeyen bir kadın, cinsiyet rolleri üzerinden düşünmenin kısıtlayıcılığının farkına varmış bir kadın.
devamını gör...
hazır başlık karışımı
mükemmel bir karışım. hatta power puff girl'lerin de bu karışımdan oluştuğu söyleniyor.
devamını gör...
öğretmenlerin yarım gün çalışıp 3 ay tatil yapması
kendi evladına 1 gün tahammül edemeyenlerin, birinin bir başkasının çocuklarına (1 sınıfta en az 10 çocuk) senenin yarısı tahammül edebildiği için açtığı haksız başlık.
devamını gör...
yeni evli evi
kuzenimin kaynanasının silip süpürüp topladığı evdir. bizim gelin accuk tembelcene, 3 sene oldu, hala anası yapıyor işleri. oh, günlük dedikodumu da yaptım, rahatladım.
ayrıca allah herkese böyle dondurucusu olan yeni gelin evi nasip etsin inşallah;

rütbeme yakışanı yapıp bundan sonra her yere foto koycam, daha fazla foto koycam. beni sizler yarattınız.
ekleme: rütbem gitti ama görsellere devam.
ayrıca allah herkese böyle dondurucusu olan yeni gelin evi nasip etsin inşallah;

rütbeme yakışanı yapıp bundan sonra her yere foto koycam, daha fazla foto koycam. beni sizler yarattınız.
ekleme: rütbem gitti ama görsellere devam.
devamını gör...
kadınların sevilmeyen davranışları
kullanıcı adından ötürü ciddiye alamıyorum bir daha söyle..
devamını gör...
atforvendetta
herr holz ve zartoşt denen pkklılara her zaman gereken cevabı vermiş yazardır. bu kendisini kürt düşmanı yapmaz. en fazla aleni biçimde pkk sempatizanlığı yapan vasıfsızlara gereken cevabı vermiş olur.
bu başlık altında bile hala pkk savunuculuğu yapmaya da devam ediyor herifler kafayı yersin ya. bu kadar olmaz.
bu başlık altında bile hala pkk savunuculuğu yapmaya da devam ediyor herifler kafayı yersin ya. bu kadar olmaz.
devamını gör...
black mirror be right back
dizinin 2.sezon 1.bölümü.
diziyi fırsat buldukça bölüm bölüm, kendi çapımda değerlendireceğim. en hüzünlü bölümlerinden biri de bu olsa gerek. dizinin her bölümünün sonunda bu hüznü bulabilirsiniz. teknoloji dünyasının oluşturduğu distopik bir dünya gösterir bize.
bu bölümde martha ve ash’in hikayesi var. ash evden çıkar ve eşine çıkarken bölüme de adını veren hemen döneceğini söyler. sonra martha, eşinin kaza geçirdiği ve öldüğü haberini alır. bundan sonrası spoiler.
martha, eşinin ölümüyle başa çıkmaktan zorlanınca, arkadaşı ona yeni bir uygulamadan bahseder. bu uygulamada, eşinin kullandığı tüm sosyal medya hesapları ve uygulamaları bir yapay zekaya aktarılacak ve bu uygulama ile eşiyle yine konuşma ihtimali doğacaktır. martha başta istemese de , acıyla baş etmekte zorlanınca bu uygulamayı dener. bu arada hamiledir martha. sonrasında da eşi kanlı canlı görünen bir robota aktarılır.
martha’nın gerçekle yüzleşmesini ve kabullenme evresini izliyoruz sonlarına doğru.
ilginç ve duygusal bir bölüm diyebilirim bu bölüm için. gerçekle yüzleşmek ne kadar zor olsa da, hayata devam edebilmek için gereken bu.
diziyi fırsat buldukça bölüm bölüm, kendi çapımda değerlendireceğim. en hüzünlü bölümlerinden biri de bu olsa gerek. dizinin her bölümünün sonunda bu hüznü bulabilirsiniz. teknoloji dünyasının oluşturduğu distopik bir dünya gösterir bize.
bu bölümde martha ve ash’in hikayesi var. ash evden çıkar ve eşine çıkarken bölüme de adını veren hemen döneceğini söyler. sonra martha, eşinin kaza geçirdiği ve öldüğü haberini alır. bundan sonrası spoiler.
martha, eşinin ölümüyle başa çıkmaktan zorlanınca, arkadaşı ona yeni bir uygulamadan bahseder. bu uygulamada, eşinin kullandığı tüm sosyal medya hesapları ve uygulamaları bir yapay zekaya aktarılacak ve bu uygulama ile eşiyle yine konuşma ihtimali doğacaktır. martha başta istemese de , acıyla baş etmekte zorlanınca bu uygulamayı dener. bu arada hamiledir martha. sonrasında da eşi kanlı canlı görünen bir robota aktarılır.
martha’nın gerçekle yüzleşmesini ve kabullenme evresini izliyoruz sonlarına doğru.
ilginç ve duygusal bir bölüm diyebilirim bu bölüm için. gerçekle yüzleşmek ne kadar zor olsa da, hayata devam edebilmek için gereken bu.
devamını gör...
icom
milletlerarası müzeler konseyi (international council of museums) olarak bilinen, 1946'dan beri müzeler ve kültürel miras konularında faaliyet yürüten uluslararası kuruluş. merkezi paris'tir.
- müze tanımı icom tarafından belirlenmiştir ve gerektiğinde değiştirilebilmektedir.
- kültürel mirasın korunması amacıyla dünyadaki değerli ve tehlike altında olabilecek kültür varlıkları icom tarafından ''kırmızı liste'' veritabanına alınır. buradan
- her yıl uluslararası müzeler günü ve müzeler haftasıyla ilgili ülkemizde icom türkiye tarafından etkinlikler yapılıyor.
- özellikle covid-19 döneminde müzelerin durumuyla ilgili, yine icom çeşitli anketler ve webinarlar düzenliyor.
kısacası müzecilik denildiğinde ilk akla gelen kuruluş. müzecilik alanında dünya çapında 138'den fazla ülkede, 44.686 üyeyle faaliyetlerini sürdürmekte. 2016-2020 yılları arasında icom'un başkanlığını müzebilimci suay aksoy yapmıştır.
meraklısına, websitesi için buradan
instagram hesabı için buradan
icom türkiye için buradan
- müze tanımı icom tarafından belirlenmiştir ve gerektiğinde değiştirilebilmektedir.
- kültürel mirasın korunması amacıyla dünyadaki değerli ve tehlike altında olabilecek kültür varlıkları icom tarafından ''kırmızı liste'' veritabanına alınır. buradan
- her yıl uluslararası müzeler günü ve müzeler haftasıyla ilgili ülkemizde icom türkiye tarafından etkinlikler yapılıyor.
- özellikle covid-19 döneminde müzelerin durumuyla ilgili, yine icom çeşitli anketler ve webinarlar düzenliyor.
kısacası müzecilik denildiğinde ilk akla gelen kuruluş. müzecilik alanında dünya çapında 138'den fazla ülkede, 44.686 üyeyle faaliyetlerini sürdürmekte. 2016-2020 yılları arasında icom'un başkanlığını müzebilimci suay aksoy yapmıştır.
meraklısına, websitesi için buradan
instagram hesabı için buradan
icom türkiye için buradan
devamını gör...
bebeklerin kusmuk gibi kokması
bazılarına özel galiba. temiz tutarsanız kokmaz. sadece mis kokar.
devamını gör...
menstrüel siklus düzensizlikleri
oligomenore:35 günden uzun süren aralıklarla oluşan kanamalardır.
polimenore:24 günden kısa aralıklarla oluşan kanamalardır.
menoraji:miktarı fazla(>80ml) süresi (>8gün) uzun ancak düzenli kanamalardır.(özellikle adenomiyozis)
metroraji:kanama aralıkları düzensiz,ancak miktarı normal olan kanamalardır.(endometriyal polipler,endometrit)
menometroraji: zamanı düzensiz ve sık aralıklarla oluşan fazla miktarda ve uzun süreli kanama.
hipomenore: miktarı az kanama(<20ml)
hipermenore:miktarı fazla kanama(>80ml)
polimenore:24 günden kısa aralıklarla oluşan kanamalardır.
menoraji:miktarı fazla(>80ml) süresi (>8gün) uzun ancak düzenli kanamalardır.(özellikle adenomiyozis)
metroraji:kanama aralıkları düzensiz,ancak miktarı normal olan kanamalardır.(endometriyal polipler,endometrit)
menometroraji: zamanı düzensiz ve sık aralıklarla oluşan fazla miktarda ve uzun süreli kanama.
hipomenore: miktarı az kanama(<20ml)
hipermenore:miktarı fazla kanama(>80ml)
devamını gör...

