17 şubat 2021 doğan cüceloğlu'nun ölüm sebebinin belli olması
83 yaşındaki ünlü psikolog ve yazar doğan cüceloğlu beşiktaş akatlar'daki evinde ölü bulundu. alışverişten dönen cüceloğlu'nun eşi, evde cüceloğlu'nun cansız bedeni ile karşılaştı.
olay yerine gelen beşiktaş ilçe emniyet müdürlüğü ekipleri, evin içerisinde incelemelerde bulundu.
cüceloğlu'nun ölümüne dair istanbul emniyet müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, ''kafa kısmında düşmeye bağlı kanamanın olduğu anlaşılmış olup, konu ile ilgili çalışmalar devam etmektedir''ifadelerine yer verildi.

buradan
devamını gör...
güne iyi başlatan şarkılar
          şşşşt, kalkın!
yola düşme vakti!
/ haydi barikata /
https://i.ibb.co/q5b2fk4/soviet-flag-6.gif
  yola düşme vakti!
/ haydi barikata /
https://i.ibb.co/q5b2fk4/soviet-flag-6.gif
devamını gör...
sela
          tanım: arapça’da “dua” ve “namaz” anlamlarına gelen salâ (salât) hz. peygamber’e allah’tan rahmet ve selâm temenni eden, onu metheden, onun şefaatini dileyen, aile fertlerine ve yakınlarına dua ifadeleri içeren, çeşitli şekillerde tertiplenmiş hürmet ve dua cümlelerini ihtiva eden, belirli bestesiyle veya serbest şekilde okunan güftelerin genel adıdır.
1- cuma ezanından önce cuma günleri minareden okunur.
2- bir vefat duyurusu olarak her zaman vakit namazlarından önce okunur.
3-perşembe gecelerinde yatsı ezanından önce okunur.
4-bazı bölgelerde ramazan ayında sabah ezanından önce ve ya teravih namazından once okunur.
misal:
essalatü vessalamu aleyke ya rasulallah
essalatü vessalamu aleyke ya habiballah
essalatü vesselamu aleyke ya seyyidel evveline vel ahirin.
veselamün alel murselin
velhamdulillahi rabbil alemin.
selam(esenlik,barış) ve dua senin üzerine olsun ey allah'ın elçisi
selam(esenlik,barış) ve dua senin üzerine olsun ey allah'ın sevgilisi
selam(esenlik,barış) ve dua senin üzerine olsun ey geçmişin ve geleceğin efendisi.
selam olsun tüm elçilere(peygamberlere)
övgüler yalnızca alemlerin rabbi (yaratıcısı,öğreticisi,terbiyecisi) allah'adır.
  1- cuma ezanından önce cuma günleri minareden okunur.
2- bir vefat duyurusu olarak her zaman vakit namazlarından önce okunur.
3-perşembe gecelerinde yatsı ezanından önce okunur.
4-bazı bölgelerde ramazan ayında sabah ezanından önce ve ya teravih namazından once okunur.
misal:
essalatü vessalamu aleyke ya rasulallah
essalatü vessalamu aleyke ya habiballah
essalatü vesselamu aleyke ya seyyidel evveline vel ahirin.
veselamün alel murselin
velhamdulillahi rabbil alemin.
selam(esenlik,barış) ve dua senin üzerine olsun ey allah'ın elçisi
selam(esenlik,barış) ve dua senin üzerine olsun ey allah'ın sevgilisi
selam(esenlik,barış) ve dua senin üzerine olsun ey geçmişin ve geleceğin efendisi.
selam olsun tüm elçilere(peygamberlere)
övgüler yalnızca alemlerin rabbi (yaratıcısı,öğreticisi,terbiyecisi) allah'adır.
devamını gör...
içi boşaltılmış kavramlar
          demokrasi.
      
  devamını gör...
10 mayıs 2021 beş partinin ortak israil bildirisi
          allah kabul etsin.
      
  devamını gör...
sözlük yazarlarının söylemek istedikleri
          kontrollü pozitif dominasyon teorisi.  

 
sabah yataktan çıplak bir rakun gibi fırlayıp kant kant hegel dansı yaparak duşa girdim. çıktığımda haydergerin nasıl yazıldığını neden anımsayamadığım üzerine derin derin düşündüm ve hayzenberginde nasıl yazıldığını unuttuğumu farkettim. şiletosundan yeni çıkardığım tazelerden harman, meksika baharatını statik zıvanasıyla tertipleyip makinayı yağlaması için ateşe verdim. pufff...her şey silikon dudaklı bir matematik problemine dönüşmeye başlamadan önce, jimmy matrixten asitli bir gayrımeşrubat açıp, fantastik moda geçtim. j-lo bongosu şeklindeki ağır vasıta direksiyonunu karpuzdan anlayan bir kozmonot edasıyla güney transilvanyaya doğru kırdım. devlet kara yolları biçimli ellerimi, psuedosu avalon çeliğinden dövülmüş excaliburun kabzasına herkül gibi geçirdim. estetik dikişleme yöntemlerini tercih etmeyen biri olarak kendime yakışanı yapmak için 7 yıl sonrasında streçlediğim hislerimi deep freezeden çıkarıp 180 santifahrenayt derecede ısıtılmış krematoryumda reanimasyona hazır hale getirmenin sabırsızlığıyla, benim için çifte kutsal olan bu günü kendime armağan, paket, süpriz geçiriyorum. sınırları yeniden çizmenin verdiği ivedilikle.
  
sabah yataktan çıplak bir rakun gibi fırlayıp kant kant hegel dansı yaparak duşa girdim. çıktığımda haydergerin nasıl yazıldığını neden anımsayamadığım üzerine derin derin düşündüm ve hayzenberginde nasıl yazıldığını unuttuğumu farkettim. şiletosundan yeni çıkardığım tazelerden harman, meksika baharatını statik zıvanasıyla tertipleyip makinayı yağlaması için ateşe verdim. pufff...her şey silikon dudaklı bir matematik problemine dönüşmeye başlamadan önce, jimmy matrixten asitli bir gayrımeşrubat açıp, fantastik moda geçtim. j-lo bongosu şeklindeki ağır vasıta direksiyonunu karpuzdan anlayan bir kozmonot edasıyla güney transilvanyaya doğru kırdım. devlet kara yolları biçimli ellerimi, psuedosu avalon çeliğinden dövülmüş excaliburun kabzasına herkül gibi geçirdim. estetik dikişleme yöntemlerini tercih etmeyen biri olarak kendime yakışanı yapmak için 7 yıl sonrasında streçlediğim hislerimi deep freezeden çıkarıp 180 santifahrenayt derecede ısıtılmış krematoryumda reanimasyona hazır hale getirmenin sabırsızlığıyla, benim için çifte kutsal olan bu günü kendime armağan, paket, süpriz geçiriyorum. sınırları yeniden çizmenin verdiği ivedilikle.
devamını gör...
yazarların ilk izlediği yabancı dizi
          teen wolf
      
  devamını gör...
gece gelen açlık hissi
          bir gece geliyorsa sıkıntı yok da her gece geliyor ise bir dahiliye veya endokronoloji uzmanına gözükün.
      
  devamını gör...
cinsiyet rolü
          ingilizce ''gender stereotype''dan dilimize çevrilmiştir. bu roller, toplum tarafından cinsiyetlere yüklenen, uygun görülen roller ve genellemelerdir. toplumumuza o kadar yerleşmiştir ki, çocuklar bu rolleri çok küçük yaşta içselleştirirler ve bu içselleştirme, ileride çocukların gelişiminde olumsuz etkiler bırakmaktadır.
kadınların anaç, kırılgan, zarif, duygusal, utangaç olduğunu söylemek, erkeklerin ise güçlü, cesur, sinirli olduğunu belirtmek , böyle olmalarını beklemek toplumun cinsiyetlere verdiği rollerdendir.
bu roller ileride, kadınla sekreter mesleğini eşleştirirken, erkekle patronluğu eşleştirmiştir. hatta bu rol öyle ileri gider ki, kadın patron olursa bir başkasının yardımıyla gelmiştir ya da yetkili birinin sevgilisi olduğundandır. evlilikte erkeğin maaşı kadınınkinden azsa, bu utanç kaynağıdır.
hâlbuki kadınlar ne kırılgan, anaç olmak zorundadır ne de erkekler güçlü ve cesur. kadına anaç demek, onun çocuk doğurması zorunluluğunu vurgulamaktır, fakat kimse buna zorunlu değildir. yine aynı şekilde ''erkekler ağlamaz'' sözü erkeğin duygusuz olduğunu vurgular, fakat erkekler de duygulara sahiptir ve gönüllerince ağlayabilir. bu genellemeler yapılarak birçok nesil olmadıkları biri gibi gözükmüş, birbirlerini kalıplara sokmuş hatta aşağılamıştır (kendilerini de).
  kadınların anaç, kırılgan, zarif, duygusal, utangaç olduğunu söylemek, erkeklerin ise güçlü, cesur, sinirli olduğunu belirtmek , böyle olmalarını beklemek toplumun cinsiyetlere verdiği rollerdendir.
bu roller ileride, kadınla sekreter mesleğini eşleştirirken, erkekle patronluğu eşleştirmiştir. hatta bu rol öyle ileri gider ki, kadın patron olursa bir başkasının yardımıyla gelmiştir ya da yetkili birinin sevgilisi olduğundandır. evlilikte erkeğin maaşı kadınınkinden azsa, bu utanç kaynağıdır.
hâlbuki kadınlar ne kırılgan, anaç olmak zorundadır ne de erkekler güçlü ve cesur. kadına anaç demek, onun çocuk doğurması zorunluluğunu vurgulamaktır, fakat kimse buna zorunlu değildir. yine aynı şekilde ''erkekler ağlamaz'' sözü erkeğin duygusuz olduğunu vurgular, fakat erkekler de duygulara sahiptir ve gönüllerince ağlayabilir. bu genellemeler yapılarak birçok nesil olmadıkları biri gibi gözükmüş, birbirlerini kalıplara sokmuş hatta aşağılamıştır (kendilerini de).
devamını gör...
babanın sevilmeyen huyları
          ölmesidir. *
      
  devamını gör...
mesaj alımını kapatan yazar
          misafire kapıyı kapatmaktır.
hele hele örnek vatandaş geldi kapıyı çaldı. tanrı misafiri geri çevrilir mi?
hatta örnek vatandaş'ın bulunduğu ortamda mesaj kapatılır mı hiç?
  hele hele örnek vatandaş geldi kapıyı çaldı. tanrı misafiri geri çevrilir mi?
hatta örnek vatandaş'ın bulunduğu ortamda mesaj kapatılır mı hiç?
devamını gör...
kocaeli'de yaşayan yazarlar tanışma veri tabanı
          tanışalım, toplaşalım, kaynaşalım tabi tabi.
bizzat kendim küçük, minik bir ilçesinden selam etmekteyim sizlere.
yok mu arttıran? dediğim başlık.
  bizzat kendim küçük, minik bir ilçesinden selam etmekteyim sizlere.
yok mu arttıran? dediğim başlık.
devamını gör...
zenon paradoksları
          zenon, i.ö. 5. yüzyılda yaşamış ve bugün üzerine pek az bildiğimiz eski yunanlı bir filozoftur. ne yazık ki günümüze hiçbir yapıtı kalmamıştır. zenon üzerine bildiklerimizi daha çok eflatun’a (parmenides adlı yapıtına) ve aristo’ya (fizik adlı yapıtına) borçluyuz.
zenon kolay kolay yutulmayacak bir düşüncenin savunucusu olan parmenides’in sadık bir öğrencisiydi. parmenides şu inanılmaz düşünceyi savunuyordu: gerçek tektir ve değişmez. çokluk, değişim ve hareket aslında yokturlar ve duyularımızın bizi kandırmasından kaynaklanırlar...
zenon hocasının felsefesiyle alay edenleri susturmak için dört paradoks geliştirir. zenon’un günümüze kalmasını sağlayan aşağıda açıklamaya çalışacağım (ve ne derece ciddi olduklarını göstermek amacıyla savunacağım) işte bu dört paradokstur. bugün, yani 2500 yıl sonra bile, bu dört paradoks üzerine tartışma dinmemiştir ve gün geçtikçe filozoflar bu konuda daha fazla düşünce üretmektedirler. bertrand russell, henri bergson, alfred north whitehead, zenon’un paradokslarını konu etmiş çağdaş filozoflardan birkaçıdır. sanırım hegel de konu etmiştir. tolstoy savaş ve barış’ında zenon’un paradokslarından sözeder.
aşil’le kaplumbağa
zenon, paradokslarının birinde, yarıtanrı aşil’le kaplumbağayı yarıştırır. kaplumbağa aşil’den çok daha yavaş olduğundan, aşil’in önünden başlar yarışa. zenon, aşil’in kaplumbağayı hiç yakalayamayacağını savunur.
gerçekten de aşil’in kaplumbağayı yakalayabilmesi için, önce kaplumbağanın yarışa başladığı ilk noktaya erişmesi gerekmektedir. aşil bu noktaya eriştiğindeyse, kaplumbağa biraz daha ilerde olacaktır. şimdi aşil, kaplumbağanın bulunduğu bu yeni noktaya erişmelidir. aşil, kaplumbağanın bulunduğu bu yeni noktaya vardığındaysa, kaplumbağa biraz daha ilerde olacaktır. çünkü kaplumbağa durmamaktadır. bu böyle sürer gider ve aşil kaplumbağaya hiçbir zaman erişemez.
yaşamda böyle olmaz demeyin. parmenides de, zenon da, sizin gibi, yaşamda aşil’in kaplumbağayı yakalayacağını biliyorlar. ancak, gördüğümüzün gerçek olmadığını, duyularımızın bizi aldattığını ileri sürüyorlar.
bu paradoks üzerine biraz düşünelim. aşil yarışa kaplumbağanın 100 metre gerisinden başlasın. aşil saniyede 100 metre koşsun. kaplumbağa da saniyede 10 metre koşsun. varsayalım ki öyle... aşil’in yarışa başladığı noktaya a0 adını verelim. aşil bir saniye sonra kaplumbağanın bulunduğu ilk noktaya, a1 noktasına erişecektir. bu bir saniyede kaplumbağa 10 metre yol alacaktır ve a2 noktasına varacaktır. aşil a2 noktasına 1/10 saniye sonra varacaktır. bu 1/10 saniyede kaplumbağa 1 metre gitmiş olacaktır. aşil bu 1 metreyi, 1/100 saniyede koşacaktır...
paradoks olur da matematikçiler boş durur mu? matematikçiler bu paradoksu çözmüşler. şöyle çözmüşler:
buradan
demek ki, der matematiçiler, aşil,
1 + 1/10 + 1/100 + 1/1000 + ...
saniyede kaplumbağaya erişir. basit bir aritmetik bu sonsuz toplamın 10/9 olduğunu gösterir. dolayısıyla aşil kaplumbağayı 10/9 saniye sonra, yani 2 saniyeden, hatta 1,2 saniyeden az bir zamanda yakalar.
filozoflar bu yanıttan pek hoşnut kalmazlar. her şeyden önce sonsuz toplamdan rahatsız olurlar. matematikçilerin matematik yaparken sonsuz tane sayıyı toplamalarına sözetmezler, göz yumarlar, ama gerçek yaşamdan alınmış bir probleme uygulanmasına karşı çıkarlar. matematiğin gerçek yaşama her zaman uygulanabildiği nerden biliniyor?
matematik, doğa yasalarını bulmaya çalışır. bunu da oldukça iyi başarır. örneğin matematik sayesinde uçaklar, trenler, binalar yapılır, hatta aya gidilir. matematiğin birçok uygulaması vardır. bu uygulamalar matematiğin doğayı anlamamızı sağlayan başarılı bir yöntem olduğunu gösterir. ama her yere her zaman matematik uygulanabilir mi? örneğin, iki elma artı üç armut beş meyve eder, çünkü 2 + 3 = 5’tir. ama bu matematiksel gerçeği iki litre suyla üç litre alkole uygularsak, beş litre sıvı elde edeceğimiz çıkar, ki bu da yanlıştır. demek ki matematiği uygularken dikkatli olmalıyız.
doğa, matematiğin tam bir modeli değildir. doğa matematiğin ancak yaklaşık bir modeli olabilir.
üstelik, yukardaki hesap, aşil’in kaplumbağayı 10/9 saniyede yakalayacağını göstermiyor. yukardaki hesap gösterse gösterse aşil’in kaplumbağayı eğer yakalarsa 10/9 saniyede yakalayacağını gösteriyor. aşil’in kaplumbağayı yakalayıp yakalamadığını bilmiyoruz ki, ne zaman yakalayacağı sorusunu sorup yanıtlayalım... sorumuz, aşil’in kaplumbağayı ne zaman yakalayacağı değil, yakalayıp yakalayamayacağı...
yanlış anlaşılmasın, çağdaş filozofların çoğu – hepsi değil ama
– aşil’in kaplumbağayı yakalayacağına inanıyorlar. filozofların derdi bu değil. filozofların derdi zenon’un paradoksu... zenon’un paradoksunda yanlış nerde? eğer mantığımızı kullanarak saçma bir sonuç kanıtlarsak, mantığımızda (yani ya varsayımlarımızda ya çıkarım kurallarımızda) bir yanlış var demektir. bu yanlışı bulmalıyız.
zenon’un bu paradoksunda bir başka sorun daha var. o da şu: aşil kaplumbağayı yakalamak için sonsuz tane iş yapmalı; önce a1 noktasına gitmeli, sonra a2 noktasına gitmeli, sonra a3 noktasına gitmeli... sonsuz tane iş yapabilir miyiz? işte en önemli soru bu. matematikçi kendi düşünsel dünyasında sonsuz tane sayıyı toplayabilir, ama biz, yaşamda, sonsuz tane sayıyı toplayamayız. sonsuz tane iş yapamayız. en azından sonsuz tane iş yapabileceğimizi düşünmek oldukça zor.
yoksa aşil kaplumbağaya erişmek için sonlu tane mi iş yapıyor? bu soruya geçmeden önce zenon’un ikinci paradoksundan söz edelim.
ikiye bölünme
zenon, salt aşil’in kaplumbağayı yakalayamayacağını söylemekle yetinmiyor. aşil’in bir noktadan bir başka noktaya gidemeyeceğini de söylüyor. diyelim aşil a noktasında ve b noktasına gidecek.
aşil a’dan b’ye gitmek için önce yolun yarısına gitmeli. yolun yarısına gittikten sonra kalan yolun yarısına gitmeli. daha sonra kalan yolun yarısına... bu böylecene sonsuza değin sürer. diyelim a’yla b arasındaki uzaklık 1 metre. aşil önce 1/2 metre gitmeli. gittiğini varsayalım. geriye 1/2 metre kalır. şimdi aşil kalan bu 1/2 metrenin yarısına gitmeli, yani 1/4 metre daha gitmeli. geriye 1/4 metre daha kalır. aşil bu kalan 1/4 metrenin yarısına gitmeli, yani 1/8 metre daha gitmeli... daha sonra 1/16 metre daha gitmeli...
aşil sonsuz iş yapamayacağından b noktasına varamaz...
havada uçan bir oka bakalım. okun sonsuz tane iş yaptığını, yani sonsuz tane noktadan geçtiğini varsayalım. beynimiz okun sonsuz noktadan geçişini algılıyabilir mi? bunu düşünmek oldukça zor. olsa olsa beynimiz okun havada sonlu tane fotoğrafını çekiyordur ve bu fotoğrafları bir sinema şeriti gibi gözümüzün önünden geçiriyordur. bu konuya birazdan geleceğim. paradoksa geri dönelim. ama şimdilik, beynimizin dışdünyayı sonlu biçimde algıladığını aklımızda tutalım.
okur belki sonsuz tane iş yapabileceğimizi düşünüyordur: birinci iş, ikinci iş, üçüncü iş... o zaman sonsuz iş yapmaya sondan başlayalım! birinci paradoksa çok benzeyen bu ikinci paradoksu biraz değiştirip, aşil’in, bırakın b noktasına gidememesini, yerinden bile kımıldayamayacağını da kanıtlayabiliriz. gerçekten de aşil’in a’dan b’ye gidebilmesi için önce yarı yola gitmesi gerekir. yolun yarısına gidebilmesi için önce yolun dörtte birine gitmesi gerekir. ama daha önce yolun sekizde birine gitmesi gerekir... daha önce de on altıda birine gitmesi gerekir… dolayısıyla aşil a noktasından öteye adımını atamaz bile. ilerleyebileceği bir nokta yoktur ki! gideceği her noktanın önce yarısına gitmesi gerekmektedir.
yoksa a’yla b arasında ve a’dan hemen sonra gelen bir nokta mı var? galiba öyle...
paradoksun ikiye bölmekten kaynaklandığı kesin. aşil’in gitmesi gereken fiziksel uzaklığı hep ikiye bölüyoruz. demek ki fiziksel uzaklığı (uzayı) durmadan ikiye bölemeyiz. demek ki bir zaman sonra ikiye bölemememiz gerekir. ikiye böle böle, bir zaman sonra öylesine küçük bir uzaklık elde ederiz ki, elde edilen bu miniminnacık uzaklık bir kez daha ikiye bölünemez. bir başka deyişle, uzay sürekli değildir. uzay, bölünmeyen en küçük uzay parçacıklarından oluşmuştur. 20. yüzyılın parçacık kuramı da bu yönde düşünmemiz gerektiğini söylemiyor mu zaten? bu uzay parçacıklarına uzaybirim diyelim.
uzayın uzaybirimlerden oluştuğunu kanıtladık (!). her uzaklık sonlu sayıda uzaybirimden oluşur.
üçüncü paradoks
zenon’un üçüncü paradoksuna göre, hareket yoktur, hiçbir şey hareket edemez. uçan bir ok ele alalım örnek olarak. okun hareket ettiğini sanıyoruz değil mi? zenon yanıldığımızı kanıtlıyor.
ok her an durmaktadır. inanmazsanız okun havada bir fotoğrafını çekin. fotoğrafta okun durduğunu göreceksiniz. demek ki ok her an durmaktadır. ok her an durduğuna göre hep duruyor demektir. öyle değil mi? okun hareket edebilmesi için en az bir an hareket etmesi gerekmektedir. oysa ok her an durmaktadır. her an durmakta olan ok hep durmaktadır.
uzayın sürekli olamayacağını yukarda gördük. uzay küçük, çok küçük, bölünemeyen uzaybirimlerinden oluşmuştur. okun bir uzaybirimi uzunluğunda olduğunu varsayalım. uzaybirim uzunluğundaki ok, bir uzaybiriminin içinde hareket edemez, çünkü okun o uzaybiriminde hareket edebilmesi için, okun uzaybiriminden daha kısa olması gerekir ki, uzaybirimden daha kısa bir nesne olamayacağını biliyoruz. her uzaybiriminde hareketsiz duran ok, hep hareketsizdir.
sinema da öyle değil midir? sinema ekranında yürüyen bir insan aslında yürümeyen binlerce insan resminin gözümüzün önünden hızla geçmesi değil midir? doğada hareket de aslında hareketsizlik değil midir?
uçan ok her an durmaktadır. ama bir sonraki uzaybiriminde varolmaktadır. bergson’un da dediği gibi, aynen sinema ekranında yürüyen bir insan örneği, ok bize hareket edermiş gibi görünmektedir. oysa her an durmaktadır.
dördüncü paradoks
zenon’un son paradoksunu anlamak kolay değil. yukarda da dediğim gibi zenon’dan yazılı bir yapıt yok elimizde. zenon’un paradokslarını bize aktaran aristo. aristo’nun aktardığı biçim pek anlaşılır gibi değil. bu yüzden dördüncü paradoksun çeşitli yorumları var. vereceğim yorum aristo’nun aktardığı yorum değil ama ona çok yakın.
yukarda, uzayın sürekli olmadığını, bölünmeyen uzaybirimlerden oluştuğunu kanıtladık, daha doğrusu zenon kanıtladı. şimdi aşağıdaki şekle bakalım:
buradan
her kare bir uzaybirimini simgelesin. sol üst köşede a nesnesi, sağ alt köşede b nesnesi var. a ve b aynı anda ve aynı hızla “hareket” etsinler. a sağa, b sola gitsin. bir zaman sonra a sağdaki karede, b de soldaki karede olur.
şimdi paradoksal soruyu soralım: a ve b nerde karşılaştılar?
hiç karşılaşmadılar! çünkü aralarında karşılaşabilecekleri bir yer yok!
  zenon kolay kolay yutulmayacak bir düşüncenin savunucusu olan parmenides’in sadık bir öğrencisiydi. parmenides şu inanılmaz düşünceyi savunuyordu: gerçek tektir ve değişmez. çokluk, değişim ve hareket aslında yokturlar ve duyularımızın bizi kandırmasından kaynaklanırlar...
zenon hocasının felsefesiyle alay edenleri susturmak için dört paradoks geliştirir. zenon’un günümüze kalmasını sağlayan aşağıda açıklamaya çalışacağım (ve ne derece ciddi olduklarını göstermek amacıyla savunacağım) işte bu dört paradokstur. bugün, yani 2500 yıl sonra bile, bu dört paradoks üzerine tartışma dinmemiştir ve gün geçtikçe filozoflar bu konuda daha fazla düşünce üretmektedirler. bertrand russell, henri bergson, alfred north whitehead, zenon’un paradokslarını konu etmiş çağdaş filozoflardan birkaçıdır. sanırım hegel de konu etmiştir. tolstoy savaş ve barış’ında zenon’un paradokslarından sözeder.
aşil’le kaplumbağa
zenon, paradokslarının birinde, yarıtanrı aşil’le kaplumbağayı yarıştırır. kaplumbağa aşil’den çok daha yavaş olduğundan, aşil’in önünden başlar yarışa. zenon, aşil’in kaplumbağayı hiç yakalayamayacağını savunur.
gerçekten de aşil’in kaplumbağayı yakalayabilmesi için, önce kaplumbağanın yarışa başladığı ilk noktaya erişmesi gerekmektedir. aşil bu noktaya eriştiğindeyse, kaplumbağa biraz daha ilerde olacaktır. şimdi aşil, kaplumbağanın bulunduğu bu yeni noktaya erişmelidir. aşil, kaplumbağanın bulunduğu bu yeni noktaya vardığındaysa, kaplumbağa biraz daha ilerde olacaktır. çünkü kaplumbağa durmamaktadır. bu böyle sürer gider ve aşil kaplumbağaya hiçbir zaman erişemez.
yaşamda böyle olmaz demeyin. parmenides de, zenon da, sizin gibi, yaşamda aşil’in kaplumbağayı yakalayacağını biliyorlar. ancak, gördüğümüzün gerçek olmadığını, duyularımızın bizi aldattığını ileri sürüyorlar.
bu paradoks üzerine biraz düşünelim. aşil yarışa kaplumbağanın 100 metre gerisinden başlasın. aşil saniyede 100 metre koşsun. kaplumbağa da saniyede 10 metre koşsun. varsayalım ki öyle... aşil’in yarışa başladığı noktaya a0 adını verelim. aşil bir saniye sonra kaplumbağanın bulunduğu ilk noktaya, a1 noktasına erişecektir. bu bir saniyede kaplumbağa 10 metre yol alacaktır ve a2 noktasına varacaktır. aşil a2 noktasına 1/10 saniye sonra varacaktır. bu 1/10 saniyede kaplumbağa 1 metre gitmiş olacaktır. aşil bu 1 metreyi, 1/100 saniyede koşacaktır...
paradoks olur da matematikçiler boş durur mu? matematikçiler bu paradoksu çözmüşler. şöyle çözmüşler:
buradan
demek ki, der matematiçiler, aşil,
1 + 1/10 + 1/100 + 1/1000 + ...
saniyede kaplumbağaya erişir. basit bir aritmetik bu sonsuz toplamın 10/9 olduğunu gösterir. dolayısıyla aşil kaplumbağayı 10/9 saniye sonra, yani 2 saniyeden, hatta 1,2 saniyeden az bir zamanda yakalar.
filozoflar bu yanıttan pek hoşnut kalmazlar. her şeyden önce sonsuz toplamdan rahatsız olurlar. matematikçilerin matematik yaparken sonsuz tane sayıyı toplamalarına sözetmezler, göz yumarlar, ama gerçek yaşamdan alınmış bir probleme uygulanmasına karşı çıkarlar. matematiğin gerçek yaşama her zaman uygulanabildiği nerden biliniyor?
matematik, doğa yasalarını bulmaya çalışır. bunu da oldukça iyi başarır. örneğin matematik sayesinde uçaklar, trenler, binalar yapılır, hatta aya gidilir. matematiğin birçok uygulaması vardır. bu uygulamalar matematiğin doğayı anlamamızı sağlayan başarılı bir yöntem olduğunu gösterir. ama her yere her zaman matematik uygulanabilir mi? örneğin, iki elma artı üç armut beş meyve eder, çünkü 2 + 3 = 5’tir. ama bu matematiksel gerçeği iki litre suyla üç litre alkole uygularsak, beş litre sıvı elde edeceğimiz çıkar, ki bu da yanlıştır. demek ki matematiği uygularken dikkatli olmalıyız.
doğa, matematiğin tam bir modeli değildir. doğa matematiğin ancak yaklaşık bir modeli olabilir.
üstelik, yukardaki hesap, aşil’in kaplumbağayı 10/9 saniyede yakalayacağını göstermiyor. yukardaki hesap gösterse gösterse aşil’in kaplumbağayı eğer yakalarsa 10/9 saniyede yakalayacağını gösteriyor. aşil’in kaplumbağayı yakalayıp yakalamadığını bilmiyoruz ki, ne zaman yakalayacağı sorusunu sorup yanıtlayalım... sorumuz, aşil’in kaplumbağayı ne zaman yakalayacağı değil, yakalayıp yakalayamayacağı...
yanlış anlaşılmasın, çağdaş filozofların çoğu – hepsi değil ama
– aşil’in kaplumbağayı yakalayacağına inanıyorlar. filozofların derdi bu değil. filozofların derdi zenon’un paradoksu... zenon’un paradoksunda yanlış nerde? eğer mantığımızı kullanarak saçma bir sonuç kanıtlarsak, mantığımızda (yani ya varsayımlarımızda ya çıkarım kurallarımızda) bir yanlış var demektir. bu yanlışı bulmalıyız.
zenon’un bu paradoksunda bir başka sorun daha var. o da şu: aşil kaplumbağayı yakalamak için sonsuz tane iş yapmalı; önce a1 noktasına gitmeli, sonra a2 noktasına gitmeli, sonra a3 noktasına gitmeli... sonsuz tane iş yapabilir miyiz? işte en önemli soru bu. matematikçi kendi düşünsel dünyasında sonsuz tane sayıyı toplayabilir, ama biz, yaşamda, sonsuz tane sayıyı toplayamayız. sonsuz tane iş yapamayız. en azından sonsuz tane iş yapabileceğimizi düşünmek oldukça zor.
yoksa aşil kaplumbağaya erişmek için sonlu tane mi iş yapıyor? bu soruya geçmeden önce zenon’un ikinci paradoksundan söz edelim.
ikiye bölünme
zenon, salt aşil’in kaplumbağayı yakalayamayacağını söylemekle yetinmiyor. aşil’in bir noktadan bir başka noktaya gidemeyeceğini de söylüyor. diyelim aşil a noktasında ve b noktasına gidecek.
aşil a’dan b’ye gitmek için önce yolun yarısına gitmeli. yolun yarısına gittikten sonra kalan yolun yarısına gitmeli. daha sonra kalan yolun yarısına... bu böylecene sonsuza değin sürer. diyelim a’yla b arasındaki uzaklık 1 metre. aşil önce 1/2 metre gitmeli. gittiğini varsayalım. geriye 1/2 metre kalır. şimdi aşil kalan bu 1/2 metrenin yarısına gitmeli, yani 1/4 metre daha gitmeli. geriye 1/4 metre daha kalır. aşil bu kalan 1/4 metrenin yarısına gitmeli, yani 1/8 metre daha gitmeli... daha sonra 1/16 metre daha gitmeli...
aşil sonsuz iş yapamayacağından b noktasına varamaz...
havada uçan bir oka bakalım. okun sonsuz tane iş yaptığını, yani sonsuz tane noktadan geçtiğini varsayalım. beynimiz okun sonsuz noktadan geçişini algılıyabilir mi? bunu düşünmek oldukça zor. olsa olsa beynimiz okun havada sonlu tane fotoğrafını çekiyordur ve bu fotoğrafları bir sinema şeriti gibi gözümüzün önünden geçiriyordur. bu konuya birazdan geleceğim. paradoksa geri dönelim. ama şimdilik, beynimizin dışdünyayı sonlu biçimde algıladığını aklımızda tutalım.
okur belki sonsuz tane iş yapabileceğimizi düşünüyordur: birinci iş, ikinci iş, üçüncü iş... o zaman sonsuz iş yapmaya sondan başlayalım! birinci paradoksa çok benzeyen bu ikinci paradoksu biraz değiştirip, aşil’in, bırakın b noktasına gidememesini, yerinden bile kımıldayamayacağını da kanıtlayabiliriz. gerçekten de aşil’in a’dan b’ye gidebilmesi için önce yarı yola gitmesi gerekir. yolun yarısına gidebilmesi için önce yolun dörtte birine gitmesi gerekir. ama daha önce yolun sekizde birine gitmesi gerekir... daha önce de on altıda birine gitmesi gerekir… dolayısıyla aşil a noktasından öteye adımını atamaz bile. ilerleyebileceği bir nokta yoktur ki! gideceği her noktanın önce yarısına gitmesi gerekmektedir.
yoksa a’yla b arasında ve a’dan hemen sonra gelen bir nokta mı var? galiba öyle...
paradoksun ikiye bölmekten kaynaklandığı kesin. aşil’in gitmesi gereken fiziksel uzaklığı hep ikiye bölüyoruz. demek ki fiziksel uzaklığı (uzayı) durmadan ikiye bölemeyiz. demek ki bir zaman sonra ikiye bölemememiz gerekir. ikiye böle böle, bir zaman sonra öylesine küçük bir uzaklık elde ederiz ki, elde edilen bu miniminnacık uzaklık bir kez daha ikiye bölünemez. bir başka deyişle, uzay sürekli değildir. uzay, bölünmeyen en küçük uzay parçacıklarından oluşmuştur. 20. yüzyılın parçacık kuramı da bu yönde düşünmemiz gerektiğini söylemiyor mu zaten? bu uzay parçacıklarına uzaybirim diyelim.
uzayın uzaybirimlerden oluştuğunu kanıtladık (!). her uzaklık sonlu sayıda uzaybirimden oluşur.
üçüncü paradoks
zenon’un üçüncü paradoksuna göre, hareket yoktur, hiçbir şey hareket edemez. uçan bir ok ele alalım örnek olarak. okun hareket ettiğini sanıyoruz değil mi? zenon yanıldığımızı kanıtlıyor.
ok her an durmaktadır. inanmazsanız okun havada bir fotoğrafını çekin. fotoğrafta okun durduğunu göreceksiniz. demek ki ok her an durmaktadır. ok her an durduğuna göre hep duruyor demektir. öyle değil mi? okun hareket edebilmesi için en az bir an hareket etmesi gerekmektedir. oysa ok her an durmaktadır. her an durmakta olan ok hep durmaktadır.
uzayın sürekli olamayacağını yukarda gördük. uzay küçük, çok küçük, bölünemeyen uzaybirimlerinden oluşmuştur. okun bir uzaybirimi uzunluğunda olduğunu varsayalım. uzaybirim uzunluğundaki ok, bir uzaybiriminin içinde hareket edemez, çünkü okun o uzaybiriminde hareket edebilmesi için, okun uzaybiriminden daha kısa olması gerekir ki, uzaybirimden daha kısa bir nesne olamayacağını biliyoruz. her uzaybiriminde hareketsiz duran ok, hep hareketsizdir.
sinema da öyle değil midir? sinema ekranında yürüyen bir insan aslında yürümeyen binlerce insan resminin gözümüzün önünden hızla geçmesi değil midir? doğada hareket de aslında hareketsizlik değil midir?
uçan ok her an durmaktadır. ama bir sonraki uzaybiriminde varolmaktadır. bergson’un da dediği gibi, aynen sinema ekranında yürüyen bir insan örneği, ok bize hareket edermiş gibi görünmektedir. oysa her an durmaktadır.
dördüncü paradoks
zenon’un son paradoksunu anlamak kolay değil. yukarda da dediğim gibi zenon’dan yazılı bir yapıt yok elimizde. zenon’un paradokslarını bize aktaran aristo. aristo’nun aktardığı biçim pek anlaşılır gibi değil. bu yüzden dördüncü paradoksun çeşitli yorumları var. vereceğim yorum aristo’nun aktardığı yorum değil ama ona çok yakın.
yukarda, uzayın sürekli olmadığını, bölünmeyen uzaybirimlerden oluştuğunu kanıtladık, daha doğrusu zenon kanıtladı. şimdi aşağıdaki şekle bakalım:
buradan
her kare bir uzaybirimini simgelesin. sol üst köşede a nesnesi, sağ alt köşede b nesnesi var. a ve b aynı anda ve aynı hızla “hareket” etsinler. a sağa, b sola gitsin. bir zaman sonra a sağdaki karede, b de soldaki karede olur.
şimdi paradoksal soruyu soralım: a ve b nerde karşılaştılar?
hiç karşılaşmadılar! çünkü aralarında karşılaşabilecekleri bir yer yok!
devamını gör...
karısı dururken ev işi yapan erkeğe söylenebilecek şeyler
          "kolay gelsin aşkım" diyebilirsiniz. ya da "dur ben de yardım edeyim, ev ikimizin de evi sonuçta.".
      
  devamını gör...
tanımlara etkileşim gelmeyince gelen acaba görünmez mi oldum düşüncesi
          an itibarıyla kendimi yalnız hissetmeme sebep olan durumdur. * görünmez değilsin sevgili nerininmetaforu demek isteyen var mı?
ek: ayy çok tatlısınız.
-ay ağlıycim çok duygulandım seri favlar için müteşekkirim yahu.
  ek: ayy çok tatlısınız.
-ay ağlıycim çok duygulandım seri favlar için müteşekkirim yahu.
devamını gör...
kısa süren efsane diziler
          46 yok olan. tamam efsane olmasa da güzel diziydi. konu farklıydı. 13 bölüm nedir?
      
  devamını gör...
normal sözlük yazarlarının hissettikleri
          21. yy'da varlığımın kokuştuğunu aynaya bakmadan görebiliyorum. artık bir kanalizasyon faresinin dedikodularına bile konu olamıyorum. odamdaki kılıç çiçeği tozlanmış, balıklarımın yemini vermeyi unutmuşum gibi hissediyorum. en yakın arkadaşımı kaybetmiş ,aslında hiç bulamadığını anlayamamışım gibi. kulaklığımı düşürdüğüm koltuk kenarına geçen sene bıraktığım umutlarımı  çorabımın teki ile birlikte bulmama vesile olduğu için teşekkür ediyorum. camımın önündeki menekşeler solmuş, kumrular artık şafakta penceremi ziyaret etmez olmuş. sivri dilim bile kesmez olmuş tenimin nemini. var neyleyim sensiz bedenimi. zat-ı muhterem tekilim, şahtı şahbaz gönlümün ehval'i olmuş. 
sirtaki yapmak isteyen bir palyoçaya minnetlerim bunlar. kalk hadi -
rakı içelim,
çifte telli oynayalım,
mutlu olalım.
  sirtaki yapmak isteyen bir palyoçaya minnetlerim bunlar. kalk hadi -
rakı içelim,
çifte telli oynayalım,
mutlu olalım.
devamını gör...
kadimzamanlar ve diğer vakitler
          bir olga tokarczuk kitabıdır. 
olga tokarczuk nobel edebiyat ödülü sahibi muhteşem bir yazardır ve bu romanı da yazar için kullandığım sıfatı sonuna kadar hak eder. altmış altı yıllık bir zaman diliminde, yani iki dünya savaşı görmüş ve büyük devrimlere şahit olmuş bir zaman diliminde kurgusal bir polonya kasabasında geçen roman o kadar sürükleyici ki ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini anlamak bile mümkün olmuyor.
aslında kadimzamanlar kasabasında da olaylar ne zaman başlayıp ne zaman bitiyor belli değil. hatta kasabanın sınırı bile belirsiz, sınırın olup olmadığı da.
herkes ve her şey kendi zamanını yaşıyor kadimzamanlar’da. ve herkes kendi derdine düşüyor; kimi mektup yollama derdinde, kimi hayatta kalma, kimi bir oyuna takıntı seviyesinde bağlı, kimi eşine, kimi birine ait kimi ise birilerine sahip. herkesin ve her şeyin zamanı bambaşka akıyor. sanki hayat kendini akışına bırakmış kadimzamanlar’da.
ben de kadimzamanlar’da yaşıyorum artık. benim de kendi zamanım var. insanolunbiraz’ın zamanı. ve ben de tüm kadimzamanlar ahalisi gibi hayatıma kimsenin bakmadığı yerlerden bakıyorum. kendi gözlerimi bıraktım hayatımı izlerken, iki buğulu gözle seyrediyorum zamanı, kadimzamanları ve diğer vakitleri.
  olga tokarczuk nobel edebiyat ödülü sahibi muhteşem bir yazardır ve bu romanı da yazar için kullandığım sıfatı sonuna kadar hak eder. altmış altı yıllık bir zaman diliminde, yani iki dünya savaşı görmüş ve büyük devrimlere şahit olmuş bir zaman diliminde kurgusal bir polonya kasabasında geçen roman o kadar sürükleyici ki ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini anlamak bile mümkün olmuyor.
aslında kadimzamanlar kasabasında da olaylar ne zaman başlayıp ne zaman bitiyor belli değil. hatta kasabanın sınırı bile belirsiz, sınırın olup olmadığı da.
herkes ve her şey kendi zamanını yaşıyor kadimzamanlar’da. ve herkes kendi derdine düşüyor; kimi mektup yollama derdinde, kimi hayatta kalma, kimi bir oyuna takıntı seviyesinde bağlı, kimi eşine, kimi birine ait kimi ise birilerine sahip. herkesin ve her şeyin zamanı bambaşka akıyor. sanki hayat kendini akışına bırakmış kadimzamanlar’da.
ben de kadimzamanlar’da yaşıyorum artık. benim de kendi zamanım var. insanolunbiraz’ın zamanı. ve ben de tüm kadimzamanlar ahalisi gibi hayatıma kimsenin bakmadığı yerlerden bakıyorum. kendi gözlerimi bıraktım hayatımı izlerken, iki buğulu gözle seyrediyorum zamanı, kadimzamanları ve diğer vakitleri.
devamını gör...

