iş hayatı
saat 06:55
uyuyakalmanın eşiğinden döndüm ve evden apar topar çıkmak zorunda kaldım. neyseki çocukları ters yönümde olan kreşe değil, anneme bırakma imkanım var bugün. asansörde mesaj atıyorum anneme geliyoruz aç kapıları.
saat 07:30
kartımı bastım. bugün eski işimdeki yeni hayatımın üçüncü günü. şimdiden çalışanların bazıları adımı biliyor. bu çok önemli. işler yolunda gitmediğinde sudoku’nun yüzünden diyebilmek için. işler yoğunlaştığında bazı siparişleri sudoku yapsın banane diyebilmek için. işler yolunda gittiğinde sudoku sayesinde demiyoruz. çünkü akış bu şekilde ve kaliteli bir akış olağan olmak zorundadır. aksi düşünülemez. kimse seni 12 saniyede big mac yetiştirip tüm fast food zinciri arasındaki en hızlı çalışan diye takdir etmez. unutma, standartımız bu.
- günaydın, ben ne yapıyorum bugün?
- günaydın sudoku, ben x. sana bugün dolaplar nasıl doldurulur öğreteceğim. bugün yanımda yürüyorsun.
- tamam x.
içimden göz deviriyorum. beş yıl öncesinde çalıştım burada. tüm işleyişi ve tabiki dolaplar doldurulurken nelere dikkat etmem gerektiğini hatırlıyorum. dün ne yedim hatırlamıyorum. işleyiş travma gibi kalmış işte orada bi yerlerde, derin hafıza kuyusunda.
itiraz etmiyorum x’e. böylece düşünmek için vakit yaratıyorum kendime ve yanında yürüyorum. dolabına gidip hırkasını giyiyor. kapıda bekliyorum. derin dondurucuya gidip 16 paket salata, 1 karton kaşar peyniri, 1 karton domates, 1 paket havası obzerve edilmiş paketteki soğanları alıp çıkıyoruz ve mutfağın arka tarafındaki odada konuşlanıyoruz. hırkasını çıkaran x önce mutfaktan bir pişirme kağıdı kapıp getiriyor ve plastik saklama kabına yerleştiriyor.
evim yanıyor mudur şuan acaba?
- bak sudoku, böyle üçer blok halinde, peynirler birbirine yapışmayacak şekilde 9 tane peynir koyuyorsun kaba. sonrasında son kullanma tarihi çıkartıyosun makineye peynir 4006 yazıp. kafa sallıyorum. zaten biliyorum be adam, sal beni düşüncelerimle.
evim diyorum ya, yanıyor mudur? saç kurutma makinesini ve laptobun şarjını çekmiş miydim prizden? oh fuck. neyse itfaiyecilere güveniyorum. yangın varsa söndürürler. tüm önemli evraklarım, pasaportlar, karnelerim, sertifakalarım yanabilir. dönülecek bir evim bile olmayabilir. itfaiyeciler, iyi ki varsınız. size güveniyorum. giyilecek bi’ kaç parça eşyamı kurtarırsınız ya.
x yine gereksiz konuşuyor. her plastik kaba bir paket salata doldurabilirsin, ne fazla, ne eksik. tam bir paket. skt çıkarmayı unutma makineden bla bla blaaaa… x’i inceliyorum. göz kenarları kırışık. ön saçları siyah, ensesindekiler beyaz. elli beş vardır. esmer tenli. afgan kesin. belli oluyor cildinden. açtığı plastik poşetleri çeşmenin içine atıyor ve elini başka işe sürmeden önce çeşmeyi temizliyor. işini özenle yapan bir standartçı. bu dedeme yamuk yapmamalıyım. zaten yamuğu genelde başkaları benim üstüme atar ya neyse, oraları sonra, gelecekte konuşuruz. x domateslere geçiyor.
evim yandığında tüm evrakları yeniden çıkarmak zorunda kalacağım. devlet daireleri beni özlemiştir zaten. mecburen babamlara mı taşınacağım? telefonlarım yeniden dinlenecek, bir gülüşümden bir senaryo yazılacak. psikolojin çökerken güzel bir aile sofrasında oturacaksın. oh fuck that.
- sudoku 1 karton domates 4 kaba sığacak şekilde yerleştiriyoruz. makineden skt çıkarm… başımı sallıyorum.
aşırı uykum var. gece bebeğim ağladı durdu, onu ayağımda sallarken uyuyakalmışım, bacaklarımı hissetmiyorum sen bana domates diyorsun be dedem.
kahvesinden bir yudum alıyor. hamile olsam böyle güzel kokmaz lanet içecek. yeni geldim diye kahve almaya da çekiniyorum. neyse. bugün son. sonra beş gün görmeyeceğim dedemi, skt makinesini, domates kesme makinesini vs, rahatladım. uykusuzum ama keyfim yerinde. çünkü molamda telefonumu elime aldığımda konuşacağım biri var. acaba şiir seslendirip, atmış mıdır?
o değil de, ben evimin yanma ihtimalini bi’ kaç saat sonrasında unutup, espriler patlatıp gülerken, eşyalarım, happy place’im simsiyah ve yerle bir olacak.
- sudoku şimdi soğan makinesini yıkayıp bulaşık makinesine yerleştiriyoruz.
- hıhım…
saat 17:52
eve geldim. happy place’im hala ayakta. canım evim direnmiş ben gelene kadar. bu mutluluk bana yeter…
uyuyakalmanın eşiğinden döndüm ve evden apar topar çıkmak zorunda kaldım. neyseki çocukları ters yönümde olan kreşe değil, anneme bırakma imkanım var bugün. asansörde mesaj atıyorum anneme geliyoruz aç kapıları.
saat 07:30
kartımı bastım. bugün eski işimdeki yeni hayatımın üçüncü günü. şimdiden çalışanların bazıları adımı biliyor. bu çok önemli. işler yolunda gitmediğinde sudoku’nun yüzünden diyebilmek için. işler yoğunlaştığında bazı siparişleri sudoku yapsın banane diyebilmek için. işler yolunda gittiğinde sudoku sayesinde demiyoruz. çünkü akış bu şekilde ve kaliteli bir akış olağan olmak zorundadır. aksi düşünülemez. kimse seni 12 saniyede big mac yetiştirip tüm fast food zinciri arasındaki en hızlı çalışan diye takdir etmez. unutma, standartımız bu.
- günaydın, ben ne yapıyorum bugün?
- günaydın sudoku, ben x. sana bugün dolaplar nasıl doldurulur öğreteceğim. bugün yanımda yürüyorsun.
- tamam x.
içimden göz deviriyorum. beş yıl öncesinde çalıştım burada. tüm işleyişi ve tabiki dolaplar doldurulurken nelere dikkat etmem gerektiğini hatırlıyorum. dün ne yedim hatırlamıyorum. işleyiş travma gibi kalmış işte orada bi yerlerde, derin hafıza kuyusunda.
itiraz etmiyorum x’e. böylece düşünmek için vakit yaratıyorum kendime ve yanında yürüyorum. dolabına gidip hırkasını giyiyor. kapıda bekliyorum. derin dondurucuya gidip 16 paket salata, 1 karton kaşar peyniri, 1 karton domates, 1 paket havası obzerve edilmiş paketteki soğanları alıp çıkıyoruz ve mutfağın arka tarafındaki odada konuşlanıyoruz. hırkasını çıkaran x önce mutfaktan bir pişirme kağıdı kapıp getiriyor ve plastik saklama kabına yerleştiriyor.
evim yanıyor mudur şuan acaba?
- bak sudoku, böyle üçer blok halinde, peynirler birbirine yapışmayacak şekilde 9 tane peynir koyuyorsun kaba. sonrasında son kullanma tarihi çıkartıyosun makineye peynir 4006 yazıp. kafa sallıyorum. zaten biliyorum be adam, sal beni düşüncelerimle.
evim diyorum ya, yanıyor mudur? saç kurutma makinesini ve laptobun şarjını çekmiş miydim prizden? oh fuck. neyse itfaiyecilere güveniyorum. yangın varsa söndürürler. tüm önemli evraklarım, pasaportlar, karnelerim, sertifakalarım yanabilir. dönülecek bir evim bile olmayabilir. itfaiyeciler, iyi ki varsınız. size güveniyorum. giyilecek bi’ kaç parça eşyamı kurtarırsınız ya.
x yine gereksiz konuşuyor. her plastik kaba bir paket salata doldurabilirsin, ne fazla, ne eksik. tam bir paket. skt çıkarmayı unutma makineden bla bla blaaaa… x’i inceliyorum. göz kenarları kırışık. ön saçları siyah, ensesindekiler beyaz. elli beş vardır. esmer tenli. afgan kesin. belli oluyor cildinden. açtığı plastik poşetleri çeşmenin içine atıyor ve elini başka işe sürmeden önce çeşmeyi temizliyor. işini özenle yapan bir standartçı. bu dedeme yamuk yapmamalıyım. zaten yamuğu genelde başkaları benim üstüme atar ya neyse, oraları sonra, gelecekte konuşuruz. x domateslere geçiyor.
evim yandığında tüm evrakları yeniden çıkarmak zorunda kalacağım. devlet daireleri beni özlemiştir zaten. mecburen babamlara mı taşınacağım? telefonlarım yeniden dinlenecek, bir gülüşümden bir senaryo yazılacak. psikolojin çökerken güzel bir aile sofrasında oturacaksın. oh fuck that.
- sudoku 1 karton domates 4 kaba sığacak şekilde yerleştiriyoruz. makineden skt çıkarm… başımı sallıyorum.
aşırı uykum var. gece bebeğim ağladı durdu, onu ayağımda sallarken uyuyakalmışım, bacaklarımı hissetmiyorum sen bana domates diyorsun be dedem.
kahvesinden bir yudum alıyor. hamile olsam böyle güzel kokmaz lanet içecek. yeni geldim diye kahve almaya da çekiniyorum. neyse. bugün son. sonra beş gün görmeyeceğim dedemi, skt makinesini, domates kesme makinesini vs, rahatladım. uykusuzum ama keyfim yerinde. çünkü molamda telefonumu elime aldığımda konuşacağım biri var. acaba şiir seslendirip, atmış mıdır?
o değil de, ben evimin yanma ihtimalini bi’ kaç saat sonrasında unutup, espriler patlatıp gülerken, eşyalarım, happy place’im simsiyah ve yerle bir olacak.
- sudoku şimdi soğan makinesini yıkayıp bulaşık makinesine yerleştiriyoruz.
- hıhım…
saat 17:52
eve geldim. happy place’im hala ayakta. canım evim direnmiş ben gelene kadar. bu mutluluk bana yeter…
devamını gör...
kan ter ve pikseller
2021'in ocak ayında türkçe çevirisi yayımlanan, oyun dünyasında saygı duyulan gazetecilerden birisi olan jason schreier'in video oyun yapımcılığının arka planını anlattığı kitaptır. diablo iii, destiny, witcher 3, halo wars, uncharted 4, shovel knight, star wars 1313, pillars of eternity, dragon age: inquisition ve stardew valley oyunlarının geliştirilme sürecindeki çalkantılı ve zafer dolu hikayelerini de içeriyor.
"gün boyu süren fazla mesaileri, yorgunluktan kızaran gözleri ve son dakika kurtarışlarını belgeleyen 'kan, ter ve pikseller' kitabı, hem oyun geliştiriciliği dünyasında çıkılan bir yolculuk hem de olabilecek en iyi oyunu yaratmak için dağ gibi engelleri aşan, isimsiz kahramanlara bir övgü niteliğinde."
video oyun endüstrisi hakkında bir şeyler öğrenmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim, kitabın çevirisi için m. ihsan tatari'ye ve ithaki yayınları'na kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum.
"gün boyu süren fazla mesaileri, yorgunluktan kızaran gözleri ve son dakika kurtarışlarını belgeleyen 'kan, ter ve pikseller' kitabı, hem oyun geliştiriciliği dünyasında çıkılan bir yolculuk hem de olabilecek en iyi oyunu yaratmak için dağ gibi engelleri aşan, isimsiz kahramanlara bir övgü niteliğinde."
video oyun endüstrisi hakkında bir şeyler öğrenmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim, kitabın çevirisi için m. ihsan tatari'ye ve ithaki yayınları'na kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum.
devamını gör...
yazarların alkol limitleri
2 bira cancağızım, evet yetiyor.. ekonomik insanım ben.
devamını gör...
acıyı bal eyledik
kör olasın demiyorum.
kör olma da gör beni.
üstadın bu dizeleri hep beddua gibi algılanıyor, yıllarca benim kulaklarıma da öyle tınladı ve açıkçası tırmaladı. hasan hüseyin korkmazgil böyle bir şair değil ki “kör olasın demiyorum bak, sen -ileride- kör olma da beni bi gör bakalım -ileride-, o zaman napacaksın” gibi bir dize yazsın. adamı şiir aleminin demet akalın'ı mı yapalım allasen?
daha geçen gün dank etti açıkçası. bu bir beddua değil daha çok bir şey, ıı bulamadım kelime.
kör olasın demiyorum (desem derim hani, sana ah edecek olsam ederim yani ama)
bi kör olma da (fiziksel olarak kör değilsen de “görmeyi bilmiyorsun”, öğren istiyorum, bakmayı görmeyi bil de)
görebil beni.
böyleyken böyle, anlatabildim mi bilmiyorum ama sanırım anladım.
~
dipnot: selda bağcan hanımefendinin affına sığınarak, hasret gültekin dışında kimseden dinleyemiyorum bu şiirin bestelenmiş halini,
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
dizelerinden dolayı.
kör olma da gör beni.
üstadın bu dizeleri hep beddua gibi algılanıyor, yıllarca benim kulaklarıma da öyle tınladı ve açıkçası tırmaladı. hasan hüseyin korkmazgil böyle bir şair değil ki “kör olasın demiyorum bak, sen -ileride- kör olma da beni bi gör bakalım -ileride-, o zaman napacaksın” gibi bir dize yazsın. adamı şiir aleminin demet akalın'ı mı yapalım allasen?
daha geçen gün dank etti açıkçası. bu bir beddua değil daha çok bir şey, ıı bulamadım kelime.
kör olasın demiyorum (desem derim hani, sana ah edecek olsam ederim yani ama)
bi kör olma da (fiziksel olarak kör değilsen de “görmeyi bilmiyorsun”, öğren istiyorum, bakmayı görmeyi bil de)
görebil beni.
böyleyken böyle, anlatabildim mi bilmiyorum ama sanırım anladım.
~
dipnot: selda bağcan hanımefendinin affına sığınarak, hasret gültekin dışında kimseden dinleyemiyorum bu şiirin bestelenmiş halini,
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
dizelerinden dolayı.
devamını gör...
çocukken sahip olmak isteyip sahip olamadığınız şeyler
lc waikiki poşeti. ama o maymunlu olanlarından.
devamını gör...
hamile olduğunu öğrendiğin an
kürtaj için randevu alırım. planlarımda çocuk yok çünkü. en azından şimdilik.
devamını gör...
who are you (kısa film)
daha önce the gift isimli kısa filmini izlediğim ve tanımını yazdığım julio pot’un kısa animasyon filmidir.

kısa filmde yaratma sancısı çeken ve bu yüzden de hem yazma kabiliyetinden şüpheye düşen hem de kazandığı ünle birlikte gelen özgüvenini yitiren başarılı bir yazarın bir gün kapısına gelen bir teslimatçı kız ile yaşadığı sohbet sonucu geçirdiği dönüşüm anlatılıyor.
birisi bize kim olduğumuzu sorduğunda aslında ismimizi öğrenmeye çalışmıyordur. kim olduğumuzu anlatmanın yolu kazanıp kaybettiklerimizi, öğrenip unuttuklarımızı, yapıp yıktıklarımızı, bulup kaybettiklerimizi anlatmaktır. bizi biz yapan şey insanların bize seslenmek için kullandığı isim değil hayat hikayemizin engebeli bir seyirde ilerleyen akışıdır.
aynı soruyu biz kendimize sorduğumuzda ise aslında cevap bunca mücadeleden sonra neye dönüştüğümüz, tercih etmediğimiz her şeyin bizi nasıl bir insan yaptığı, kaybettiğimiz her şeyle ne kadar zengin, kazandıklarımızla ne kadar yoksul olduğumuzu anlamakta gizlidir.
ve filmin sonundaki kutu. forrest gump’ta kutunun içinde çikolata vardı, hayat gibi. reservoir dogs’da parlak bir ışık vardı. se7en’da ise şey vardı. ne vardı sahi? o zaman bu soru hem başlığa hem filmin sonuna hem de se7en’a gelsin:
what is in the box?
who are you?

kısa filmde yaratma sancısı çeken ve bu yüzden de hem yazma kabiliyetinden şüpheye düşen hem de kazandığı ünle birlikte gelen özgüvenini yitiren başarılı bir yazarın bir gün kapısına gelen bir teslimatçı kız ile yaşadığı sohbet sonucu geçirdiği dönüşüm anlatılıyor.
birisi bize kim olduğumuzu sorduğunda aslında ismimizi öğrenmeye çalışmıyordur. kim olduğumuzu anlatmanın yolu kazanıp kaybettiklerimizi, öğrenip unuttuklarımızı, yapıp yıktıklarımızı, bulup kaybettiklerimizi anlatmaktır. bizi biz yapan şey insanların bize seslenmek için kullandığı isim değil hayat hikayemizin engebeli bir seyirde ilerleyen akışıdır.
aynı soruyu biz kendimize sorduğumuzda ise aslında cevap bunca mücadeleden sonra neye dönüştüğümüz, tercih etmediğimiz her şeyin bizi nasıl bir insan yaptığı, kaybettiğimiz her şeyle ne kadar zengin, kazandıklarımızla ne kadar yoksul olduğumuzu anlamakta gizlidir.
ve filmin sonundaki kutu. forrest gump’ta kutunun içinde çikolata vardı, hayat gibi. reservoir dogs’da parlak bir ışık vardı. se7en’da ise şey vardı. ne vardı sahi? o zaman bu soru hem başlığa hem filmin sonuna hem de se7en’a gelsin:
what is in the box?
who are you?
devamını gör...
toptal
yetenekli freelancer çalışanları 4 aşamalı bir mülakat sürecinden sonra yetenek havuzuna katan ve dünya üzerinde çok prestijli firmalarla çalışan bir iş ağı. çalıştıkları firmalardan gelen iş ihtiyaçlarını bu yetenek havuzuna aldıkları kişiler ile eşleştirerek, iş arayan ile işvereni buluşturuyor.
gelir modeli, sağladığı bu hizmet için ödenen saatlik ücret üzerinden komisyon almaktır.
uzaktan çalışmanın giderek daha popüler olmaya olduğu şu dönemde, iş arayan ama freelancer çalışmak isteyenler için oldukça iyi bir seçenek.
gelir modeli, sağladığı bu hizmet için ödenen saatlik ücret üzerinden komisyon almaktır.
uzaktan çalışmanın giderek daha popüler olmaya olduğu şu dönemde, iş arayan ama freelancer çalışmak isteyenler için oldukça iyi bir seçenek.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
kafamı çıkartmaktan çok korkuyordum. bir yunan askeri leşi almak için her şeyimi feda edebilirdim oysa. kafamı siperin ıslak yüzeyine yasladım. bir yastık gibi yumuşaktı. göz ucu ile bizim cepheye doğru koşan intihar bombacısını gördüm. "gözlerinde her şeyden bıkmış. yaşamayı ölmek ile nişanlamış birini görüyordum" savaştan mı yoksa delirdiğimden mi bilmem her şeyiyle bendim bizim cepheye koşan asker. cesaretimi topladım ve silahı doğrulttum. o askeri hala kendim olarak görüyordum. bana benden daha çok benzediği hissettim. bunu umursamadım ve tetiğe bastım. silah ateş etmiyordu. tekrar ve tekrar bastım. kendimi öldüremiyordum. üzerime koştu, aramızda 1 metre kalmıştı. koşarak zıpladı ve pimi çekmedi. bombayı patlatmadı. bana sarıldı. "ölmeyi göze alan bir adam sarılabilir miydi?" bir anda sesler kesildi. bu da yetmezmiş gibi kulağımda müslüm şarkısı çalıyordu. gözlerimi açtım. geçen sene binbir zorlukla boyadığım oda duvarımı gördüm. sabah zil sesimi arabesk şarkı yapmaktan vazgeçmeliydim.
kurduğum 8. alarmda uyanmıştım. her 5 dakika daha fazla uyumak istediğimde, ölüm döşeğinde azrail ile sözleşme yapıyor gibi hissediyordum. elinde sonunda uyanacaktım. elinde sonunda ölecektim. yatağımın karşısında boy aynam vardı karşısına güçsüz ve bitkin şekilde dikildim. gözlerime baktım. gözlerimde " her şeyden bıkmış, yaşamakla ölmeyi nişanlamış birini" görüyordum. kahvaltı yapmadım. ağzımda iğrenç bir tat vardı. hiç bu yoğun tadı bozmak istemedim.
kapıdan sonunda çıkabildim. bahçede beni hazır bekleyen kedimle karşılaştım. tebessüm ettim ve oturup sarıldım. "ölmeyi göze alan bir adam sarılabilir miydi?" sanırım gün içerisinde tek tebessüm ettiğim anıda arkamda bırakmıştım.
evde yalnızdım. iş yerinde yalnızdım. vücudumun her yerine temas edilen bu mahşer yerini andıran minibüste de yalnızdım. sağımda ve solumda ki cephelerde bulunan arkadaşlarım vardı. ancak hiçbiri bana isabet eden bir merminin önüne geçmeyecekti. işte bu yüzden yalnızdım. bu merminin önüne geçecek herkes uzak diyarlara göçmüştü. intihar bombacısı gibi üstüme koşan azrail annemi, babamı, bütün sevdiklerimi almış. bana sarılmıştı.
minibüs olduğundan fazla hızlı gidiyordu. girdiği her çukur nefret ettiğim insanların bana temas etmesini sağlıyordu. öyle ya insanlardan nefret ediyordum. sağıma baktığımda bir durak dolusu insanı almadan devam etmişti. ikinci durak, üçüncü durak. minibüs durmuyordu. üzerime koşan intihar bombacısının gözlerinde ki ışık kadar kararlıydı. ben kadar kararlıydı durmamakta. şoför arkasını döndü "fren boşaldı duramıyorum" diye bağırdı. şoför bendim. nasıl olabilirdi. yüzünde ki her mimik benimdi. öleceğiz diye bağırdı. ben bağırmıyordum. ama şoför ben olduğumdan emindim. bir darbeyle sarsıldım. minibüs yan devrilmişti. herkes çürümüş bir kadavra gibi yerlerdeydi. oysa daha yeni ölmüşlerdi. minibüsünün yan devrilişi bana kendimi hatırlattı. şuan ayağa dikilmiş bedenim, yıllardır sürünen ruhumu gizliyordu. bir darbe daha aldım. bu sefer minibüs çarpmamıştı. müdürüm öğlen arasının bittiğini, işime geri dönmemi söyledi. uykuyu mu yoksa yarı ölmeyi mi çok sevdiğimden bilmem, 1 saat arada her zaman uyurdum.
işten çıktım. uzun bir nefes aldım. elimde olsa gün içerisinde tek nefes aldığımi hissettiğim bu anda aldığım bu nefesi geri vermezdim. ki öyle oluyordu. bebeğini kaybetmiş bir annenin yürek acısının binde birini hissetmeden bu nefesi vermiyordum. bu acı bile beni bazen yere düşürmeye yetiyordu. minibüse bindim şoförün yüzüne baktım. tekrar tekrar baktım. minibüsünü ben sürmüyordum. buna sevindim mi bilmiyorum. çünkü kaza yapmak, bedenimin bir minibüs gibi yan devrilmesini istiyordum.
eve girdim. annem kahvaltıyı hazırlamıştı. hafif sitemkar, hafif tebessüm ederek anne zamanları karıştırıyorsun akşam akşam ne kahvaltısı dedim. canım sabah kahvaltı yapmadın o yüzden bu gece kahvaltı yapacağız dedi. bir saniye? annem mi? öl.. doğru ya, evet evet bugün ikinciye gülümsedim.
odama girip üstümü değiştirdim. bembeyaz geceliklerimi giymiştim. boy aynama döndüm. üstümde kefen gibi duruyordu. o yüzden en sevdiğim kıyafet bunlardı. gözlerime baktım. gözlerimde " her şeyden bıkmış. yaşamakla ölmeyi nişanlamış birini"
görüyordum.
babam hadi kahvaltıya diye bağırdı. misafirimiz var dedi. kim olduğunu merak etmiyordum. ama içimi bir heyecan kaplamıştı. kapıyı açtım geçen hafta askerde şehit olmuş arkadaşım bize akşam kahvaltısına gelmişti. bu beni çok sevindirdi. sarıldık.
"ölmeyi göze alan bir adam sarılabilir miydi?"bilmiyorum
arkadaşım soğuktu. ben ise yanıyordum.
evet kahvaltı yapmamıştım. öğle arasında da uyumuştum. annecim ne hazırladın diye sordum. önüme büyük bir kapak içerisinde bir şey getirdi. sürpriz dedi. masada ki 5 kişi yemeği görmek için kapağı aynı anda kaldırdık. annem, babam, arkadaşım, ben ve ...
5. kimdi bilmiyorum. onu daha önce görmemiştim.
önümüzde silah şeklinde pastalar vardı. kahvaltı da pasta mı yenirdi? masada ki dört kişi de heyecanlı bir şekilde yiyordu. ben de çok açtım. vişne aroması bana hep güzel gelmiştir. bu yüzden kırmızı olan namlusundan başlamak istedim yemeye. gözlerimi kapattım ve başladım. gözlerimi açtım.
ve kafamı ıslak olan sipere yasladım. yastık gibiydi. bir yunan askerinin leşini almak için her şeyimi verebilirdim ama korkuyordum. cesaretimi topladım. kafamı çıkarttım. bana doğru koşan intihar bombacısını gördüm. yüzü bana çok benziyordu. mimikleri benimkilerin aynısıydı. aldırmadım. bedenimi doğrulttum ve tetiğe bastım. bu sefer silah ateşlenmişti. vişne tadı ağzıma geldi. fazla suluydu. ama tadı güzel ve ıslaktı. müslümün şarkısını duymadım. müdürüm de uyandırmadı. anne çok güzel olmuş. eline sağlık diyebildim. sonra uyudum ve birdaha uyanmadım.
kurduğum 8. alarmda uyanmıştım. her 5 dakika daha fazla uyumak istediğimde, ölüm döşeğinde azrail ile sözleşme yapıyor gibi hissediyordum. elinde sonunda uyanacaktım. elinde sonunda ölecektim. yatağımın karşısında boy aynam vardı karşısına güçsüz ve bitkin şekilde dikildim. gözlerime baktım. gözlerimde " her şeyden bıkmış, yaşamakla ölmeyi nişanlamış birini" görüyordum. kahvaltı yapmadım. ağzımda iğrenç bir tat vardı. hiç bu yoğun tadı bozmak istemedim.
kapıdan sonunda çıkabildim. bahçede beni hazır bekleyen kedimle karşılaştım. tebessüm ettim ve oturup sarıldım. "ölmeyi göze alan bir adam sarılabilir miydi?" sanırım gün içerisinde tek tebessüm ettiğim anıda arkamda bırakmıştım.
evde yalnızdım. iş yerinde yalnızdım. vücudumun her yerine temas edilen bu mahşer yerini andıran minibüste de yalnızdım. sağımda ve solumda ki cephelerde bulunan arkadaşlarım vardı. ancak hiçbiri bana isabet eden bir merminin önüne geçmeyecekti. işte bu yüzden yalnızdım. bu merminin önüne geçecek herkes uzak diyarlara göçmüştü. intihar bombacısı gibi üstüme koşan azrail annemi, babamı, bütün sevdiklerimi almış. bana sarılmıştı.
minibüs olduğundan fazla hızlı gidiyordu. girdiği her çukur nefret ettiğim insanların bana temas etmesini sağlıyordu. öyle ya insanlardan nefret ediyordum. sağıma baktığımda bir durak dolusu insanı almadan devam etmişti. ikinci durak, üçüncü durak. minibüs durmuyordu. üzerime koşan intihar bombacısının gözlerinde ki ışık kadar kararlıydı. ben kadar kararlıydı durmamakta. şoför arkasını döndü "fren boşaldı duramıyorum" diye bağırdı. şoför bendim. nasıl olabilirdi. yüzünde ki her mimik benimdi. öleceğiz diye bağırdı. ben bağırmıyordum. ama şoför ben olduğumdan emindim. bir darbeyle sarsıldım. minibüs yan devrilmişti. herkes çürümüş bir kadavra gibi yerlerdeydi. oysa daha yeni ölmüşlerdi. minibüsünün yan devrilişi bana kendimi hatırlattı. şuan ayağa dikilmiş bedenim, yıllardır sürünen ruhumu gizliyordu. bir darbe daha aldım. bu sefer minibüs çarpmamıştı. müdürüm öğlen arasının bittiğini, işime geri dönmemi söyledi. uykuyu mu yoksa yarı ölmeyi mi çok sevdiğimden bilmem, 1 saat arada her zaman uyurdum.
işten çıktım. uzun bir nefes aldım. elimde olsa gün içerisinde tek nefes aldığımi hissettiğim bu anda aldığım bu nefesi geri vermezdim. ki öyle oluyordu. bebeğini kaybetmiş bir annenin yürek acısının binde birini hissetmeden bu nefesi vermiyordum. bu acı bile beni bazen yere düşürmeye yetiyordu. minibüse bindim şoförün yüzüne baktım. tekrar tekrar baktım. minibüsünü ben sürmüyordum. buna sevindim mi bilmiyorum. çünkü kaza yapmak, bedenimin bir minibüs gibi yan devrilmesini istiyordum.
eve girdim. annem kahvaltıyı hazırlamıştı. hafif sitemkar, hafif tebessüm ederek anne zamanları karıştırıyorsun akşam akşam ne kahvaltısı dedim. canım sabah kahvaltı yapmadın o yüzden bu gece kahvaltı yapacağız dedi. bir saniye? annem mi? öl.. doğru ya, evet evet bugün ikinciye gülümsedim.
odama girip üstümü değiştirdim. bembeyaz geceliklerimi giymiştim. boy aynama döndüm. üstümde kefen gibi duruyordu. o yüzden en sevdiğim kıyafet bunlardı. gözlerime baktım. gözlerimde " her şeyden bıkmış. yaşamakla ölmeyi nişanlamış birini"
görüyordum.
babam hadi kahvaltıya diye bağırdı. misafirimiz var dedi. kim olduğunu merak etmiyordum. ama içimi bir heyecan kaplamıştı. kapıyı açtım geçen hafta askerde şehit olmuş arkadaşım bize akşam kahvaltısına gelmişti. bu beni çok sevindirdi. sarıldık.
"ölmeyi göze alan bir adam sarılabilir miydi?"bilmiyorum
arkadaşım soğuktu. ben ise yanıyordum.
evet kahvaltı yapmamıştım. öğle arasında da uyumuştum. annecim ne hazırladın diye sordum. önüme büyük bir kapak içerisinde bir şey getirdi. sürpriz dedi. masada ki 5 kişi yemeği görmek için kapağı aynı anda kaldırdık. annem, babam, arkadaşım, ben ve ...
5. kimdi bilmiyorum. onu daha önce görmemiştim.
önümüzde silah şeklinde pastalar vardı. kahvaltı da pasta mı yenirdi? masada ki dört kişi de heyecanlı bir şekilde yiyordu. ben de çok açtım. vişne aroması bana hep güzel gelmiştir. bu yüzden kırmızı olan namlusundan başlamak istedim yemeye. gözlerimi kapattım ve başladım. gözlerimi açtım.
ve kafamı ıslak olan sipere yasladım. yastık gibiydi. bir yunan askerinin leşini almak için her şeyimi verebilirdim ama korkuyordum. cesaretimi topladım. kafamı çıkarttım. bana doğru koşan intihar bombacısını gördüm. yüzü bana çok benziyordu. mimikleri benimkilerin aynısıydı. aldırmadım. bedenimi doğrulttum ve tetiğe bastım. bu sefer silah ateşlenmişti. vişne tadı ağzıma geldi. fazla suluydu. ama tadı güzel ve ıslaktı. müslümün şarkısını duymadım. müdürüm de uyandırmadı. anne çok güzel olmuş. eline sağlık diyebildim. sonra uyudum ve birdaha uyanmadım.
devamını gör...
regl olmasından bahseden kadın
kadının doğurması kadar normal bir olaydır. 2021'e girdik ama hala bunu sorun eden konuşulmasının ahlaki olarak yanlış olduğunu söyleyen insanlar var.
(bkz: ortadoğu'da kadın olmak)
(bkz: ortadoğu'da kadın olmak)
devamını gör...
erdoğan'ın bu ülkede gençlere her şey veriliyor demesi
bu ülkede gençlere bir sey veriliyor da ne olduğunu söylersem ortalık karışır.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
devamını gör...
galvanizleme
galvaniz aslında korozyona karşı metalin çinko ile kaplanması işidir. kaplama kalınlığı mikron (milimetrenin binde biri) seviyesinde olup kaç mikron olacağı çalışma şartlarına göre belirlenir. çinko metalin tüm yüzeyine kaplanarak altta bulunan metalin hava ile irtibatı kesilir, yüzeyi tamamen çinko ile kaplı olan metalde hava ile temas eden çinko zamanla kendisi aşınır.
mühendislikte özellikle (makine ve inşaat) oldukça kullanılan bir yöntemdir. adını italyan bilim adamı luigi galvani den alır. iki yolla yapılabilir.
1- elektroliz yolu ile ki buna elektro galvaniz denir.
2- sıcak daldırma galvaniz.
elektro galvaniz ; lisede okuduğumuz elektroliz yolu ile yapılır. anot elektroduna çinko, katot tarafına ise kaplanacak malzeme konur. yüksek amperli ve düşük gerilimli elektrik ile anottaki çinkonun ,katottaki malzemeye yapışması sağlanır. elektro galvaniz ile yapılan işlem sonucu malzeme kaynak edilebilir ve bu kaplama asla çıkmaz. elektro galvanizde kaplama için saf çinko kullanılması şarttır.
sıcak daldırmada ise alaşımlı çinko kullanılır, malzemeye kaynak yapılamaz, eğer bir çelik konstrüksiyon yapılacak ise tüm parçaların tek tek galvanizlenmesi ve sonra tüm parçaların monte edilmesi gerekecektir. sıcak daldırma zamanla kalkabilir.
iyi de bu kadar anlattın nerede göreceğim bunu diyenler için bir örnek vereyim. otoban kenarlarında görmüş olduğunuz metal aydınlatma direkleri hani şu koyu gri renkli olanlar sıcak daldırma galvaniz yöntemi ile pasa karşı korunmuştur.
mühendislikte özellikle (makine ve inşaat) oldukça kullanılan bir yöntemdir. adını italyan bilim adamı luigi galvani den alır. iki yolla yapılabilir.
1- elektroliz yolu ile ki buna elektro galvaniz denir.
2- sıcak daldırma galvaniz.
elektro galvaniz ; lisede okuduğumuz elektroliz yolu ile yapılır. anot elektroduna çinko, katot tarafına ise kaplanacak malzeme konur. yüksek amperli ve düşük gerilimli elektrik ile anottaki çinkonun ,katottaki malzemeye yapışması sağlanır. elektro galvaniz ile yapılan işlem sonucu malzeme kaynak edilebilir ve bu kaplama asla çıkmaz. elektro galvanizde kaplama için saf çinko kullanılması şarttır.
sıcak daldırmada ise alaşımlı çinko kullanılır, malzemeye kaynak yapılamaz, eğer bir çelik konstrüksiyon yapılacak ise tüm parçaların tek tek galvanizlenmesi ve sonra tüm parçaların monte edilmesi gerekecektir. sıcak daldırma zamanla kalkabilir.
iyi de bu kadar anlattın nerede göreceğim bunu diyenler için bir örnek vereyim. otoban kenarlarında görmüş olduğunuz metal aydınlatma direkleri hani şu koyu gri renkli olanlar sıcak daldırma galvaniz yöntemi ile pasa karşı korunmuştur.
devamını gör...
gençlerin evliliği düşünmemesi
boyle bir durum var evet. maddi kosullar isin en buyuk nedeni gibi gorulsede aslinda, bu isin bahanesi. gunumuzde artik bireysel yasam, aile kavramindan daha cazip konumda. biriyle bir hayat dusuncesi, cocuk kavrami, akrabalik olusumu hepsi cogu gencin gozunde birer sorumluluk, birer yük. bir de cevrelerinde mutsuz evliliklere sahit olduklari zaman, evlilik dusuncesinden daha da soyutlasmalarina neden olmakta.
devamını gör...
yazarların hayatta aldığı en doğru karar
15 yaşımda ssk girişimi yaptırmak.
devamını gör...
11 kere üst üste fake hesap açan yazar
selenaya yenilip yenilip yüce honostan sürekli 1 şans daha isteyen hades misin ulen? takdir ettim iradesi yüksek inatçı bir arkadaşmış.
devamını gör...
mandariinid
savaşsız savaş filmi mi olurmuş?
olurmuş. çok da güzel olmuş.
zaza urushadze tarafından yazılan, yönetilen 2013 yılı estonya-gürcistan ortak yapımı olan savaş karşıtı dram filmi.
imdb puanı 8.2
savaşın ne kadar kötü olabileceği en güzel şekilde işlenmiş. durgun gibi gözükse de sıkmadan akıp gidiyor, süresi 1 saat 30 dakika.
hala daha savaştıkları halde, aynı evde bir süre beraber kalmak zorunda olan gürcü ve çeçen askeri düşünün.
ince metaforlar barındırır.
izlerken dinlenirsiniz, ivo dedeyi içselleştirebilirsiniz; dekor ve müzik seçimi için sanat yönetmenine sevgilerinizi iletebilirsiniz. ruhu doyuran cinsten.
içe dokunan diyalogları vardır. onlardan biri ise:
--! spoiler !--
-yani oğlunu gürcüler mi öldürdü?
+ evet, ama ne fark eder ki?
– nasıl yani? oğlunun mezarının yanına bir gürcü gömdün.
+ ahmed, fark eder mi?
– ….
+ cevap ver!
– hayır, fark etmez.
--! spoiler !--
izlemeniz şiddetle tavsiye olunur.
şuraya da efsane film müziğini bırakalım.
olurmuş. çok da güzel olmuş.
zaza urushadze tarafından yazılan, yönetilen 2013 yılı estonya-gürcistan ortak yapımı olan savaş karşıtı dram filmi.
imdb puanı 8.2
savaşın ne kadar kötü olabileceği en güzel şekilde işlenmiş. durgun gibi gözükse de sıkmadan akıp gidiyor, süresi 1 saat 30 dakika.
hala daha savaştıkları halde, aynı evde bir süre beraber kalmak zorunda olan gürcü ve çeçen askeri düşünün.
ince metaforlar barındırır.
izlerken dinlenirsiniz, ivo dedeyi içselleştirebilirsiniz; dekor ve müzik seçimi için sanat yönetmenine sevgilerinizi iletebilirsiniz. ruhu doyuran cinsten.
içe dokunan diyalogları vardır. onlardan biri ise:
--! spoiler !--
-yani oğlunu gürcüler mi öldürdü?
+ evet, ama ne fark eder ki?
– nasıl yani? oğlunun mezarının yanına bir gürcü gömdün.
+ ahmed, fark eder mi?
– ….
+ cevap ver!
– hayır, fark etmez.
--! spoiler !--
izlemeniz şiddetle tavsiye olunur.
şuraya da efsane film müziğini bırakalım.
devamını gör...
hastanede yatak bulamadığı için yaşamını yitiren vatandaş
içim cız etti. gerçekten çok üzüldüm bir insan bu kadar çaresiz bırakılmaz. yazık.
devamını gör...
oscar schindler
2. dünya savaşı döneminde, kurduğu fabrikaya yahudileri işe almak suretiyle çalışma kamplarına gönderilmekten kurtarmış iş adamı. dönemin fırsatlarından faydalandığı, sadece kendine kolay iş gücü sağlamak istediği söylense de bir çok kişinin canını kurtarmış olması önemli bence.
kraków'daki fabrikası müzeye dönüştürülmüş, dönemle ilgili bir çok belge ve eşyanın yanında kendisinin çalışma odasını da ziyaret edebiliyorsunuz. etkileyici bir müze.
kraków'daki fabrikası müzeye dönüştürülmüş, dönemle ilgili bir çok belge ve eşyanın yanında kendisinin çalışma odasını da ziyaret edebiliyorsunuz. etkileyici bir müze.
devamını gör...
