tezer özlü sözleri
"insan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir...
o denli doyumsuzdur.
ve acısı da o denli büyük.
yaşam acısı..."
-tezer özlü. yaşamın ucuna yolculuk.
o denli doyumsuzdur.
ve acısı da o denli büyük.
yaşam acısı..."
-tezer özlü. yaşamın ucuna yolculuk.
devamını gör...
leylim leylim
ahmed arif tarafından leyla erbil'e gönderilmiş mektup derlemelerinden oluşan kitaptır. aşka karşılık vermeyen leyla hanım, ahmet arif'i dostu olarak görmektedir. ahmet arif bu dostluk ile ilgili mektuplarının birinde şöyle bahsetmektedir :
"böyle benzersiz bir dostluğa beni layık gördüğün için tanrıya teşekkür etmek. athe olmamın önemi yok burda , bi tanrı yaratırız olur biter."
- "bir mavi gül bahçesi yorganım
uyku saçlarımın meçhul şarkısı
sonra yastığımda ilk gölgen kızlık
ve ilk unutuluş hürriyet raksı
yumuşaklığında köpükten öpüşlerin
mukaddes günahlar cenneti oda
dikişsiz beyazlığında tüllerin
bir ay süzülecek buluta
ve bir mavi şarap gözlerindeki
musiki gölgelerinde yorgun
sen hep öylesine güzel sevdalım
ben sana allahsızcasına vurgun"
"böyle benzersiz bir dostluğa beni layık gördüğün için tanrıya teşekkür etmek. athe olmamın önemi yok burda , bi tanrı yaratırız olur biter."
- "bir mavi gül bahçesi yorganım
uyku saçlarımın meçhul şarkısı
sonra yastığımda ilk gölgen kızlık
ve ilk unutuluş hürriyet raksı
yumuşaklığında köpükten öpüşlerin
mukaddes günahlar cenneti oda
dikişsiz beyazlığında tüllerin
bir ay süzülecek buluta
ve bir mavi şarap gözlerindeki
musiki gölgelerinde yorgun
sen hep öylesine güzel sevdalım
ben sana allahsızcasına vurgun"
devamını gör...
doğum yapan kadının erkeği artık umursamaması
umursamamak değilde doğal bir süreçtir bu. bizim ülkemizde cinsellik eğitimi yok,bireyler kendi vücudunu tanımıyor. bugün klitoris nerede diye sorsam o ne diyecek kişiler var. kadınların masturbasyon yapması bile ayıp sayılıyor,ülkemizde ‘hymen’ yani halk arasında kızlık zarı tartışması var ki böyle bir şeyin varlığı bile şüpheli. bu tarz ortamlarda büyüyen kişiler için ‘ayy kapat ışığı utanıyorum’ erkeğin haldır küldür içeri girmeye çalışmasını saymıyorum bile. taraflardan biri cinsel eğitim alsa tamam diyeceğim ama iki tarafda da olmayınca sorun yaşanıyor. bir kadının hamile kalması,yada kalabilmesi çok zorlu bir süreç. vajinusmus diye birşey var belli bir tabu içinde büyüyen kişilerin ilişkiden korkması ki bugün 10 kadından 5i bu korkuyu yaşıyor, herhangi bir destek de almıyor. erkek için ise evlilik tamamen kendi üzerine binen bir yük olduğu için sevişmeyi bir görev gibi biliyor. bugün boşanma davalarının çoğu erkeğin aleyhine sonuçlanıyor ve bu durumun %80 sebebi ‘erkeğin kocalık görevini yerine getirmemesi’ kocalıktan kasıt birlikte olmak. neyse fikir firar etmesin,bir kadının hamile kalabilmesi için ayda minimum 15-18 kez ilişkiye girmesi lazım. bunu bir düşünün türkiye şartlarında ? kadının çocuk isteyip,erkeğin çocuk istememesi yada tam tersi durumlarda ailelerin devreye girmesi,kuvvet macunları falan.
herşeyi geçtik ve kadın hamile kaldı diyelim asıl süreç burda başlıyor. hormonlar değişiyor,vücut değişiyor,bu da kadını doğal olarak da erkeği etkiliyor. bugün kadınların bile yanlış bildiği bir bilgi var ‘hamilelikte ilişkiye girersem çocuk zarar görür,yada düşük olur’ bu yanlış, erken düşük genel olarak kromozom anomalileri ya da gelişmekte olan bebekte görülen sağlık sorunlarına bağlı olarak ortaya çıkar. yani bu dönemde cinsel ilişki düşüğe etki etmez. fakat bu dönemde gebelik belirtileri yoğun olarak yaşandığı için çiftlerin geneli ilişki yaşamaz. (3 ay) herşeyi yolunda giden bir hamilelikte son 4 haftaya kadar ilişki yaşanabilir. hamilelik zaten başlı başına zor bir süreç, aş ermeler,sürekli değişen hormon değişiklikleri bla bla bla insanı yıpratır. herşey yolunda gitti ve bu 9 aylık süreci atlattınız lohusalık dönemi başlar. doğum eylemi bittikten sonra plasenta ve zarlarının ayrılmasından sonraki 6-8 (42 gün) haftalık dönemi kapsar. bu sürenin sonunda gebelikte meydana gelen tüm değişiklikler gebelik öncesine döner. lohusalık döneminde anne ve bebeğin hastalıklardan korunması için özenli bir bakıma ihtiyacı bulunmaktadır. çiftlerin çoğu için bu zor bir süreçtir. çünkü erkek,artık karısını ‘anne’ rolünde gördüğü için ilişkiden uzaklaşır ve ‘anne’ görür artık. yani aslında yaratılış amacı estetik kaygılardan ziyade çocuğu beslemek olan bir organ (bkz: ğöğüs) içinden süt çıktığını ve çocuğu emzirdiğini görünce erkek doğal olarak uzaklaşıyor,yaklaşırsam incitirim diye düşünüyor. kadınların çoğu, forumlarda bu durumdan şikayetçi, ‘kocam doğum yaptıktan sonra benimle ilişkiye girmiyor’ minvalinde bir çok şikayet mevcut. eğer destek alınmazsa bu durum ilerliyor ve çiftler boşanıyor, kaldı ki çocuk doğduktan sonra da ‘aman çocuk uyanacak,aman çocuk görür’ diye ilişki sürekli ertelenir. standart ilişki haftada 2 defadır,uzmanlar tarafından önerilen fakat bugün çoğu çift ayda 1 bile zor oluyor diyorlar. bu 5-10 yılı aşkın evliliklerde daha da artıyor. yani aslında bir canlının,içinde başka bir canlıyı barındırması,doğurması,büyütmesi bana göre mükemmel birşey,sırf şu olay bile kadınlara hayran bırakıyor beni ama bu durum herkes için geçerli değil. evlilik-çocuk-çocuk sonrası bunların hepsi yıpratıcı bir süreç. kısaca evlilik insanı yıpratır,arkadaşlar. duygusal aforizmaları bırakıp gerçeklerle yüzleşin.
herşeyi geçtik ve kadın hamile kaldı diyelim asıl süreç burda başlıyor. hormonlar değişiyor,vücut değişiyor,bu da kadını doğal olarak da erkeği etkiliyor. bugün kadınların bile yanlış bildiği bir bilgi var ‘hamilelikte ilişkiye girersem çocuk zarar görür,yada düşük olur’ bu yanlış, erken düşük genel olarak kromozom anomalileri ya da gelişmekte olan bebekte görülen sağlık sorunlarına bağlı olarak ortaya çıkar. yani bu dönemde cinsel ilişki düşüğe etki etmez. fakat bu dönemde gebelik belirtileri yoğun olarak yaşandığı için çiftlerin geneli ilişki yaşamaz. (3 ay) herşeyi yolunda giden bir hamilelikte son 4 haftaya kadar ilişki yaşanabilir. hamilelik zaten başlı başına zor bir süreç, aş ermeler,sürekli değişen hormon değişiklikleri bla bla bla insanı yıpratır. herşey yolunda gitti ve bu 9 aylık süreci atlattınız lohusalık dönemi başlar. doğum eylemi bittikten sonra plasenta ve zarlarının ayrılmasından sonraki 6-8 (42 gün) haftalık dönemi kapsar. bu sürenin sonunda gebelikte meydana gelen tüm değişiklikler gebelik öncesine döner. lohusalık döneminde anne ve bebeğin hastalıklardan korunması için özenli bir bakıma ihtiyacı bulunmaktadır. çiftlerin çoğu için bu zor bir süreçtir. çünkü erkek,artık karısını ‘anne’ rolünde gördüğü için ilişkiden uzaklaşır ve ‘anne’ görür artık. yani aslında yaratılış amacı estetik kaygılardan ziyade çocuğu beslemek olan bir organ (bkz: ğöğüs) içinden süt çıktığını ve çocuğu emzirdiğini görünce erkek doğal olarak uzaklaşıyor,yaklaşırsam incitirim diye düşünüyor. kadınların çoğu, forumlarda bu durumdan şikayetçi, ‘kocam doğum yaptıktan sonra benimle ilişkiye girmiyor’ minvalinde bir çok şikayet mevcut. eğer destek alınmazsa bu durum ilerliyor ve çiftler boşanıyor, kaldı ki çocuk doğduktan sonra da ‘aman çocuk uyanacak,aman çocuk görür’ diye ilişki sürekli ertelenir. standart ilişki haftada 2 defadır,uzmanlar tarafından önerilen fakat bugün çoğu çift ayda 1 bile zor oluyor diyorlar. bu 5-10 yılı aşkın evliliklerde daha da artıyor. yani aslında bir canlının,içinde başka bir canlıyı barındırması,doğurması,büyütmesi bana göre mükemmel birşey,sırf şu olay bile kadınlara hayran bırakıyor beni ama bu durum herkes için geçerli değil. evlilik-çocuk-çocuk sonrası bunların hepsi yıpratıcı bir süreç. kısaca evlilik insanı yıpratır,arkadaşlar. duygusal aforizmaları bırakıp gerçeklerle yüzleşin.

devamını gör...
arp
çok sakinleştirici bir sesi olan, videodaki ürkek geyiğe bile huzur veren müzik aleti.
sanat tüm canlılara iyi gelir.
sanat tüm canlılara iyi gelir.
devamını gör...
ilişkide sorulan tuzak sorular
karşı cinsle ilgili sorulan sorulardır. doğru cevabı verirseniz "sen nerden biliyorsun?" denilir ve tebrikler 2. tuzak soruyla başbaşasınızdır.
devamını gör...
çirkin ördek yavrusu
hans christian andersen tarafından yazılan ve 1843 yılında yayınlanan bir çocuk masaldır.
aynı zamanda büyüdükçe ve olgunlaştıkça güzelleşen çocuklar ve ergenler için de kullanılan mecaz anlamı vardır.
aynı zamanda büyüdükçe ve olgunlaştıkça güzelleşen çocuklar ve ergenler için de kullanılan mecaz anlamı vardır.
devamını gör...
tanımların sonuna nokta koyma gerekliliği
(bkz: kafa sözlük formatı ve kuralları)
--- alıntı ---
madde 12: tanımlar nokta ile sonlandırılmalıdır.
--- alıntı ---
(bkz: teşekkürler)
--- alıntı ---
madde 12: tanımlar nokta ile sonlandırılmalıdır.
--- alıntı ---
(bkz: teşekkürler)
devamını gör...
hala koronovirüse yakalanmamış insan
konuşarak çağırmamalı.
dilinizi ısırınız.
dilinizi ısırınız.
devamını gör...
evrim
zaman içerisinde ve doğal bir biçimde, ağır-ağır bir şekilde gerçekleşen değişme süreci. eskiden buna, tekâmül denirdi. tüm canlılar, birbirleriyle akrabadır. evrimi anlamak için en iyi örneğin bardaktaki su örneği dediğim örnek olduğunu söyleyebiliriz. bir bardak alın ve bu bardağa su doldurun, doldurmaya devam edin..bir süre sonra su taşmaya başlar. işte evrim de böyledir. bu örneği anlayabilmemiz için şöyle söyleyelim; evrim, 2 ana bölümden oluşur; mikro evrim ve makro evrim. mikro evrim, küçük çaplı değişimlerdir. makro evrim ise, büyük çaplı değişimlerdir:
bir insan topluluğu düşünelim, adı da, a topluluğu olsun. bu topluluğun yarısı bu topluluktan ayrılıp, kendi topluluklarını, yani b topluluğunu oluşturuyorlar. daha sonra b topluluğu, a topluluğunun bulunduğu bölgeyi terkedip çok uzak diyarlara gidiyor. burdaki yaşam şartlarına, burdaki çevreye uygunlaşmaya başlıyor ve zamanla küçük çaplı değişimler geçiriyor. bu değişimler zamanla o kadar çoğalıyor ki, makro evrimi oluşturuyor. yani b topluluğu, geçirdiği küçük çaplı değişimler sonucunda tamamen farklı bir türe dönüşmüş oluyor. ve artık, a topluluğundan ayrılmış olmalarının yanı sıra, a topluluğunda bulunan insanların türlerinden de ayrılmış oluyorlar. bu örnekle birlikte, bardaktaki su örneği daha anlaşılır bir hale gelir. canlıları bir bardak, içine doldurduğumuz suyu da mikro evrim olarak düşünelim. bardağa suyu doldurmaya devam edersek, bir süre sonra taşmaya başlar. ki canlılar da geçirdikleri küçük çaplı evrimler sonucu, büyük çaplı bir değişim geçirmiş, farklı bir türe dönüşmüş olurlar. - bu örnek, evrimi anlama konusundaki ilk adımdır.
bir insan topluluğu düşünelim, adı da, a topluluğu olsun. bu topluluğun yarısı bu topluluktan ayrılıp, kendi topluluklarını, yani b topluluğunu oluşturuyorlar. daha sonra b topluluğu, a topluluğunun bulunduğu bölgeyi terkedip çok uzak diyarlara gidiyor. burdaki yaşam şartlarına, burdaki çevreye uygunlaşmaya başlıyor ve zamanla küçük çaplı değişimler geçiriyor. bu değişimler zamanla o kadar çoğalıyor ki, makro evrimi oluşturuyor. yani b topluluğu, geçirdiği küçük çaplı değişimler sonucunda tamamen farklı bir türe dönüşmüş oluyor. ve artık, a topluluğundan ayrılmış olmalarının yanı sıra, a topluluğunda bulunan insanların türlerinden de ayrılmış oluyorlar. bu örnekle birlikte, bardaktaki su örneği daha anlaşılır bir hale gelir. canlıları bir bardak, içine doldurduğumuz suyu da mikro evrim olarak düşünelim. bardağa suyu doldurmaya devam edersek, bir süre sonra taşmaya başlar. ki canlılar da geçirdikleri küçük çaplı evrimler sonucu, büyük çaplı bir değişim geçirmiş, farklı bir türe dönüşmüş olurlar. - bu örnek, evrimi anlama konusundaki ilk adımdır.
devamını gör...
tırnaktaki beyaz lekeler
küçüklüğümden beri asla kaybolmayan tırnağın üzerindeki beyaz lekelerdir.
bazen çizgisel, bazen ise tüm tırnağın üstünü küçük noktalarla kaplayacak kadar çoğalabilir.
halk arasında vitamin eksikliğinden ötürü oluştuğu söylenir.(bkz: kalsiyum, çinko)
bununla birlikte ciddi hastalıkların (travma, metal zehirlenmeleri, böbrek yetmezliği, saçkıran, siroz, sedef hastalığı, kansızlık,) belirtileri olabilir.
bazen çizgisel, bazen ise tüm tırnağın üstünü küçük noktalarla kaplayacak kadar çoğalabilir.
halk arasında vitamin eksikliğinden ötürü oluştuğu söylenir.(bkz: kalsiyum, çinko)
bununla birlikte ciddi hastalıkların (travma, metal zehirlenmeleri, böbrek yetmezliği, saçkıran, siroz, sedef hastalığı, kansızlık,) belirtileri olabilir.
devamını gör...
başkaları eğleniyor ben mutsuzum hissi
özellikle sosyal medya kullanımının artmasıyla kronikleşmiş bir durumdur.
insanların normalden çok daha fazla abartılı görüntüler paylaşması ile birlikte bunu gören diğer kişilerin ben neden böyle değilim düşüncesini ister istemez sordurmasıyla başlar.
burada düşünülmesi gereken en doğru düşünce ise herkesin her zaman mutlu olamayacağı, hayatın inişleri ve çıkışlarının normal olduğu fikridir.
bir de bunun için mümkün olduğunca sosyal medyadan uzak durmak insanı dinginleştirebilir.
insanların normalden çok daha fazla abartılı görüntüler paylaşması ile birlikte bunu gören diğer kişilerin ben neden böyle değilim düşüncesini ister istemez sordurmasıyla başlar.
burada düşünülmesi gereken en doğru düşünce ise herkesin her zaman mutlu olamayacağı, hayatın inişleri ve çıkışlarının normal olduğu fikridir.
bir de bunun için mümkün olduğunca sosyal medyadan uzak durmak insanı dinginleştirebilir.
devamını gör...
bireysel etik oluşturmak
etik, sözlükte "insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım tutum ve davranışların tümü." şeklinde tanımlanır. ama bugün bizim değineceğimiz konu tanımdan daha çok bunu nasıl oluşturmamız veya oluşturacağımız üzerine.
oluşturacağınız bireysel bir etik için öncelikle oluşturduğunuz her şeyi yıktıktan sonra gerçekleşebilir. burada (bkz: fredrich nietzsche) devreye girer ve "tanrı öldü" der.
nietzsche tanrı öldü derken kastı sadece dini veya (bkz: teoloji)'yi öldürmek değildir.
kendisinden önce var olan bütün sistemleri ve kültürleri yıkmaktır.
nietzsche, nihilizm(hiççilik) için uğranılması gereken bir uğraktır der. yani ilk önce hiç olmadan yeni biri olamayız der. bunun için de "yeniden dirilişler ancak mezarlıklarda görülür." diye ekler.
peki, bu yıkım ve hiçe gidiş kavramlarına nasıl ulaşabiliriz? tabii bu çok acılı bir süreç olacaktır. eğer bir şeyi yıkmak istiyorsanız önce ondan şüphe(bkz: septisizm) etmelisiniz. ailenizden,düşüncelerinizden,inanışlarınızdan ve hatta kendinizden. (bkz: descartes) kendi varlığının kanıtı bu şekilde bulmuştur. her şeyinden ve şüphe edip yıkarak ve onları tekrar inşa ederek en sonunda da "düşünüyorum o halde varım demiştir".
nietzsche bu yıkım ve hiçliğe uğramak konusunda bizlere şu aforizmasını söyler.
"kendini yakmak istemelisin kendi ateşinde, nasıl yeniden doğmak isteyebilirsin ki, önce kül olmadan."
işte şimdi her şeyi yıktıktan sonra artık inşa etmek başlar her şeyi yeni baştan.
öncelikle yeni etik sistemimizi kurmaya kabullenmekle başlamalıyız. insan doğası ve biyolojisine aykırı bir etik sistem kurmak, sizi çok fazla ilerletmeyecek, eninde sonunda tökezlettirecektir. öncelikle insan doğasının temelinin tamamen bencilliğe dayandığını kabullenmeniz gerekir. bütün niyetiniz ve eylemleriniz tamamen sizin bencilliğinizden kaynaklanır. kuracağımız yeni etik sistemi bu temel taşın üzerinde yükselecektir. bencillik kavramını açıklamak için bu durumu örneklendirecek olursak.
iki tane anne ve çocuk düşünelim iki grupta aç ve tek kişiye yetecek kadar yemekleri var. bir anne yemeğini çocuğuna yedirirken, diğer anne yemeği kendisi yer. özüne baktığınızda ikisi de bu eylemi bencillikten yapar. bir anne için açlık dürtüsü yerine çocuğunun aç kalmasının vicdan azabı daha ağır geldiğinden yemeği çocuğuna verir. diğer anne'de ise açlık dürtüsü daha baskın gelir ve yemeği kendisi yer. birinde manevi bir bencillik söz konusu iken diğerinde maddi bir bencillik söz konusudur.
bu anlamda bencillik iyi veya kötü değil mutlaktır.
ikinci olarakta iyi ve doğru kavramlarını analiz etmekle ilerlemeliyiz. ikisi de birbirinden çok farklı iki kavramdır. bize hep birbirlerine yakın gözükseler bile iyi olan, çoğu zaman doğru olmaz. mesela bir eylemden haz almanız o eylemi sizin için iyi yapsada onu doğru yapmaz. iyi, duygularla ayırt edilebilirken, doğru ancak akılla ayırt edilebilir. o yüzden etik sistemimizin temelini hislerimize göre değil aklımıza göre kurmalıyız. hazlar çoğaldıkca alınan haz yerini ızdıraba bırakır, fazla seks yapmak sizin için iyi olarak görülse bile sizin için ardından gelecek ızdırap ve boşluk yüzünden doğru değildir.
duygular, akla kanalize edilmek için vardır. temel bir dürtü ve motivasyon kaynağıdır. duyguların iyi veya kötü olmasının bir önemi yoktur. her iki durumda da kanalize edilmelidir. ve buna göre ilerlenmelidir. kötü olanı ancak saf bir irade ile aklımıza kanalize edebiliriz. irade ve disiplin bireysel ahlakın temelidir. bu ahlaka sahip insanlar duygularına kapılıp hareket etmeyeceği gibi herhangi bir şeyi yapmak için de motivasyon bekleyen zayıf bir karaktere de sahip değillerdir. bu heriflerin tek olayı saf bir disiplin ve üst düzey bir iradedir bundan ötürü herhangi bir işlerini ertelemez, kötü bir duyguya kapılıp ritüellerini bozmazlar ve hayatta hep bir ivme kazanırlar. olumsuz duygular onlar için denizde gittikleri bir gemiye vuran dalgalardır, yeterince sağlam bir iradeniz varsa yani geminiz, su almaz ve batmazsınız.
su almadıktan sonra da vuran dalgaların şiddettinin bir önemi yoktur. iradesiz ve disiplinsiz bir hayat eninde sonunda büyük bir boşluğa ve ızdıraba mahkumdur.
etik sistemi biyolojik istençle temellendirip aklın üzerine inşa edip irade ve disiplin tuğlalarıyla yükselttikten sonra devreye (bkz: søren kierkegaard) girer ve var oluşsal bir boşluk ve hayatı anlamlandıramamaktan kurtulmak adına inancı ortaya atar.
her şeyi akılla algılayamayız ve açıklayamayız bazı şeylere inanmak durumunda kalır ve bununla boşluk ve anlamsızlık duygusundan kurtuluruz. bu duruma biraz faydacı (bkz: pragmatizm) bakmak gerekir. inançtan kasıt illa din veya tanrı değildir fakat bunlarda olabilir. siz sanata, doğaya veya evrenede inanabilirsiniz. aklın açıklayamadığı noktada devreye inanç girer ve sizi anlamsızlıktan kurtarır.
oluşturacağınız bireysel bir etik için öncelikle oluşturduğunuz her şeyi yıktıktan sonra gerçekleşebilir. burada (bkz: fredrich nietzsche) devreye girer ve "tanrı öldü" der.
nietzsche tanrı öldü derken kastı sadece dini veya (bkz: teoloji)'yi öldürmek değildir.
kendisinden önce var olan bütün sistemleri ve kültürleri yıkmaktır.
nietzsche, nihilizm(hiççilik) için uğranılması gereken bir uğraktır der. yani ilk önce hiç olmadan yeni biri olamayız der. bunun için de "yeniden dirilişler ancak mezarlıklarda görülür." diye ekler.
peki, bu yıkım ve hiçe gidiş kavramlarına nasıl ulaşabiliriz? tabii bu çok acılı bir süreç olacaktır. eğer bir şeyi yıkmak istiyorsanız önce ondan şüphe(bkz: septisizm) etmelisiniz. ailenizden,düşüncelerinizden,inanışlarınızdan ve hatta kendinizden. (bkz: descartes) kendi varlığının kanıtı bu şekilde bulmuştur. her şeyinden ve şüphe edip yıkarak ve onları tekrar inşa ederek en sonunda da "düşünüyorum o halde varım demiştir".
nietzsche bu yıkım ve hiçliğe uğramak konusunda bizlere şu aforizmasını söyler.
"kendini yakmak istemelisin kendi ateşinde, nasıl yeniden doğmak isteyebilirsin ki, önce kül olmadan."
işte şimdi her şeyi yıktıktan sonra artık inşa etmek başlar her şeyi yeni baştan.
öncelikle yeni etik sistemimizi kurmaya kabullenmekle başlamalıyız. insan doğası ve biyolojisine aykırı bir etik sistem kurmak, sizi çok fazla ilerletmeyecek, eninde sonunda tökezlettirecektir. öncelikle insan doğasının temelinin tamamen bencilliğe dayandığını kabullenmeniz gerekir. bütün niyetiniz ve eylemleriniz tamamen sizin bencilliğinizden kaynaklanır. kuracağımız yeni etik sistemi bu temel taşın üzerinde yükselecektir. bencillik kavramını açıklamak için bu durumu örneklendirecek olursak.
iki tane anne ve çocuk düşünelim iki grupta aç ve tek kişiye yetecek kadar yemekleri var. bir anne yemeğini çocuğuna yedirirken, diğer anne yemeği kendisi yer. özüne baktığınızda ikisi de bu eylemi bencillikten yapar. bir anne için açlık dürtüsü yerine çocuğunun aç kalmasının vicdan azabı daha ağır geldiğinden yemeği çocuğuna verir. diğer anne'de ise açlık dürtüsü daha baskın gelir ve yemeği kendisi yer. birinde manevi bir bencillik söz konusu iken diğerinde maddi bir bencillik söz konusudur.
bu anlamda bencillik iyi veya kötü değil mutlaktır.
ikinci olarakta iyi ve doğru kavramlarını analiz etmekle ilerlemeliyiz. ikisi de birbirinden çok farklı iki kavramdır. bize hep birbirlerine yakın gözükseler bile iyi olan, çoğu zaman doğru olmaz. mesela bir eylemden haz almanız o eylemi sizin için iyi yapsada onu doğru yapmaz. iyi, duygularla ayırt edilebilirken, doğru ancak akılla ayırt edilebilir. o yüzden etik sistemimizin temelini hislerimize göre değil aklımıza göre kurmalıyız. hazlar çoğaldıkca alınan haz yerini ızdıraba bırakır, fazla seks yapmak sizin için iyi olarak görülse bile sizin için ardından gelecek ızdırap ve boşluk yüzünden doğru değildir.
duygular, akla kanalize edilmek için vardır. temel bir dürtü ve motivasyon kaynağıdır. duyguların iyi veya kötü olmasının bir önemi yoktur. her iki durumda da kanalize edilmelidir. ve buna göre ilerlenmelidir. kötü olanı ancak saf bir irade ile aklımıza kanalize edebiliriz. irade ve disiplin bireysel ahlakın temelidir. bu ahlaka sahip insanlar duygularına kapılıp hareket etmeyeceği gibi herhangi bir şeyi yapmak için de motivasyon bekleyen zayıf bir karaktere de sahip değillerdir. bu heriflerin tek olayı saf bir disiplin ve üst düzey bir iradedir bundan ötürü herhangi bir işlerini ertelemez, kötü bir duyguya kapılıp ritüellerini bozmazlar ve hayatta hep bir ivme kazanırlar. olumsuz duygular onlar için denizde gittikleri bir gemiye vuran dalgalardır, yeterince sağlam bir iradeniz varsa yani geminiz, su almaz ve batmazsınız.
su almadıktan sonra da vuran dalgaların şiddettinin bir önemi yoktur. iradesiz ve disiplinsiz bir hayat eninde sonunda büyük bir boşluğa ve ızdıraba mahkumdur.
etik sistemi biyolojik istençle temellendirip aklın üzerine inşa edip irade ve disiplin tuğlalarıyla yükselttikten sonra devreye (bkz: søren kierkegaard) girer ve var oluşsal bir boşluk ve hayatı anlamlandıramamaktan kurtulmak adına inancı ortaya atar.
her şeyi akılla algılayamayız ve açıklayamayız bazı şeylere inanmak durumunda kalır ve bununla boşluk ve anlamsızlık duygusundan kurtuluruz. bu duruma biraz faydacı (bkz: pragmatizm) bakmak gerekir. inançtan kasıt illa din veya tanrı değildir fakat bunlarda olabilir. siz sanata, doğaya veya evrenede inanabilirsiniz. aklın açıklayamadığı noktada devreye inanç girer ve sizi anlamsızlıktan kurtarır.
devamını gör...
küçük şeylerle mutlu olmak
karşılıklı random gülmek küçük bir şey sayılıyorsa ben de bu vasfa sahibim demektir. bazen konuşmayı bırakır karşılıklı random atmayı tercih ederim. mutlu eder miyim bilemiyorum ama mutlu olduğum kesin.
devamını gör...
normal sözlük yabancı dil kulübü
ay liv in inglisss
devamını gör...
kaldırımda karşıdan gelen insanla sağ sol oynamak
yüz yüze gelip kitlenme durumlarında başlayan ve çiftleşme danslarına benzeyen ritüel.
senkronize olup, aynı anda, aynı yönlere hamle yaparak iyice işin içinden çıkılmaz hale geldiği görülmüştür. rekorum, 4 kere aynı yöne hamle yapmaktır. en sonunda "sen bi sabit dur istersen" diyerek kurtulabilmiştim.
senkronize olup, aynı anda, aynı yönlere hamle yaparak iyice işin içinden çıkılmaz hale geldiği görülmüştür. rekorum, 4 kere aynı yöne hamle yapmaktır. en sonunda "sen bi sabit dur istersen" diyerek kurtulabilmiştim.
devamını gör...
yazarların evcil hayvanlarının fotoğrafları
edit: kendisini 1 kg 300 gram kadarken bahçeye bağlayan iğrenç insanların elinden alıp günlerce veterinerde serum verdirerek yaşamasına vesile olduk. tür takıntılı ırkçı bir hayvansever gibi algılanmak istemediğimden eklemeliydim. (bkz: satın alma sahiplen)

devamını gör...
iftarlık gazoz
az önce izlediğim film.
filmin senaryosu, halkı yaşadığı çevreyle anlatışı, hayata dair küçük ayrıntıları ile ortalama bir film.
eleştirdiğim nokta şu. filmin aksiyonu, insanlarda oluşturduğu duygulanma seviyesi filmin sonuna dek hemen hemen yatay bir çizgide ilerliyor.
hee filmin son 5-10 dakikasına at bir kısa aksiyon, en sonda da ver bir bol ağlaşmalı, feryatlı, üst baş yırtmalı bir cenaze merasimi. ver bu sırada bir acı müzik. ağlat izleyenleri, perişan et. eee ne oldu? filmdeki bu cenaze merasimi senaryoyu ezdi geçti. benim içimi acıtacaksan senaryonun kendisiyle, bel kemiğiyle acıt. sona bir bol acılı bir cenaze merasimi yerleştirip filmin sonunda sadece bu sahneyle duygulanma derecesini zirveye çıkarıp beğenileri toplamak "vay bee süper film, ağlamayan beni bile ağlattı" dedirtmek olsa olsa köylü kurnazlığıdır.
aynı kurnazlık komedi filmlerinde de yapılıyor. küfürle, bel altı şakalarla güldürmek ucuzluğu da bunun gibidir.
yine korku filmlerinde senaryo ile beni gerecek bir film yapamayan çaylak yönetmen, karanlık bir sahnede ani bir hareket ve yüksek bir sesle beni korkutmaya çalışıyor, korkutuyor da insanız sonuçta. ama izleyenlerde oluşan bu korku filmin kalitesinden değil, senaristin kurnazlığından kaynaklanıyor.
filmin senaryosu, halkı yaşadığı çevreyle anlatışı, hayata dair küçük ayrıntıları ile ortalama bir film.
eleştirdiğim nokta şu. filmin aksiyonu, insanlarda oluşturduğu duygulanma seviyesi filmin sonuna dek hemen hemen yatay bir çizgide ilerliyor.
hee filmin son 5-10 dakikasına at bir kısa aksiyon, en sonda da ver bir bol ağlaşmalı, feryatlı, üst baş yırtmalı bir cenaze merasimi. ver bu sırada bir acı müzik. ağlat izleyenleri, perişan et. eee ne oldu? filmdeki bu cenaze merasimi senaryoyu ezdi geçti. benim içimi acıtacaksan senaryonun kendisiyle, bel kemiğiyle acıt. sona bir bol acılı bir cenaze merasimi yerleştirip filmin sonunda sadece bu sahneyle duygulanma derecesini zirveye çıkarıp beğenileri toplamak "vay bee süper film, ağlamayan beni bile ağlattı" dedirtmek olsa olsa köylü kurnazlığıdır.
aynı kurnazlık komedi filmlerinde de yapılıyor. küfürle, bel altı şakalarla güldürmek ucuzluğu da bunun gibidir.
yine korku filmlerinde senaryo ile beni gerecek bir film yapamayan çaylak yönetmen, karanlık bir sahnede ani bir hareket ve yüksek bir sesle beni korkutmaya çalışıyor, korkutuyor da insanız sonuçta. ama izleyenlerde oluşan bu korku filmin kalitesinden değil, senaristin kurnazlığından kaynaklanıyor.
devamını gör...