barreleye
          transparan kafalı balık ya da bilimsel adıyla macropinna microstoma isimli bu balık 1939 yılında keşfedilmiş. hint, pasifik ve atlas okyanuslarının tropik-ılıman sularında, 600 ile 1000 metre arasında değişen derinliklerde yaşıyorlar. transparan olan kafa yapısı çok hassas olan bu balıklar genel olarak plankton, deniz anası ve diğer küçük balıkların kalıntıları ile besleniyorlar.
gözleri diğer balıklar gibi suratının yan taraflarında değil epey bir önde duruyor. bu yüzden sağ ve solundan ziyade tam olarak ilerisini ve yukarıyı görebildiği düşünülüyor.
                                                       
      
  gözleri diğer balıklar gibi suratının yan taraflarında değil epey bir önde duruyor. bu yüzden sağ ve solundan ziyade tam olarak ilerisini ve yukarıyı görebildiği düşünülüyor.
 
      devamını gör...
bjartur
          uzun ve akışkan tanımları ile bilinen kafa sözlük yazarı. 
kendisi çok ön plana çıkmaz, bu onun tarzı sanıyorum.
girdiği her tanımı özenle okuduğumu bilmesini isterim.
  kendisi çok ön plana çıkmaz, bu onun tarzı sanıyorum.
girdiği her tanımı özenle okuduğumu bilmesini isterim.
devamını gör...
jackson pollock
          damlatma tekniğini kullanan ressam.bu teknikte çok geniş yüzeylere, fırça kanvasa değmeden- uzak mesafeden damlamalar ile eser ortaya çıkar. hatta öyle rivayet edilir ki pollock resim yaparken kürek, tırmık, bıçak gibi materyalleri de kullanmıştır. pollock’a göre insanlar dünyayı kendi bakış açılarından görmeyi öğrenmeli , dünyanın onların görmesini istediği bakış açısından kurtulmalıdır. yani insan dayatmalardan sıyrılmalı, ve kendi gerçekliğini haykırmalıdır.
      
  devamını gör...
yazarların bugünkü mutluluk sebebi
          çok uzun zamandır uğramadığım babanemin o huzur kokulu evine gittim bugün. 7 saate yakın tek başıma, doğa ile iç içe kaldım..  kurabiye yaptım(yemek bile istemezsiniz), ağaçları suladım, kitap okudum, meyve topladım, evi karıştırdım.. sanki yıllardır bu güne ihtiyacım varmış gibi. biraz da olsa unutabildim o günleri.. unutamayacağım günler arasına girdi diyebilirim... 
beni bugün en mutlu eden sey ise babanemin papatya kokulu kitapları idi.. uzun zamandır kitap alamıyordum.. işte anlarsınız.. sabırsızlıkla bekliyorum hepsini okumak için.. umarım babanem çaldığım kitaplar için kızmaz... neyse yeter bu kadar.. hadi iyi akşamlar..
  beni bugün en mutlu eden sey ise babanemin papatya kokulu kitapları idi.. uzun zamandır kitap alamıyordum.. işte anlarsınız.. sabırsızlıkla bekliyorum hepsini okumak için.. umarım babanem çaldığım kitaplar için kızmaz... neyse yeter bu kadar.. hadi iyi akşamlar..
devamını gör...
erkek yazarlardan kadın yazarlara sorular
          #44151 tanıma cevap olarak evet ben denedim.
      
  devamını gör...
kristof kolomb
          yoksulluk içinde ölmüştür. ilk seyahatinin maliyeti resmi olarak soruşturulduktan sonra, bu maliyetin kastilyalı isabella'nın bir ziyafetinin ki  kadar olduğu anlaşılmıştır.
      
  devamını gör...
sürsün bahar
          can kazaz'ın sözü ve müziği kendisine ait olan, babasına ithaf ettiği, insanın (hele de babası artık bu dünyada değilse) yüreğini parça parça eden şarkısıdır.
sürsün bahar...
can kazar klibin sonunda der ki;
yetim kalmadan önce,
sizi seven babanıza "seni seviyorum" demeyi lütfen unutmayın.
ben unuttum.
ben de babama hiç "seni seviyorum" demedim. ondan da beni sevdiğini duymadım. başımı okşadığını, "kızım" dediğini kendimi bildim bileli hatırlamam. zaten çok oldu gideli, mezarına da gitmeyi sevmiyorum çünkü kabul etmiş oluyorum gittiğini o zaman. o bence uzun bir seyahate çıktı, dönecek mi belli değil, hiç soramayacağım ona beni sevip sevmediğini...
oysa ki kız çocuğu olsun çok istemiş. belki küçükken de sevdi ama ben hatırlamıyorum. insanlar neden anne-baba olur belki de anlamama sebebim bu, çocuk sahibi olmama (olamama) sebebim bu. o kadar yakından nasıl olunmadığını gördüm ki ben ve hayatım boyunca bu sevgisizliğin sonuçlarını o kadar güzel tecrübe ettim ki buna hiç cesaret edemedim. pişman mıyım değilim...
kendine göre sevmek diye bir şey yok çünkü, çünkü onu dünyaya getirmek sizin tercihiniz, eğer verecek sevginiz yoksa getirmemeyi de tercih edebilirdiniz. çünkü o çocuk dünyaya geldiyse ona bakmak zorundasınız. onu kaderine terk edemezsiniz. bir var, bir yok olamazsınız. onu büyütmek, büyürken her konuda arkasında olmak, doğruları göstermek zorundasınız. imkanlarınız ne ise o kadar. maddi olarak imkanlarınız yeterli olmayabilir (ki bizde sorun bu da değildi) bu ayıp değil asla ama sevginin bir sınırı yok; o çocuğu çok severek, ona örnek olarak onu hayata hazırlamak zorundasınız. yoksa sizden bir tane, iki tane daha olmasının ne anlamı var ki?
ben hayatımın en büyük tartışmalarını babamla yaptım ve hep ona karşı geldim çünkü o olması gerektiğinde hiç yanımda olmamıştı.
baba-kız olamadık biz hiç mesela, dışarıda böyle birbirine sevgi dolu insanları görünce burnumun direği sızlardı hep, onlar için çok mutlu olurken, onların ne kadar şanslı olduğunu düşünürken kendim için ise inanılmaz üzüldüm hep. çünkü zamanında tecrübe edilememiş, depolanamamış ve hiçbir zaman da yeri dolmayacak bir şey bu.
sonra sonra anladım ki insan en büyük hataları sevgi eksikliğinden yapıyor.
en çaresiz anlarında sığınmak istiyorsun, sırtında "merak etme ben yanındayım" diyen bir el istiyorsun.
hep istenmiş ama hiç olmamış bir şeye özlem hiç geçmiyor oysa...
can kazaz'ın aksine ben de diyorum ki;
size hayran ve sizi annesi-babası olduğunuz için seven, size belli bir yaşa kadar muhtaç olan çocuklarınızı çok sevin, onlara çok sarılın, başını okşayın. "canım kızım", "canım oğlum" deyin onlara. "seni çok seviyorum" demekten çekinmeyin. "hata yapsan da yanındayım" deyin. deyin ki en ufacık hatalarında kendi içlerindeki kuytulara kaçmasınlar, deyin ki büyüdüklerinde iki gram sevgi peşinde koşarak geçmesin ömürleri.
şükür ki hatalar değil belki bir iki hata yapmışımdır hayatım boyunca (ki onları da hala hata saymam) ama daha güzel bir hayatım olabilir miydi kesinlikle olabilirdi. seçim şansının bende olmadığı bir şekilde geldiğim dünyada elimi taşın altından hiç çekmeden usulca yaşayıp gitmeye çalışıyorum. başarabilirsem ne ala, başaramazsam da tek sorumlu benim. benden bir tane daha bırakmıyorum ardımda. çünkü hep iyi ve doğru bir insan olmaya çalışarak en büyük cezayı kendi kendime verdim ben zaten.
artık hata yapmaktan korkmuyorum, özür dilemekten ya da seni seviyorum demekten korkmuyorum.
kendim öğrendim. kendime en iyi öğretmen benim.
sahi baba beni hiç sevdin mi?
  sürsün bahar...
can kazar klibin sonunda der ki;
yetim kalmadan önce,
sizi seven babanıza "seni seviyorum" demeyi lütfen unutmayın.
ben unuttum.
ben de babama hiç "seni seviyorum" demedim. ondan da beni sevdiğini duymadım. başımı okşadığını, "kızım" dediğini kendimi bildim bileli hatırlamam. zaten çok oldu gideli, mezarına da gitmeyi sevmiyorum çünkü kabul etmiş oluyorum gittiğini o zaman. o bence uzun bir seyahate çıktı, dönecek mi belli değil, hiç soramayacağım ona beni sevip sevmediğini...
oysa ki kız çocuğu olsun çok istemiş. belki küçükken de sevdi ama ben hatırlamıyorum. insanlar neden anne-baba olur belki de anlamama sebebim bu, çocuk sahibi olmama (olamama) sebebim bu. o kadar yakından nasıl olunmadığını gördüm ki ben ve hayatım boyunca bu sevgisizliğin sonuçlarını o kadar güzel tecrübe ettim ki buna hiç cesaret edemedim. pişman mıyım değilim...
kendine göre sevmek diye bir şey yok çünkü, çünkü onu dünyaya getirmek sizin tercihiniz, eğer verecek sevginiz yoksa getirmemeyi de tercih edebilirdiniz. çünkü o çocuk dünyaya geldiyse ona bakmak zorundasınız. onu kaderine terk edemezsiniz. bir var, bir yok olamazsınız. onu büyütmek, büyürken her konuda arkasında olmak, doğruları göstermek zorundasınız. imkanlarınız ne ise o kadar. maddi olarak imkanlarınız yeterli olmayabilir (ki bizde sorun bu da değildi) bu ayıp değil asla ama sevginin bir sınırı yok; o çocuğu çok severek, ona örnek olarak onu hayata hazırlamak zorundasınız. yoksa sizden bir tane, iki tane daha olmasının ne anlamı var ki?
ben hayatımın en büyük tartışmalarını babamla yaptım ve hep ona karşı geldim çünkü o olması gerektiğinde hiç yanımda olmamıştı.
baba-kız olamadık biz hiç mesela, dışarıda böyle birbirine sevgi dolu insanları görünce burnumun direği sızlardı hep, onlar için çok mutlu olurken, onların ne kadar şanslı olduğunu düşünürken kendim için ise inanılmaz üzüldüm hep. çünkü zamanında tecrübe edilememiş, depolanamamış ve hiçbir zaman da yeri dolmayacak bir şey bu.
sonra sonra anladım ki insan en büyük hataları sevgi eksikliğinden yapıyor.
en çaresiz anlarında sığınmak istiyorsun, sırtında "merak etme ben yanındayım" diyen bir el istiyorsun.
hep istenmiş ama hiç olmamış bir şeye özlem hiç geçmiyor oysa...
can kazaz'ın aksine ben de diyorum ki;
size hayran ve sizi annesi-babası olduğunuz için seven, size belli bir yaşa kadar muhtaç olan çocuklarınızı çok sevin, onlara çok sarılın, başını okşayın. "canım kızım", "canım oğlum" deyin onlara. "seni çok seviyorum" demekten çekinmeyin. "hata yapsan da yanındayım" deyin. deyin ki en ufacık hatalarında kendi içlerindeki kuytulara kaçmasınlar, deyin ki büyüdüklerinde iki gram sevgi peşinde koşarak geçmesin ömürleri.
şükür ki hatalar değil belki bir iki hata yapmışımdır hayatım boyunca (ki onları da hala hata saymam) ama daha güzel bir hayatım olabilir miydi kesinlikle olabilirdi. seçim şansının bende olmadığı bir şekilde geldiğim dünyada elimi taşın altından hiç çekmeden usulca yaşayıp gitmeye çalışıyorum. başarabilirsem ne ala, başaramazsam da tek sorumlu benim. benden bir tane daha bırakmıyorum ardımda. çünkü hep iyi ve doğru bir insan olmaya çalışarak en büyük cezayı kendi kendime verdim ben zaten.
artık hata yapmaktan korkmuyorum, özür dilemekten ya da seni seviyorum demekten korkmuyorum.
kendim öğrendim. kendime en iyi öğretmen benim.
sahi baba beni hiç sevdin mi?
devamını gör...
elmalı çocuk istismarı davası
          bakmadım . sırf karşıma o resimler çıkmasın diye twitter'a girmedim. dayanamıyorum. tekrar tekrar yazmaktan bıktım . çocuk istismarına idam istiyorum.  ne olacak o çocukların psikolojisi biraz büyüdüklerinde yaşadıklarını hatırladıkça ne yapacaklar.  nasıl insanlarla bir arada yaşıyoruz.  yazıp yazıp siliyorum . o hakimler neye dayanarak serbest bırakmışlar . adalet neden işlemiyor. bu karar alıcıların vicdani yok mu. kokuşmuş bir toplum daha ne diyeyim
      
  devamını gör...
balina tarafından yutulup hayatta kalmayı başaran dalgıç
          vay be dedirten dalgıç.
amerika birleşik devletleri'nin massachusetts eyaletinde bulunan cod burnu'nda bir dalgıç, kambur balina tarafınan yutuldu ve hayatta kalmayı başardı. dalgıç, yaşadıklarını daha sonrasında paylaştı.
bahsettiğimiz kişi michael packard. kendisi, yaklaşık 45 feet (13,72 metre) derinliğe indiğini ve bir anda büyük bir darbe hissettiğini, sonrasında her yerin karardığını belirtti. sonrasında hareket etmekte olduğunu fark eden packard, başta bir köpek balığı tarafından ısırıldığını düşündü.
sonrasındaysa etrafında herhangi bir diş görmeyen packard, o kadar da büyük bir acı hissetmediğini söyledi. en sonunda ise packard, aniden bir balinanın ağzında olduğunu ve balinanın onu yutmaya çalıştığını fark etti.
packard, o an her şeyin bittiğini ve sadece elinde bulunan hava bitene kadar vaktinin kaldığını düşündü. bir yandan da eşi ve çocuklarını düşündüğünü belirten dalgıç beklemediği bir şeyle daha karşılaştı.
balina yüzeye doğru çıktı ve kafasını sallamaya başladı. bu sayede de packard, havaya uçtu desek yanlış olmaz. daha sonrasında suya inen packard’ı ekip arkadaşı aldı ve packard, önce kıyıya sonra da acilen hastaneye götürüldü. bilgilere göre packard, morluklar içinde olsa da tek parçaydı.
biyolog jooke robbins, bu durumun oldukça ender görüldüğünü ve kambur balinaların normal şartlarda, çok sayıdaki avı, oldukça büyük olan ağızlarına tek seferde alarak avlandığını ve bunu yaparken her şeyi göremediklerini söyledi. ayrıca packard’ın yüksek ihtimalle yutulamayacağını, çünkü kambur balinalar her ne kadar devasa ağızlara sahip olsalar da boğazlarının bir insan geçirecek kadar geniş olmadığını belirtti.
kaynak:
www.webtekno.com/balina-tar...
  amerika birleşik devletleri'nin massachusetts eyaletinde bulunan cod burnu'nda bir dalgıç, kambur balina tarafınan yutuldu ve hayatta kalmayı başardı. dalgıç, yaşadıklarını daha sonrasında paylaştı.
bahsettiğimiz kişi michael packard. kendisi, yaklaşık 45 feet (13,72 metre) derinliğe indiğini ve bir anda büyük bir darbe hissettiğini, sonrasında her yerin karardığını belirtti. sonrasında hareket etmekte olduğunu fark eden packard, başta bir köpek balığı tarafından ısırıldığını düşündü.
sonrasındaysa etrafında herhangi bir diş görmeyen packard, o kadar da büyük bir acı hissetmediğini söyledi. en sonunda ise packard, aniden bir balinanın ağzında olduğunu ve balinanın onu yutmaya çalıştığını fark etti.
packard, o an her şeyin bittiğini ve sadece elinde bulunan hava bitene kadar vaktinin kaldığını düşündü. bir yandan da eşi ve çocuklarını düşündüğünü belirten dalgıç beklemediği bir şeyle daha karşılaştı.
balina yüzeye doğru çıktı ve kafasını sallamaya başladı. bu sayede de packard, havaya uçtu desek yanlış olmaz. daha sonrasında suya inen packard’ı ekip arkadaşı aldı ve packard, önce kıyıya sonra da acilen hastaneye götürüldü. bilgilere göre packard, morluklar içinde olsa da tek parçaydı.
biyolog jooke robbins, bu durumun oldukça ender görüldüğünü ve kambur balinaların normal şartlarda, çok sayıdaki avı, oldukça büyük olan ağızlarına tek seferde alarak avlandığını ve bunu yaparken her şeyi göremediklerini söyledi. ayrıca packard’ın yüksek ihtimalle yutulamayacağını, çünkü kambur balinalar her ne kadar devasa ağızlara sahip olsalar da boğazlarının bir insan geçirecek kadar geniş olmadığını belirtti.
kaynak:
www.webtekno.com/balina-tar...
devamını gör...
şemsi tebrizi
          "kalbimin topraktan olduğunu söyleyince benimle alay etti. çünkü kendi kalbi demirdendi
ancak yakında yağmur yağacak ve kalbim çiçek açacak, onunkisi ise pas tutacak.."
  ancak yakında yağmur yağacak ve kalbim çiçek açacak, onunkisi ise pas tutacak.."
devamını gör...
spotify
          rakibi olan apple music’in kayıpsız ses ve dolby atmos desteğini ek ücrete tabi tutmadan sunduğunu (ve öğrenci ücretinin az da olsa düşük olduğu) göz önünde bulundurarak geçiş yaptıktan sonra iki uygulamayı da detaylı bir şekilde karşılaştırma şansı buldum ve deneyimlerimi paylaşmak isterim. (bu nedenle entryim sadece spotify’ı odağını alan değil karşılaştırma gibi olacak)
öncelikle spotify hemen hemen bir seneye apple music’i ise bir aya yakındır kullandığımı belirterek başlamak istiyorum.
 
genel olarak kullanıcı arayüzünü değerlendirdiğimde (alışkanlıktan da olabilir) spotify’ın daha kullanışlı ve kullanıcı dostu olduğunu söyleyebilirim ayrıca sanki spotify yeni müzik bulma ve müzikle etkileşim konusunda bir tık daha önde. ancak apple music’in şarkı sözlerini genius gibi parça parça vermektense tam olarak şarkıyla senkron halinde göstermesi benim gözümde büyük bir artı.(malum apple’ın shazam’ı satın alması sonrası beklenilen bir özellikti)
ses kalitesini karşılaştırmaya geldiğimizde ise apple music’in sunduğu 24-bit/192khz’e kadar kayıpsız ses özelliği spotify’ın henüz plot uygulama olarak sadece seçilmiş bazı üyelerine sunduğu benzer kayıpsız ses (büyük ihtimalle yeni bir üyelik seviyesi olarak gelecek tidal, deezer gibi) özelliğine göre çok daha gerçek ve kullanılabilir durumda, unutmadan kulaküstü kablolu kulaklıkla dinlediğimi ve henüz standart bluetooth codeclerinin (ldac ve muadilleri hariç) desteklemediğini bu nedenle sizlerin de iki servis arasında değerlendirme yaparken bu durumu göz önünde bulundurmanız gerektiğini söyleyeyim. ayrıca dolby atmos’u destekleyen parçalarda (özellikle rock, caz ve klasik kategorilerinde) gerçekten farklı bir deneyim sunduğunu da söylemeden geçmeyeyim, enstrümanları çevrenizi saracak bir biçimde deneyimlemek maalesef spotify’ın henüz sunamadığı bir özellik.
sonradan hatırlama editi: apple music üzerinden aynı zamanda konser ve çeşitli videolara ulaşabiliyorsunuz, spotify’da henüz böyle bir özellik mevcut değil.
cihaz desteğine geldiğimizde ise her ne kadar apple music android ve windows üzerinde bulunsa da spotify kesinlikle cihaz desteğinde hem daha kapsayıcı hem de tüm cihazların birinde çalınan müziğe eşitleniyor olması gerçekten muazzam. (apple tarafında benzer özellik mevcutsa değerli yazarlarımızın mesajlarını bekliyorum)
diğer önemli gördüğüm bir konu ise uygulamaların öneri algoritmaları ki bence bu konuda da spotify fazlasıyla önde, zevkinizle uyuşan ancak dinlemediğiniz parçaları bulmak, gerek günlük listeleri gerek şarkıcılara göre yapılan listeleri (benzer öneri listelemeleri apple music’de de var ancak spotify’ın çok daha nokta atışı olduğunu söyleyebilirim) spotify’ı öne taşıyan özellikler arasında. ayrıca son güncellemesiyle gelen arkadaşlarınızla dinleme zevkinize göre algoritmik olarak oluşturulmuş dinleme listeleri olan blend listeleri de bence spotify’ı ön çıkaran özelliklerden.
podcastlerden de kısaca bahsederek bitirmek istiyorum, spotify’ın uygulama içinde podcastleri sunması bana göre hem podcast kültürünün yaygınlaşmasını hem de podcastlere ulaşmayı kolaylaştırıyor ancak apple tarafında ayrıca podcast’ler uygulamasını indirmeniz gerekiyor bu da atılması gereken ayrı bir adım oluşturuyor.
iki servis de gayet kullanışlı, kullandığınız cihazlara ve bir müzik uygulamasından beklentinize göre seçeceğiniz iki servis de sizleri üzmez beklentinizi fazlasıyla karşılar. 7/24 müzikli ve sanatlı günler diliyorum.
  öncelikle spotify hemen hemen bir seneye apple music’i ise bir aya yakındır kullandığımı belirterek başlamak istiyorum.
genel olarak kullanıcı arayüzünü değerlendirdiğimde (alışkanlıktan da olabilir) spotify’ın daha kullanışlı ve kullanıcı dostu olduğunu söyleyebilirim ayrıca sanki spotify yeni müzik bulma ve müzikle etkileşim konusunda bir tık daha önde. ancak apple music’in şarkı sözlerini genius gibi parça parça vermektense tam olarak şarkıyla senkron halinde göstermesi benim gözümde büyük bir artı.(malum apple’ın shazam’ı satın alması sonrası beklenilen bir özellikti)
ses kalitesini karşılaştırmaya geldiğimizde ise apple music’in sunduğu 24-bit/192khz’e kadar kayıpsız ses özelliği spotify’ın henüz plot uygulama olarak sadece seçilmiş bazı üyelerine sunduğu benzer kayıpsız ses (büyük ihtimalle yeni bir üyelik seviyesi olarak gelecek tidal, deezer gibi) özelliğine göre çok daha gerçek ve kullanılabilir durumda, unutmadan kulaküstü kablolu kulaklıkla dinlediğimi ve henüz standart bluetooth codeclerinin (ldac ve muadilleri hariç) desteklemediğini bu nedenle sizlerin de iki servis arasında değerlendirme yaparken bu durumu göz önünde bulundurmanız gerektiğini söyleyeyim. ayrıca dolby atmos’u destekleyen parçalarda (özellikle rock, caz ve klasik kategorilerinde) gerçekten farklı bir deneyim sunduğunu da söylemeden geçmeyeyim, enstrümanları çevrenizi saracak bir biçimde deneyimlemek maalesef spotify’ın henüz sunamadığı bir özellik.
sonradan hatırlama editi: apple music üzerinden aynı zamanda konser ve çeşitli videolara ulaşabiliyorsunuz, spotify’da henüz böyle bir özellik mevcut değil.
cihaz desteğine geldiğimizde ise her ne kadar apple music android ve windows üzerinde bulunsa da spotify kesinlikle cihaz desteğinde hem daha kapsayıcı hem de tüm cihazların birinde çalınan müziğe eşitleniyor olması gerçekten muazzam. (apple tarafında benzer özellik mevcutsa değerli yazarlarımızın mesajlarını bekliyorum)
diğer önemli gördüğüm bir konu ise uygulamaların öneri algoritmaları ki bence bu konuda da spotify fazlasıyla önde, zevkinizle uyuşan ancak dinlemediğiniz parçaları bulmak, gerek günlük listeleri gerek şarkıcılara göre yapılan listeleri (benzer öneri listelemeleri apple music’de de var ancak spotify’ın çok daha nokta atışı olduğunu söyleyebilirim) spotify’ı öne taşıyan özellikler arasında. ayrıca son güncellemesiyle gelen arkadaşlarınızla dinleme zevkinize göre algoritmik olarak oluşturulmuş dinleme listeleri olan blend listeleri de bence spotify’ı ön çıkaran özelliklerden.
podcastlerden de kısaca bahsederek bitirmek istiyorum, spotify’ın uygulama içinde podcastleri sunması bana göre hem podcast kültürünün yaygınlaşmasını hem de podcastlere ulaşmayı kolaylaştırıyor ancak apple tarafında ayrıca podcast’ler uygulamasını indirmeniz gerekiyor bu da atılması gereken ayrı bir adım oluşturuyor.
iki servis de gayet kullanışlı, kullandığınız cihazlara ve bir müzik uygulamasından beklentinize göre seçeceğiniz iki servis de sizleri üzmez beklentinizi fazlasıyla karşılar. 7/24 müzikli ve sanatlı günler diliyorum.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
          neşet ertaş - ne güzel yaratmış seni yaradan
güzelsin sevdiğim gülden goncadan
uzanmasın sana yar yar eller incitir
  güzelsin sevdiğim gülden goncadan
uzanmasın sana yar yar eller incitir
devamını gör...
uzaylılar
          uzaylılar nerede? gerçekten kainatta bizden başkaları da var mı, yoksa bu uçsuz bucaksız evren’de tek miyiz? bu sorunun cevabını tabiki veremiyoruz. evet, şu zamana kadar elle tutulur bir kanıt da bulamadık. ama henüz kanıt bulamamak onların var olmadığını gösterir mi ? veya biz göremiyoruz ama varlar diyebilir miyiz ?
drake denklemi’ne göre bırakın tüm evren’i sadece samanyolu galaksisi’nde bile en az bizim kadar akıllı 100.000’den fazla medeniyet olmalı. drake denklemi başlıklı tanımımda bunun nasıl mümkün olabileceğini açıklamıştım. drake denklemi'nin doğru olduğunu var sayalım, peki öyleyse nerede tüm bu medeniyetler ?
"fermi paradoksu"na göre bu soruya cevap arayacak olursak eğer;
1-)belki de hep boşuna bir arayıştayız. hiç kimse yok. kainatta, dünya üzerindekinden başka herhangi bir canlı aramak beyhude bir çaba. hiçbir zaman olmadılar ve olmayacaklar. koca kainatta yalnızca dünya üzerinde yaşayan canlılar, ağaçlar, insanlar, balıklar vs. var...
2-) var birileri. ancak henüz ilkel aşamadalar. bu aşamada uygarlıklar nasıl bizden haberdar olacak ki? veya radyo sinyali bile göndermiyorlar. bundan dolayı orada olduklarını nasıl göreceğiz veya bileceğiz ? insanlık ilkelken 10 kilometre ötesinden bile haberdar olamıyorken gezegenler, yıldızlar arası bir hayat varsa ve bu formdaki canlılar ilkelse tabii ki de haberdar olamayacağız.
3-) eskiden, çok eskiden vardılar. ama artık yoklar. bir medeniyet gelişince kendi içlerinde veya kendi seviyesinde başka bir medeniyetle çatışıp birbirlerini yok etmeye meyilliler. ki bizler insanlık olarak bırakın başka medeniyeti, birbirimizi bile yok etmekten çekinmiyoruz. savaşıyor, yok ediyor, öldürüyor, yakıp yıkıyoruz. biz bile kendi içimizde böyleyken başka uzaylı medeniyetler birbirini neden yok etmiş olmasın ki ?
4-) gelecekte var olacaklar. ancak şu an yoklar. kainat insanla başlamadı elbette. dünyanın da insanla başlamadığı bir gerçek. yani biz insanlar var olmadan milyar yıllar önce de dinozorlar, canlılar, ağaçlar, balıklar vardı. tabii evrimleştiler. kimi suda yaşamaya başladı, kimi karada, kimi havada... kimi de yok oldu. dünya için dahi insan veya uygarlıklar yokken, kainatta da belki şu anda yoklar ama ilerde de var olmayacaklar diyemeyiz...
5-) gelişme gösteren medeniyetleri adeta yok eden, ezen ve gelişmesine asla müsaade etmeyen bir veya birkaç hiper güçte medeniyet var. kainatta yalnızca kendilerinin varlığına tahammül edebiliyorlar. tüm medeniyetlerin ya ilkelce yaşamasına müsaade edecekler ya da gelişim gördükleri an o medeniyeti yok ediyorlar
6-) onları anlayamıyoruz. bizlere mesaj gönderiyorlar ancak fark etmiyoruz. iletişim kanallarımız bir değil. frekanslarımız uyuşmuyor. belki biz onlardan, belki de onlar bizden çok daha gelişmiş haberleşme ağlarına sahipler. bir böceği ultra lüks bir havaalanına götürseniz onun için ne fark eder ki ?
7-) önemsemiyorlar. fark ettiler ancak bizlere değer vermiyorlar. onlar için önemsiziz. bizim varlığımız onlara hiç bir şey katmadığı gibi yokluğumuz da onlardan bir şey eksiltmiyor. ha varız, ha yokuz. onların umurlarında değiliz.
8-) kainat hiper bir medeniyet tarafından çoktan modelize ve simulize edildi. aslında her şey bir oyun ve bizler bu oyun içinde bize biçilen karakterlerden fazlası değiliz. sadece rollerimizi oynuyor, günümüzü tamamlıyor ve oyundan çıkıyoruz, yani game over...
9-) onların hayvanat bahçesindeyiz. bir önemimiz yok. sadece izliyorlar. insanlık olarak hayvanlara yaptığımız muameleyi hiper medeniyetler bize yapıyor. aslında dünya kocaman bir hayvanat bahçesi ve bizler de bu bahçede sergilenen canlılarız.
10-) bizden korkuyorlar. "acaba bir belirti, bir sinyal gönderirsek sonuçları ne olur?" sorusu yüzünden korkuyorlar ve bekliyorlar. bana en mantıklı gelen bu oluyor. çünkü insan olarak yok etmeye fazlasıyla meraklıyız. ya bizdensin, ya da düşmansın felsefesi tüm insanlık için geçerli.
11-) milyonlarca yıl önce geldiler. dünyamıza baktılar. onlar dünyamıza, dünya üzerinde henüz akıllı bir yaşam yoktu. gereksiz bir yer olarak gördüler ve bir daha gelmemek üzere gittiler.
12-) yakında gelecekler. geldiklerinde ne olacak bilemiyoruz ama umarım ki bizden daha güçlü ve daha gelişmiş değillerdir. aslında gelmiş olurlarsa, zaten bizden daha gelişmiş oldukları da bir nevi ortaya çıkmış olacak.
kim bilir ?
  drake denklemi’ne göre bırakın tüm evren’i sadece samanyolu galaksisi’nde bile en az bizim kadar akıllı 100.000’den fazla medeniyet olmalı. drake denklemi başlıklı tanımımda bunun nasıl mümkün olabileceğini açıklamıştım. drake denklemi'nin doğru olduğunu var sayalım, peki öyleyse nerede tüm bu medeniyetler ?
"fermi paradoksu"na göre bu soruya cevap arayacak olursak eğer;
1-)belki de hep boşuna bir arayıştayız. hiç kimse yok. kainatta, dünya üzerindekinden başka herhangi bir canlı aramak beyhude bir çaba. hiçbir zaman olmadılar ve olmayacaklar. koca kainatta yalnızca dünya üzerinde yaşayan canlılar, ağaçlar, insanlar, balıklar vs. var...
2-) var birileri. ancak henüz ilkel aşamadalar. bu aşamada uygarlıklar nasıl bizden haberdar olacak ki? veya radyo sinyali bile göndermiyorlar. bundan dolayı orada olduklarını nasıl göreceğiz veya bileceğiz ? insanlık ilkelken 10 kilometre ötesinden bile haberdar olamıyorken gezegenler, yıldızlar arası bir hayat varsa ve bu formdaki canlılar ilkelse tabii ki de haberdar olamayacağız.
3-) eskiden, çok eskiden vardılar. ama artık yoklar. bir medeniyet gelişince kendi içlerinde veya kendi seviyesinde başka bir medeniyetle çatışıp birbirlerini yok etmeye meyilliler. ki bizler insanlık olarak bırakın başka medeniyeti, birbirimizi bile yok etmekten çekinmiyoruz. savaşıyor, yok ediyor, öldürüyor, yakıp yıkıyoruz. biz bile kendi içimizde böyleyken başka uzaylı medeniyetler birbirini neden yok etmiş olmasın ki ?
4-) gelecekte var olacaklar. ancak şu an yoklar. kainat insanla başlamadı elbette. dünyanın da insanla başlamadığı bir gerçek. yani biz insanlar var olmadan milyar yıllar önce de dinozorlar, canlılar, ağaçlar, balıklar vardı. tabii evrimleştiler. kimi suda yaşamaya başladı, kimi karada, kimi havada... kimi de yok oldu. dünya için dahi insan veya uygarlıklar yokken, kainatta da belki şu anda yoklar ama ilerde de var olmayacaklar diyemeyiz...
5-) gelişme gösteren medeniyetleri adeta yok eden, ezen ve gelişmesine asla müsaade etmeyen bir veya birkaç hiper güçte medeniyet var. kainatta yalnızca kendilerinin varlığına tahammül edebiliyorlar. tüm medeniyetlerin ya ilkelce yaşamasına müsaade edecekler ya da gelişim gördükleri an o medeniyeti yok ediyorlar
6-) onları anlayamıyoruz. bizlere mesaj gönderiyorlar ancak fark etmiyoruz. iletişim kanallarımız bir değil. frekanslarımız uyuşmuyor. belki biz onlardan, belki de onlar bizden çok daha gelişmiş haberleşme ağlarına sahipler. bir böceği ultra lüks bir havaalanına götürseniz onun için ne fark eder ki ?
7-) önemsemiyorlar. fark ettiler ancak bizlere değer vermiyorlar. onlar için önemsiziz. bizim varlığımız onlara hiç bir şey katmadığı gibi yokluğumuz da onlardan bir şey eksiltmiyor. ha varız, ha yokuz. onların umurlarında değiliz.
8-) kainat hiper bir medeniyet tarafından çoktan modelize ve simulize edildi. aslında her şey bir oyun ve bizler bu oyun içinde bize biçilen karakterlerden fazlası değiliz. sadece rollerimizi oynuyor, günümüzü tamamlıyor ve oyundan çıkıyoruz, yani game over...
9-) onların hayvanat bahçesindeyiz. bir önemimiz yok. sadece izliyorlar. insanlık olarak hayvanlara yaptığımız muameleyi hiper medeniyetler bize yapıyor. aslında dünya kocaman bir hayvanat bahçesi ve bizler de bu bahçede sergilenen canlılarız.
10-) bizden korkuyorlar. "acaba bir belirti, bir sinyal gönderirsek sonuçları ne olur?" sorusu yüzünden korkuyorlar ve bekliyorlar. bana en mantıklı gelen bu oluyor. çünkü insan olarak yok etmeye fazlasıyla meraklıyız. ya bizdensin, ya da düşmansın felsefesi tüm insanlık için geçerli.
11-) milyonlarca yıl önce geldiler. dünyamıza baktılar. onlar dünyamıza, dünya üzerinde henüz akıllı bir yaşam yoktu. gereksiz bir yer olarak gördüler ve bir daha gelmemek üzere gittiler.
12-) yakında gelecekler. geldiklerinde ne olacak bilemiyoruz ama umarım ki bizden daha güçlü ve daha gelişmiş değillerdir. aslında gelmiş olurlarsa, zaten bizden daha gelişmiş oldukları da bir nevi ortaya çıkmış olacak.
kim bilir ?
devamını gör...
yazarların hayat felsefesi
          gece 2 ' den sonra asla karar verme. 
gidebildiğin yere kadar sür arabayı. benzin biterse de yürürsün.
( araba ve benzin mecazdır) .
  gidebildiğin yere kadar sür arabayı. benzin biterse de yürürsün.
( araba ve benzin mecazdır) .
devamını gör...
popülaritesini hak eden filmler
          hayat güzeldir
      
  devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
          attığım seste ciyaklamışım resmen yaaa. buna karşılık bol bol yaşar çalar umarım.. ilk yayınında başarılar bengaripsengüzeldünyaumutlu. sabırsızlıkla bekliyorumm.
      
  devamını gör...
hiç bilinen türk ressam olmaması
          öz sanattan çok ithal sanatla uğraştığımızdan başımıza gelen durum.
      
  devamını gör...


