yalnızlık senfonisi
sertap erenerin 2007 yılında yaptığı otobiyografik konserinin açılış parçasıdır. plovdiv senfoni orkestrasinin mükemmel introsuyla olağanüstü hale gelmiş, sertap erener performansıyla da çerçevelenmiştir.
devamını gör...
yazarların olmak istediği şiir
ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda
dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle
bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
kelimelerinse kifayetsiz olduğunu bu derde düşmeden önce.
bir yer var, biliyorum;
her şeyi söylemek mümkün;
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
anlatamıyorum.
orhan veli kanık
devamını gör...
bir kadından alınan en güzel iltifat
sen kadın ruhundan anlayan dört dörtlük bir erkeksin.
devamını gör...
normal sözlük 1. istanbul zirvesi
bir daha davos'a gelmem diyenlerin mutlaka çıkacağı zirve.*
devamını gör...
bu sabah nasıl uyandınız sorusu
sen ne diyorsun sevgili başlık?
harika uyandım.
öyle ki şu anda bir sen varsın bir de ben.
şu anca mücessem olsan senle neler yapmazdım ki?
bak bugün hangi gün?
evet pazar günü değil mi?
peki sen bu tatil gününde ne akla hizmet açılıyorsun, hem de gözlerimden uyku akarken?
ama dedim ya mücessem olsan bende ne uyku kalırdı ne de başka bir şey.
evet ne diyordum?
hah hatırladım, şu anda beni senle muhatap eden sebeplerin ve müsebbiplerinin
cem-i cümlesinin
gelmişlerinin
geleceklerinin
ikiyüzlü suretlerinin her bir zerresinin
söz'e kudret veren allah...
neyse canım bildiği gibi yapsın değil mi?
en doğrusunu o biliyor sonuçta.
ama ben sizin çarpık iki yüzlü zihniyetinizi..
harika uyandım.
öyle ki şu anda bir sen varsın bir de ben.
şu anca mücessem olsan senle neler yapmazdım ki?
bak bugün hangi gün?
evet pazar günü değil mi?
peki sen bu tatil gününde ne akla hizmet açılıyorsun, hem de gözlerimden uyku akarken?
ama dedim ya mücessem olsan bende ne uyku kalırdı ne de başka bir şey.
evet ne diyordum?
hah hatırladım, şu anda beni senle muhatap eden sebeplerin ve müsebbiplerinin
cem-i cümlesinin
gelmişlerinin
geleceklerinin
ikiyüzlü suretlerinin her bir zerresinin
söz'e kudret veren allah...
neyse canım bildiği gibi yapsın değil mi?
en doğrusunu o biliyor sonuçta.
ama ben sizin çarpık iki yüzlü zihniyetinizi..
devamını gör...
homeros sorunu
ilk kez 1795'te filolog frederic august wolf tarafından prolegomena ad homerum isimli kitabıyla ortaya atılan sorun.
wolf'a göre ilyada ve odysseia bir bütün olarak tek bir ozan tarafından yaratılmadı, bu destanlar birbirine eklenmiş şarkılardı ve homeros diye birisi hiç yaşamadı.
bu sorun hala çözülebilmiş değil. sebepleri is çok açık; m.ö 7. yy'dan beri filozof, ozan ve tarihçiler homeros hakkında doğduğu yerden başlayarak kör olup olmamasına kadar hep çelişkili şeyler söylediler. homeros hakkındaki ilk yazılı kaynaklar da bu çelişkili ifadeler olduğu için tarihte gerçekten böyle bir ozanın yaşayıp yaşamadığı hep muamma olarak kalacak.
aslında bu sorunun ortaya çıkmasının temelinde heirich schliemann'ın çanakkale'ye gelerek ilyada'da geçen troya'yı aramaya başlamasıdır. nitekim bulur da troya'yı. bu haber elbette çok ilgi görür ve herkes gözünü homeros ve eserlerine diker. herkes bu ozan ve eserleri ile isimlerinin beraber anılması için bir şeyler yapmaya çalışır.
o dönemin ozanları festival ve bayramlarda mitolojik hikayeleri şarkılar şeklinde söylerdi. nitekim büyük ihtimalle homeros da böyle bir ozandı. zaten ona atfedilen iki destan da kendisinden çok sonraları kaleme alındı. bu iki destan ilk kez peisistratos'un emriyle düzenlenip kaleme alındı. şu an okuduğumuz bu iki kitap onun düzenlediği şekildedir.
bir kişinin çıkıp ta sözlü gelenekten toparladığı toplamda 28.000 dizelik iki destanın sözlü geleneğe mensup tek bir ozan tarafından ezbere bilindiğini ve okuduğunu iddia etmek yeterince abartılı bir iddiadır. muhtemelen her ozan destanın belirli konularına hakimdi ve ve bayramlarda okurdu. bu ozanlar da itibar kazanabilmek için okudukları şarkılar için o dönemin en ünlü ozanı olan homeros'u referans gösterdiler. söylentiler birleşince de ihale homeros'a kaldı.
wolf'a göre ilyada ve odysseia bir bütün olarak tek bir ozan tarafından yaratılmadı, bu destanlar birbirine eklenmiş şarkılardı ve homeros diye birisi hiç yaşamadı.
bu sorun hala çözülebilmiş değil. sebepleri is çok açık; m.ö 7. yy'dan beri filozof, ozan ve tarihçiler homeros hakkında doğduğu yerden başlayarak kör olup olmamasına kadar hep çelişkili şeyler söylediler. homeros hakkındaki ilk yazılı kaynaklar da bu çelişkili ifadeler olduğu için tarihte gerçekten böyle bir ozanın yaşayıp yaşamadığı hep muamma olarak kalacak.
aslında bu sorunun ortaya çıkmasının temelinde heirich schliemann'ın çanakkale'ye gelerek ilyada'da geçen troya'yı aramaya başlamasıdır. nitekim bulur da troya'yı. bu haber elbette çok ilgi görür ve herkes gözünü homeros ve eserlerine diker. herkes bu ozan ve eserleri ile isimlerinin beraber anılması için bir şeyler yapmaya çalışır.
o dönemin ozanları festival ve bayramlarda mitolojik hikayeleri şarkılar şeklinde söylerdi. nitekim büyük ihtimalle homeros da böyle bir ozandı. zaten ona atfedilen iki destan da kendisinden çok sonraları kaleme alındı. bu iki destan ilk kez peisistratos'un emriyle düzenlenip kaleme alındı. şu an okuduğumuz bu iki kitap onun düzenlediği şekildedir.
bir kişinin çıkıp ta sözlü gelenekten toparladığı toplamda 28.000 dizelik iki destanın sözlü geleneğe mensup tek bir ozan tarafından ezbere bilindiğini ve okuduğunu iddia etmek yeterince abartılı bir iddiadır. muhtemelen her ozan destanın belirli konularına hakimdi ve ve bayramlarda okurdu. bu ozanlar da itibar kazanabilmek için okudukları şarkılar için o dönemin en ünlü ozanı olan homeros'u referans gösterdiler. söylentiler birleşince de ihale homeros'a kaldı.
devamını gör...
yara bandı ilişkileri
terk edilen kişilerin içine düştükleri ilişki biçimi. bir kişiyi tam anlamıyla unutmadan girilen bu ilişki modelinde mutsuz son oranı yüzde 95 civarıdır. bunun sebebi yara bandı ilişkilerinde partnere aşırı ödün verilmesi ve terk edilmiş olmaktan kaynaklı gerçek olmayan bir sevgi beslenmesidir. sahte olan bu ilişki türünde ayrılık ketçap, mayonez gibi sebeplerden gerçekleşir.
daha önce terk edilmiş kişi bu sefer terk eden tarafta bile olsa acısı artık iki katına çıkmıştır. hem daha önce terk edildiği ilişkisinin acısını çekerken, hem de bu kadar taviz verdiği yeni ilişkisindeki başarısızlığının acısını çeker. ben yaptım siz yapmayın, çok kötü bişey.
daha önce terk edilmiş kişi bu sefer terk eden tarafta bile olsa acısı artık iki katına çıkmıştır. hem daha önce terk edildiği ilişkisinin acısını çekerken, hem de bu kadar taviz verdiği yeni ilişkisindeki başarısızlığının acısını çeker. ben yaptım siz yapmayın, çok kötü bişey.
devamını gör...
yıl dönümü ay dönümü kutlamaları
bana genel olarak kutlamalar saçma geliyor. içten gelmesi gereken şeyleri zorunluluğa çevirerek samimiyeti öldürme olayıdır.
devamını gör...
sümerli ludingirra
ludingirra sümerli bir öğretmen. aynı zamanda şair ve yazar. öğretmenliği bıraktıktan sonra yaşadıklarını kaleme almış ve kendisinin bu yazdıkları sümer tabletleri arasında bulunarak arkeologlar tarafından gün yüzüne çıkartılmış. böylece üç bin yıl önceden bugünlere seslenme imkanı doğmuş adama. ve yine böylece tüm kaygıları, korkuları ve paylaşmak istedikleri bizler tarafından 3000 yıl sonra okunmuş oluyor. boşuna demiyorlar söz uçar yazı kalır diye. kalıyor işte bir şekilde. iyi ki de kalıyor ve binlerce yıl öncesinin insanlarının hislerine, duygularına ve uyarılarına vakıf oluyoruz.
ludingirra yaşamöyküsünü neden yazmaya başladığını ise şu şekilde açıklamış;
''bu yaşamöykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık.''
ludingirra sümer ülkesine yönelik tehlikelerden söz ederek “bu güzel ülkemize her taraftan göz diktiler” diyor. “göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi işleyen çarşılarımızın, her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, boy ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, dolup taşan iskelelerimizin, her tür bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi.
fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. kentlerimizi yakıp yıktılar. biz yaptık, onlar yıktılar; biz yaptık, onlar yaktılar. halkımız, hatta krallarımız tutsak oldu. ailelerimiz dağıldı.
tarlalarımızı, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu; hayvanlarımız açlıktan öldü ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini.
onlar yönetiyor bizi şimdi. topraklarımıza ilkel geldiler; sayemizde uygar olmaya başladılar. ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. hepsini bizden öğrendiler.
sonra da ‘biz yaptık, biz bulduk’ diye övünmeye başladılar. hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecek.”
“bu durum beni yıllardan beri üzüyordu. ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum. bir gün birdenbire aklıma geldi. ben bir yazar olduğuma göre, ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşamöykümü yazmaya karar verdim. böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum.”
muazzez ilmiye çağ, sümerli ludingirra, s.12-13
lundingirra'nın serzenişlerini okuduğunuz zaman enteresan bir bağ kuruyorsunuz kendisi ile. anlattıkları, yakındıkları sizi de bir yerlerden yakalıyor. peki nasıl? çünkü anlattıkları bize dair. 3000 yılda pek bir ileri gidememişiz esasen. bizler de tarihini unutan bir milletin fertleriyiz. geldiğimiz yeri, atalarımızın inançlarını, onlara dair var olan güzellikleri hep unuttuk. ya da daha doğru bir tabirle bunların unutulmaya yüz tutmasına izin verdik. başkalarının bizim tarihimizi bize anlatması zorumuza dahi gitmedi. daha kötüsü onların anlattığı tarihi de kendi tarihimiz olarak belleyip, kültürel zenginliklerimizi bir bir terk etmeye başladık. elbette bu yüzyıllar alan bir süreç. ve geçen her bir yıl bizi kendi öz benliğimizden biraz daha uzaklaştırdı. aslında asimile edildik ama işin komik olan yanı şu; uğradığımız asimilasyonu kendi kültürümüz ve tarihimizmiş gibi fanatikçe savunur hale geldik. sonrasında bu gerileme bir şekilde türkiye cumhuriyetinin kurulması ile kısa bir dönem için durdu. ve sonrasında yeniden başka kültürlerin kucağına düştük. umut ederim ki, günün birinde bizlerin arasından de birileri bu tarz bir zaruret sebebi ile benzer satırlar kaleme almak zorunda kalmaz. aslında alırsa da fena olmaz. 3000 yıl sonra birileri adamlar neymiş ne olmuş diye düşünürde belki saksıyı çalıştırıp, kendileri için önlem alır.
ludingirra dede sıkmayasın o tatlı canını, bak 3000 yıl sonra dahi insanlar senin yaşadığın travmanın bir benzerini yaşıyorlar. asla yalnız yürümeyeceksin bunu iyi bilesin...
ludingirra yaşamöyküsünü neden yazmaya başladığını ise şu şekilde açıklamış;
''bu yaşamöykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık.''
ludingirra sümer ülkesine yönelik tehlikelerden söz ederek “bu güzel ülkemize her taraftan göz diktiler” diyor. “göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi işleyen çarşılarımızın, her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, boy ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, dolup taşan iskelelerimizin, her tür bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi.
fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. kentlerimizi yakıp yıktılar. biz yaptık, onlar yıktılar; biz yaptık, onlar yaktılar. halkımız, hatta krallarımız tutsak oldu. ailelerimiz dağıldı.
tarlalarımızı, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu; hayvanlarımız açlıktan öldü ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini.
onlar yönetiyor bizi şimdi. topraklarımıza ilkel geldiler; sayemizde uygar olmaya başladılar. ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. hepsini bizden öğrendiler.
sonra da ‘biz yaptık, biz bulduk’ diye övünmeye başladılar. hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecek.”
“bu durum beni yıllardan beri üzüyordu. ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum. bir gün birdenbire aklıma geldi. ben bir yazar olduğuma göre, ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşamöykümü yazmaya karar verdim. böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum.”
muazzez ilmiye çağ, sümerli ludingirra, s.12-13
lundingirra'nın serzenişlerini okuduğunuz zaman enteresan bir bağ kuruyorsunuz kendisi ile. anlattıkları, yakındıkları sizi de bir yerlerden yakalıyor. peki nasıl? çünkü anlattıkları bize dair. 3000 yılda pek bir ileri gidememişiz esasen. bizler de tarihini unutan bir milletin fertleriyiz. geldiğimiz yeri, atalarımızın inançlarını, onlara dair var olan güzellikleri hep unuttuk. ya da daha doğru bir tabirle bunların unutulmaya yüz tutmasına izin verdik. başkalarının bizim tarihimizi bize anlatması zorumuza dahi gitmedi. daha kötüsü onların anlattığı tarihi de kendi tarihimiz olarak belleyip, kültürel zenginliklerimizi bir bir terk etmeye başladık. elbette bu yüzyıllar alan bir süreç. ve geçen her bir yıl bizi kendi öz benliğimizden biraz daha uzaklaştırdı. aslında asimile edildik ama işin komik olan yanı şu; uğradığımız asimilasyonu kendi kültürümüz ve tarihimizmiş gibi fanatikçe savunur hale geldik. sonrasında bu gerileme bir şekilde türkiye cumhuriyetinin kurulması ile kısa bir dönem için durdu. ve sonrasında yeniden başka kültürlerin kucağına düştük. umut ederim ki, günün birinde bizlerin arasından de birileri bu tarz bir zaruret sebebi ile benzer satırlar kaleme almak zorunda kalmaz. aslında alırsa da fena olmaz. 3000 yıl sonra birileri adamlar neymiş ne olmuş diye düşünürde belki saksıyı çalıştırıp, kendileri için önlem alır.
ludingirra dede sıkmayasın o tatlı canını, bak 3000 yıl sonra dahi insanlar senin yaşadığın travmanın bir benzerini yaşıyorlar. asla yalnız yürümeyeceksin bunu iyi bilesin...
devamını gör...
zartoşt
70 ler kafasıyla kinini kusan anladıgım kadarıyla türkiyede bulunmaktan hoşlanmayan yazar. umarım kuzay ırak kürt yönetiminde kariyerine devam eder.
edit: aşaglama veya hakaret degil içten iyi dileklerimdir. cok sevdigi terör örgütleri ile ayrıca türkiyede cogunuluk olan ve inanılmaz ırkcılık gördügü türkler olmadan umarım mutlu olur.
edit: aşaglama veya hakaret degil içten iyi dileklerimdir. cok sevdigi terör örgütleri ile ayrıca türkiyede cogunuluk olan ve inanılmaz ırkcılık gördügü türkler olmadan umarım mutlu olur.
devamını gör...
sıkılınca yerde yuvarlanmak
can sıkıntısına birebir gelir. insan bu eylemi gerçekleştirdikten sonra pandaları daha iyi anlar. siz yerde yuvarlanırken sırtınızdaki kulunç adale kasılması ve benzeri rahatsızlıklar geçiverir. zira zemin serttir. hamur gibi bir vücut rahatsızlıklarını geçirdiği gibi sizi de mutlu eder. can sıkıntısından eser kalmaz. evde deneyiniz.
devamını gör...
doğru söylüyor dedirten şarkı sözleri
“yanan ışıklarımı kaplayacak kadar karanlığım var.”
sagopa kajmer.
sagopa kajmer.
devamını gör...
öldükten sonra beni unutmasınlar telaşında olan insan
hayatın stresi, sıkıntısı bitti bir de ölümden sonrası için dertlenicez öyle mi? (bkz: peki)
devamını gör...
ders çalışabilmek için yapılması gereken şeyler
sınavın yarın olduğunu öğrenmek, evet yalnızca bu kadar.
devamını gör...
resmi nikahsız yaşamak
beraber yaşamak için dini ya da resmi her hangi bir bağa ihtiyaç duyulmayacağını dile getiren başlık.
#1067985 noktası virgülüne kadar katıldığım tanım. üzerine çok söz söylemek istemiyorum. okuyup gülmeye geldim. okudum, güldüm, halime şükrettim gidiyorum. *
#1067985 noktası virgülüne kadar katıldığım tanım. üzerine çok söz söylemek istemiyorum. okuyup gülmeye geldim. okudum, güldüm, halime şükrettim gidiyorum. *
devamını gör...




