the elephant man
bernard pomerance tarafından 1977'de yazılan tiyatro oyunu.
sonrasında 1980 yılında, david lynch tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.
fil adam, toplumun bize en küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı estetik, güzellik, şekilcilik kavramlarına vurgu yapıyor. hatta tabiri caizse bu kavramları, muhammed ali clay gibi sağlı sollu kroşelerle, ringin köşesine sıkıştırıyor. böylece izleyiciye de ayna tutmuş oluyor.
küçük yaşlardan itibaren, genel kabullerimizin ve önyargılarımızın esiri olduğumuz bu mevzu, filmin ilerleyen her karesinde, izleyici de havlu atma isteği doğuruyor.
insanın içinden ''tamam artık yeter! vurma! nakavt!'' diye bağırmak geliyor.
toplum tarafından ötekileştirilen, hor görülen, sırf görüntüsü sebebiyle yalnızlığa itilen ''ucube'' ''çirkin'' ''deli'' vesaire kavramlarla yaftalanan insanlara karşı yapılan haksızlık, filmi bitirip yerinizden kalktığınızda içinize bir yumru gibi oturuyor. istediğiniz kadar vicdan sahibi olun, istediğiniz kadar iyi davranmaya çalışın, bu gerçekliğin önüne geçemiyor olmanız dahi bu hisleri iliklerinize kadar hissetmeniz için kafi.
işin garip tarafı dr. frederick treves karakterinin, john marrick'e yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı ruhsal dalgalanmaların, seyirci de oluşan dalgalanmalarla benzerlik göstermesi... bu da filmin hedeflediği şeyin ne olduğunu anlamamıza ziyadesiyle yardımcı oluyor. yani o yumruğu illaki yiyeceğiz.
tabi doktor treves'i anthony hopkins'in canlandırıyor oluşu da, bu duyguyu iyice yukarılara taşıyor.
filmde üzerinde durulması gereken çok fazla şey var. lakin bunları yine filmi izlemeyenler açısından ipucu oluşturacağı düşüncesi yazmamayı tercih ediyorum. toplumsal katmaların etik dışı hareketleri, farklı sınıfsal kesimlerin sınıfta kalan ahlaki anlayışları, vicdanları susturmak için atılan türlü türlü taklalar...
fil adam muhakkak izlenmesi gereken bir film.
izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.
izlemiş olanlar içinse söyleyeceğim şey şu ; belki o aynayı kendimize tutmanın zamanı yeniden gelmiştir.
sonrasında 1980 yılında, david lynch tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.
fil adam, toplumun bize en küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı estetik, güzellik, şekilcilik kavramlarına vurgu yapıyor. hatta tabiri caizse bu kavramları, muhammed ali clay gibi sağlı sollu kroşelerle, ringin köşesine sıkıştırıyor. böylece izleyiciye de ayna tutmuş oluyor.
küçük yaşlardan itibaren, genel kabullerimizin ve önyargılarımızın esiri olduğumuz bu mevzu, filmin ilerleyen her karesinde, izleyici de havlu atma isteği doğuruyor.
insanın içinden ''tamam artık yeter! vurma! nakavt!'' diye bağırmak geliyor.
toplum tarafından ötekileştirilen, hor görülen, sırf görüntüsü sebebiyle yalnızlığa itilen ''ucube'' ''çirkin'' ''deli'' vesaire kavramlarla yaftalanan insanlara karşı yapılan haksızlık, filmi bitirip yerinizden kalktığınızda içinize bir yumru gibi oturuyor. istediğiniz kadar vicdan sahibi olun, istediğiniz kadar iyi davranmaya çalışın, bu gerçekliğin önüne geçemiyor olmanız dahi bu hisleri iliklerinize kadar hissetmeniz için kafi.
işin garip tarafı dr. frederick treves karakterinin, john marrick'e yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı ruhsal dalgalanmaların, seyirci de oluşan dalgalanmalarla benzerlik göstermesi... bu da filmin hedeflediği şeyin ne olduğunu anlamamıza ziyadesiyle yardımcı oluyor. yani o yumruğu illaki yiyeceğiz.
tabi doktor treves'i anthony hopkins'in canlandırıyor oluşu da, bu duyguyu iyice yukarılara taşıyor.
filmde üzerinde durulması gereken çok fazla şey var. lakin bunları yine filmi izlemeyenler açısından ipucu oluşturacağı düşüncesi yazmamayı tercih ediyorum. toplumsal katmaların etik dışı hareketleri, farklı sınıfsal kesimlerin sınıfta kalan ahlaki anlayışları, vicdanları susturmak için atılan türlü türlü taklalar...
fil adam muhakkak izlenmesi gereken bir film.
izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.
izlemiş olanlar içinse söyleyeceğim şey şu ; belki o aynayı kendimize tutmanın zamanı yeniden gelmiştir.

devamını gör...
yazarları en umutsuz anda umutlandıran sözler
"umutsuz durumlar yoktur.
umutsuz insanlar vardır.
ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim."
mustafa kemal atatürk
umutsuz insanlar vardır.
ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim."
mustafa kemal atatürk
devamını gör...
maske takmanın olumlu yönleri
gıdımı gizlemesi.
devamını gör...
devlet memurları bu ülkenin kanayan yarası kamburu kanseridir
az önce öküz gibi çalışıp üniversite bitirip, yine öküz gibi çalışıp kpss den iyi puan alıp atanıp memur olarak; ülkemin kanayan yarası, kamburu ve hatta kanseri olduğumu öğrendiğim başlıktır.(since:2009)teşekkürler türkiye.
devamını gör...
ayşe tatile çıksın
1974 kıbrıs barış harekatının parolası "ayşe tatile çıksın"dır.
ayşe, cenevre konferansına katılan dönemin dışişleri bakanı turan güneş'in kızının adıydı. görüşmeler uzamakta, bu arada her gün bir türk köyü toptan katledilmekte ve toplu mezara konmaktadır.
görüşmelerden bir şey çıkmayacağını anlayan turan güneş, kendisine telefon ile ulaşan bir yetkilinin "efendim bir de eşiniz aradı, kızınız ayşe tatile çıkacakmış, ertelesin miymiş?" sorusuna, "ayşe tatile çıksın" yanıtını verir. böylece bir taraftan büyük ihtimalle iletişimi dinleyen yabancılara, "türk tarafı olayın büyüyeceğini düşünmüyor" mesajı verilir, diğer taraftan tsk'nin vakit ve dolayısıyla mevzi kaybetmesi önlenir.
küçük ayşe büyür, ayşe güneş ayata siyaset bilimi profesörü olarak üniversitede hocalık yapar.
harekat kararını veren dönemin koalisyon ortaklarından merhum bülent ecevit "kıbrıs fatihi", merhum necmettin erbakan ise "mücahit" lakaplarını alır.
ayşe, cenevre konferansına katılan dönemin dışişleri bakanı turan güneş'in kızının adıydı. görüşmeler uzamakta, bu arada her gün bir türk köyü toptan katledilmekte ve toplu mezara konmaktadır.
görüşmelerden bir şey çıkmayacağını anlayan turan güneş, kendisine telefon ile ulaşan bir yetkilinin "efendim bir de eşiniz aradı, kızınız ayşe tatile çıkacakmış, ertelesin miymiş?" sorusuna, "ayşe tatile çıksın" yanıtını verir. böylece bir taraftan büyük ihtimalle iletişimi dinleyen yabancılara, "türk tarafı olayın büyüyeceğini düşünmüyor" mesajı verilir, diğer taraftan tsk'nin vakit ve dolayısıyla mevzi kaybetmesi önlenir.
küçük ayşe büyür, ayşe güneş ayata siyaset bilimi profesörü olarak üniversitede hocalık yapar.
harekat kararını veren dönemin koalisyon ortaklarından merhum bülent ecevit "kıbrıs fatihi", merhum necmettin erbakan ise "mücahit" lakaplarını alır.
devamını gör...
havai fişek
havai fişekler, yalnızca çevre kurulu kararı ile belirlenebilecek alan ve saatlerde özel izinle kullanılabiliyor. bunun haricinde yeterlilik belgesi olanlara satılabiliyor. bunun da kullanımı uzmanlık gerektirir. a sınıfı kullanım belgesi olmayanlara satışı yasaktır. nasıl ki silahta ruhsat aranıyorsa havai fişek satışında da mutlaka a sınıfı kullanım belgesi aranmalı. ama bunlar hiçe sayılarak internetten isteyenler kolayca ulaşıp istediği gibi patlatıyor. barutla çalışıp geri tepmesi olduğu için hata affetmeyecek kadar tehlikeli maddedir.
çinlilerin 2 bin yıl önce şeytanları kovmak için buldukları rivayet edilir. doğada sebep olduğu şokun sonuçları acı oluyor. şokla bir anda uyanıp yuvasını terk eden, birbirlerine ve elektrik hatlarına çarparak ölen kuşlar en belirgin kurbanlar. bu ani ve yüksek gümbürtünün hemen hemen bütün hayvanlar için travmaya sebep olduğu söyleniyor.
bir başka zararı da içinde barındırdığı çeşit çeşit zehirler. seyretmesi güzel gelebilir ama içinde akla gelmeyecek kimyasal maddeler, ağır metaller var ve havaya, toprağa, suya karışıyor. haber arşivleri, havai fişek ile kutlama yaparken yaralananların, orman yangını başlatanların, evini ve mahallesini yakanların haberleriyle dolu.
çinlilerin 2 bin yıl önce şeytanları kovmak için buldukları rivayet edilir. doğada sebep olduğu şokun sonuçları acı oluyor. şokla bir anda uyanıp yuvasını terk eden, birbirlerine ve elektrik hatlarına çarparak ölen kuşlar en belirgin kurbanlar. bu ani ve yüksek gümbürtünün hemen hemen bütün hayvanlar için travmaya sebep olduğu söyleniyor.
bir başka zararı da içinde barındırdığı çeşit çeşit zehirler. seyretmesi güzel gelebilir ama içinde akla gelmeyecek kimyasal maddeler, ağır metaller var ve havaya, toprağa, suya karışıyor. haber arşivleri, havai fişek ile kutlama yaparken yaralananların, orman yangını başlatanların, evini ve mahallesini yakanların haberleriyle dolu.
devamını gör...
ciğer yiyen kadın
neresi tuhaf ki bunun? et seven ailede büyümüş biri olarak, babam sabah kahvaltısında bile yer. ehh zamanında bizi de çok zorladı yiyin diye, iyi pişmişse affetmem *
devamını gör...
uykuya dalmadan önce alınan radikal kararlar
ota bka entry girmiycem.
devamını gör...
yuğ
islamiyet öncesi türk devletlerinde ölen kişinin ardından düzenlenen törenlerdir.
diğer adı (bkz: yog)dur.
diğer adı (bkz: yog)dur.
devamını gör...
ölmedim ama hafif sürünüyorum (yazar)
en en sevdiğim canım moderatör . o kadar güzel bir kalbi var ki hemen sevmemek elde değil. kendisi ayrıca tam bir yerlere not etmelik tavsiyeler veriyor. o tavsiye verince hepsini anında yapmak istiyorum, bu sihir mi ne?* çok güzel motive ediyor bir de. onunla konuşurken her şey çok güzel olacak gibi hissediyorum. yok yok kesin sihir yapıyor.*
nickine de ayrıca değineyim. her gördüğümde gülümserim, melankoli ama tatlı. hep bizimle ol öahs! seviyoruz seni, çok çok.*
nickine de ayrıca değineyim. her gördüğümde gülümserim, melankoli ama tatlı. hep bizimle ol öahs! seviyoruz seni, çok çok.*
devamını gör...
çocuğa dedesinin ismini vermek
olmesi gereken gelenek.
devir hizla degisiyor malum; bir gunumuz otekini tutmazken, aralarinda neredeyse asir* bulunan iki kisi neden ayni ismi tasisin ki?
isimler ister istemez hayata bir sekilde yon veriyor, kisiligin olusmasinda temel basamak gorevinde hatta. bu sebeple ki bazi isimler bazilarinda asiri sakil duruyor, olmamislik hissi veriyor.
ayrica nedir bu yaslilardaki “bana ne oohhh benim dedigim olacak” inadi? izi etrafindakilerin kalbinde iyi insan olarak birakamayan buna sariyor, buyuk marifet cunku kac yuzyillik ismi kullanmak.
hayir bi’ de gobek adi olmasi kabullenilmeyen hatta kusulen versiyonlar var, evlerden irak.
dedigim gibi; olmesi gereken gelenek, salin cocuklari dedeler, yeter.
devir hizla degisiyor malum; bir gunumuz otekini tutmazken, aralarinda neredeyse asir* bulunan iki kisi neden ayni ismi tasisin ki?
isimler ister istemez hayata bir sekilde yon veriyor, kisiligin olusmasinda temel basamak gorevinde hatta. bu sebeple ki bazi isimler bazilarinda asiri sakil duruyor, olmamislik hissi veriyor.
ayrica nedir bu yaslilardaki “bana ne oohhh benim dedigim olacak” inadi? izi etrafindakilerin kalbinde iyi insan olarak birakamayan buna sariyor, buyuk marifet cunku kac yuzyillik ismi kullanmak.
hayir bi’ de gobek adi olmasi kabullenilmeyen hatta kusulen versiyonlar var, evlerden irak.
dedigim gibi; olmesi gereken gelenek, salin cocuklari dedeler, yeter.
devamını gör...
kinyas ve kayra
çok erken yaşta yazıldığı icin teknik açıdan epey kusurlu. ama ruh ve içerik olarak çok özel bir roman. epey severim. böyle bir kitabı yüz yazardan ancak bir ikisi yazabiliyor bence. hakan yıllar sonra fransa'nın en prestijli ödülünü kazanmıştır daha romanı ile. adam özgün ve dahi.
devamını gör...
içi boşaltılmış kavramlar
aşk.
şehadet.
demokrasi.
özgürlük.
adalet.
şehadet.
demokrasi.
özgürlük.
adalet.
devamını gör...
lucifer'ın gizli entel olduğu gerçeği
devamını gör...
sevilen kitabın en vurucu cümlesi
bir gün beni fark ettiğinde, beni fark etmenin artık benim için fark etmeyeceğini fark edeceksin.
tehlikeli oyunlar
oğuz atay
tehlikeli oyunlar
oğuz atay
devamını gör...
1995 yılından hafızada kalanlar
hayatın her alanını, hiç olmadığı kadar tarkan şarkılarıyla yaşamak. birbirimize şaşırdığımız anlarda veya iltifat etmek istediğimizde "a-acayipsin!" demek, ayrılık acılarını "dön çaresiz başım" eşliğinde sırılsıklam yaşamak, ilk şoku atlattıktan sonra da "yanlış zaman, yanlış insan" diye teselli bulmak ve daha niceleri. bir de fiko'nun** tam deniz'e* açıldığı sırada biten bir bölümün ardından neler olacağını merak etmekle geçirilen koca bir yaz mevsimi.**
devamını gör...
bu topraklara uğramayan şeyler
adalet
devamını gör...
reenkarnasyon
ruh göçüdür. öldükten sonra başka bir bedende can bulacağına inananlar vardır. şayet iyi bir insan olarak yaşadıysan sonraki hayatında iyi bir yaşamın oluyomuş, kötü zalim bir insan olarak yaşadıysan da artık böcek mi olursun ot mu olursun orası karışık.
devamını gör...
abdullah bin abdülmutallib
hz. muhammed'in babası. hz. muhammed 7 aylıkken bilinmeyen bir hastalıktan dolayı 25 yaşındayken vefat etmiştir. abdullah çok güzel birisiydi, hatta kureyşlilerden yaşlı olanlar bile daha önce böyle güzellikte birini görmediklerini söylerlerdi.
abdülmutallib (abdullah'ın babası) zengin bir adamdı. tıpkı oğlu abdullah gibi çok güzel, yakışıklıydı. zemzem'i de uzun zaman sonra o ortaya çıkarmıştı. üstelik arabistan'ın en şerefli ve en güçlü kabilelerinden olan kureyş kabilesinin liderliğini yapıyordu ve şerefli bir soyu vardı. tüm bunlar abdülmutallib'in çok şanslı bir adam olduğunu gösteriyordu. abdülmutallib, cömertti, zekiydi, akıllıydı ve tüm bunlar onu saygın bir adam yapıyordu. fakat bu kadar çok şeye sahip olmasına rağmen, çok şükretmesine rağmen yine de üzgündü. çünkü birden çok hanımı olmasına rağmen sadece bir tane erkek çocuğu vardı. ama arabistan'da babaları destekleyenler oğullardı! kendisiyse sadece bir tek erkek çocuğa sahip olmanın üzüntüsünü, eksikliğini yaşıyordu. ve abdülmutallib dua etti, eğer allah 10 erkek çocuğu verirse ve hepsi büyür de büluğ çağına gelirse, abdülmutallib onlardan birini kabe'de kurban edecekti.
yıllar yıllar geçti. abdülmutallib'in 9 oğlu daha olmuştu ve böylelikle ilk oğluyla birlikte toplam 10 erkek çocuğu vardı. şimdi birisini kurban etmeliydi. ama abdülmutallib o yemini ettiği zaman, 10 erkek çocuğunun olmasını yüzde birlik ihtimal olarak görüyordu. tüm oğulları büyüdü, ama abdullah hariç. artık abdülmutallib sık-sık ettiği yemini düşünüyordu. bütün oğulları onun için gurur kaynağıydı ve en çok abdullah'ı seviyordu. abdullah, çok iyi bir çocuktu. abdullah da büyümüştü artık. abdülmutallib tüm oğullarını çevresinde topladı ve yemininden bahsetti, abdülmutallib onların babasıydı, ne olursa olsun ona uymaları gerekiyordu. abdülmutallib onlardan her birinin bir ok üzerine işaretlerini koymasını istedi. ve kureyş ok falcısına kabe'ye gelmesi için haber gönderdi. oğullarını kabe'ye soktu ve gelen falcıya yemininden bahsetti. oğullar kendi oklarını hazırladı. abdülmutallib, hubel'in yanında durdu. ve allah'a dua etti. okları çektiler, abdullah'ın oku çıkmıştı.
abdülmutallib bir eliyle abdullah'ı diğer eliyle de bıçağı tuttu ve oğlunu kapıya doğru sürükledi, hiçbir şey düşünmek istemiyordu, hiçbir şey. oğlunu kurban etmek için yer arıyordu. fakat abdullah'ın annesi..fâtıma! fatıma, en güçlü kabilelerden olan mahzum kabilesindendi, kureyştendi, şerefli bir soya sahipti. çevreyi büyük bir topluluk sarmıştı. hem abdülmutallib, hem de abdullah kabe'nin kapısında durmuşlardı ve ikisi de bembeyaz, ölü gibi bir haldeydiler. mahzumlular kendilerinden olan birinin oğlunun kurban edileceğini anladılar ve abdülmutallib'e bıçakla nereye gittiğini soruyordular, aslında sorunun cevabını gayet iyi biliyorlardı. abdülmutallib yemininden bahsedince, mahzum'un şefi şöyle dedi:
hayır, onu kurban etmeyeceksin. onu kurban etme, başka bir şeyi feda et. onun bedeli ne kadar olursa olsun, tüm mahzumoğulları mallarını feda etmeye hazırdır.
abdullah'ın diğer kardeşleri kabe'nin içerisinden çıkmamışlardı, hiçbirisi tek kelime etmemişti. fakat dayanamadılar ve abdülmutallib'e kardeşleri abdullah'ı kefaret karşılığında kurtarması için yalvardılar. fakat abdülmutallib hiç oğlunu kurban etmek ister miydi? deniyordu, herkesin yalvarışlarını duymak, tüm topluluğun "yapma!" nidalarını duymak istiyordu. ama bir yandan da korkuyor, düşünüyordu. en sonunda bu durum için herhangi bir kefaretin olup olmadığını öğrenmek ve eğer kefaret geçerliyse nasıl olacağını öğrenmek için medine'de yaşayan akıllı bir kadının yanına gitmeye karar verdi. abdullah ve bir veya birkaç oğlunu yanına alarak medine'ye gitti. orda da kadının başka bir yere yerleştiğini öğrenince oraya gitti. ve kadını buldu. kadına olayı anlattılar ve kadın da ruhla konuşacağım yarın gelin dedi. abdülmutallib dua etti. diğer gün geldiler ve kadın şöyle dedi, bana ilham geldi, söyleyin, sizde kan bedeli ne. dediler ki, 10 devedir. kadın dedi ki: geri dönün, ve kurban etmek istediğiniz adamı bir tarafa, 10 deveyi de diğer tarafa koyun ve aralarında kura çekin. eğer ok adamın aleyhine çıkarsa, 10 deve daha ekleyin ve yine kura çekin. fal develere çıkıncaya kadar buna devam edin, develeri arttırın. sonra da develeri kurban edip adamı salıverin.
mekke'ye geri döndüler ve abdullah ile 10 deveyi kabe'nin avlusuna koydular. abdülmutallib, kabe'nin içine girdi, hubel'in yanında durdu, yaptıklarının kabulü için allah'a yalvardı. oklar çekildi ve ok abdullah aleyhinde çıktı. 10 deve daha eklediler fakat sonuç aynıydı, develer yaşamalı ve abdullah kurban edilmeliydi. her seferinde 10 deve eklediler. en sonunda develerin sayısı 100 olmuştu. fal, develerin aleyhindeydi artık. ama abdülmutallib emin olamıyordu, 3 kez fal oku çekilmesini istiyordu ve 2 kez daha çektiler. fal her seferinde develerin aleyhine çıktı. ve develer kurban edildi.
abdullah 20'li yaşlarına geldiğinde âmine ile evlendi. ve hz. muhammed 7 aylıkken, kendisi 25 yaşında bilinmeyen bir hastalık sebebiyle vefat etti.
amine, bu haberi öğrenince gözyaşları içerisinde şu şiiri okumuştur;
artık mekke'nin bethâ kolu, haşimoğullarından boş kaldı! mekke, haşimoğullarının şanından mahrumdur artık! ölümün davetine uyarak, evinden örtüler ve kefenler içinde çıktı, kabre gitti! ölümün (eğer yeryüzünde yıllarca dolaşıp dursa) insanlar arasında, haşimoğlu gibi bir yiğit bulup da boşluğunu dolduramaz. dostları onun tabutunu taşımak için koşuştu, onu elden ele aldılar götürdüler. ne yazık, ne yazık ki ecel hiç beklenmedik bir zamanda onu çekip kendine aldı. halbuki o, ne kadar güzel, ne kadar cömert ve ne kadar merhametli biriydi!
abdullah'ın bıraktığı miraslar arasında, oğlu hz. muhammed'e bakması için habeşli bir cariye de vardı. sanki abdullah, hz. muhammed'in annesi âmine'nin de, hz. muhammed daha çok küçükken vefat edeceğini biliyordu..
abdülmutallib (abdullah'ın babası) zengin bir adamdı. tıpkı oğlu abdullah gibi çok güzel, yakışıklıydı. zemzem'i de uzun zaman sonra o ortaya çıkarmıştı. üstelik arabistan'ın en şerefli ve en güçlü kabilelerinden olan kureyş kabilesinin liderliğini yapıyordu ve şerefli bir soyu vardı. tüm bunlar abdülmutallib'in çok şanslı bir adam olduğunu gösteriyordu. abdülmutallib, cömertti, zekiydi, akıllıydı ve tüm bunlar onu saygın bir adam yapıyordu. fakat bu kadar çok şeye sahip olmasına rağmen, çok şükretmesine rağmen yine de üzgündü. çünkü birden çok hanımı olmasına rağmen sadece bir tane erkek çocuğu vardı. ama arabistan'da babaları destekleyenler oğullardı! kendisiyse sadece bir tek erkek çocuğa sahip olmanın üzüntüsünü, eksikliğini yaşıyordu. ve abdülmutallib dua etti, eğer allah 10 erkek çocuğu verirse ve hepsi büyür de büluğ çağına gelirse, abdülmutallib onlardan birini kabe'de kurban edecekti.
yıllar yıllar geçti. abdülmutallib'in 9 oğlu daha olmuştu ve böylelikle ilk oğluyla birlikte toplam 10 erkek çocuğu vardı. şimdi birisini kurban etmeliydi. ama abdülmutallib o yemini ettiği zaman, 10 erkek çocuğunun olmasını yüzde birlik ihtimal olarak görüyordu. tüm oğulları büyüdü, ama abdullah hariç. artık abdülmutallib sık-sık ettiği yemini düşünüyordu. bütün oğulları onun için gurur kaynağıydı ve en çok abdullah'ı seviyordu. abdullah, çok iyi bir çocuktu. abdullah da büyümüştü artık. abdülmutallib tüm oğullarını çevresinde topladı ve yemininden bahsetti, abdülmutallib onların babasıydı, ne olursa olsun ona uymaları gerekiyordu. abdülmutallib onlardan her birinin bir ok üzerine işaretlerini koymasını istedi. ve kureyş ok falcısına kabe'ye gelmesi için haber gönderdi. oğullarını kabe'ye soktu ve gelen falcıya yemininden bahsetti. oğullar kendi oklarını hazırladı. abdülmutallib, hubel'in yanında durdu. ve allah'a dua etti. okları çektiler, abdullah'ın oku çıkmıştı.
abdülmutallib bir eliyle abdullah'ı diğer eliyle de bıçağı tuttu ve oğlunu kapıya doğru sürükledi, hiçbir şey düşünmek istemiyordu, hiçbir şey. oğlunu kurban etmek için yer arıyordu. fakat abdullah'ın annesi..fâtıma! fatıma, en güçlü kabilelerden olan mahzum kabilesindendi, kureyştendi, şerefli bir soya sahipti. çevreyi büyük bir topluluk sarmıştı. hem abdülmutallib, hem de abdullah kabe'nin kapısında durmuşlardı ve ikisi de bembeyaz, ölü gibi bir haldeydiler. mahzumlular kendilerinden olan birinin oğlunun kurban edileceğini anladılar ve abdülmutallib'e bıçakla nereye gittiğini soruyordular, aslında sorunun cevabını gayet iyi biliyorlardı. abdülmutallib yemininden bahsedince, mahzum'un şefi şöyle dedi:
hayır, onu kurban etmeyeceksin. onu kurban etme, başka bir şeyi feda et. onun bedeli ne kadar olursa olsun, tüm mahzumoğulları mallarını feda etmeye hazırdır.
abdullah'ın diğer kardeşleri kabe'nin içerisinden çıkmamışlardı, hiçbirisi tek kelime etmemişti. fakat dayanamadılar ve abdülmutallib'e kardeşleri abdullah'ı kefaret karşılığında kurtarması için yalvardılar. fakat abdülmutallib hiç oğlunu kurban etmek ister miydi? deniyordu, herkesin yalvarışlarını duymak, tüm topluluğun "yapma!" nidalarını duymak istiyordu. ama bir yandan da korkuyor, düşünüyordu. en sonunda bu durum için herhangi bir kefaretin olup olmadığını öğrenmek ve eğer kefaret geçerliyse nasıl olacağını öğrenmek için medine'de yaşayan akıllı bir kadının yanına gitmeye karar verdi. abdullah ve bir veya birkaç oğlunu yanına alarak medine'ye gitti. orda da kadının başka bir yere yerleştiğini öğrenince oraya gitti. ve kadını buldu. kadına olayı anlattılar ve kadın da ruhla konuşacağım yarın gelin dedi. abdülmutallib dua etti. diğer gün geldiler ve kadın şöyle dedi, bana ilham geldi, söyleyin, sizde kan bedeli ne. dediler ki, 10 devedir. kadın dedi ki: geri dönün, ve kurban etmek istediğiniz adamı bir tarafa, 10 deveyi de diğer tarafa koyun ve aralarında kura çekin. eğer ok adamın aleyhine çıkarsa, 10 deve daha ekleyin ve yine kura çekin. fal develere çıkıncaya kadar buna devam edin, develeri arttırın. sonra da develeri kurban edip adamı salıverin.
mekke'ye geri döndüler ve abdullah ile 10 deveyi kabe'nin avlusuna koydular. abdülmutallib, kabe'nin içine girdi, hubel'in yanında durdu, yaptıklarının kabulü için allah'a yalvardı. oklar çekildi ve ok abdullah aleyhinde çıktı. 10 deve daha eklediler fakat sonuç aynıydı, develer yaşamalı ve abdullah kurban edilmeliydi. her seferinde 10 deve eklediler. en sonunda develerin sayısı 100 olmuştu. fal, develerin aleyhindeydi artık. ama abdülmutallib emin olamıyordu, 3 kez fal oku çekilmesini istiyordu ve 2 kez daha çektiler. fal her seferinde develerin aleyhine çıktı. ve develer kurban edildi.
abdullah 20'li yaşlarına geldiğinde âmine ile evlendi. ve hz. muhammed 7 aylıkken, kendisi 25 yaşında bilinmeyen bir hastalık sebebiyle vefat etti.
amine, bu haberi öğrenince gözyaşları içerisinde şu şiiri okumuştur;
artık mekke'nin bethâ kolu, haşimoğullarından boş kaldı! mekke, haşimoğullarının şanından mahrumdur artık! ölümün davetine uyarak, evinden örtüler ve kefenler içinde çıktı, kabre gitti! ölümün (eğer yeryüzünde yıllarca dolaşıp dursa) insanlar arasında, haşimoğlu gibi bir yiğit bulup da boşluğunu dolduramaz. dostları onun tabutunu taşımak için koşuştu, onu elden ele aldılar götürdüler. ne yazık, ne yazık ki ecel hiç beklenmedik bir zamanda onu çekip kendine aldı. halbuki o, ne kadar güzel, ne kadar cömert ve ne kadar merhametli biriydi!
abdullah'ın bıraktığı miraslar arasında, oğlu hz. muhammed'e bakması için habeşli bir cariye de vardı. sanki abdullah, hz. muhammed'in annesi âmine'nin de, hz. muhammed daha çok küçükken vefat edeceğini biliyordu..
devamını gör...
annelerin garip huyları
çayı çaycıda değil çaydanlıkta yapıyor. tadı aynı olmuyormuş. ne fark ederrr!?
devamını gör...