erkeklerin yüzüne tokat gibi çarpacak gerçekler
1. kadınlar sizi siz olduğunuz için sevmiyor.
2. sizi anne ve babanızdan başka kimse sevmiyor.
3. güçlü olmak zorundasınız.
4. zengin olmak zorundasınız.
5. yakışıklı olmak ya da en azından görünmek zorundasınız.
6. zeki ve yetenekli olmak zorundasınız.
7. kendinize değer vermek zorundasınız.
8. embesil olmamak zorundasınız.
9. sorumluluk sahibi olmak zorundasınız.
10. en önemlisi bu hayatla tek başına savaşmak zorundasınız.
2. sizi anne ve babanızdan başka kimse sevmiyor.
3. güçlü olmak zorundasınız.
4. zengin olmak zorundasınız.
5. yakışıklı olmak ya da en azından görünmek zorundasınız.
6. zeki ve yetenekli olmak zorundasınız.
7. kendinize değer vermek zorundasınız.
8. embesil olmamak zorundasınız.
9. sorumluluk sahibi olmak zorundasınız.
10. en önemlisi bu hayatla tek başına savaşmak zorundasınız.
devamını gör...
brad pitt vs leonardo di caprio
di caprio'yu seçiyorum ben. di caprio'suz titanic düşünülemez.
devamını gör...
demirtaş'ın serbest kalmasını istiyorsanız bize katılacaksınız
bir kemal kılıçdaroğlu vecizesidir. böyle devam demokrat dedem. akp'yi iktidara taşımanın tek yolu hdp ile işbirliğinden geçiyor ve sen de bunun farkındasın.
haber kaynağı
ek: aşağılarda et kafalı bir arkadaşımız uzun uzun akp'nin kötülüklerini anlatıp, bu saçma kılıçdaroğlu söylemini eleştirenleri akit ilan etmiş. şundan eminim ki bu başlık altında kendisi de dahil akp'ye bugüne dek oy vermiş tek bir kimse yok.
hatta iddiam o dur ki kimilermizde akp nefreti kendisininkinden bile fazladır.
peki bu aptallığın nirvanası tespitleri neden yapıyor bu et kafalı arkadaşımız ve diğer pkk sempatizanları ?
çünkü siyasal islamcıları göndermek için pkk'yı seçmene faşizanca dayatmak gibi her tarafından irin sökün eden rezil bir fikre sahipler.
o yüzden en ufak itirazda aktroll, zafer partili, ırkçı, faşist, ulusalcı gibi tıpkı bir dönem fetönün kucağında hoplayan yetmez ama evetçilerin jargonunu kullanarak kendilerine itiraz edenleri yaftalıyorlar.
haber kaynağı
ek: aşağılarda et kafalı bir arkadaşımız uzun uzun akp'nin kötülüklerini anlatıp, bu saçma kılıçdaroğlu söylemini eleştirenleri akit ilan etmiş. şundan eminim ki bu başlık altında kendisi de dahil akp'ye bugüne dek oy vermiş tek bir kimse yok.
hatta iddiam o dur ki kimilermizde akp nefreti kendisininkinden bile fazladır.
peki bu aptallığın nirvanası tespitleri neden yapıyor bu et kafalı arkadaşımız ve diğer pkk sempatizanları ?
çünkü siyasal islamcıları göndermek için pkk'yı seçmene faşizanca dayatmak gibi her tarafından irin sökün eden rezil bir fikre sahipler.
o yüzden en ufak itirazda aktroll, zafer partili, ırkçı, faşist, ulusalcı gibi tıpkı bir dönem fetönün kucağında hoplayan yetmez ama evetçilerin jargonunu kullanarak kendilerine itiraz edenleri yaftalıyorlar.
devamını gör...
anı yaşamak vs geleceği planlamak
münzevivarlık ukdesi
ikisini de aynı anda yapabilecek kabiliyete sahibiz tabi.ancak çoğumuz daha çok gelecek planlama kafası yerine gelecek kaygısı yaşadığımız için an'larımızı heba ediyoruz.
ikisini de aynı anda yapabilecek kabiliyete sahibiz tabi.ancak çoğumuz daha çok gelecek planlama kafası yerine gelecek kaygısı yaşadığımız için an'larımızı heba ediyoruz.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
ismi: yok, önerilere açığım*
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.
peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.
tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.
benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.
her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.
tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.
peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.
tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.
benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.
her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.
tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
devamını gör...
bilgi sistemi
bilgi toplama işleme saklama amaçlarına göre sunma karar verme ve iletme işlerini desteklemek ve yürütmek için tasarlanmış bulunan ve insanı bilgisayarı ve iletişim araçlarını içeren yapıdır.
devamını gör...
okunur korkusuyla günlük tutamayanlar
şimdi böyle bir korkunuz varsa size çok güzel 2 öneride bulunacağım iyi dinleyin;ilk yöntem ingilizce yazmak (veya öğrenmekte olduğunuz herhangi bir dilde) hem dil bilginizi geliştirirsiniz hem o dilde hakimiyetiniz pratikliğiniz artar hemde ingilizce bilme ortalaması en düşük ülkelerdeniz ilk bakışta kimse anlayamaz;ikinci yöntemde buna benzer ama biraz daha farklı türkçe dilini referans alarak çin,kore,kiril,arap alfabelerini kullanarak yazmak bu da hemen anlaşılamayacak bir şey hatta günlük olduğunu söylemezseniz o dili öğrenirken tutulan notlar olarak bile düşünülebilir.
devamını gör...
bager
atatürk nefreti, check.
şeriat özlemi, check.
dava mı ? avukat mı ?
yardımcı olayım ben, sorun değil gel abine.
#1656306
oha be birader, hahahahahahahaha, sen gerçek bir ruh hastasısın.
şeriat özlemi, check.
dava mı ? avukat mı ?
yardımcı olayım ben, sorun değil gel abine.
#1656306
oha be birader, hahahahahahahaha, sen gerçek bir ruh hastasısın.
devamını gör...
salatalık
güzelleşmek isteyen kadınların portföylerinde default bulunan sebze *
devamını gör...
sinema tarihinin en iyi oyunculuk performansları
tabiki flash tv sarı bıyık
devamını gör...
kaybedenler kulübü
ıssız adam modasının pik yapmasını sağlayan sinema filmi. tmc yapım şirketinin batması sonucu serinin devamı olan kaybedenler kulubü yolda'ya hiçbir şekilde ulaşılamıyor.
ulaşan olursa lütfen kafama portakal atsın.
ulaşan olursa lütfen kafama portakal atsın.
devamını gör...
hayattaki şansım
eksi sonsuz.
devamını gör...
ben kime ne anlatıyorum hissiyatı
çokça yaşamışımdır bu hissi. o anda tamam paşam sen haklısın deyip hayatıma devam ederim.
devamını gör...
türkiye iş bankası modern klasikler dizisi
sadece beğendiğim yazarlara ait ciltli kitaplar düzeyinde takip ettiğim bir dizidir. seri içinde bana göre "klasik" olamayacak çokça kitap bulunuyor. bir kısmı hali hazırda telif hakkı kültür yayınları iş türk a. ş.'de olan yazarlara ait kitaplar, bir kısmıysa ölümü üzerinden 70 yıl geçmiş ve telif durumu anonime dönmüş yazarlara ait kitaplardan oluşan bir dizidir. sırf telif hakkı sende diye ya da telifsiz basabiliyorsun diye bir eser klasik olmuyor malesef. bu anlamda bu seride biraz seçici davranıyorum,
bu dizi bez ciltli olmadığı, mukavva benzeri bir cilt yapısına sahip olduğu için hay klasiklerine göre zamanla yıpranma ihtimali daha yüksek. kullanılan kağıt “şamua” denilen gramajı yüksek bir kağıt olduğundan incecik kitapları bile gereksiz ağırlaştırıyor.
sırt kısmında yer verilen dizi sıra sayısını kim akıl ettiyse buradan allah belanı versin demek istiyorum. üstelik hint-arap numara sitemi kullanılmış ki yazara göre tasnif yaptığınızda aşina olduğumuz sayıları karışık bir biçimde görmek obsesif kompulsif bozukluğu tetikleyecek ölçüde insanın sinirini bozuyor.
bu dizi bez ciltli olmadığı, mukavva benzeri bir cilt yapısına sahip olduğu için hay klasiklerine göre zamanla yıpranma ihtimali daha yüksek. kullanılan kağıt “şamua” denilen gramajı yüksek bir kağıt olduğundan incecik kitapları bile gereksiz ağırlaştırıyor.
sırt kısmında yer verilen dizi sıra sayısını kim akıl ettiyse buradan allah belanı versin demek istiyorum. üstelik hint-arap numara sitemi kullanılmış ki yazara göre tasnif yaptığınızda aşina olduğumuz sayıları karışık bir biçimde görmek obsesif kompulsif bozukluğu tetikleyecek ölçüde insanın sinirini bozuyor.
devamını gör...
filtre kahve
mide problemlerimden dolayı vücudumu mahrum bırakmak zorunda kaldığım orgazmik dünyevi nimetlerden biridir. önceleri her gün birkaç fincan içerken artık ayda bir içiyorum ki yine de sonuçlarına katlanıyorum. gelin sizinle iyi bir filtre kahve nasıl yapılır onu biraz konuşalım.*
bu yazı, kahve makinesi olmayanlar içindir ve ciddi bir yoksunluk anında yazılmaktadır...*
öncelikle, kahve çok kolay bayatlar. hele ki öğütülmüş ise ömrü çok daha kısadır. o yüzden mümkün olduğunca az miktarda almaya özen göstermelisiniz.* mümkün ise, hepimizin bildiği o meşhur kahve zincirinden de almamalısınız. gerçi birçoğu aynı ama "o" cidden çok kötü. eğer butik bir kahveci biliyorsanız oradan alabilirsiniz. bir de kağıt filtreye ihtiyacınız olacak. ilk olarak kahvenin döküleceği cam kabı* sıcak su ile çalkalıyoruz ki sıcak kahve soğuk yüzeyle birden temas etmesin. kağıt filtremizi de sıcak su ile şöyle bir temas ettiriyoruz ki kahvemize kağıt kokusu geçmesin. kahvemizin paketini açıyoruz, şöyle deriiiin bir içimize çekiyoruz.* kahveyi filtreye koyuyoruz. üstüne sıcak su ekleyeceğiz fakat su kaynama noktasında olmasın. kaynadıktan sonra bir miktar bekleyin. kahvenin üzerine çok yavaş dökmeye başlıyoruz. kahve çamur haline geldiğinde hızı biraz daha arttırabiliriz. ama yine de yavaş olacak tabi.* işlem tamamlandığında kahvenizi içeceğiniz kupayı da sıcak sudan geçiriyoruz. ve kahvemizi kupa ile buluşturuyoruz.
keyifli içmeler...
ekleme: su kalitesine değinmemişiz ki çok önemli. musluk suyu değil, içme suyu kullanmalısınız.
bu yazı, kahve makinesi olmayanlar içindir ve ciddi bir yoksunluk anında yazılmaktadır...*
öncelikle, kahve çok kolay bayatlar. hele ki öğütülmüş ise ömrü çok daha kısadır. o yüzden mümkün olduğunca az miktarda almaya özen göstermelisiniz.* mümkün ise, hepimizin bildiği o meşhur kahve zincirinden de almamalısınız. gerçi birçoğu aynı ama "o" cidden çok kötü. eğer butik bir kahveci biliyorsanız oradan alabilirsiniz. bir de kağıt filtreye ihtiyacınız olacak. ilk olarak kahvenin döküleceği cam kabı* sıcak su ile çalkalıyoruz ki sıcak kahve soğuk yüzeyle birden temas etmesin. kağıt filtremizi de sıcak su ile şöyle bir temas ettiriyoruz ki kahvemize kağıt kokusu geçmesin. kahvemizin paketini açıyoruz, şöyle deriiiin bir içimize çekiyoruz.* kahveyi filtreye koyuyoruz. üstüne sıcak su ekleyeceğiz fakat su kaynama noktasında olmasın. kaynadıktan sonra bir miktar bekleyin. kahvenin üzerine çok yavaş dökmeye başlıyoruz. kahve çamur haline geldiğinde hızı biraz daha arttırabiliriz. ama yine de yavaş olacak tabi.* işlem tamamlandığında kahvenizi içeceğiniz kupayı da sıcak sudan geçiriyoruz. ve kahvemizi kupa ile buluşturuyoruz.
keyifli içmeler...
ekleme: su kalitesine değinmemişiz ki çok önemli. musluk suyu değil, içme suyu kullanmalısınız.
devamını gör...
depresyon
bu öyle bir illettir ki. ne zaman geleceği belli değildir, sinsidir. toplum tarafından ciddiye alınmaz, çünkü sorsanız herkesin depresyon atlattığı bir dönem vardır. bazen gerçekten depresyona girseniz bile 'ya seninki depresyon değildir, anlık bunalımdır.' sözüyle karşılaşırsınız. yukarıda bir yazarımızın bahsettiği gibi bazı semptomlardan en az 2-3 tanesinin sürekli bir biçimde ortaya çıkmasını gerektirir. kendi başınıza atlatmaya çalışmak gibi bir hamlede bulunulmaması gerekmektedir, ciddiye alınmalıdır.
devamını gör...
kana kırmızı rengini veren madde
alyuvarlar'dır.
devamını gör...
romain gary
zamanında emile ajar takma adıyla yazdığı romanlar ile büyüttüğü isim, kendi isminden bile daha popüler olan fransız deha.
acıdır ki eşiyle aynı kaderi paylaşarak intihar etmiştir. ikinci benliği olan emile ajar'ın kimliğini ölene dek gizli tutmayı başarmıştır.
acıdır ki eşiyle aynı kaderi paylaşarak intihar etmiştir. ikinci benliği olan emile ajar'ın kimliğini ölene dek gizli tutmayı başarmıştır.
devamını gör...
bir erkeğin en tehlikeli cümlesi
ilk defa böyle hissediyorum.
devamını gör...
saian
benim en sevdiğim rapper. üstüne de tanımam.
devamını gör...