arabası çizildi diye kapıcısını öldüren adam
bu millet gercekten kafayi yedi artik
nasil bir toplum haline geldik?
mal dedigin sey nasi bu kadar kiymetli hale geldi?
insan hayati neden bu kadar degersiz?
insanlar neden bu kadar ofkeli, ilk firsatta birinin canina kast edecek kadar gozu donebiliyor?
nasil bir toplum haline geldik?
mal dedigin sey nasi bu kadar kiymetli hale geldi?
insan hayati neden bu kadar degersiz?
insanlar neden bu kadar ofkeli, ilk firsatta birinin canina kast edecek kadar gozu donebiliyor?
devamını gör...
donald trump’ın twitter hesabının askıya alınması
trump’ın twitter hesabının 12 saatlik askıya alınmasını bir nebze de olsa anlayabiliriz. protestocuları yönlendirip bilgilendirdiği platform olması sebebiyle twitter, bir söz sahibi olabilir ve abd menşeli olması da böyle bir hakkı doğurabilir. fakat daha sonrasında uygulanan sansür ve hesabın tamamiyle askıya alınmasının bir açıklaması yok benim nazarımda.
protestolar devam ederken açıklama yapan pence, göstericilerden için “her abd vatandaşının anayasal bir hakkı olduğu gibi trump yanlıları da anayasal bir hak olan protesto ve yürüyüş hakkını kullanıyorlar.” demesi ve bugün protestocuların yargılamalarla karşı karşıya kalması bir yana, trump’ın aktif kullandığı parler app’e bir ultimatom verilmesi sonucu mağazalardan kaldırılması bir yana, potus hesabından yaptığı açıklamalar bile sansüre uğradı.
özgürlüğün, daha doğrusu ifade özgürlüğünün artık veriyi toplayıp işleyebilen şirketlerin tekelinde olduğunu anlayabilmemiz için daha açık bir şekilde anlatamazlardı.
protestolar devam ederken açıklama yapan pence, göstericilerden için “her abd vatandaşının anayasal bir hakkı olduğu gibi trump yanlıları da anayasal bir hak olan protesto ve yürüyüş hakkını kullanıyorlar.” demesi ve bugün protestocuların yargılamalarla karşı karşıya kalması bir yana, trump’ın aktif kullandığı parler app’e bir ultimatom verilmesi sonucu mağazalardan kaldırılması bir yana, potus hesabından yaptığı açıklamalar bile sansüre uğradı.
özgürlüğün, daha doğrusu ifade özgürlüğünün artık veriyi toplayıp işleyebilen şirketlerin tekelinde olduğunu anlayabilmemiz için daha açık bir şekilde anlatamazlardı.
devamını gör...
ringu zero: basudei
koji suzuki'nin ringu romanları serisinin "baasudei" isimli kitabındaki hikayelerinden uyarlanmış olan, norio tsuruta yönetimindeki 2000 yapımı korku filmi. ringu filminin 30 yıl öncesini konu almakta. haliyle sadako yamamura henüz kasedin içinde değil de günlük hayatta.
sadako yamamura, ailesinin yaşadığı felaketleri unutması için babası tarafından tokyo'ya gönderilmiştir. burada hem bir psikiyatrist -ki o da babasının arkadaşı- gözetminde tedavi olmakta, hem de bir tiyatro grubunun içinde tiyatro çalışmaları yapmaktadır. ama gruptaki herkes sadako'dan tırsmaktadır. grubun güzel kızı aiko da, "bu kız benden daha ilgi çekici" diyerek sadako'yu kıskanmakta ve sadako'yu ezmeye çalışmaktadır. zaten tüm tiyatro ekibi de sadako'ya kıl olduğu için aiko'nun hareketlerine bir şey diyen çıkmaz.
bu sıralarda da bir gazeteci, nişanlısının ölümünden sadako'yu sorumlu tuttuğu için sadako hakkında araştırma yapmaktadır. bir şekilde bu tiyatro grubuyla yolu kesişir ve olaylar gelişir.
aslında film güzel epey de; ben bu filmden önce, sadako'yu oynayan yukie nakama'yı gokusen'de izlemiştim. haliyle arada kafam oraya kaydı.* tamam film 2000 yapımı da, ben de 2000 yılında izlemedim sonuçta.
ben bu filmi yıllar önce kanal 7'nin ringu furyasında az da olsa izlemiştim. sonra l'arc en ciel'in muhteşem şarkılarından biri olan finale ile merakım daha da artmıştı. tamamını izlemek de 2021 yılına nasip oldu.
finale:
sadako yamamura, ailesinin yaşadığı felaketleri unutması için babası tarafından tokyo'ya gönderilmiştir. burada hem bir psikiyatrist -ki o da babasının arkadaşı- gözetminde tedavi olmakta, hem de bir tiyatro grubunun içinde tiyatro çalışmaları yapmaktadır. ama gruptaki herkes sadako'dan tırsmaktadır. grubun güzel kızı aiko da, "bu kız benden daha ilgi çekici" diyerek sadako'yu kıskanmakta ve sadako'yu ezmeye çalışmaktadır. zaten tüm tiyatro ekibi de sadako'ya kıl olduğu için aiko'nun hareketlerine bir şey diyen çıkmaz.
bu sıralarda da bir gazeteci, nişanlısının ölümünden sadako'yu sorumlu tuttuğu için sadako hakkında araştırma yapmaktadır. bir şekilde bu tiyatro grubuyla yolu kesişir ve olaylar gelişir.
aslında film güzel epey de; ben bu filmden önce, sadako'yu oynayan yukie nakama'yı gokusen'de izlemiştim. haliyle arada kafam oraya kaydı.* tamam film 2000 yapımı da, ben de 2000 yılında izlemedim sonuçta.
ben bu filmi yıllar önce kanal 7'nin ringu furyasında az da olsa izlemiştim. sonra l'arc en ciel'in muhteşem şarkılarından biri olan finale ile merakım daha da artmıştı. tamamını izlemek de 2021 yılına nasip oldu.
finale:
devamını gör...
sevdiği erkeğe çiçek alan kadın
sevdiği erkek çiçekleri seviyorsa çok güzel bir iş yapan kadın. neden olmasın ki?
hediye alırken hepimiz karşımızdaki kişinin seveceği şeyler almak istemez miyiz? bunun da ondan farkı yoktur.
sevdiğiniz erkekleri şımartın hanımlar, erkekler de şımartılmaktan hoşlanıyorlar. bu işler öyle tek taraflı olmaz.
not:bu başlık bir rimbaud ukdesidir.
hediye alırken hepimiz karşımızdaki kişinin seveceği şeyler almak istemez miyiz? bunun da ondan farkı yoktur.
sevdiğiniz erkekleri şımartın hanımlar, erkekler de şımartılmaktan hoşlanıyorlar. bu işler öyle tek taraflı olmaz.
not:bu başlık bir rimbaud ukdesidir.
devamını gör...
yazarların şu an düşündükleri şeyler
gecen sene bu zamanlarda hayatim cok cok farkliydi simdi ise daha da farkli ve hic beklemedigim sekilde. acaba gelecek sene nasil olacak?
devamını gör...
iki satırda derdini anlat
anlatılmaz yaşanır, çünkü:
hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir. - seneca
hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir. - seneca
devamını gör...
bekarları evlendirmeyi görev edinmiş insanlar
en kötüsü de bulunduğun ortamda üçüncü şahısların da dahil edildiği ,senin yerine gelin damat seçildiği muhabbetlerdir.bu insanlara göre bir şekilde senin evlenmen gerek , soylarının devam etmesi sana bağlı sanki .
devamını gör...
aşılandım videosuna karşı çıkanlar cahildir
oldu olacak kollarımıza yahudilere zamanında yapılanlar gibi türk bayrağını simgeleyen bezler takalım. turistler sıkıntı çekmez böylece kim tc vatandaşı kim değil.
pes ya. türkiye cumhuriyeti vatandaşlarına aşılanmış kuduz köpek muamelesi yapılmasından rahatsız olmayıp turizmden başka hiçbir şey düşünmeyen birinin zırvası.
pes ya. türkiye cumhuriyeti vatandaşlarına aşılanmış kuduz köpek muamelesi yapılmasından rahatsız olmayıp turizmden başka hiçbir şey düşünmeyen birinin zırvası.
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
bir televizyon programına başvurdum bundan epey bir zaman önce. salak saçma bir form doldurdum kanalın websitesinden, fotoğraf yükledim vs. neden böyle saçma bir şey yaptım bilmiyorum ama yaptım. her neyse itirafım bu değil.
başvurum olumsuz bir dönüşe bile layık görülmedi. aranmadım.
ee ne var bunda değil mi? bence de öyle. öyleydi. ta ki başvurumdan bir süre sonra, günlerden bir gün mezkur yarışma programını izleyene dek.
söz konusu yarışma ülkenin en çok izlenen televizyon kanallarından birinde yayımlanan bir yemek yarışması.
yorgun argın yemek hazırladım kendime eve geldikten bir süre sonra. yalnız yemek yemekten nefret ettiğim için bir ses, bir hareket olsun diye televizyonu açayım dedim. aa baktım program. başladım izlemeye. güzelce bir kız ve bir aşçı abi yarışıyor. keyifli keyifli izledim. puanlama başladı, kız çok sempatik ama abinin yemeği daha güzel. kız kazanamayacak belli ama keşke kazansa diyorum. sevdim kızı. tatlı, bıcır bıcır bi' şey! bir de profesyonel aşçıların zaten böyle yarışmalarda zayi olmasına gönlüm razı gelmiyor falan. tahmin ettiğim gibi abi önde gidiyor ama, son jürinin puanı açıklanmadan en fazla 10 saniye önce…
o nasıl bir an! tarif etmesi çok güç, insan beyni çok acayip bir şey.
kızın, benim kazanmasını istediğim kızın, o sempatik, o şeker şeyin, sevgilimin eski sevgilisi olduğunu anlıyorum kavrayış anı dedikleri, o salisenin kaç milyonda biri olduğunu bilmediğim anda! büyük aşkı. yarası. benden çok uzun zaman öncesine ait bir hikaye. kızın fotoğrafını görmüştüm alakasız bir şekilde bir zamanlar. biraz değişmiş. ama adı, doğup büyüdüğünü söylediği şehir… kısa süreli bir şok yaşıyorum. en fazla 5 saniyemi alıyor kızın o kız olduğundan emin olmam. arıyorum sevgilimi, televizyonu açmasını söylüyorum. neden diye sorma, ben böyleyim. reklam başlıyor. reklam bitiyor. beni onuyor. kız o kız.
beni bırak çağırmayı, aramaya bile tenezzül etmedikleri programda yarışan kızın kaybedişini izliyoruz evlerimizde telefonu kapatmadan. dünyanın en saçma şeyi.
daha bitmedi.
tesadüf bu ya bahsi geçen kızla ilişkileri yaz aşkı olarak başlamış ve istanbul'dan 3 erkek arkadaş gitmişler kızın o zamanlar yaşadığı şehre. o arkadaşlardan biri de o esnada erkek arkadaşımın evinde. öyle her hafta görüşmezler hee, ayda yılda bir. işler güçler işte, klasik hepimizin bildiği hikayeler…
telefonu kapatıyoruz, arkadaşıyla kim bilir neler konuşuyorlar. eski defterlerin açılmamış olması mümkün değil. bok gibiyim. benim kendimi kötü hissettiğimi biliyor, sen bana yemek yapıyorsun, senin yemeklerin en güzeli o yüzden diyor. sinirleniyorum. ne alakası var? kavga ediyorum. ben ediyorum ama, o susuyor. daha da sinirleniyorum. tanıdıkları vardır öyle girmiştir yarışmaya falan diyor. "zaten sektörün içinde. biliyorsun." allahım rezillik...
her neyse itirafım bu da değil. şu;
bir süre geçiyor. sakinleşiyorum. duşa girip çıkıyorum. oturup bir sigara yakıyorum, halıya bakıyorum. ve soruyorum kendime; seni üzen ne miko? beni aramadıkları yarışmada sevgilimin eski sevgilisinin yarışması... bu cevap bir farkındalığa yol açıyor. üzüntü yerini çok daha güçlü başka bir duyguya bırakıyor. bu an en üzüldüğün anın değil. ama düşün bakalım kendinden daha çok utandığın bir anın var mı? yok. yoktu.
başvurum olumsuz bir dönüşe bile layık görülmedi. aranmadım.
ee ne var bunda değil mi? bence de öyle. öyleydi. ta ki başvurumdan bir süre sonra, günlerden bir gün mezkur yarışma programını izleyene dek.
söz konusu yarışma ülkenin en çok izlenen televizyon kanallarından birinde yayımlanan bir yemek yarışması.
yorgun argın yemek hazırladım kendime eve geldikten bir süre sonra. yalnız yemek yemekten nefret ettiğim için bir ses, bir hareket olsun diye televizyonu açayım dedim. aa baktım program. başladım izlemeye. güzelce bir kız ve bir aşçı abi yarışıyor. keyifli keyifli izledim. puanlama başladı, kız çok sempatik ama abinin yemeği daha güzel. kız kazanamayacak belli ama keşke kazansa diyorum. sevdim kızı. tatlı, bıcır bıcır bi' şey! bir de profesyonel aşçıların zaten böyle yarışmalarda zayi olmasına gönlüm razı gelmiyor falan. tahmin ettiğim gibi abi önde gidiyor ama, son jürinin puanı açıklanmadan en fazla 10 saniye önce…
o nasıl bir an! tarif etmesi çok güç, insan beyni çok acayip bir şey.
kızın, benim kazanmasını istediğim kızın, o sempatik, o şeker şeyin, sevgilimin eski sevgilisi olduğunu anlıyorum kavrayış anı dedikleri, o salisenin kaç milyonda biri olduğunu bilmediğim anda! büyük aşkı. yarası. benden çok uzun zaman öncesine ait bir hikaye. kızın fotoğrafını görmüştüm alakasız bir şekilde bir zamanlar. biraz değişmiş. ama adı, doğup büyüdüğünü söylediği şehir… kısa süreli bir şok yaşıyorum. en fazla 5 saniyemi alıyor kızın o kız olduğundan emin olmam. arıyorum sevgilimi, televizyonu açmasını söylüyorum. neden diye sorma, ben böyleyim. reklam başlıyor. reklam bitiyor. beni onuyor. kız o kız.
beni bırak çağırmayı, aramaya bile tenezzül etmedikleri programda yarışan kızın kaybedişini izliyoruz evlerimizde telefonu kapatmadan. dünyanın en saçma şeyi.
daha bitmedi.
tesadüf bu ya bahsi geçen kızla ilişkileri yaz aşkı olarak başlamış ve istanbul'dan 3 erkek arkadaş gitmişler kızın o zamanlar yaşadığı şehre. o arkadaşlardan biri de o esnada erkek arkadaşımın evinde. öyle her hafta görüşmezler hee, ayda yılda bir. işler güçler işte, klasik hepimizin bildiği hikayeler…
telefonu kapatıyoruz, arkadaşıyla kim bilir neler konuşuyorlar. eski defterlerin açılmamış olması mümkün değil. bok gibiyim. benim kendimi kötü hissettiğimi biliyor, sen bana yemek yapıyorsun, senin yemeklerin en güzeli o yüzden diyor. sinirleniyorum. ne alakası var? kavga ediyorum. ben ediyorum ama, o susuyor. daha da sinirleniyorum. tanıdıkları vardır öyle girmiştir yarışmaya falan diyor. "zaten sektörün içinde. biliyorsun." allahım rezillik...
her neyse itirafım bu da değil. şu;
bir süre geçiyor. sakinleşiyorum. duşa girip çıkıyorum. oturup bir sigara yakıyorum, halıya bakıyorum. ve soruyorum kendime; seni üzen ne miko? beni aramadıkları yarışmada sevgilimin eski sevgilisinin yarışması... bu cevap bir farkındalığa yol açıyor. üzüntü yerini çok daha güçlü başka bir duyguya bırakıyor. bu an en üzüldüğün anın değil. ama düşün bakalım kendinden daha çok utandığın bir anın var mı? yok. yoktu.
devamını gör...
izmir yansın
amin yarabbim, bir an önce şarkısı..
yakıyor zaten o ayrı da? hey maaşallah ne kurban yaptı bu sene ya, biz bi karışık çoban salata alalım ortaya, biraz kelle peyniri, bi de çeşme kavunu.
buz eksik olmasın yeter ki penceremden.
anlatsana, neden ben? jdkdkkd
yakıyor zaten o ayrı da? hey maaşallah ne kurban yaptı bu sene ya, biz bi karışık çoban salata alalım ortaya, biraz kelle peyniri, bi de çeşme kavunu.
buz eksik olmasın yeter ki penceremden.
anlatsana, neden ben? jdkdkkd
devamını gör...
23 aralık 2020 t24 normal sözlük röportajı
bu daha başlangıç dediğim olay. inşallah 2021 ortalarında daha da büyüyeceğiz.
devamını gör...
geceye ingilizce bir söz bırak
it was a big big world but we thought we were bigger.
devamını gör...
bedava olan şeyler
beyin. bedava olduğu için hoyratca kullananlar oluyor.
devamını gör...
yazarların doğum gününde yaşadığı garip olaylar
annem beni kutlayıp "iyi ki seni aldırmamışım" demişti. doğurmak istemediğini doğum günümde öğrenmek baya üzücüydü. meğer 4-5 kez denemiş hep bir aksilik çıkmış.
devamını gör...
noktalama işaretlerinden önce boşluk koymak
cümlede sıla hasreti rüzgârları estirmektir. son harfi mağrip'te noktalamayı maşrık'ta bırakmaktır. cansız da olsa birtakım şeylerin arasını açıp boşluk adı altında nifak sokmaktır. vebaldir beyler, zulümdür ağalar, günahtır hanımlar!
tamam çok abarttım.
tamam çok abarttım.
devamını gör...
insan ilişkilerinde sık yapılan hatalar
dinlemeden yargıda bulunmak. anlamadan anladığını sanmak.
devamını gör...
mesajlaşılan kişinin birden mesajlaşmayı kesmesi
yalnız olmadığınıza delalettir. rakipleriniz sizin önünüze geçmiştir. squid game'i kaybetmişsinizdir.
devamını gör...
wild wild country
“tartışmalı bir tarikat lideri, oregon çölünde ütopik bir kent kurar. ancak yerel halkla yaşanan sürtüşme ulusal çapta bir skandala dönüşür.”
wild wild country yani türkçe ismiyle vahşi kırlar belgeseli, osho olarak bilinen asıl adı bhagwan shree rajneesh olan bir guru ve onun kurduğu tarikatı anlatır. bu tarikat hindistan’da barınamaz ve abd’ye yani oregon’a göç eder. orada büyük bir arazi alırlar ve kendilerine bir köy kurarlar: rajneeshpuram. kısa zamanda kimsenin kullanmadığı çölün ortasındaki bu araziden küçük bir şehir yaratır “rajneeshee’ler”. ilk bakışta herkesin birbirine yardım ettiği, alışverişin takas usulü döndüğü, herkesin özgürce yaşayabildiği bir yer olarak görünüp insanlara sempatik gelse de bu şehirde işler göründüğü gibi değildir. tarikat zamanla o kadar büyür ki rajneeshee’ler resmen abd içinde küçük bir devlet kurmuş gibidir. güya özgürlük ve sevginin olduğu bu yerde aslında suç kol gezmektedir.
6 bölümden oluşan bu belgeseli bir çırpıda bitirdim. belgeselin en sevdiğim yanı bize olayları yaşayan kişilerden yani birinci ağızlardan dinleyebilme imkanı vermesi oldu. hatta öyle ki bhagwan’ın en yakınlarından olan genel sekreter ma anand sheela’yı bile dinleme imkanı buluyoruz belgeselde. ama beni en çok etkileyen oregon halkından olan insanların konuşmaları oldu. kendi hallerinde sakince yaşayan bu insanların hayatı tarikatın oregon’a gelmesiyle yavaş yavaş altüst olmuş. belgeseli izledikçe gerçekten dehşete düştüm. rollce royce sevdalısı, yüzünde gram nur olmayan dedemiz nasıl olmuş da bu kadar insanı peşine takmış anlamış değilim.
wild wild country yani türkçe ismiyle vahşi kırlar belgeseli, osho olarak bilinen asıl adı bhagwan shree rajneesh olan bir guru ve onun kurduğu tarikatı anlatır. bu tarikat hindistan’da barınamaz ve abd’ye yani oregon’a göç eder. orada büyük bir arazi alırlar ve kendilerine bir köy kurarlar: rajneeshpuram. kısa zamanda kimsenin kullanmadığı çölün ortasındaki bu araziden küçük bir şehir yaratır “rajneeshee’ler”. ilk bakışta herkesin birbirine yardım ettiği, alışverişin takas usulü döndüğü, herkesin özgürce yaşayabildiği bir yer olarak görünüp insanlara sempatik gelse de bu şehirde işler göründüğü gibi değildir. tarikat zamanla o kadar büyür ki rajneeshee’ler resmen abd içinde küçük bir devlet kurmuş gibidir. güya özgürlük ve sevginin olduğu bu yerde aslında suç kol gezmektedir.
6 bölümden oluşan bu belgeseli bir çırpıda bitirdim. belgeselin en sevdiğim yanı bize olayları yaşayan kişilerden yani birinci ağızlardan dinleyebilme imkanı vermesi oldu. hatta öyle ki bhagwan’ın en yakınlarından olan genel sekreter ma anand sheela’yı bile dinleme imkanı buluyoruz belgeselde. ama beni en çok etkileyen oregon halkından olan insanların konuşmaları oldu. kendi hallerinde sakince yaşayan bu insanların hayatı tarikatın oregon’a gelmesiyle yavaş yavaş altüst olmuş. belgeseli izledikçe gerçekten dehşete düştüm. rollce royce sevdalısı, yüzünde gram nur olmayan dedemiz nasıl olmuş da bu kadar insanı peşine takmış anlamış değilim.
devamını gör...