düşün ki adolf hitler normal sözlük'te yazılanları okuyor
çay var içersen, ben var seversen, auf var wiedersehen.
devamını gör...
yeni kelime öğreniyorum
yüzlemek: kusurunu ya da suçunu yüzüne karşı söyleyerek birini utandırmak, yüzüne vurmak.
devamını gör...
yedi yıl savaşları
1756 ile 1763 yılları arasında ingiltere ve fransa arasında gerçekleşen ve ingiltere'nin kazandığı savaş.
devamını gör...
tamirat tadilat ve tesisat bilgisi olan insan
tamirat, onarım; tadilat, değişim; tesisat, döşem/donanım olarak geçiyor tdk'de. evet az önce hepsine tek tek baktım, burada kast edilen ve zihnimden geçen aynı şey mi, diye.
babası bir fabrikada makine bakım ustası olan bir emekçinin kızı olarak tamirat işleri hep hayatımda oldu sanırım. çünkü koca makineleri tamir eden babama hayranlık duyardım,düşünsenize pıt pıt iki civata sök, biraz yağla ve her şey yoluna girsin. resmen makineyi yenmek gibi geliyordu. ve de çok havalı.
pratik olduğu kadar tembel bir adamdı da babam bir de kimseye muhtaç yetişmemizi de istemiyordu sanırım. bu yüzden ilk kez bisikletimin lastiği patladığı zaman gittik bir tamir seti aldık. babam yaptı ama şu şekilde : hadi bakalım, dedi. bunlar yama, bir leğene su dolduruyorsun lastiği şişirip içinde gezdiriyorsun. hava kaçıran yeri tespit edip kuruladıktan sonra şu yapışkan* ile yapıştırıp 30 sn kadar sonra yamayı yapıştırıyorsun, şamreli lastiğe takıp şişirdin mi senin olayın tamam.
gerçekten de tamamdı. bir daha hiç yarı yolda kalmadım.
geçenlerde eve gittiğimde yeğenim anlatıyor: teyze dikenlerden geçiyorum lastik hemen patlıyor, dedem bıktı tamire götürmekten.
döndüm babama nasıl ya dedim, ben onun yaşındayken yama takımım vardı. şimdi küçük kurbağanın niye yok. düşündü babam, gülümsedi. sahi sana hepsini öğretmiştim değil mi? minicik ellerinle zincirini falan hep kendin yağlardın, dedi.
sonra geçenlerde çamaşır makinesine bakıyorum, su alırken inliyor resmen. evde çoğu şeyi tamir eden, etmiyorsa tembellikten yanına yaklaşmayan bir adam. hadi şuna bak bozulmasın iyice dedim birkaç kez. tamam, dedi. hep tamam, der. ama kayınpeder toprağındandır kendisi birazcık tembel. dedim ki en son, sen bunu daha minicikken öğrendin, yapabiliyorsan tamah etme. çeşmeden çıkardım hortumu - kireç sökücü falan hazır- oysaki sadece biraz kum varmış orada, basınçlı su ile mis gibi oldu iki dakikada. tesadüf bu ya o gün babam bizdeydi. eşime anlatıyorum makinede hiçbir şey yokmuş bak hemen hallettim, kaç zamandır seni boşuna beklemişim, diye. işte o anda babamın sesini duydum. yüzünde bir gülümseme; çocukken de böyleydin sen, hiç kimseye ihtiyacın olmazdı, dedi. işte o an dünyalar benim oldu. makineleri yenen o adamın kızı oluverdim birden, gören de çamaşır makinesini icat ettim sanar. yüzümde öyle bir gülümseme...
babası bir fabrikada makine bakım ustası olan bir emekçinin kızı olarak tamirat işleri hep hayatımda oldu sanırım. çünkü koca makineleri tamir eden babama hayranlık duyardım,düşünsenize pıt pıt iki civata sök, biraz yağla ve her şey yoluna girsin. resmen makineyi yenmek gibi geliyordu. ve de çok havalı.
pratik olduğu kadar tembel bir adamdı da babam bir de kimseye muhtaç yetişmemizi de istemiyordu sanırım. bu yüzden ilk kez bisikletimin lastiği patladığı zaman gittik bir tamir seti aldık. babam yaptı ama şu şekilde : hadi bakalım, dedi. bunlar yama, bir leğene su dolduruyorsun lastiği şişirip içinde gezdiriyorsun. hava kaçıran yeri tespit edip kuruladıktan sonra şu yapışkan* ile yapıştırıp 30 sn kadar sonra yamayı yapıştırıyorsun, şamreli lastiğe takıp şişirdin mi senin olayın tamam.
gerçekten de tamamdı. bir daha hiç yarı yolda kalmadım.
geçenlerde eve gittiğimde yeğenim anlatıyor: teyze dikenlerden geçiyorum lastik hemen patlıyor, dedem bıktı tamire götürmekten.
döndüm babama nasıl ya dedim, ben onun yaşındayken yama takımım vardı. şimdi küçük kurbağanın niye yok. düşündü babam, gülümsedi. sahi sana hepsini öğretmiştim değil mi? minicik ellerinle zincirini falan hep kendin yağlardın, dedi.
sonra geçenlerde çamaşır makinesine bakıyorum, su alırken inliyor resmen. evde çoğu şeyi tamir eden, etmiyorsa tembellikten yanına yaklaşmayan bir adam. hadi şuna bak bozulmasın iyice dedim birkaç kez. tamam, dedi. hep tamam, der. ama kayınpeder toprağındandır kendisi birazcık tembel. dedim ki en son, sen bunu daha minicikken öğrendin, yapabiliyorsan tamah etme. çeşmeden çıkardım hortumu - kireç sökücü falan hazır- oysaki sadece biraz kum varmış orada, basınçlı su ile mis gibi oldu iki dakikada. tesadüf bu ya o gün babam bizdeydi. eşime anlatıyorum makinede hiçbir şey yokmuş bak hemen hallettim, kaç zamandır seni boşuna beklemişim, diye. işte o anda babamın sesini duydum. yüzünde bir gülümseme; çocukken de böyleydin sen, hiç kimseye ihtiyacın olmazdı, dedi. işte o an dünyalar benim oldu. makineleri yenen o adamın kızı oluverdim birden, gören de çamaşır makinesini icat ettim sanar. yüzümde öyle bir gülümseme...
devamını gör...
dantel
fransızca ‘dentelle’ kelimesinden gelmektedir. her tür iplikle örülen veya bir kumaşın kenarına işlenen ağ görünümünde örgüye verilen isim danteldir efem. halk dilinde tentene denen dantelin efsanesi bile vardır.
efsaneye göre birbirlerini çok bir çift varmış. bu çift balıkçılık yaparak geçimlerini sağlarmış. günün birinde savaş çıkmış ve genç adam savaşa gider. genç kadın balık ağlarını bir taraftan tamir ediyor, bir taraftan da üzgün gözlerle ufka bakıp sevgilisini bekliyormuş. ancak sevgilisi gelmemiş ve genç kız farkında olmadan tamir ettiği ağlardan bir şekil oluşturmuş. işte dantelin doğuşunun efsanesi budur.
danteller geleneksel olarak iğne tığ gibi materyaller aracılığı ile üretilir. en azından sanayi devrimine kadar durum buydu. sanayi devriminden sonra ''el üretimi''in yerini makineler almıştır.
çok özgün örnekleri bulunan danteller, özellikle rönasans döneminde, hem erkek , hem kadın giyiminde de bulunmaktaydı.
çoğunlukla kadın giysilerinde kullanılsa da, erkekler giyimlerinde yakaları manşetleri çorap süslemelerini oluşturmuştur.
hatta dantel kullanmak bir ayrıcalık, bir statü göstergesi olmuştur.
dantel yapımı zor ve zahmetli bir iş olduğundan krallar,kraliçeler soylular, zenginler kullanabilmekteydi.
bu kadar zahmetli olan, bu zahmetinden dolayı gralların, gralıçaların kullandığı dantel konusunda, ülkemiz kadınları her şeye dantel kılıf örerek bir çılgınlık yaşamışlardı bir ara ...
oklavaya bile kılıf öreni gördü bu gözler.
''
''
efsaneye göre birbirlerini çok bir çift varmış. bu çift balıkçılık yaparak geçimlerini sağlarmış. günün birinde savaş çıkmış ve genç adam savaşa gider. genç kadın balık ağlarını bir taraftan tamir ediyor, bir taraftan da üzgün gözlerle ufka bakıp sevgilisini bekliyormuş. ancak sevgilisi gelmemiş ve genç kız farkında olmadan tamir ettiği ağlardan bir şekil oluşturmuş. işte dantelin doğuşunun efsanesi budur.
danteller geleneksel olarak iğne tığ gibi materyaller aracılığı ile üretilir. en azından sanayi devrimine kadar durum buydu. sanayi devriminden sonra ''el üretimi''in yerini makineler almıştır.
çok özgün örnekleri bulunan danteller, özellikle rönasans döneminde, hem erkek , hem kadın giyiminde de bulunmaktaydı.
çoğunlukla kadın giysilerinde kullanılsa da, erkekler giyimlerinde yakaları manşetleri çorap süslemelerini oluşturmuştur.
hatta dantel kullanmak bir ayrıcalık, bir statü göstergesi olmuştur.
dantel yapımı zor ve zahmetli bir iş olduğundan krallar,kraliçeler soylular, zenginler kullanabilmekteydi.
bu kadar zahmetli olan, bu zahmetinden dolayı gralların, gralıçaların kullandığı dantel konusunda, ülkemiz kadınları her şeye dantel kılıf örerek bir çılgınlık yaşamışlardı bir ara ...
oklavaya bile kılıf öreni gördü bu gözler.
''

devamını gör...
ermolettin
''meriç'' lakabıyla kafayı bozmuş yazar. birilerine öfkelenip açıyor efendim başlıkları, durduramıyoruz.
devamını gör...
ceyda düvenci'nin kızının regl olmasını sosyal medyadan duyurması
dokuz mu? ben yerinde olsam bu işte bir terslik olabilir mi diye doktor araştırirdım .neyse hayırlı uğurlu olsun. bir annenin sevinci.
devamını gör...
ilber ortaylı'nın canlı yayında uyuması
öyle sempatik birisi ki, uyuklaması bile bilim kokuyor. normal halk insanı davranışları, çay içişi vb. kendisine ba-yı-lı-yo-rum. (bunu okusaydı cahil cahil konuşma derdi)
devamını gör...
huawei-milliye
sanki huawe-i milliye olsaymış daha iyi olurmuş gibi.
devamını gör...
çocukken ansiklopedi okumak
evde gazete kuponu ile alınan anabrittanica ları alfabetik sıraya göre okumak, zevkli bir çocukluk aktivitesiydi.
ama en unutulmazı anatomi atlasınsından çocukların leylekler tarafından getirilmediğini, kadın, erkek genital organları eve doluşan bir sürü meraklı çocuk birlikte öğrenmekti.
anılar anılar...
ama en unutulmazı anatomi atlasınsından çocukların leylekler tarafından getirilmediğini, kadın, erkek genital organları eve doluşan bir sürü meraklı çocuk birlikte öğrenmekti.
anılar anılar...
devamını gör...
ırkçılığın gerekli olması
ırkçı değilim. tüm mültecileri eşit bir şekilde sevmiyorum. çünkü mülteci sevmemek ile ırkçılığın çok bir alakası yok. ha eğer sen sırf arap olduğu için sevmiyorsan o ayrı konu.
bazı milletlerin kültürünü ve zihniyetini sevmemek de normaldir. ama bir de şu açıdan bakalım: iki adet insan farz edelim. sen aynı kültür, eğitim seviyesi ve entelektüel birikime sahip ki adet insandan birini bağrına basıp, diğerini ise sırf doğduğu yerden, ait olduğu etnisiteden veya renginden dolayı sevmiyorsan ırkçısındır. mesela ben hint kültüründen zerre hoşlanmam. ama ingiltere ve amerika gibi ülkelerde yetişmiş hintlilere hayranımdır. bu da ırkçılığa girmez.
gayet anlaşılır, gayet basit. aslında insanları çoğu; ırkları değil de, kültürleri ve anlayışları sevmediğinin farkında dahi değil. biz söylemiş olalım...
bazı milletlerin kültürünü ve zihniyetini sevmemek de normaldir. ama bir de şu açıdan bakalım: iki adet insan farz edelim. sen aynı kültür, eğitim seviyesi ve entelektüel birikime sahip ki adet insandan birini bağrına basıp, diğerini ise sırf doğduğu yerden, ait olduğu etnisiteden veya renginden dolayı sevmiyorsan ırkçısındır. mesela ben hint kültüründen zerre hoşlanmam. ama ingiltere ve amerika gibi ülkelerde yetişmiş hintlilere hayranımdır. bu da ırkçılığa girmez.
gayet anlaşılır, gayet basit. aslında insanları çoğu; ırkları değil de, kültürleri ve anlayışları sevmediğinin farkında dahi değil. biz söylemiş olalım...
devamını gör...
didem madak
"çok güzel bir kadın şair" tarzından bir tanımla başlamak, hem çok yapmacık, hem de ona karşı hislerimi tanımlamak için çok ama çok az, yetersiz kalıyor. birkaç şey var hayatımda, çok değer verdiğim ve beni ben yapan. onlarsız eksik olduğum. beni tanıyanlar için şöyle söyleyebilirim scorpions, fyodor mihayloviç dostoyevski ve virginia woolf'a hissettiklerimi hissediyorum ona karşı, belki de daha fazlası. aşk acısı çektim, ona koştum. hissedemedim, ona koştum. buluttan düştüm, ona koştum. canım acıdı, ona koştum. değer verdim, değer görmedim ona koştum. sevildim, ona koştum. çok sevdim yine ona koştum. ona koştum ben. ne yaparsam yapayım, hep yanımda oldu. ağlarken okudum, gülerken okudum. hiç kimsenin olmadığı kadar yakındaydı. ve hiç kimsenin düşünmediği kadar düşündü beni. çiçekli şiirler yazmak istedim, o zaten yazmıştı. ben de yazacağım dedim. yardım etti. onun gibi güçlü kadınlar, iyi ki varlar!
1970 yılında izmir'de doğuyor şairimiz (izmir'i sevmem için bir neden daha). anne ve babası öğretmen, bu yüzden de birkaç şehir gezerek geçiyor çocukluğu. sonra 12 eylül olayları sonrası babası uşak'a gönderiliyor. annesi, kardeşi ve o burdur'da kalıyor. o 13 yaşındayken, annesi beyin kanseri sebebiyle hayatını kaybediyor. babası tekrar evleniyor, bağlantıları yavaş yavaş kopuyor. ilkokulu uşak'ta okuyan güzel kadın, ortaokul ve liseyi izmir'de bitiriyor. üniversiteyi ilk kazanmasında okuyamadı, maddi sıkıntıları vardı ve çalışmak zorunda kaldı. daha sonra dokuz eylül üniversitesi hukuk fakültesini kazanıyor ve gitmeye başlıyor ama ilk yıldan sonra yine bırakıyor. 19 yaşında evleniyor, ve dört sene evli kalıyor. hukuk eğitimini tamamlıyor. stajyer iken ise şiir ile macerası başlıyor. 2002 yılından vefat ettiği 2011 yılına kadar ise istanbul'da yaşıyor. 2006 yılında ikinci defa evleniyor. bu evlilikten annesinin adını verdiği, füsun adında bir kızı oluyor. 2010 yılında ise kolon kanserine yakalanıyor ve 2011 yılında toprağa veriliyor. dilerim en huzurlu uyusun melek.
bence onun şiiri çok durudur. limon bahçeleri gibi. az biraz lavanta. aroma verecek kadar da çilek. herkesdeki kadar tuz ve pul biber. o hissettiklerini yazdı. kelimelerin ona verdiği hisler vardı. o da o kelimeleri kullandı. o yazarken düşünenlerden değil de, hissedenlerden. o yüzden benim gibi hissedenlere dokundu.
grapon kağıtları, ah'lar ağacı ve pulbiber mahallesi adlı üç tane şiir kitabı vardır, aşağıya da başlıca sevdiğim şiirlerini bırakmak istiyorum:
çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım
siz aşktan n'anlarsınız bayım
iris'in ölümü
ah'lar ağacı
annemle ilgili şeyler
bıktığım şeyler ve yeşil fanila
çalıkuşu'nun z raporu
kedilerin alışkanlıkları
pollyanna'ya mektuplar
pollyanna'ya son mektup
paragraf başı
kurbati
1970 yılında izmir'de doğuyor şairimiz (izmir'i sevmem için bir neden daha). anne ve babası öğretmen, bu yüzden de birkaç şehir gezerek geçiyor çocukluğu. sonra 12 eylül olayları sonrası babası uşak'a gönderiliyor. annesi, kardeşi ve o burdur'da kalıyor. o 13 yaşındayken, annesi beyin kanseri sebebiyle hayatını kaybediyor. babası tekrar evleniyor, bağlantıları yavaş yavaş kopuyor. ilkokulu uşak'ta okuyan güzel kadın, ortaokul ve liseyi izmir'de bitiriyor. üniversiteyi ilk kazanmasında okuyamadı, maddi sıkıntıları vardı ve çalışmak zorunda kaldı. daha sonra dokuz eylül üniversitesi hukuk fakültesini kazanıyor ve gitmeye başlıyor ama ilk yıldan sonra yine bırakıyor. 19 yaşında evleniyor, ve dört sene evli kalıyor. hukuk eğitimini tamamlıyor. stajyer iken ise şiir ile macerası başlıyor. 2002 yılından vefat ettiği 2011 yılına kadar ise istanbul'da yaşıyor. 2006 yılında ikinci defa evleniyor. bu evlilikten annesinin adını verdiği, füsun adında bir kızı oluyor. 2010 yılında ise kolon kanserine yakalanıyor ve 2011 yılında toprağa veriliyor. dilerim en huzurlu uyusun melek.
bence onun şiiri çok durudur. limon bahçeleri gibi. az biraz lavanta. aroma verecek kadar da çilek. herkesdeki kadar tuz ve pul biber. o hissettiklerini yazdı. kelimelerin ona verdiği hisler vardı. o da o kelimeleri kullandı. o yazarken düşünenlerden değil de, hissedenlerden. o yüzden benim gibi hissedenlere dokundu.
grapon kağıtları, ah'lar ağacı ve pulbiber mahallesi adlı üç tane şiir kitabı vardır, aşağıya da başlıca sevdiğim şiirlerini bırakmak istiyorum:
çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım
siz aşktan n'anlarsınız bayım
iris'in ölümü
ah'lar ağacı
annemle ilgili şeyler
bıktığım şeyler ve yeşil fanila
çalıkuşu'nun z raporu
kedilerin alışkanlıkları
pollyanna'ya mektuplar
pollyanna'ya son mektup
paragraf başı
kurbati
devamını gör...
sabahın erken saatlerinde duyulan kumru sesi
mutlu eden sestir.
*
*
devamını gör...
5000 tl'lik gelinlik isteyen gelin adayı
bir akşam için o paraları vermek saçma evet. 5 bin liraya lüks yerdekileri alamazsınız artık zaten. kaliteli markaları aldıktan sonra satma şartı koyun geline. boşuna yer kaplayacak zaten yıllarca. ya da kiralayan firmalar var . parayı kurtarabilirsiniz yani:)
devamını gör...
andrey tarkovski
hayranlarına ve daha önce hiç izlememiş olanlara ilaç gibi gelecek olan kısa bir arşivi:
the killers (1956) :
there will be no leave today (1959) :
the mirror (1975) :
the killers (1956) :
there will be no leave today (1959) :
the mirror (1975) :
devamını gör...
ayrılırken daha çok seven tarafın daha kırıcı olması
nerede okuduğumu hatırlamadığım ancak doğruluğuna inandığım "iki insan ayrılırken; şefkatli konuşan taraf aşık olmayan taraftır" * *şeklinde bir cümle var.
ilişkiyi aklında ve kalbinde bitirmiş, karşı tarafa artık bir şey hissetmeyen taraf ayrılık acısı yaşamadığı ya da daha az yaşadığı için daha metanetli ve şefkatli oluyor. hatta kendisi daha sakin ve daha az duygusal olduğu için karşı tarafı teselli edip duruma mantıksal yaklaşıyor.
oysa hala seven, ayrılığı istemeyen taraf mantıktan ziyade duygusal düşünerek hisleriyle hareket ediyor. kırıcı değil ancak isyankar davranıyor diyebilirim bir bakıma ya da o sırada canı acıdığı için acıtmaya çalışıyor.
buradan da mantık ve duygunun bizleri nasıl yönettiğini, tepkilerimizi nasıl değiştirdiğini görüyoruz aslında.
ilişkiyi aklında ve kalbinde bitirmiş, karşı tarafa artık bir şey hissetmeyen taraf ayrılık acısı yaşamadığı ya da daha az yaşadığı için daha metanetli ve şefkatli oluyor. hatta kendisi daha sakin ve daha az duygusal olduğu için karşı tarafı teselli edip duruma mantıksal yaklaşıyor.
oysa hala seven, ayrılığı istemeyen taraf mantıktan ziyade duygusal düşünerek hisleriyle hareket ediyor. kırıcı değil ancak isyankar davranıyor diyebilirim bir bakıma ya da o sırada canı acıdığı için acıtmaya çalışıyor.
buradan da mantık ve duygunun bizleri nasıl yönettiğini, tepkilerimizi nasıl değiştirdiğini görüyoruz aslında.
devamını gör...
15 nisan 2021 adana'da kadına şiddet videosu
arkadaşımın yanındaydım bu videoyu gördüğümde, ikimiz de donakaldık. hiçbir şey diyemeden, bi tepki veremeden kaldık oyle. diyecek tek bir şey bulamıyorum dostlar çünkü maalesef ki sözün bittiği yerdeyiz.
devamını gör...
prusyadaki kral
#394378 burada benim garip biri olduğumu ve kendisinden uzak durmamı söylemiş olan yazar.
#388750 buna göre bende kendisinin çok çabuk "r"yapan kısaca "dönek"biri olduğunu düşünüyorum.
kendisiyle zaten işim olmaz, mümkünse benden olabildiğince uzak dursun.
#427181 bu nasıl bir karın ağrısı ya. kafa dinlemeye uzaklaşıyorum adam gelip nickaltimda bitiveriyor.
#388750 buna göre bende kendisinin çok çabuk "r"yapan kısaca "dönek"biri olduğunu düşünüyorum.
kendisiyle zaten işim olmaz, mümkünse benden olabildiğince uzak dursun.
#427181 bu nasıl bir karın ağrısı ya. kafa dinlemeye uzaklaşıyorum adam gelip nickaltimda bitiveriyor.
devamını gör...