intihar eden edebiyatçılar
1855 yılının ocak ayında “ sıcak bir kış gününde” gerard de neval kendi hikayesine noktayı kendisi koyar. büyülü bir şiir dili vardır neval’in ve bu kasar büyük bir yetenek uyuşturucu kullanmasına neden olan bir lanete dönüşmüştür zamanla. birkaç kez akıl hastanesine girer ve ordan çıkar yepyeni şiirler yazmak için. şöyle bir şiir takılı kalmış aklımıza:
“siyahın gezginiyim: her gün daha derine. yanar akşamla caddede vebalı lâmbalar, bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine; (…) ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi, geçiyorum sokağı fenerle konuşarak
hem yaşamın imidir hem ölümün her fener”
neval bir gün eski bir sevgilisini eşi ve çocukları ile piknik yaparken görür ve bir kıskançlık krizi yaşar. kravatını gevşetir biraz soluk alabilmek için. o gece teyzesine bir pusula yazan neval şöyle söyler: “bu akşam beni bekleme, çünkü gece kara ve ak olacak..."
şiirdeki fener diye adlandırılan sokak lambasını hatırlıyor musunuz? ya gevşettiğini kravatı? işte o “ sıcak kış günü” neval o kravatla kendini o sokak lambasına astı. hala şairler o lambanın önünde saygı duruşunda bulunur büyük şair için.
“siyahın gezginiyim: her gün daha derine. yanar akşamla caddede vebalı lâmbalar, bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine; (…) ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi, geçiyorum sokağı fenerle konuşarak
hem yaşamın imidir hem ölümün her fener”
neval bir gün eski bir sevgilisini eşi ve çocukları ile piknik yaparken görür ve bir kıskançlık krizi yaşar. kravatını gevşetir biraz soluk alabilmek için. o gece teyzesine bir pusula yazan neval şöyle söyler: “bu akşam beni bekleme, çünkü gece kara ve ak olacak..."
şiirdeki fener diye adlandırılan sokak lambasını hatırlıyor musunuz? ya gevşettiğini kravatı? işte o “ sıcak kış günü” neval o kravatla kendini o sokak lambasına astı. hala şairler o lambanın önünde saygı duruşunda bulunur büyük şair için.
devamını gör...
normal sözlük’ün en fenomen yazarı
fenomen “olay” anlamına gelen bir kelimedir. ne var ki sanal ortamda yanlış anlamlar yüklenerek kullanılan kelimelerin başında gelir.
sosyal medya bu kelimeyi “yüksek bir izleyici kitlesine sahip olanlar” için kullanmaktadır. örneğin türkiye’de instagram fenomenleri 2020 yılında şunlardır.
1. nusret - takipçi sayısı: 31,4 milyon.
2. czn burak - takipçi sayısı: 17,6 milyon.
3. hande erçel - takipçi sayısı: 17,5 milyon.
fenomen kelimesi ile sosyal medyada takipçi sayısı ima edilir. kimi ise fenomen kelimesini insanlara örnek olan kişi olarak tanımlar.
kimi ise olağanüstü insanları tanımlamak için kullanır. kimi de heyecan yaratan insanlar için kullanır.
eğer en fenomen yazarı takipçi sayısına göre belirlersek 13 ocak 2021 tarihi itibari ile
yoldaş benjamin franklin 188 takipçi
ıvanmılınskı 111 takipçi
uykusuzkahve 104 takipçi
meja 102 takipçi
celebrant 95 takipçi
hi my i run 86 takipçi
zülal_kalender1 80 takipçi.
sosyal medya bu kelimeyi “yüksek bir izleyici kitlesine sahip olanlar” için kullanmaktadır. örneğin türkiye’de instagram fenomenleri 2020 yılında şunlardır.
1. nusret - takipçi sayısı: 31,4 milyon.
2. czn burak - takipçi sayısı: 17,6 milyon.
3. hande erçel - takipçi sayısı: 17,5 milyon.
fenomen kelimesi ile sosyal medyada takipçi sayısı ima edilir. kimi ise fenomen kelimesini insanlara örnek olan kişi olarak tanımlar.
kimi ise olağanüstü insanları tanımlamak için kullanır. kimi de heyecan yaratan insanlar için kullanır.
eğer en fenomen yazarı takipçi sayısına göre belirlersek 13 ocak 2021 tarihi itibari ile
yoldaş benjamin franklin 188 takipçi
ıvanmılınskı 111 takipçi
uykusuzkahve 104 takipçi
meja 102 takipçi
celebrant 95 takipçi
hi my i run 86 takipçi
zülal_kalender1 80 takipçi.
devamını gör...
hak ettiği değeri göremeyen müzik grupları
aslında çok fazla var ama aklıma ilk gelenleri paylaşayım.
bu grup genelde isminden de anlayacağımız üzere açık seçik şarkılar yapar ama öyle bir şarkısı var ki yaşadığım ülkeyi bu kadar güzel eleştirene daha denk gelmemiştim. klibi izledikçe derin bir nefes alıp sözlere kayıyor gözleriniz.
"kadınlar ve çocuklar
cinsi fikri başka olanlar
öğrenciyken aç kalıp canına kıyanlar, nerde bu kamu
yıllardır oyundayız bitmedi perdeler
yönetmende kusur çoktu gözlerini yumdu sefiller.."
bu grup da enerjisiyle beni her zaman çekmiştir. resmen punk dinletiyor size. ingilizce şarkılarının yanında non binary ve mtf trans marşı niteliğindeki şu şarkıya da bayılıyorum.
"annem etegimi vermedi, sen erkeksin olmaz dedi."
son olarak azeri, kürt, iranlı ve türk müzisyenlerin bir araya geldiği grup. azerice şarkılarını da çok sevmekle birlikte favorim olanı sizinle paylaşayım.
"sonbahar mı geldi sararırsın
hazan vaktinde dalından koparsın
düşersin bir güce sığınırsın
ama sen yine de düşünme kaybolursun.."
bu grup genelde isminden de anlayacağımız üzere açık seçik şarkılar yapar ama öyle bir şarkısı var ki yaşadığım ülkeyi bu kadar güzel eleştirene daha denk gelmemiştim. klibi izledikçe derin bir nefes alıp sözlere kayıyor gözleriniz.
"kadınlar ve çocuklar
cinsi fikri başka olanlar
öğrenciyken aç kalıp canına kıyanlar, nerde bu kamu
yıllardır oyundayız bitmedi perdeler
yönetmende kusur çoktu gözlerini yumdu sefiller.."
bu grup da enerjisiyle beni her zaman çekmiştir. resmen punk dinletiyor size. ingilizce şarkılarının yanında non binary ve mtf trans marşı niteliğindeki şu şarkıya da bayılıyorum.
"annem etegimi vermedi, sen erkeksin olmaz dedi."
son olarak azeri, kürt, iranlı ve türk müzisyenlerin bir araya geldiği grup. azerice şarkılarını da çok sevmekle birlikte favorim olanı sizinle paylaşayım.
"sonbahar mı geldi sararırsın
hazan vaktinde dalından koparsın
düşersin bir güce sığınırsın
ama sen yine de düşünme kaybolursun.."
devamını gör...
han duvarları
şiiri henüz hiç okumamış yazarlar için amme hizmeti olsun.
han duvarları
-osmanzade hamdi bey'e-
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplıbeli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
faruk nafiz çamlıbel
han duvarları
-osmanzade hamdi bey'e-
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplıbeli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
faruk nafiz çamlıbel
devamını gör...
türkiye'de radyasyon var diyen dinsizdir
şu anda da covid 19 için aynı gerekçelerle karartma yapılmıştır. huy değişir mi?
dinsizin ne demek olduğunu kanserden ölen insanların hesabını allaha verirken öğreneceksin. bu dünyada maalesef hesap soracak mercii yok.
bir alkışım da yazar için. içi dopdolu başlık.
edit: kanserden ölenlerin sebebidir diye bir anlam çıkmasın. olayın üzerini ticari gerekçeler ile örtmesinden dolayı olası sağlık sorunlarına karşı erken pozisyon alamamış, kansere yakalanmış kişilerin hesabı.
dinsizin ne demek olduğunu kanserden ölen insanların hesabını allaha verirken öğreneceksin. bu dünyada maalesef hesap soracak mercii yok.
bir alkışım da yazar için. içi dopdolu başlık.
edit: kanserden ölenlerin sebebidir diye bir anlam çıkmasın. olayın üzerini ticari gerekçeler ile örtmesinden dolayı olası sağlık sorunlarına karşı erken pozisyon alamamış, kansere yakalanmış kişilerin hesabı.
devamını gör...
bülent ecevit
türk siyasetinin görüp görebileceği en dürüst, namuslu siyasetçidir, başbakandır. tabi onun siyasi hayatının son yıllarını gören insanlar, onu, çelimsiz, pısırık bir siyasetçi olarak tanısa da ya da bize öyle tanıtılmaya çalışılsa da, zamanının en karizmatik siyasetçisi olmuştur. kendisi ile şöyle bir hikaye anlatılır;
1977 yılındaki seçimlerinden 3 gün önce, bülent ecevit başkanlığındaki chp, taksim 'de bir miting düzenlemeyi planlamıştır. ancak, başbakanlığa ecevit 'e suikast düzenleneceğine dair ihbar gelir. bunun üzerine, dönemin başbakanı süleyman demirel, bülent ecevit 'i arayarak mitingi yapmamasını ister. olay basına yansır, ortalık karışır. mitingden 1 gün önce, ecevit, o mitinge kimsenin gelmemesini ister, oraya sadece ben gideceğim, der. ertesi gün, taksim 'de chp tarihinin hatta türk siyaset tarihinin en kalabalık mitingi yapılır. 3 gün sonraki seçimlerde ise chp, % 41 ile tarihinin en yüksek oy oranını alır ve seçimi kazanır..
1977 yılındaki seçimlerinden 3 gün önce, bülent ecevit başkanlığındaki chp, taksim 'de bir miting düzenlemeyi planlamıştır. ancak, başbakanlığa ecevit 'e suikast düzenleneceğine dair ihbar gelir. bunun üzerine, dönemin başbakanı süleyman demirel, bülent ecevit 'i arayarak mitingi yapmamasını ister. olay basına yansır, ortalık karışır. mitingden 1 gün önce, ecevit, o mitinge kimsenin gelmemesini ister, oraya sadece ben gideceğim, der. ertesi gün, taksim 'de chp tarihinin hatta türk siyaset tarihinin en kalabalık mitingi yapılır. 3 gün sonraki seçimlerde ise chp, % 41 ile tarihinin en yüksek oy oranını alır ve seçimi kazanır..
devamını gör...
zaman yönetimi
asla başaramadığım şey. pandemiden dolayı evde daha fazla zaman geçiriyorum bu yüzden de kendime daha çok zaman kalıyor aslında ve bu çok güzel bi şey ama yapmam gereken işlerimi ya da çalışmam gereken derslerimi sürekli*erteliyorum. zaten birazcık üşengeç bi insandım* artık evde olduğumdan mıdır nedir daha fazla erteliyorum yapmak istemiyorum bi şeyleri. nası yönetebilceğimi bi bilsem o kadar çok zamanım var ki aslında*.
devamını gör...
artı oy vermede cömert olan yazarlar
ben susarım belgeler konuşsun.

7000 den fazla oy vermişim, doğru düzgün yazan toplasan 70 yazar ancak çıkar. yani kelle başına 100 oy vermişim.
ama bundan sonra zırnık koklatmam, iki gün gittik öldü mü kaldı mı soran yok. vizontele deli eminin kuşlarına söylediği gibi bu saatten sonra takla atmayana yem yok.

7000 den fazla oy vermişim, doğru düzgün yazan toplasan 70 yazar ancak çıkar. yani kelle başına 100 oy vermişim.
ama bundan sonra zırnık koklatmam, iki gün gittik öldü mü kaldı mı soran yok. vizontele deli eminin kuşlarına söylediği gibi bu saatten sonra takla atmayana yem yok.
devamını gör...
ilginç genel kültür bilgileri
kimseye bir faydası olmayacak ama çekirgelerin duyma organları ön bacaklarındadır.
devamını gör...
toplu taşıma araçlarında gıcık olunan tipler
telefonda yüksek sesle konuşan tıynetsiz herifler. en çok onlara sinir oluyorum. ben senin emice oğlun ile akşam kaç bira içtiğini bilmek zorunda mıyım ya. ne yapacağım bu gereksiz bilgiyi ben.
devamını gör...
biontech ikinci doz aşısının yan etkileri
2 sinovac üstüne 1 dozu yetti bana. ateş,terleme üşüme kas agrisi hepsini yaşadım neyse ki 2 gün sürdü.
devamını gör...
erkek yazarlardan kadın yazarlara sorular
orsalesta anafor'un sorduğu #618058
sulu sepken'in cevapladığı #618607 başlık.
şok oldum resmen! böyle iki güzel tanımla karşılaşacağım aklımın ucundan geçmemişti!
sulu sepken'in cevapladığı #618607 başlık.
şok oldum resmen! böyle iki güzel tanımla karşılaşacağım aklımın ucundan geçmemişti!
devamını gör...
ezgi
eski türkçeden gelen, belli kurallara göre düzenlenmiş, kulağa hoş gelen ses dizisi, melodi anlamına gelmektedir.
ezginin bir diğer anlamı da eziyettir.
ezgi, dinlemeyi bilene melodi bilmeyene eziyet olur.
ezginin bir diğer anlamı da eziyettir.
ezgi, dinlemeyi bilene melodi bilmeyene eziyet olur.
devamını gör...
geceye ilginç bir bilgi bırak
dişi imparator penguenler yumurtalarini babaya bırakıp avlanmaya çıkarlar, geri döndüklerinde ise ailelerini çığlık seslerini tanıyarak bulurlar.
devamını gör...
yazarların bugünkü mutluluk sebebi
benim için önemli bi sınavdan güzel bi sonuç almam, kendime zaman ayırabilmem, değer verdiğim insanların hakkımdaki güzel düşüncelerini öğrenmiş olmak. çoğu sözlük sayesindeymiş ya o zaman sözlüğü de ekliyorum hemenn*.
devamını gör...
idam cezası
bazen insanlar akıl almayacak canilikler karşısında suçlu olanın idam edilmesi gerektiği yönünde tavır koyabiliyor. aynı duyguya ben de tutuluyorum. ancak yanlıştır. siyasi ya da hafif gerekçelerle bir çok insanın gereksiz yere idam edildiğini hepimiz biliyoruz. idam sonrasında da yeniden yargılama da artık anlamsızdır. ingiltere'de idamın kaldırılmasına önayak olan timothy evans davası buna örnektir.
evans, 1950 yılında eşi ve kızının öldürmekle suçlanarak idama mahkum edildi. idamdan sonraki süreçte asıl katilin davasında tanıklık da yapan komşusu olduğu, bu süreçte beş kadını daha öldürdüğü ortaya çıktı. evans, davası sırasında açık bir şekilde komşusunun suçlu olduğunu iddia etmişti. çok uzun süre tartışılan bu olay sonunda ingiltere'de idam tartışmaları alevlenmiş ve sonunda da idam cezası kaldırılmıştır.
kaynak
evans, 1950 yılında eşi ve kızının öldürmekle suçlanarak idama mahkum edildi. idamdan sonraki süreçte asıl katilin davasında tanıklık da yapan komşusu olduğu, bu süreçte beş kadını daha öldürdüğü ortaya çıktı. evans, davası sırasında açık bir şekilde komşusunun suçlu olduğunu iddia etmişti. çok uzun süre tartışılan bu olay sonunda ingiltere'de idam tartışmaları alevlenmiş ve sonunda da idam cezası kaldırılmıştır.
kaynak
devamını gör...
kendine eş değil köle arayan erkekler
evleneceği kadının sürekli erkeğe hizmet etmesi gerektiğini benimsemiş erkeklerdir. eşleri tarafından el üstünde tutulmayı ister ama aynı ilgi alakayı göstermekten acizdir. kendi cinsiyetinin üstünlüğüne inanır.
devamını gör...




