fazla özgüven olduğunu düşündüğüm etkendir.
eskiden ailelerde bir sorun olsa kimse duymasın diye üstü örtbas edilir, sorun ne ise halledilirdi. şimdi millet aile içindeki tüm rezillikleri, olayları utanıp çekinmeden milyonlar önüne seriyor yetmiyor kayıp ilanı için gelenlerin giydiği dona kadar, mahallede tüm ilişkilerin (çarpık), aile içindeki dıdısının dıdısına kadar oturulup konuşuluyor. reyting uğruna ortaya neler dökülüyor neler. hiç insan içine çıkamayacaklarını, ele güne karşı rezil olacaklarını düşünmeden kendilerini elaleme güldürüyorlar.

bir başka etken ise cahilliktir. yakin zamanda denk gelip izlediğim bahsedilen programdaki olaydan yola çıkarak kadının kızı evden 8 ay içinde tamı tamına 3 kez evden, evli bir adam için kaçıyor. kızı kaçıran adam evli ve 3 çocuğu var. bunlar adam, karısı,3 çocuğu, ve sevgilisi ayni evde yaşıyorlar. adamın karısı programa başvuruyor. buraya kadar bi nebze belki problem yok. koca programda karısına nispet sevgilisiyle el ele diz dize oturuyor. bunu gören yaşlı teyze(adamın sevgilisinin annesi) kızına ayağındaki terliği fırlatıp atıyor. artık kime denk gelirse. terlik de frizbi gibi geri teyzeye dönüyor. programda sakatlık çıkmasın diye ananın terlik stüdyodan uzaklaştırılıyor. kadın çoraplariyla stüdyoyu paspasliyor. mağdur olan adamın karısına, x hanim yardım etmeye "bak kocandan ayrıl,bu gün bu sevgilisi gider yarin yenisi gelir, ben size sahip çıkarım" diyor. adamın karısı, tamam %95 boşanacağım diyor.

2 gün sonra işler iyice ipe sarıyor. mağdur eş ben ne ayrılacağım ne de barışacagim %50 kararim diyor. stüdyoda ki seyirciler tarafından yuhlaniyor bu kez terlik ona atılıyor. yaşlı teyzenin adam yaralamadan sabıkalı terliği studyo ekibi tarafından yine el konuluyor. teyzemizin ayağı yine boş kalıyor. bu sırada malum olaylı koca da ne olduysa 2 gün de "ben pişmanım karıma, çocuğuma döneceğim diyor" yüzsüz yüzsüz. sevgilisi "niye duygularımla oynadın?" o zaman diyor. mağdura yatıyor milli metres ah pardon "sevgilisi" ve bu kez de mağdur sevgili oluyor. x hanim ona da iş bulup yardım edeceğini söylüyor. bu olay için tipik (bkz: sadakatsiz dizisi) desek sırıtmaz.

programa katılan eş " lan bu adam beni aldattı bir daha aldatır" demiyor, aldatan koca zaten işsiz 3 çocuk da var ortada. kendi babası çalışıp onlar yiyormuş bir de yetmezmiş gibi gitmiş sevgili bulmuş. adamın sevgilisi pek sağlam ayakkabı değil 3 kere aynı adama kaçmış üstelik adam evli, yaşlı teyzemiz zaten malum. terligi anlatmama gerek yok bir tek rengi mavi. bu çok gerekli bilgi icin de bana da saygılar. neyse kısacası

bir allahin kulu da biz napiyoruz dememiş.
fırlatılan terlik kadar beyinleri yok bunların.
devamını gör...

ikinci dünya savaşı sonrası alman edebiyatını şekillendiren gruppe 47*'in temellerini de oluşturan trümmerliteratur veya başka bir deyişle yıkım edebiyatı'nın önemli temsilcilerinden alman şair wolfgang borchert'in yaşamı boyunca ardında yürüdüğü düşünceleri en belirgin biçimde aktardığı savaş karşıtı şiir. orijinal ismi dann gibt es nur eins olan şiir, yazarın das gesamtwerk isimli eserinin - ki eser dilimize ama fareler uyurlar geceleyin olarak çevrilmiştir- 318. sayfasında yer almaktadır. borchert savaş boyunca nazi karşıtı duruşunu ölüm riskine rağmen korumayı başarmış ve bu süreç onu nürnberg'de yargılanmaya ve az kalsın ölüm cezasına çarptırılmaya kadar götürse bile eserlerinde de sık sık nazi zulmüne ve savaşa karşı tepki göstermiştir ki gençlik zamanlarında isteği doğrultusunda, zorla alınmış olduğu nazi gençlik kollarından tüm tehlikelerine rağmen ayrılmayı seçmiş ve bu yüzden de etiketlenmiştir. daha sonra onu asılma tehlikesi ile yüz yüze bırakacak olan sürecin ilk düğümü de o zamanlar atılır. bütün bu olanlara rağmen borchert taraf değildir, ne nazilerin ne diğerlerinin. o ölümden yana olan her şeyden tiksinti duymuştur ki bundan ötürü sonra yapılacak tek şey var şiiri ise yalnızca nazi karşıtı bir duruş değil savaş karşıtı bir duruş da sergiler. rahman haydar çevirisi ile:


sen. makine başındaki adam ve atölyedeki. sana yarın su boruları ve vanalar yerine
çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
hayır de!...

sen. tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. sana yarın bomba doldurmanı ve keskin
nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. fabrika sahibi. sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. laboratuardaki araştırmacı. sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat
etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. odasındaki ozan. sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. hastası başındaki doktor. sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. kürsüdeki din adamı. sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. vapurdaki kaptan. sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. havaalanındaki pilot. sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. dikiş masası başındaki terzi. sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. cübbesi içindeki yargıç. sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. istasyondaki adam. sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...


sen. kentin varoşlarındaki adam. sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
hayır de!...

sen. normandiya'daki ana ve ukranya'daki, sen frisko ve londra'daki ana. sen hoangho ve missisippi' deki
ve hamburg ve kore ve oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden
yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:
hayır deyin!... analar, hayır deyin!...

çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:

gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut
kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri
öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi
rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak.

tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. çürümüş hangarların arkasında, büyük
çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak.

çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde
ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek.

güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda
donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.

enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak.

mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak
ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek,
ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş
bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak,
ufalanacak.

sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız
ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları
ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç
soruyu soracak : neden? bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar
arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek,
duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı.

tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz.
hayır demezseniz!...


meraklısı için orijinal dilinde:


dann gibt es nur eins!
du. mann an der maschine und mann in der werkstatt. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keine wasserrohre und keine kochtöpfe mehr machen - sondern stahlhelme und maschinengewehre. dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mädchen hinterm ladentisch und mädchen im büro. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst granaten füllen und zielfernrohre für scharfschützengewehre montieren, dann gibt es nur eins:
sag neın! du. besitzer der fabrik. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst
statt puder und kakao schießpulver verkaufen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. forscher im laboratorium. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst einen neuen tod erfinden gegen das alte leben, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. dichter in deiner stube. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keine liebeslieder, du sollst haßlieder singen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. arzt am krankenbett. wenn sie dir morgen befehlen, du
sollst die männer kriegstauglich schreiben, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. pfarrer auf der kanzel. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst den mord segnen und den krieg heilig sprechen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. kapitän auf dem dampfer. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst keinen weizen mehr fahren - sondern kanonen und panzer, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. pilot auf dem flugfeld. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst bomben und phosphor über die städte tragen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. schneider auf deinem brett. wenn sie dir morgen befehlen,
du sollst uniformen zuschneiden, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. richter im talar. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst zum kriegsgericht gehen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mann auf dem bahnhof. wenn sie dir morgen befehlen, du sollst das signal zur abfahrt geben für den munitionszug und für den truppentransport, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mann auf dem dorf und mann in der stadt. wenn sie morgen kommen und dir den gestellungsbefehl bringen, dann gibt es nur eins:
sag neın!
du. mutter in der normandie und mutter in der ukraine, du, mutter in frisko und london, du, am hoangho und am mississippi, du, mutter in neapel und hamburg und kairo und oslo - mütter in allen erdteilen, mütter in der welt, wenn sie morgen befehlen, ihr sollt kinder gebären, krankenschwestern für kriegslazarette und neue soldaten für neue schlachten, mütter in der welt, dann gibt es nur eins:
sagt neın! mütter, sagt neın!
denn wenn ihr nicht neın sagt, wenn ıhr nicht nein sagt, mütter, dann:
dann:
ın den lärmenden dampfdunstigen hafenstädten werden die großen schiffe stöhnend verstummen und wie titanische mammutkadaver wasserleichig träge gegen die toten vereinsamten kaimauern schwanken, algen-, tang- und muschelüberwest den früher so schimmernden dröhnenden leib, friedhöflich fischfaulig duftend, mürbe, siech, gestorben -
die straßenbahnen werden wie sinnlose glanzlose glasäugige käfige blöde verbeult und abgeblättert neben den verwirrten stahlskeletten der drähte und gleise liegen, hinter morschen dachdurchlöcherten schuppen, in verlorenen kraterzerrissenen straßen -
eine schlammgraue dickbreiige bleierne stille wird sich heranwälzen, gefräßig, wachsend, wird anwachsen in den schulen und universitäten und schauspielhäusern, auf sport- und kinderspielplätzen, grausig und gierig, unaufhaltsam - der sonnige saftige wein wird an den verfallenen hängen verfaulen, der reis wird in der verdorrten erde vertrocknen, die kartoffel wird auf den brachliegenden äckern erfrieren und die kühe werden ihre totsteifen beine wie umgekippte melkschemel in den himmel strecken -
in den ınstituten werden die genialen erfindungen der großen ärzte sauer werden, verrotten, pilzig verschimmeln -
in den küchen, kammern und kellern, in den kühlhäusern und speichern werden die letzten säcke mehl, die letzten gläser erdbeeren, kürbis und kirschsaft verkommen - das brot unter den umgestürzten tischen und auf zersplitterten tellern wird grün werden und die ausgelaufene butter wird stinken wie schmierseife, das korn auf den feldern wird neben verrosteten pflügen hingesunken sein wie ein erschlagenes heer und die qualmenden ziegelschornsteine, die essen und die schlote der stampfenden fabriken werden, vom ewigen gras zugedeckt, zerbröckeln — zerbröckeln — zerbröckeln —
dann wird der letzte mensch, mit zerfetzten gedärmen und verpesteter lunge, antwortlos und einsam unter der giftig glühenden sonne und unter wankenden gestirnen umherirren, einsam zwischen den unübersehbaren massengräbern und den kalten götzen der gigantischen betonklotzigen verödeten städte, der letzte mensch, dürr, wahnsinnig, lästernd, klagend - und seine furchtbare klage: warum? wird ungehört in der steppe verrinnen, durch die geborstenen ruinen wehen, versickern im schutt der kirchen, gegen hochbunker klatschen, in blutlachen fallen, ungehört, antwortlos, letzter tierschrei des letzten tieres mensch – all dieses wird eintreffen, morgen, morgen vielleicht, vielleicht heute nacht schon, vielleicht heute nacht, wenn – wenn – wenn ihr nicht neın sagt.
devamını gör...

ama bugün duyduğum seslere çokça aşık oluyorum...
daha neler duyacağız derken daha da iyisi geliyor...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ne zaman pkk ve dhkp c başlığına entry girilirse hemen başlık altlarında ağlayıp savunmaya geçen şalvarlı keko. dikkat et devletin gücünü göreceksin yoksa!
devamını gör...

doktorlar. üniversite çağında çocuğu olanlar tapar hatta.
devamını gör...

almanya'da kurulan power metal fişeği grup. grup üyeleri bir türlü sabit kalmamıştır. yinede grubun ruhunu korudular. grubun adı anlaşılacağı üzere cadılar bayramı yani halloween gibi birşey. bir albümlerinde "her kim ki helloween yerine halloween derse balkabağına dönüşecektir." gibi bir şey yazmışlardır. iron maiden'ın maskotu eddie olduğu gibi helloween'ın maskotu da cadılar bayramımdaki o meşhur korkunçlu suratlı balkabağı. ve yine eddie nasıl ki değişime uğrayarak günümüze kadar geldiyse balkabağıda aynı şekilde şekilden şekle girmiştir.
hala daha dinlemediğim parçaları olduğu için çok mutluyum. müthiş bir hazineye sahipmiş gibi hissediyorum kendimi. kitap okurken nasıl bambaşka diyarlarlara, boyutlara, zamanlara gidiyorsak bu grubun parçaları da bana aynı heycanı veriyor.
power metal öncüsü bu güzel grubun şarkılarını dinlemek isteyenler tam anlamıyla bir roket olan keeper of the seven keys part 1** albümünü dinleyebilirler. söylemeden geçmek istemem helloween adlı ilk albümde sağlamdır. her parça gerek müzik gerek sözler açısından dolu dolu. özellikle starlight bir power metal klasiği. bende buraya grubun en sevdiğim parçalarından birini bırakıyorum.
iyi dinlemeler.
devamını gör...

türk dil kurumu sözlüğüne göre “çok ince kauçuktan yapılmış, içine gaz ya da hava doldurulup şişkin duruma getirilerek ağzı iple bağlanan, hafif gazla doldurulursa uçabilen çocuk oyuncağı” anlamına gelen sözcük benim için bir başka çocukluk travmasının nesnesidir. insanın saman balyası, dolmalık biber ve yalak ile ne derdi olabilir ki?

çocukluğum bir travmalar müzesi olduğu için böyle bir seri yazmaya karar verdim. daha önce yazdığım travmalarımla birlikte eğer beni okuyan yazarlar arasında kafamın neden bu kadar dağınık olduğunu düşünen yazar arkadaşlarım varsa istedikleri cevabı alacaklardır. neden önemsediysem kendimi bu kadar!

peki bu uçabilen, renkleri ile neşe veren çocuk oyuncağını bir travma konusu haline getirebilecek bir ilkokul çocuğu nasıl bir bedduanın ürünü olabilir? bir bilgisayar oyunu kahramanı gibi kendimi bu bedduayı bulmaya adadım, şu ana kadar başarılı olmadım ama bu olamayacağım anlamına gelmez.

balon kavramı ile yollarımızın ayrılması ilkokul birinci sınıf öğrencisi olduğum zamana denk geliyor. o zamanlar sınıfın en zeki öğrencisi bendim. aklınızdan en zekisi eğer benden sınıfın forrest gumplardan oluştuğunu düşünebilirsiniz ama zihnimde zeka kaçağına neden olan balon olayına kadar sınıftaki elma ağacının en üstteki elmasında benim adım yazıyordu.

sınıfta okuma yazma bilen tek çocuk ben olduğum için öğretmen zaman zaman kafama göre takılmama izin verirdi. kafama göre takıldığım her ansa kafamın bir karga olduğunu anlardım zira burnumun çıkmadığı yerin rahatsız ediciliğini siz de tahmin edersiniz.

daha okula başlamadan önce sırf bir inat uğruna okumayı öğrenmem hayatım boyunca sürecek lanetlerin birçoğunun nedeni olabilir.

o gün ali’ye ata bakması ya da ışıl’a ılık süt içmesi için baskı yapan arkadaşlarımın aksine ben sıkıntıdan sağa sola bulaştığım için dersin bitmesine 5 dakika kala öğretmen beni biraz hava almam için dışarı yolladı. bu tuhaf gelebilir size ama o zamanlar henüz pedagoji yeterince gelişmemiş bir formasyonda idi.


dışarı çıktığım an baloncu ile göz göze geldik ve ben hemen kırmızı bir balon alıp bahçede koşmaya başladım. sonra zil çaldı ve bahçe öğrencilerle doldu. kimse umurumda değildi elbette. ben elimde balonla koşturmaya devam ettim.

öğrencilerin arasından geçip salakça yerde yatan bazı çocukların üzerinden atlayıp koşarken olması beklenen şey oldu ve kafamın üzerine düştüm.

elimdeki balonu bırakmadığım için mutlu bir şekilde yerden kalktım hemen. mutluydum çünkü balonum uçmamıştı. kafamın acıyan yerine dokundum ve oynamaya devam ettim. ama sonra elimde kırmızı bir sıvı gördüm.

normal zekada bir insan bu sıvının kan olduğunu anlardı ama ben o zekada değildim sanırım ya da zeka sızıntısı başlamıştı. peki ben ne düşündüm? elimde tuttuğum kırmızı balonun boya verdiğini. evet tam olarak böyle düşündüm. o kırmızı sıvının balonun alan boyası olduğunu düşündüm. ve bayılana kadar da böyle düşünmeye devam ettim.

bayıldığım anda da bu kadar salaklığa dayanamayan balon kendini gökyüzünün sonsuzluğuna bırakıp neşeyle uzaklaşmış olmalı.

gözümü açtığımda kafama dikiş atarak zeka kaybına bir son vermek isteyen doktorla beynimin delinmesine dolaylı katkı yapan öğretmenim yanımda idi.

o günden beri balonlar benim için dokunulmaması gereken şeyler haline geldi. bu anlattıklarımı herkes biliyor, balon falan yalayamam ben.
devamını gör...

yoldaş benjamin franklin' in 1. nesil yazarlara yapması gereken bir kıyak. elini cebine at yoldaş korkma.
devamını gör...

aynada baktığım yüz neden fotoğrafta çıkmıyor? kendime çok sinir oluyorum bu yüzden. makyaj yapıyorum mesela, aynaya bakıyorum çiçek gibi olmuşum ama bir saat sonra falan fotoğraf çekince alakası olmuyor. gerçekten bu durum beni aşırı geriyor.. sekiz yüz tane poz veriyorum ama yok yine de olmuyor. kötünün iyisini paylaşıyorum bende el mahkum.. bak yarın yine aynısını yaşayacağım. sinir geldi. neyse ben sadece aynaya bakınca kendimi görüyorum zaten. gözüm bozuk belki de ondan aynaya bakınca güzelimsi görüyorum kendimi.. aman neyse bana bakanlar düşünsün onu.
devamını gör...

edith piaf'ın en güzel şarkılarından. o dönem hayatını anlatan bir film izlemiş ve çok sevmiştim kendisini. anahtarlığımdaki bebeğin adını edith koymuştum adını unutmayayım dinleyeyim diye.

bir hımym hayranı olarak size şu versiyonunu bırakmak istiyorum;
devamını gör...

canım işverenim tam kapanmada dahi evden seans yapmamızı istediği için benim açımdan tek değişiklik, iş yerinde değil de evde olmam ve yemeklerimi kendim yapmam sanırım. gerisi de kitap, spor ve dizi/film izlemek.
devamını gör...

o gerçek miydi? ben onu robot sandım da cevap vermediydim. dur vereyim.
edit: cevap verdim ama kırılmış olmalı ki geri dönüş yapmadı.
devamını gör...

papa ii. urbanus'un clermont konsili sonrası propaganda amaçlı kullanmaya başladığı latince değiş.
devamını gör...

şu akımı kim başlattıysa abv. gerçekten. gözlerim kanıyor. yarım saatlik molam var dışarı çıkayım iki nefesleneyim, insan yüzü göreyim diyorum. ne görüyorum? yanıma oturan kadın şort giymiş bacaklar orman misali. neden ya? neden yani? kıllı gezmeyi kim güzellediyse ilk taş ona gelsin, gerisi bana.

(bkz: let the linç begin)
devamını gör...

tavuklar dünyanın en hayvan güzelidir. nokta.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

mecliste yanlış olur
yüze vurulmaz lakin
edep erkan öğrenin
yanlız değil yalnız..
devamını gör...

güler yüzlü olsun. bol bol gülsün. kimseye ön yargıyla yaklaşmasın ve her şeye herkese bi şans tanısın yeter benim için. ilk gördüğümde yani tanıştığımda bunları yapan ya da bunları hissettiren insanları çok samimi buluyorum ve daha çok ilgimi çekiyorlar genelde*.
devamını gör...

ocakta ocagım var
devamını gör...

güzel söz söyleme, hitabet sanatıdır.
antik yunanda sofistler tarafından adeta halkı ele geçirmek amacıyla kullanılırdı, hitap edilirdi. hatta bu hitabetin dersini verirlerdi. para da alırlardı ama. bu bakımdan sokratesçilerce(aristo ve platon) eleştirilirler. (özellikle platon.)

çünkü sofistler para karşılığı bir şey öğreterek kendileriyle çelişmektedir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim