yaş ilerledikçe azalan şeyler
"olgunlaştıkça kimseyle uğraşasın gelmiyor. kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun. seni hasta edecek insanlarla birlikte olmaktan vazgeçiyorsun." demiş freud. çok da güzel demiş.
devamını gör...
bir şiirin tamamını anlatan tek mısrası
ölümdür yaşanan tek başına
aşk; iki kişiliktir.
ataol behramoğlu
aşk; iki kişiliktir.
ataol behramoğlu
devamını gör...
sanatsal imge
imge kelime manası olarak bir şeyi temsil eden, yansıtan anlamına gelmektedir. daha doğrusu hayali bir tasavvurun, gerçekte bulduğu şekil, tasarı anlamını taşır.
bunun sanatsal olması ise; hangi sanat dalına mensup olmasına, hatta bu dalda yansıtması beklenen duygu ve tasarıya göre çeşitlilik kazanır.
örneğin konu resimse, sanatsal imge için, resmin hangi tür olduğuna bakmamız gerekir. şöyle ki nü bir çalışmadan bahsediyorsak, sanatçı hangi imgeyi burada vurgulamıştır yahut vurgulayacaktır?, tasavvuru ön plana çıkar.
keza tiyatroda da aynı gaye güdülmektedir. örneğin korku imgesi bir müzikalde hem müzikle hem de tiyatro oyuncusunun jest ve mimiklerine ek dansıyla izleyiciye aktarılmaya çalışılır.
şiirde şair bunu, betimleme yoluyla gerçekleştirmeye çalışır. sudan bahseyorsa misal s ve ş seslerini daha çok kullanır ki okuyucu da su imgesi yansımasını bulsun. benzetme yoluyla yahut suyu anımsatan ögelerle de bu tasarı okuyucuya aktarılır. ahmet haşim bunu, maharetle yapabilen ender şairlerdendir mesela:
gece
titreyen ellerimle penceremi
açtım âfak-ı leyle karşı... yine
gecenin gölgeden menâzırına
imtizâc eylemiş nücûm-ı bahâr...
sihr-i eb'ad içinde şimdi gümüş
bir sehâb andıran miyâh uyumuş..
kalb-i şeydâ-yı leyl olan rüzgâr
esiyor gölgelerde velvelekâr...
ah o bir aşk-ı bî-tenâhi mi
geceden, tûde-i menâzırdan
yükselen ra’şe-i hümâr ü buhâr?
sanki hulyâ-yi vasla müstağrak
şeb-i bir ıtr-ı hisle doldurarak
dolaşan, titreşen kadınlardı...
sanki bir savt-ı gâib ü mühtez
kalbe bir aşk-ı bî-vefâ yetmez
“seviniz, muttasıl sevin! ” derdi!
bu şiirinde geceyi aktarırken kullandığı, titreyen el, afak-ı leyl, gölge, nücum-u bahar, hülya, ıtri his, bi-vefa gibi kelimelerle sağlar. ve gecenin, karanlığın, ümitsizlikle olan bağını anlatır.
bunu daha anlaşılır bir dille, başka bir şiiriyle ele alacak olursak:
bir yaz gecesi hatırası
işveyle, fısıltıyla, gülüşle
olmuş sebi sevda yine bihap
oklar gibi saplanmada kalbe
düştükçe semadan yere mehtap...
buseyle kilitlenmiş ağızlar
gözler neler eyler neler israp! ...
uçmakta bu ateşli havada
vuslat demi bir kuş gibi bitap...
burada da şair, şiire adını veren bir yaz gecesi hatırasını, sevgilinin işvesi, cilvesi, fısıltı ve gülüşü, vuslat, ateşli hava ve uçmak kavramlarıyla aktarır.
her ne kadar sinema 7. sanat adıyla anılsa da, burada da bir sanat gayesi güdülmektedir. izleyiciye, yönetmen senarist ve hikaye oluşturucusunun üçleminde, oyuncu ve dış mekan vasıtasıyla belli bir imge aktarılmaya çalışılır. burada güdülen gaye, elbetteki yine sanatsal imgedir.
sinema konusunda yetkiliğini kanıtlamış andrey tarkovski bu konuda şöyle söyler:
"sanatsal imge gibi bir kavramı açık, kolay anlaşılır biçimde sunabilmek altından kolay kalkılacak bir iş değil kuşkusuz. böyle bir şey mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir. burada belki yalnızca şu söylenebilir: imge sonsuza ulaşmaya çalışır ve mutlak'a doğru gider. hatta imgenin düşüncesi diye adlandırabileceğimiz şeyi de, çok boyutluluğu ve çok anlamlılığı içinde sözcüklerle anlatabilmek ilkesel bakımdan imkansızdır. bunu pratikte sanat yapar." mühürlenmiş zaman
kısaca belirtmeliyiz ki sanatsal imge düzleminde sanatçı, dış dünyadan edindiği imgeyi, sanatıyla aktarmaya, yansıtmaya çalışır.
bunun sanatsal olması ise; hangi sanat dalına mensup olmasına, hatta bu dalda yansıtması beklenen duygu ve tasarıya göre çeşitlilik kazanır.
örneğin konu resimse, sanatsal imge için, resmin hangi tür olduğuna bakmamız gerekir. şöyle ki nü bir çalışmadan bahsediyorsak, sanatçı hangi imgeyi burada vurgulamıştır yahut vurgulayacaktır?, tasavvuru ön plana çıkar.
keza tiyatroda da aynı gaye güdülmektedir. örneğin korku imgesi bir müzikalde hem müzikle hem de tiyatro oyuncusunun jest ve mimiklerine ek dansıyla izleyiciye aktarılmaya çalışılır.
şiirde şair bunu, betimleme yoluyla gerçekleştirmeye çalışır. sudan bahseyorsa misal s ve ş seslerini daha çok kullanır ki okuyucu da su imgesi yansımasını bulsun. benzetme yoluyla yahut suyu anımsatan ögelerle de bu tasarı okuyucuya aktarılır. ahmet haşim bunu, maharetle yapabilen ender şairlerdendir mesela:
gece
titreyen ellerimle penceremi
açtım âfak-ı leyle karşı... yine
gecenin gölgeden menâzırına
imtizâc eylemiş nücûm-ı bahâr...
sihr-i eb'ad içinde şimdi gümüş
bir sehâb andıran miyâh uyumuş..
kalb-i şeydâ-yı leyl olan rüzgâr
esiyor gölgelerde velvelekâr...
ah o bir aşk-ı bî-tenâhi mi
geceden, tûde-i menâzırdan
yükselen ra’şe-i hümâr ü buhâr?
sanki hulyâ-yi vasla müstağrak
şeb-i bir ıtr-ı hisle doldurarak
dolaşan, titreşen kadınlardı...
sanki bir savt-ı gâib ü mühtez
kalbe bir aşk-ı bî-vefâ yetmez
“seviniz, muttasıl sevin! ” derdi!
bu şiirinde geceyi aktarırken kullandığı, titreyen el, afak-ı leyl, gölge, nücum-u bahar, hülya, ıtri his, bi-vefa gibi kelimelerle sağlar. ve gecenin, karanlığın, ümitsizlikle olan bağını anlatır.
bunu daha anlaşılır bir dille, başka bir şiiriyle ele alacak olursak:
bir yaz gecesi hatırası
işveyle, fısıltıyla, gülüşle
olmuş sebi sevda yine bihap
oklar gibi saplanmada kalbe
düştükçe semadan yere mehtap...
buseyle kilitlenmiş ağızlar
gözler neler eyler neler israp! ...
uçmakta bu ateşli havada
vuslat demi bir kuş gibi bitap...
burada da şair, şiire adını veren bir yaz gecesi hatırasını, sevgilinin işvesi, cilvesi, fısıltı ve gülüşü, vuslat, ateşli hava ve uçmak kavramlarıyla aktarır.
her ne kadar sinema 7. sanat adıyla anılsa da, burada da bir sanat gayesi güdülmektedir. izleyiciye, yönetmen senarist ve hikaye oluşturucusunun üçleminde, oyuncu ve dış mekan vasıtasıyla belli bir imge aktarılmaya çalışılır. burada güdülen gaye, elbetteki yine sanatsal imgedir.
sinema konusunda yetkiliğini kanıtlamış andrey tarkovski bu konuda şöyle söyler:
"sanatsal imge gibi bir kavramı açık, kolay anlaşılır biçimde sunabilmek altından kolay kalkılacak bir iş değil kuşkusuz. böyle bir şey mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir. burada belki yalnızca şu söylenebilir: imge sonsuza ulaşmaya çalışır ve mutlak'a doğru gider. hatta imgenin düşüncesi diye adlandırabileceğimiz şeyi de, çok boyutluluğu ve çok anlamlılığı içinde sözcüklerle anlatabilmek ilkesel bakımdan imkansızdır. bunu pratikte sanat yapar." mühürlenmiş zaman
kısaca belirtmeliyiz ki sanatsal imge düzleminde sanatçı, dış dünyadan edindiği imgeyi, sanatıyla aktarmaya, yansıtmaya çalışır.
devamını gör...
mutfakta duran sarı bez
benim mutfakta ayda bir başka renk olanını koyduğum, olmazsa ne yapacağımı şaşıracağım, elimin altında olunca huzurlu hissettiğim, mutfaktaki en iyi dostum.
devamını gör...
lgbt'li ve hdp'li tayfanın haklı olan her muhalif hareketi baltalaması
haklı bir hareket, haklı bir harekettir. katılanların kimliği onu gayrimeşru yapmaz. eşcinsellerle ilgili bu nefretiniz faşizmdir, homofobidir, suçtur. insanları cinsel kimliği ve siyasi fikirleri yüzünden aşağılamayı kendine hak görenler aslında, haksızdır, tehlikelidir ve dünyanın başına beladır. o tapıncına doyamadığınız devlet bir gün sizin başınızı yediğinde size el uzatanların, bugün aşağıladığınız insanlar olduğunu göreceksiniz.
devamını gör...
normal sözlük'te gece sessizliği
sahura kalktım gidiyorum,
çok ses yapmadan takılın uyandırmayın kimseyi şiişştt iyi sabahlar.
çok ses yapmadan takılın uyandırmayın kimseyi şiişştt iyi sabahlar.
devamını gör...
iron maiden
bana göre dünyada gelmiş geçmiş en iyi heavy metal grubudur azizim. 1975 yılında kurulmuştur aynı zamanda. bu grup hakkında bence yazılacak çok şey var zira metal müzik kariyerleri boyunca birçok başarılı iş yapıp, her ülkeye gidip konser vermişlerdir. o kadar metal gruplarının başlığına yazdım buna da yazmazsam eksik olur çünkü iron maiden denildiği zaman hayranları tarafından akan sular durur. her ne kadar black metalci de olsam kendilerine ben de hayranım.
gelelim bu grubun güzel albümlerine; aslında çok güzel albümü var fakat ben favorim olanları söylemek istiyorum çünkü özgün olmak iyidir her zaman. fear of the dark, killers, dance of death, death on the road, the final frontier gibi gibi. bu albümlerinin yeri ben de başka her zaman çünkü heavy metal yapıyor oluşlarının hakkını bu albümlerde ziyadesiyle vermişlerdir.
kariyerleri boyunca çok başarılı işlere imza atan iron maiden adeta metalciler tarafından vazgeçilmez hale gelmişlerdir çünkü adeta heavy metalin babası gibiler. metallica hayranları bile metallica’ya kıyasla bu grubu tercih etmişlerdir. gruptan zaman zaman ayrılanlar katılanlar olmuştur geniş bir tarihi var. ama grubun vokali olan bruce dickinson’a hayranım ben ya. adamın sesi olsun şarkıyı söyleyiş tarzı olsun cidden eritiyor beni bitiriyor adeta. solo albüm yapmada da oldukça ustadır.
grubun kurucusu ve mimarı olan steve harris zaten harikulade bir insan. bass gitarı kendi kendine öğrenebilecek kadar da kabiliyetlidir. yıl oldu 2021 ama halen severek dinliyoruz kendilerini. canlı canlı dinlemek dileğiyle… var bi hayalimiz işte yine.
gelelim bu grubun güzel albümlerine; aslında çok güzel albümü var fakat ben favorim olanları söylemek istiyorum çünkü özgün olmak iyidir her zaman. fear of the dark, killers, dance of death, death on the road, the final frontier gibi gibi. bu albümlerinin yeri ben de başka her zaman çünkü heavy metal yapıyor oluşlarının hakkını bu albümlerde ziyadesiyle vermişlerdir.
kariyerleri boyunca çok başarılı işlere imza atan iron maiden adeta metalciler tarafından vazgeçilmez hale gelmişlerdir çünkü adeta heavy metalin babası gibiler. metallica hayranları bile metallica’ya kıyasla bu grubu tercih etmişlerdir. gruptan zaman zaman ayrılanlar katılanlar olmuştur geniş bir tarihi var. ama grubun vokali olan bruce dickinson’a hayranım ben ya. adamın sesi olsun şarkıyı söyleyiş tarzı olsun cidden eritiyor beni bitiriyor adeta. solo albüm yapmada da oldukça ustadır.
grubun kurucusu ve mimarı olan steve harris zaten harikulade bir insan. bass gitarı kendi kendine öğrenebilecek kadar da kabiliyetlidir. yıl oldu 2021 ama halen severek dinliyoruz kendilerini. canlı canlı dinlemek dileğiyle… var bi hayalimiz işte yine.
devamını gör...
eski sevgilinin ölmesi
bir yerlerde ve hatta buralarda bile bunu yaşayan, gerçekten yaşayan insanlar var, bu biliniyor değil mi?
bilinmeli. bilinmiyorsa da düşünülmeli. o kadar da zor bir şeyden bahsetmiyor olsam gerek!
edit: birbirine sinirlenen insanlar da pozitif çıktıları olan tartışmalar yapabilirler. bunu bu gece bu başlık altındaki bazı entry sahipleriyle bir kez daha deneyimledim. bence tüm taraflar açısından faydalı oldu.
berbat bir şeydir. tarifi mümkün değil. tekrar ediyorum, umarım bu tanımı yapmanın daha doğrusu yapamamanın ancak yaşamanın karşılığı olmaz hayatınızda hiç. bunun yerine espriyi de koymayın ama yine de siz, olur mu?
bilinmeli. bilinmiyorsa da düşünülmeli. o kadar da zor bir şeyden bahsetmiyor olsam gerek!
edit: birbirine sinirlenen insanlar da pozitif çıktıları olan tartışmalar yapabilirler. bunu bu gece bu başlık altındaki bazı entry sahipleriyle bir kez daha deneyimledim. bence tüm taraflar açısından faydalı oldu.
berbat bir şeydir. tarifi mümkün değil. tekrar ediyorum, umarım bu tanımı yapmanın daha doğrusu yapamamanın ancak yaşamanın karşılığı olmaz hayatınızda hiç. bunun yerine espriyi de koymayın ama yine de siz, olur mu?
devamını gör...
mekan basmaya gidip dayak yemek
(bkz: aradığını bulmak)
devamını gör...
sözlüğün en iyi yazarı
kimse almıyorsa bende kalabilir.
devamını gör...
17 mart 2021 hdp'nin kapatılması için aym'de dava açılması
akp, chp, mhp ve hdp hepsi aynı. hepsini kapatsak sorun ortadan kalkar.
devamını gör...
delikanlım
yıldız tilbe'nin 1994 yılında çıkardığı ve tabiri caizse şöhreti yakaladığı şarkısı. klibinde o dönemin yakışıklı oyuncusu cenk torun yer almıştır. şarkısının söz ve müziği yine yıldız tilbe'ye ait. şarkının dönemin müzik insanı uzay heparıya ithafen yazıldığı söylenir. uzay heparı o dönem sezen aksu ile birliktedir ama sezen'i yıldızla aldatır. şöhreti sezen aksu sayesinde bulan yıldız tilbe gerçekleri sezen' e anlatacak ve ikili uzun süre küs kalacaktır. sonraki yıllarda sezen aksu'nun çıkardığı 'onu alma beni al' şarkısı yıldız' a nispettir *)
ben magazinin yalancısıyım ...
ben magazinin yalancısıyım ...
devamını gör...
konu neydi radyo yayını
almanya'da şu sıralar merkel'in paskalya sebebiyle tam kapanmaya gidilebilir açıklamasını konuşuyoruz 20 gündür falan... özür diledi o konuda kapandı. konuşacak konumuz yok, türkiyeden konu ithal edeceğiz yakında. durumlar çok fena sıkılıyoruz*
devamını gör...
dostoyevski'nin her şeyi sorun haline getirmesi
dostoyevski aslında olayların iç yüzüne odaklanmış diyebiliriz. bazı şeyler dışardan göründüğünde o kadar kötü değildir. ama iç dünyası farklıdır olayın . o kişide uyandırdığı duygular farklıdır. ben baş karakterlerin dostoyevskinin iç dünyasını yansıttığını düşünüyorum. yaşadıkları karşısında ne hissettiği, ruh halini falan anlayabiliyoruz. onun dünyasında hava hep kapalı hep bulanık ve bunu okuyucuya geçirebiliyor. biz kitaplarını okurken yaşadığımız hissi kaldıramazken o ömrü boyunca o hislerle yaşamış . ve bu hislerini birer şaheserlere dönüştürmüş . ayakta alkışlıyorum.
devamını gör...
mutfakta sinir eden durumlar
tam bulaşıkları makineye yerleştirecekken makinenin temiz bulaşıkla dolu olması. bakın bu bir dramdır.
devamını gör...
if it ain't broke don't fix it
çalışıyorsa dokunma manasında ingilizce bir kalıptır. tam olarak nereden çıktığı bilinmemektedir. kimileri bu tabirin daha önce de kullanıldığını söylese de, yaygın kanı jimmy carter'ın başkan olduğu dönemde yönetim ve bütçe ofisi müdürü olan thomas bertram lance tarafından söylendiğidir. ilk kez mayıs 1977'de bertram lance, hükümetin basit bir sloganı benimsemesi halinde, abd'nin milyarlarca dolar tasarruf edebileceğini söylemiş. bir demecinde "çalışıyorsa dokunma" manasındaki o lafı demiş. niye böyle söylediğini de şu şekilde açıklamış: "devletin sorunu bu: çalışan, düzgün giden şeyleri tamir etmeye çalışıyor ama bozuk şeyleri tamir etmiyor."
devamını gör...
moderasyonun sözlükte çok fazla sansür uygulaması
tam bir körler sağırlar birbirini ağırlar durumu.
az önce zibilyon tane benjamin franklin başlığı açılıp akıştaki başlıkların ırzına geçilirken eğlenen moderasyon benim benjamin franklin başlıklarından ikrah gelmesi başlığımı anında sansürleyip akıştan kaldırdı.
madem bu kadar mühimdi sözlüğün formatı, o halde ne diye bir saate yakın koca sözlüğün ırzına geçilmesine müsaade ettiniz? eğlence imiş, yahu bir iki yapılır tamam, çingene sümüğü gibi ne uzatıyorsunuz.
ben burayı başka yerlerde bayağı övmüştüm, hatta birkaç arkadaşın gelmesine de vesile oldum ama pişman olmadım desem yeri var.
az önce zibilyon tane benjamin franklin başlığı açılıp akıştaki başlıkların ırzına geçilirken eğlenen moderasyon benim benjamin franklin başlıklarından ikrah gelmesi başlığımı anında sansürleyip akıştan kaldırdı.
madem bu kadar mühimdi sözlüğün formatı, o halde ne diye bir saate yakın koca sözlüğün ırzına geçilmesine müsaade ettiniz? eğlence imiş, yahu bir iki yapılır tamam, çingene sümüğü gibi ne uzatıyorsunuz.
ben burayı başka yerlerde bayağı övmüştüm, hatta birkaç arkadaşın gelmesine de vesile oldum ama pişman olmadım desem yeri var.
devamını gör...
esaretin bedeli
ımdb top 50 - ımdb top 100 - ımdb top 250 sıralamalarında, tüm zamanların en iyi filmi olmayı 9.3/10 puanla dibine kadar hak eden, frank darabont tarafından senaryosu yazılmış ve yönetilmiş, başrollerini tim robbins ve morgan freeman'ın paylaştığı, 1994 yapımı dram/polisiye/gizem tarzında efsane filmdir. türkiye'de film esaretin bedeli ismi ile yayınlanmıştır. filmin uyarlandığı eser ise stephen king'in rita hayworth ve shawshank'in kefareti kitabıdır. 1994'teki oscar ödülleri törenine 7 dalda aday gösterilen bu film, en iyi film ödülünü tom hanks'in oynadığı forrest gump'a kaptırmıştır.
film, tim robbins ve morgan freeman'ın üstün başarılı oyunculuklarının yanı sıra bir çok yardımcı karakterde de aynı üstün başarıyı göstermiş ve bir başyapıt olarak sanat dünyasında yerini en üste taşımıştır. filmin neredeyse tamamı pek iç açıcı olmayan bir hapishanede çekilmiş olsa da görüntü yönetmeni roger deakins'in ustalığı sayesinde her sahnesi ayrı bir hava ve güzellik içermektedir. baştan sona tüm sahneleriyle akıllara kazınsa da dikkatimi çeken bir nokta oldu. şöyle ki;
morgan freeman'ın canlandırdığı red karakterinin hapishaneden çıktığı sahnede kamera içeriden dışarıyı gösterirken, james whitmore'un canlandırdığı brooks'un çıktığı sahnede kamera dışarıdan içeriyi göstermektedir. hatta kapıdaki parmaklıkların gölgesinin brooks'un önüne düştüğünü görüyoruz. bu da brooks'un, red'in aksine hâlâ esaretten kurtulamadığını, kurtulamayacağını; dışarıdaki hayatının, hapishanenin ve esaretinin gölgesinde kalacağını temsil ediyor fikrimce. bu da brooks'un esaretinin bedelidir.
film, tim robbins ve morgan freeman'ın üstün başarılı oyunculuklarının yanı sıra bir çok yardımcı karakterde de aynı üstün başarıyı göstermiş ve bir başyapıt olarak sanat dünyasında yerini en üste taşımıştır. filmin neredeyse tamamı pek iç açıcı olmayan bir hapishanede çekilmiş olsa da görüntü yönetmeni roger deakins'in ustalığı sayesinde her sahnesi ayrı bir hava ve güzellik içermektedir. baştan sona tüm sahneleriyle akıllara kazınsa da dikkatimi çeken bir nokta oldu. şöyle ki;
morgan freeman'ın canlandırdığı red karakterinin hapishaneden çıktığı sahnede kamera içeriden dışarıyı gösterirken, james whitmore'un canlandırdığı brooks'un çıktığı sahnede kamera dışarıdan içeriyi göstermektedir. hatta kapıdaki parmaklıkların gölgesinin brooks'un önüne düştüğünü görüyoruz. bu da brooks'un, red'in aksine hâlâ esaretten kurtulamadığını, kurtulamayacağını; dışarıdaki hayatının, hapishanenin ve esaretinin gölgesinde kalacağını temsil ediyor fikrimce. bu da brooks'un esaretinin bedelidir.
devamını gör...
halk içinde öpüşüyorsun diye dayak yemek
öğrenciyken başıma gelen olaydır. tabi dayak yiyen de atan da ben değildim. gazi üniversitesinde bir masada oturan reis elindeki kibrit kutusunu öpüşen çiftin dudaklarının arasından geçirmişti. akabinde çıkan kavgada öpüşen erkeğin burnunu kırmışlardı. bu eylemi yapan kişiyi bir konserde öpüşürken yakaladığımı da söylemem gerekir.
devamını gör...
türklere özgü davranışlar
#25912 "uzun süredir görmedigi biriyle ilk karsilasmasinda o kisinin dış görünüsüyle
ilgili olumsuz/ kirici bir yorum yapmak."
evet, bunu yapıyoruz. çünkü aradan geçen o zamanı birisi çok iyi değerlendirmiş ise; kendini geliştirmiş,
terfi almış, yurt dışında tatile gitmiş, evlenmiş ya da çocuk doğurmuş ise sosyo-kültürel olarak o iki kişi arasında
bir denksizlik oluyor. işte karşıdaki kişi kendini bir halt sanmasın, beni yargılamasın,
ezmesin diye türkler bunu çok yapar. hatta bir süre sonra ben de buraya gittim, ben de onu yaptım, ben de terfi aldım gibi yarışa girerler.
#44938 "kim o? ben" klişesi de "beni sesimden tanır" diye düşündükleri için. bizler avrupa toplumları gibi yüzlerce yıldır
ad-soyad kullanmıyoruz. eskiden doğduğun kente (karamani, aksarayi gibi), dedenin toplumsal bir başarısı varsa dedene atıf yaparak (cemalettin diye bir imamsa cemali gibi) soy belirtilirdi. türklerde daha çok lakap önemliydi. meslek (nakkaş mustafa gibi), fiziksel sakatlık (topal ahmet gibi), yaşanmış bir olaya, mizaca, bağlı olduğu millete (laz cemal, çerkez ethem gibi) göre lakap alınırdı. 1934 yılında soyadı kanunu çıkartıldı. ancak anadolu türk toplumu halen bireyselleşemedi. ahilik geleneği yüzünden olduğunu düşünmekteyim.
ya aslında şu başlıkda saydığınız çoğu özellik türk ulusunda toprak ağalarının marka algısının olmamasından kaynaklanıyor. şöyle demek istiyorum: abd ve avrupa'da toprak ağaları
zenginleştiğinde lobi faaliyetleri yapardı. belirli bir siyasi nüfuz kazanınca kendi topraklarına hizmet götürdüler. tabii ki bu hizmetler toprağa bağlı çalışan ve o derebeyinin malı sayılan
köylüler için değildi. daha çok zenginleşebilmek için, daha yoğun lobi faaliyetleri yapabilmek için, misafirlerini iyi ağırlayabilmek için, nüfuzunu gösterebilmek için şatolar, köprüler, at arabaları için tretuar yollar, yaptılar. at arabalarında daha az sallantılı ve güvenli bir seyahat için bir zenginin ayak basabileceği her yere döşeme yol yapılmıştı.
peki osmanlı devleti'nde nasıl oldu? tımar sistemi vardı. tımar ağası, topraklarında köylüleri çalıştırıyordu. sefere çıkılacağı zaman padişahın ordusu o köyden geçerken tımar ağası eğittiği köylüleri orduya dahil ediyordu.
yollar ve köprüler yalnızca padişah sefere çıkacağı zaman yapılıyordu. osmanlı ekonomisi sefer odaklıydı. zaten toprakları genişlettikçe bu sefer odaklı ekonomi modeli büyük bir sorun oldu. kanuni sultan süleyman, vergiler sistemli toplanamadığı için iltizam kanununu çıkardı. bu da yüz yıl içinde osmanlı devleti hazinesi gelirleri azalırken gaddar sermayedarların serveti arttı. bu sermayedarlar ilerde padişaha borç verecek güce ulaştı. tıpkı avrupa'da olduğu gibi.
ikinci abdülhamit'e borç veren fransız tüccarlar, borca karşılık midilli adası'nı istediler. fransa donanması midilli adası'nın gümrüğüne el koymuştu.
yani makro-perspektiften bakıldığında monarşilerin sonu hep aynı olmuş: borç içinde batmışlar.
ama avrupa toprak ağaları kiliseler, yollar, köprüler, kentler inşa ederken bizim toprak ağaları asker basmış sadece. bir de anadolu'da ahşap materyal kullanıldığı için bazı konaklar yanmış gitmiş. doğu anadolu'da taş konaklar var ama onların da asıl sahipleri birinci dünya savaşı'nda kaçmışlar. yerlerine kürt şeyhleri, ağaları yerleşmiş. benim bildiğim kadarıyla doğu anadolu'da çok yoğun süryani, ermeni, türkmen nüfus varmış. orta doğu'da fransa ve ingiltere milliyetçi sınır politikaları için isyanları teşvik edince iran'da yaşayan türkmenler doğu anadolu'ya göç ediyorlar. kürtlerin bazıları o arada kaynıyor işte. soyadı kanunu çıkınca ermeniler, kürtler falan türk adları ve soyadları alıyorlar hükümetten korktukları için.
kürtler asimile olmuyorlar. bunun sebebi çok kadim bir kürt kültürü ve dili olduğu için değil eğitilemedikleri için. kürtler çocuklarını cumhuriyet döneminde okula göndermiyorlardı. osmanlı devleti'ndeki gibi tekke usulü eğitim görüyorlardı. bu yüzden günümüzde hala sağcı-islamcı partilere en çok oy iç anadolu ve doğu anadolu'dan çıkıyor.
21 yüzyılda vatandaşı olduğun ülkenin dilini bilmiyorsun. burada ayıp sende mi, bende mi, devlette mi? bir konutta 11 çocuk, 2 kuma, 15 yakın akraba, 15 uzak akraba yaşıyorsunuz. demokrasi'de her insana 1 oy hakkı düşüyor, benim hanemden 4 oy çıkarken kürdün hanesinden 46 oy çıkıyor. mantıklı mı?
sonra türkiye her 10 yılda bir ekonomik krize girer tabi. 500 yıldır yapılmayan planlamayı 100 yıla sığdırmaya çalışırsanız olacağı budur. hem sosyolojik hem ekonomik hem kültürel hem insani hem ahlaki hem dini hem cinsel hem varoluşsal kriz yaşıyoruz, herkes farkında ama kimse çözüm üretemiyor.
ilgili olumsuz/ kirici bir yorum yapmak."
evet, bunu yapıyoruz. çünkü aradan geçen o zamanı birisi çok iyi değerlendirmiş ise; kendini geliştirmiş,
terfi almış, yurt dışında tatile gitmiş, evlenmiş ya da çocuk doğurmuş ise sosyo-kültürel olarak o iki kişi arasında
bir denksizlik oluyor. işte karşıdaki kişi kendini bir halt sanmasın, beni yargılamasın,
ezmesin diye türkler bunu çok yapar. hatta bir süre sonra ben de buraya gittim, ben de onu yaptım, ben de terfi aldım gibi yarışa girerler.
#44938 "kim o? ben" klişesi de "beni sesimden tanır" diye düşündükleri için. bizler avrupa toplumları gibi yüzlerce yıldır
ad-soyad kullanmıyoruz. eskiden doğduğun kente (karamani, aksarayi gibi), dedenin toplumsal bir başarısı varsa dedene atıf yaparak (cemalettin diye bir imamsa cemali gibi) soy belirtilirdi. türklerde daha çok lakap önemliydi. meslek (nakkaş mustafa gibi), fiziksel sakatlık (topal ahmet gibi), yaşanmış bir olaya, mizaca, bağlı olduğu millete (laz cemal, çerkez ethem gibi) göre lakap alınırdı. 1934 yılında soyadı kanunu çıkartıldı. ancak anadolu türk toplumu halen bireyselleşemedi. ahilik geleneği yüzünden olduğunu düşünmekteyim.
ya aslında şu başlıkda saydığınız çoğu özellik türk ulusunda toprak ağalarının marka algısının olmamasından kaynaklanıyor. şöyle demek istiyorum: abd ve avrupa'da toprak ağaları
zenginleştiğinde lobi faaliyetleri yapardı. belirli bir siyasi nüfuz kazanınca kendi topraklarına hizmet götürdüler. tabii ki bu hizmetler toprağa bağlı çalışan ve o derebeyinin malı sayılan
köylüler için değildi. daha çok zenginleşebilmek için, daha yoğun lobi faaliyetleri yapabilmek için, misafirlerini iyi ağırlayabilmek için, nüfuzunu gösterebilmek için şatolar, köprüler, at arabaları için tretuar yollar, yaptılar. at arabalarında daha az sallantılı ve güvenli bir seyahat için bir zenginin ayak basabileceği her yere döşeme yol yapılmıştı.
peki osmanlı devleti'nde nasıl oldu? tımar sistemi vardı. tımar ağası, topraklarında köylüleri çalıştırıyordu. sefere çıkılacağı zaman padişahın ordusu o köyden geçerken tımar ağası eğittiği köylüleri orduya dahil ediyordu.
yollar ve köprüler yalnızca padişah sefere çıkacağı zaman yapılıyordu. osmanlı ekonomisi sefer odaklıydı. zaten toprakları genişlettikçe bu sefer odaklı ekonomi modeli büyük bir sorun oldu. kanuni sultan süleyman, vergiler sistemli toplanamadığı için iltizam kanununu çıkardı. bu da yüz yıl içinde osmanlı devleti hazinesi gelirleri azalırken gaddar sermayedarların serveti arttı. bu sermayedarlar ilerde padişaha borç verecek güce ulaştı. tıpkı avrupa'da olduğu gibi.
ikinci abdülhamit'e borç veren fransız tüccarlar, borca karşılık midilli adası'nı istediler. fransa donanması midilli adası'nın gümrüğüne el koymuştu.
yani makro-perspektiften bakıldığında monarşilerin sonu hep aynı olmuş: borç içinde batmışlar.
ama avrupa toprak ağaları kiliseler, yollar, köprüler, kentler inşa ederken bizim toprak ağaları asker basmış sadece. bir de anadolu'da ahşap materyal kullanıldığı için bazı konaklar yanmış gitmiş. doğu anadolu'da taş konaklar var ama onların da asıl sahipleri birinci dünya savaşı'nda kaçmışlar. yerlerine kürt şeyhleri, ağaları yerleşmiş. benim bildiğim kadarıyla doğu anadolu'da çok yoğun süryani, ermeni, türkmen nüfus varmış. orta doğu'da fransa ve ingiltere milliyetçi sınır politikaları için isyanları teşvik edince iran'da yaşayan türkmenler doğu anadolu'ya göç ediyorlar. kürtlerin bazıları o arada kaynıyor işte. soyadı kanunu çıkınca ermeniler, kürtler falan türk adları ve soyadları alıyorlar hükümetten korktukları için.
kürtler asimile olmuyorlar. bunun sebebi çok kadim bir kürt kültürü ve dili olduğu için değil eğitilemedikleri için. kürtler çocuklarını cumhuriyet döneminde okula göndermiyorlardı. osmanlı devleti'ndeki gibi tekke usulü eğitim görüyorlardı. bu yüzden günümüzde hala sağcı-islamcı partilere en çok oy iç anadolu ve doğu anadolu'dan çıkıyor.
21 yüzyılda vatandaşı olduğun ülkenin dilini bilmiyorsun. burada ayıp sende mi, bende mi, devlette mi? bir konutta 11 çocuk, 2 kuma, 15 yakın akraba, 15 uzak akraba yaşıyorsunuz. demokrasi'de her insana 1 oy hakkı düşüyor, benim hanemden 4 oy çıkarken kürdün hanesinden 46 oy çıkıyor. mantıklı mı?
sonra türkiye her 10 yılda bir ekonomik krize girer tabi. 500 yıldır yapılmayan planlamayı 100 yıla sığdırmaya çalışırsanız olacağı budur. hem sosyolojik hem ekonomik hem kültürel hem insani hem ahlaki hem dini hem cinsel hem varoluşsal kriz yaşıyoruz, herkes farkında ama kimse çözüm üretemiyor.
devamını gör...