çok fena insanlar. içim almıyor artık çok kötüler çok...
rabbim neyi bekliyorsun kıyamet kopsun artık. daha kötüsünü mü göreceğiz o zaman çok gözyaşı var.
en çok da içimi acıtan sevdiğim dediklerimin nasıl biri olduğunu görmeyeşim ve beni üzmelerine izin verişim. elimde evet ama o kadar usta değilim üzgünüm, ağlayarak öğreniyorum, tecrübe ediyorum. bana davranıldığı, hissettirildiği gibi kimseye yapmam, kimseden acımı çıkarmam, ben tutamıyorum gözyaşlarımı.
öğreniyorum ama böyle olmasaydı keşke.
hiç iyi değilim.
yargılanmaktan, eleştirilmekten bıktım. bir daha kimselere ne iyiliğine ne kötülüğüne hiçbir şey demem. insanlara karşı yapacağım şey uzak durmak, olabildiğince mesafeli ve haddini bilerek iletişime geçmek.
sağlıklı, huzurlu kalınız.
devamını gör...

lâ+âle+tayin'den oluşan arapça sözlük.
lâ: olumsuzluk eki.
âle: üzeri,üst anlamındaki edat.
tayin: belirlenen.

tayin edilmemiş, belirsiz, muayyen olan. herhangi bir, sıradan.

#186812
devamını gör...

bir sonraki göz muayenesinden sonra lens alarak yapay bir yöntemle de olsa gerçekleştireceğim mükemmel ötesi şey.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

uzun zamandır denizde bulunan ve artan, halk arasında deniz salyası olarak bilinen müsilajların yüzeye çıkmasıdır. müsilajlarların yoğunluğunu konuyla ilgili yapılan bir söyleşiden net bir şekilde anlayabilirsiniz:

"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."

söyleşi

1989’da ne oldu?

1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.

neydi o “sular”?

istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.

marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?

teknik olarak bu nasıl uygulandı?

ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.

bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?

1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
devamını gör...

yeryüzüne bıraktığım ağırlık çok büyük.
bir kurtulsam, bir dünya hafifler.
devamını gör...

bana tanısı konulan bozukluktur. dışarıdan bakınca eleştirip kötülemesi kolay ama bir de bizi dinleseniz?

narsist olmayı ben seçmedim, hayır, biz seçmedik. doğduğumdan beri ne yaparsam yapayım,ne kadar çabalarsam çabalayayım asla beni takdir etmeyen ebeveynlerim oldu. başarılarım daima yetersizdi. ne yapsam sürekli eleştirildim. bu bende yetersizlik ve boşluk duygusuna neden oldu. bunu, diğer insanları aşağı çekip kendimi yücelterek sağlıyorum. böylelikle daima hakkım olan takdiri,alkışı,övgüleri sonunda elde edebileceğimi düşünüyorum.
devamını gör...

yönetmen nacer khemir ait başrollerde parviz shahinkhou ve maryam hamid oynadığı

film, yaşlı bir derviş ile torununun çöldeki hikâyesini anlatıyor. bab'aziz, dervişlerin 30 yılda bir toplandığı yeri bulmak için torunu ile yola çıkar ve hikâye başlar.


yönetmenin "çöl üçlemesi" adını verdiği ilki "çöl gezginleri" ikincisi, "güvercinin gerdanlığı" üçüncüsü, ve en şahanesi ise "bab'aziz" dir. (büyük kapı anlamına gelen bu filmde, andre gide'in "dar kapı"sına herhangi bir atıf var mıdır bilmem? -ki atıf yaptığı bunca eser göz önünde bulundurulduğunda mutlaka olmalı fikrimce.- fakat gide'nin "aşk erdeme açılan en büyük kapıdır ve bu yolu bulabilen insan çok azdır." sözü; tunuslu çöl aşığı bir yönetmenin elinde ancak bu denli efsaneşebilirdi.)



film, muhyiddin ibn arabi, mevlana, feridüddin attar ve ibn hazm gibi sufi düşünürlerin fikirlerinden esinlenilmiş, eserlerinden birebir alıntılanmış birbirinden etkileyici şiirsel diyaloglardan oluşmuştur. kuzey afrika kültürüyle iç içe geçmiş sufizmi ve bu coğrafyadaki bizim bildiğimizin, bize dayatılanın çok ötesinde bambaşka bir islami kültürün en çarpıcı örneğidir fikrimce. zira bunu yönetmenin, "benim babamın dini böyle bir din değil, ben bu film ile babamın alnındaki lekeyi temizlemek istedim!" sözünden anlamak mümkün. filmdeki karakterlerle sembolize edilen değerler incelendiğinde ise yönetmene hayran olmamak mümkün değil.


müzikleri armand amar'a ait olan filmin en hayran olunası sahnesidir ise;

devamını gör...

bitki bile faydalı bir canlı iken bir insan nasıl bu kadar sığ olabilir hayret doğrusu. her nesneye tecavüz edebileceği düşüncesine din süsü veren bu tipler böyle de rahat açıklamalar yapabilir hale geldi. bu sığırlarla anladığı dilden konuşacaksın. bir de son yıllarda bunlara aşırı özgüven geldi .kimse bir şey demeyecek, yapmayacak zannediyorlar sanırım.
devamını gör...

“begen segenigi segevigiyogorugum.” nasıl aklımda kalmış nasıl öğrenmişim bu ne saçma bir dilmiş bilemedim.(swh)

a ayla b beyle bapbup
b beyle c ceyle capcup gibi saçma bir şey daha aklıma geldi ama o neydi hatırlamıyorum.
devamını gör...

(bkz: feridun abi daha erken ama)
devamını gör...

bu benimdir. ama kime sorsam sen geçirmişsindir diyorlar. geçirmedim anlamıyorlar.
devamını gör...

rica ediyorum allah'ım bana denk gelsin.
ruhumuz mıknatıs olsun lütfenn, sen oku ben okuyayım, gülelim, kitabı bitirdikten sonra onun hakkında konuşmak heycan verici. hissediyorum bulacağız birbirimizi. belki bir sahafta, belki kitap okurken bankta, seni bekliyorum...
devamını gör...

uludağ sözlükten 2 kat fazla tanım yapıldığını ama ekşi sözlükten daha düşük tanım yapıldığını öğrendik. acaba ekşiyi geçmek için kaç katına çıkarmak gerekir tanım sayısını.
devamını gör...

akıl ve ruh sağlığının yerinde olması. asıl efendi olmayan erkeğe neden aşık olunur?
devamını gör...

eğer 'geri zekalılık' değil de zaman kaybı gibi bir şey yazılmış olsaydı destek vereceğim bir etiket olurdu.

ben de oldukça saçma buluyorum bu tür programları ama izleyenlere geri zekalı damgası vurmak ne benim ne de başkalarının haddinedir.

ünlü düşünürün de dediği gibi herkesin hayatına kimse karışamaz.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

çıkış yılı 1983 olan barış manço şarkısıdır.

devamını gör...

işte abdürrezzak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
tadını hiç beğenmedim,gerek yok yani,o vitaminide alma ölmezsin*ancak yetiştirmesi diğer bitkilere göre daha farklı olduğu için cezbetti.
devamını gör...


istanbul’da yabancı yoğunluğunun en fazla olduğu ilçelerden esenyurt ve fatih’te yabancılara yeni ikametgah verilmeyecek. yasağın öğrencileri kapsamadığı belirtildi
kaynak

tabi öğrencileri kapsamaması çok ironik. emlak sektörünün asıl parayı öğrenciden kaldırması ile alakalı. pandemi girince araya aç köpeğe döndü hepsi.
devamını gör...

etkinlikten etkinliğe yetişemez oldum yahu.*
yaz yaz beni de yaz.*
edit: kullanıcı adım hicligindansi.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim