geceye bir şener şen repliği bırak
bana bak hurşit, çalmadan edemezsin sen, ben bilirim seni, söyle nereye sakladın paraları?
devamını gör...
kendi kendine konuşmak
gerçekten "kendine" mi yoksa "gelinine*" mi konuştuğu ayrımının yapılması gereken durumdur.
kendi kendine konuşmak, oldukça sağlıklı ve olması gereken bir beceridir. kendi sesiyle yada düşünceleriyle kendine rehberlik eder birey. yeri gelir, laf lafı açar. üst düzey düşünme becerisi sağlar. kendi kendine konuşana deli demezler, aklı fazla gelmiş derler.
"gelinine" konuşan, hatta bunu söylenme derecesine getiren insanlar bu konudan tenzihtir. bu bireylerde, iletişim becerilerinin eksik olduğu ve kendilerini doğru yollarla ifade edemedikleri için bu yola başvurdukları görülür. yüksek bir sesle ve kendi kendine konuşuyor gibi görünen insanlar henüz benmerkezci konuşma gelişimini tamamlayamadığı için sosyal konuşma becerisini kazanamazlar ve insan ilişkilerinde de bunun yansımalarını gösterirler; dikkat ederseniz kurdukları cümlelerde hep bir rahatsız edici tonlama ve kelime vardır. sorsanız kendi kendime konuşuyorum derler, ama aslında "ben konuşmayı bilmiyorum, beni sen anla" demek istiyor da olabilirler. her şey empatiye mi gidiyor? no, no, no... dünyanın kahrını çekecek kadar akıllı olmanın alemi yok.*
neyse konumuza dönelim. insanlar sosyal varlıklardır. ama hepimizin bu gürültülü kalabalık içinde yalnız hissettiğimiz zamanlar oluyor. kimse bizi anlamıyordur ve biz de en güvendiğimiz dostumuz olan "kendimiz" ile konuşmayı iletişim kurmak ve fikir alışverişi yapmak için telafi edici bir yöntem olarak kullanırız. sosyal yalnızlığımıza devadır; ama uzman tavsiyesi değildir. sosyalleşin efendim.
kendi kendine konuşmak aynı zamanda zekanın aktif kullanılması ile ilgilidir. sesli düşündüğümüzde, beyin belirli bölgelerini harekete geçirerek daha detaylı çalışır. farklı bir bakış açısı kazanmanızı ve daha önce farkedemediğimiz ayrıntıları görmemizi sağlar.
mümkünse sesli yapın bu konuşmayı. düşündüklerimiz gayrimeşru detaylardır. söze dökülen düşünceler meşrulaşır. beyin duyduğuna daha çok inanır. motivasyon aracı olarak kullanın mesela. "ben bunu yapabilirim" diye haykırın. "ben güzelim, ben güçlüyüm" iltifatlarınız eksik olmasın; 90 60 90 olmasam da dünyanın en güzel kadınıyım, kaslarım olmasa da dünyanın en güçlü erkeğiyim deyin kendinize. şımartın kendinizi; bunun için illa köpüklü banyoya gerek yok. kendinize yönelik olumlu algılar oluşturun ki ruh sağlığınız yerinde olsun. haberlerde artık beden algısı bozulmuş genç kızlarımızı görmeyelim, anorexia nedir hiç duymamış olalım. biraz cahil kalalım bu terimlere. keşke mi? olsun.
he bir de bilime katkıda bulunmayı da unutmayalım. diyorlar ki z kuşağı gelmiş, hoş gelmiş. eli belki boş gelmiş, ama bence beyni dolu gelmiş. gelişleriyle beraber "kendi kendine konuşmak" çağımızın hastalığı olsun mu? yok, o kadarını ben diyemem. en azından kelimelere dökemem, ama içimden diyebilirim. halüsinasyon olmayan, kulaklarımıza fısıldamayan, gerçekliğine tüm varlığımızla inanmadığımız kelimelerimiz olacaksa isterim ama, o zaman söz! patolojik olduysanız sizi sağdan alalım, üzgünüm elendiniz. diğerleri yola devam.
en büyük yatırımı kendinize, kendinizi severek yapmanız dileğiyle...
kendi kendine konuşmak, oldukça sağlıklı ve olması gereken bir beceridir. kendi sesiyle yada düşünceleriyle kendine rehberlik eder birey. yeri gelir, laf lafı açar. üst düzey düşünme becerisi sağlar. kendi kendine konuşana deli demezler, aklı fazla gelmiş derler.
"gelinine" konuşan, hatta bunu söylenme derecesine getiren insanlar bu konudan tenzihtir. bu bireylerde, iletişim becerilerinin eksik olduğu ve kendilerini doğru yollarla ifade edemedikleri için bu yola başvurdukları görülür. yüksek bir sesle ve kendi kendine konuşuyor gibi görünen insanlar henüz benmerkezci konuşma gelişimini tamamlayamadığı için sosyal konuşma becerisini kazanamazlar ve insan ilişkilerinde de bunun yansımalarını gösterirler; dikkat ederseniz kurdukları cümlelerde hep bir rahatsız edici tonlama ve kelime vardır. sorsanız kendi kendime konuşuyorum derler, ama aslında "ben konuşmayı bilmiyorum, beni sen anla" demek istiyor da olabilirler. her şey empatiye mi gidiyor? no, no, no... dünyanın kahrını çekecek kadar akıllı olmanın alemi yok.*
neyse konumuza dönelim. insanlar sosyal varlıklardır. ama hepimizin bu gürültülü kalabalık içinde yalnız hissettiğimiz zamanlar oluyor. kimse bizi anlamıyordur ve biz de en güvendiğimiz dostumuz olan "kendimiz" ile konuşmayı iletişim kurmak ve fikir alışverişi yapmak için telafi edici bir yöntem olarak kullanırız. sosyal yalnızlığımıza devadır; ama uzman tavsiyesi değildir. sosyalleşin efendim.
kendi kendine konuşmak aynı zamanda zekanın aktif kullanılması ile ilgilidir. sesli düşündüğümüzde, beyin belirli bölgelerini harekete geçirerek daha detaylı çalışır. farklı bir bakış açısı kazanmanızı ve daha önce farkedemediğimiz ayrıntıları görmemizi sağlar.
mümkünse sesli yapın bu konuşmayı. düşündüklerimiz gayrimeşru detaylardır. söze dökülen düşünceler meşrulaşır. beyin duyduğuna daha çok inanır. motivasyon aracı olarak kullanın mesela. "ben bunu yapabilirim" diye haykırın. "ben güzelim, ben güçlüyüm" iltifatlarınız eksik olmasın; 90 60 90 olmasam da dünyanın en güzel kadınıyım, kaslarım olmasa da dünyanın en güçlü erkeğiyim deyin kendinize. şımartın kendinizi; bunun için illa köpüklü banyoya gerek yok. kendinize yönelik olumlu algılar oluşturun ki ruh sağlığınız yerinde olsun. haberlerde artık beden algısı bozulmuş genç kızlarımızı görmeyelim, anorexia nedir hiç duymamış olalım. biraz cahil kalalım bu terimlere. keşke mi? olsun.
he bir de bilime katkıda bulunmayı da unutmayalım. diyorlar ki z kuşağı gelmiş, hoş gelmiş. eli belki boş gelmiş, ama bence beyni dolu gelmiş. gelişleriyle beraber "kendi kendine konuşmak" çağımızın hastalığı olsun mu? yok, o kadarını ben diyemem. en azından kelimelere dökemem, ama içimden diyebilirim. halüsinasyon olmayan, kulaklarımıza fısıldamayan, gerçekliğine tüm varlığımızla inanmadığımız kelimelerimiz olacaksa isterim ama, o zaman söz! patolojik olduysanız sizi sağdan alalım, üzgünüm elendiniz. diğerleri yola devam.
en büyük yatırımı kendinize, kendinizi severek yapmanız dileğiyle...
devamını gör...
kitap hediye notu
sırlarını teslim ediyormuş hissiyatı yaratan durum.
kolay kolay yapmadığım eylem. benim için çok özel biri olmalı ve okadar iyi tanımalıyım ki ne okuduğunu ne okuyacağını bilmeliyim. beyninin, ruhunun koridorlarında dolaşabilmeyilim.
bilmem anlata bildim mi? daha sonra tekrar deneyiniz
#1086723 hiç hatırlamıyorum böyle bir şey? yoksa yoksa bunu bana nasıl yaparsın nelannn!
kolay kolay yapmadığım eylem. benim için çok özel biri olmalı ve okadar iyi tanımalıyım ki ne okuduğunu ne okuyacağını bilmeliyim. beyninin, ruhunun koridorlarında dolaşabilmeyilim.
bilmem anlata bildim mi? daha sonra tekrar deneyiniz
#1086723 hiç hatırlamıyorum böyle bir şey? yoksa yoksa bunu bana nasıl yaparsın nelannn!
devamını gör...
ülkemizde saygı duyulan meslekler
türkiye'de meslekler yoktur, önemli veya önemsiz "adamlar" vardır.
-çetin altan
-çetin altan
devamını gör...
yeni bir şeye adım atmak
cesaret ister, risk almalısınız. ama yapmayı istediğiniz bir şeyse herkese ve her şeye rağmen sonu güzel olur. yeter ki o ilk adımı atın, sonra koşmaya başlayacaksınız.
devamını gör...
osteoporoz
6 aydır bu hastalıkla uğraşıyorum, kortizon kullanımına bağlı olarak ortaya çıktı psikolojimi mahvetti, bir kaç doktorla görüştüm kamburluk ve kemik erimesini tamamen düzeltemeyeceklerini söylediler, lütfen bunun şaka olduğunu beni tedavi etmenin bir yolunun olduğunu söyleyin mahvoldum dostlarım kurtarın beni... ayrıca boyum da kısaldı henüz çok gencim bunları yaşamak için.
devamını gör...
deutschland
rammstein'in klibi kisa film tadinda olan; tamam ya artik, daha iyisini yapamazlar dedikten sonra ubersonik, super otesi sekilde geri geldigi sarkisi.
dinlerken hem iliklerinize kadar almanligi hissettiriyor, hem de gecmislerindeki pislikleri dokuyor adamlar.
bosuna dememisler deutschland deutschland über allen diye, enver pasa'daki hayranligi cok daha iyi anliyorum bunlar sayesinde*.
muazzam ya, allah allah nidalariyla
dinlerken hem iliklerinize kadar almanligi hissettiriyor, hem de gecmislerindeki pislikleri dokuyor adamlar.
bosuna dememisler deutschland deutschland über allen diye, enver pasa'daki hayranligi cok daha iyi anliyorum bunlar sayesinde*.
muazzam ya, allah allah nidalariyla
devamını gör...
kedi insanı vs köpek insanı
- siz, isterseniz gün ağarıncaya dek karda, yağmurda kapınızı bekleyen, dövseniz de sövseniz de yaltaklanmaktan vazgeçmeyen karabaş'ı seviniz, ben tekir'i severim. -
nazım hikmet
nazım hikmet
devamını gör...
ilk kimin aklına geldiği merak edilen şeyler
"kim o" sorusuna, "ben" cevabı vermek. kimin aklına geldiğini en fazla merak ettiğim şey. o zeki adamla tanışmak isterdim.
devamını gör...
anadolu üniversitesi
ambalajı güzel ama tadı kötü çikolataya benzer.
eskiden belki iyi bir okuldu ama şuanki hali her türlü berbat. öğrenci kitlesiyle, hocalarıyla sıradan bir taşra üniversitesinden farkı yok. eskiden bugüne kalan tek güzel şey kampüsüdür sanırım.
eskiden belki iyi bir okuldu ama şuanki hali her türlü berbat. öğrenci kitlesiyle, hocalarıyla sıradan bir taşra üniversitesinden farkı yok. eskiden bugüne kalan tek güzel şey kampüsüdür sanırım.
devamını gör...
johannes brahms
dünyanın bilinen en eski lanetine, karşılıksız aşka kapılmış ve ömrü boyunca bir bıçak izi gibi bunu taşımış olan besteci. 20'li yaşlarında robert schumann ile tanışıyor brahms ve schumann brahms'ın yeteneği karşısında neredeyse büyüleniyor böylece aralarında bir dostluk başlıyor -ki schumann'ın yeni yollar makalesinde brahms'ı övmesi, brahms için tanınmanın kapılarını aralıyor- ve bu dostluk schumann akıl hastanesine yatana kadar ve sonrasında da devam ediyor fakat bu süreç brahms için büyük bir felaketin de başlangıcı oluyor. bu büyük felaket; robert schumann'ın eşi, piyano virtüözü clara josephine wieck veya bilinen ismiyle clara schumann. robert hastanedeyken ikilinin mesafeli dostluğu başlıyor ve brahms clara'ya robert'ın durumu hakkında bilgi vermek için aracı görevini üstleniyor. bu mektuplaşmalar sürerken brahms gittikçe clara'ya karşı bir hayranlık duymaya başlıyor ve bu hayranlık yavaş yavaş yerini filizlenmek üzere olan bir aşka bırakıyor fakat brahms bu durumu asla yansıtmadan aracı görevini robert schumann 1856 yılında ölene kadar devam ettiriyor.
daha sonrasında ikilinin dostluğu devam etse bile brahms hislerini söylemiyor ve kendisini eşinin eserlerini tanıtmaya adamış olan clara'ya ve clara'nın çocuklarına adıyor. hislerini belli etmeden uzun süre boyunca yalnızca dostluğu ile clara'ya eşlik etmeye devam ediyor. ikilinin arasına sık sık mesafeler girse bile mektuplaşmalar kesilmiyor hatta git gide samimi bir duruma geliyor konuşmaları fakat ne çare, clara yalnızca yakın bir dost olarak görüyor brahms'ı. son dönemlerinde yazılan mektuplar bir noktada kafa karıştırıcı olsa da ikilinin arasındaki ilişki hiçbir zaman karşılıklı bir aşka dönüşmüyor ve gençliğinin en güzel zamanlarından ölene kadar sevdiği ve asla bir karşılık bulamadığı -hatta belki de beklemediği- kadını 1896 yılında tamamen kaybediyor. zaten clara'nın ölümünden kısa süre sonra kendisi de ölümü eski bir dost gibi selamlıyor.
tchaikovsky ne kadar kendisini yeteneksiz olarak tanımlasada bence brahms'ın keman-piyano sonatlarında insanın ruhuna dokunan bir şeyler var. bütün bu yaşanmışlığın, haykırılamayan sevginin söylenmemiş sözleri ve gönderilmeden yakılmış mektupların çaresizliği insanın içine hiç gitmeyecek bir ağırlık gibi yerleşir, bu yüzden brahms'ın mektupları müziğidir, söylenmemiş cümleleri, katlandığı bu çaresizlik ve sevgisini içine gömüp her an o sevginin kaynağını izlemek zorunda olma laneti onun eserlerindeki çığlık gibidir. zaten bütün bu hikayenin altında yatanları bilmek bana yemişim tchaikovsky'i ben zaten antonín dvořák seviyorum dedirtmiştir.*
benim için brahms ve eserleri platonik aşkın tanımı gibidir çünkü bana kalırsa böyle bir sevmek çok nadir görülür. ne zaman herhangi bir şeyin imkansızlığı -benim durumumda sanıyorum bu imkansızlık birini sevmek olurdu- altında ezilsem ve bir cam gibi dağılıp gideceğimi hissetsem sığındığım ilk kapı brahms'ın sanatıdır bu yüzden. hiç tatmadan da brahms'dan öğrendiğim bir şey var ise; asla sizin olmayacak bir şeyi sevmek, hayatın; " her istediğine sahip olamazsın" deme şeklidir. dünyanın artık yalnızca kendi etrafında dönmediğini fark eder ve bir gülümsemenin önünde tüm varlığın ile diz çökersin ama uzanıp ona dokunamayacağını bilirsin, işte bu insanın parmaklarının ucunu yakan bir şeydir. hangimizde brahms'da bulunan bu bağlılık var bilinmez, hangimiz sevmenin ve sevilmenin böylesine denk geliriz o da muamma ama şu var ki ölmeyecek tüm tutkular sanat ile varlığını sürdürmeye ve içimizde bir şeyleri taze tutmaya devam eder. bundan dolayı nasırlaşmış her yanımızı törpüler sanat, giden yine bizdendir, bizim etimizdir ama en azından içimizdeki bir şeyleri korumaya belki yeter.
şair lisel mueller'in kaleminden brahms ve clara:
johannes brahms and
clara schumann
the modern biographers worry
“how far it went,” their tender friendship.
they wonder just what it means
when he writes he thinks of her constantly,
his guardian angel, beloved friend.
the modern biographers ask
the rude, irrelevant question
of our age, as if the event
of two bodies meshing together
establishes the degree of love,
forgetting how softly eros walked
in the nineteenth-century, how a hand
held overlong or a gaze anchored
in someone’s eyes could unseat a heart,
and nuances of address not known
in our egalitarian language
could make the redolent air
tremble and shimmer with the heat
of possibility. each time ı hear
the ıntermezzi, sad
and lavish in their tenderness,
ı imagine the two of them
sitting in a garden
among late-blooming roses
and dark cascades of leaves,
letting the landscape speak for them,
leaving us nothing to overhear.
ek olarak türkçe bir kaynak bulamadım ama mektuplaşmalar ve hikayenin atladığım detayları ile ilgilenen olursa diye buraya detaylı bir yazı bırakıyorum: www.brainpickings.org/2017/...
bunu da eklemezsem içimde kalırdı:
daha sonrasında ikilinin dostluğu devam etse bile brahms hislerini söylemiyor ve kendisini eşinin eserlerini tanıtmaya adamış olan clara'ya ve clara'nın çocuklarına adıyor. hislerini belli etmeden uzun süre boyunca yalnızca dostluğu ile clara'ya eşlik etmeye devam ediyor. ikilinin arasına sık sık mesafeler girse bile mektuplaşmalar kesilmiyor hatta git gide samimi bir duruma geliyor konuşmaları fakat ne çare, clara yalnızca yakın bir dost olarak görüyor brahms'ı. son dönemlerinde yazılan mektuplar bir noktada kafa karıştırıcı olsa da ikilinin arasındaki ilişki hiçbir zaman karşılıklı bir aşka dönüşmüyor ve gençliğinin en güzel zamanlarından ölene kadar sevdiği ve asla bir karşılık bulamadığı -hatta belki de beklemediği- kadını 1896 yılında tamamen kaybediyor. zaten clara'nın ölümünden kısa süre sonra kendisi de ölümü eski bir dost gibi selamlıyor.
tchaikovsky ne kadar kendisini yeteneksiz olarak tanımlasada bence brahms'ın keman-piyano sonatlarında insanın ruhuna dokunan bir şeyler var. bütün bu yaşanmışlığın, haykırılamayan sevginin söylenmemiş sözleri ve gönderilmeden yakılmış mektupların çaresizliği insanın içine hiç gitmeyecek bir ağırlık gibi yerleşir, bu yüzden brahms'ın mektupları müziğidir, söylenmemiş cümleleri, katlandığı bu çaresizlik ve sevgisini içine gömüp her an o sevginin kaynağını izlemek zorunda olma laneti onun eserlerindeki çığlık gibidir. zaten bütün bu hikayenin altında yatanları bilmek bana yemişim tchaikovsky'i ben zaten antonín dvořák seviyorum dedirtmiştir.*
benim için brahms ve eserleri platonik aşkın tanımı gibidir çünkü bana kalırsa böyle bir sevmek çok nadir görülür. ne zaman herhangi bir şeyin imkansızlığı -benim durumumda sanıyorum bu imkansızlık birini sevmek olurdu- altında ezilsem ve bir cam gibi dağılıp gideceğimi hissetsem sığındığım ilk kapı brahms'ın sanatıdır bu yüzden. hiç tatmadan da brahms'dan öğrendiğim bir şey var ise; asla sizin olmayacak bir şeyi sevmek, hayatın; " her istediğine sahip olamazsın" deme şeklidir. dünyanın artık yalnızca kendi etrafında dönmediğini fark eder ve bir gülümsemenin önünde tüm varlığın ile diz çökersin ama uzanıp ona dokunamayacağını bilirsin, işte bu insanın parmaklarının ucunu yakan bir şeydir. hangimizde brahms'da bulunan bu bağlılık var bilinmez, hangimiz sevmenin ve sevilmenin böylesine denk geliriz o da muamma ama şu var ki ölmeyecek tüm tutkular sanat ile varlığını sürdürmeye ve içimizde bir şeyleri taze tutmaya devam eder. bundan dolayı nasırlaşmış her yanımızı törpüler sanat, giden yine bizdendir, bizim etimizdir ama en azından içimizdeki bir şeyleri korumaya belki yeter.
şair lisel mueller'in kaleminden brahms ve clara:
johannes brahms and
clara schumann
the modern biographers worry
“how far it went,” their tender friendship.
they wonder just what it means
when he writes he thinks of her constantly,
his guardian angel, beloved friend.
the modern biographers ask
the rude, irrelevant question
of our age, as if the event
of two bodies meshing together
establishes the degree of love,
forgetting how softly eros walked
in the nineteenth-century, how a hand
held overlong or a gaze anchored
in someone’s eyes could unseat a heart,
and nuances of address not known
in our egalitarian language
could make the redolent air
tremble and shimmer with the heat
of possibility. each time ı hear
the ıntermezzi, sad
and lavish in their tenderness,
ı imagine the two of them
sitting in a garden
among late-blooming roses
and dark cascades of leaves,
letting the landscape speak for them,
leaving us nothing to overhear.
ek olarak türkçe bir kaynak bulamadım ama mektuplaşmalar ve hikayenin atladığım detayları ile ilgilenen olursa diye buraya detaylı bir yazı bırakıyorum: www.brainpickings.org/2017/...
bunu da eklemezsem içimde kalırdı:
devamını gör...
içtiği alkol fotoğrafını marifetmiş gibi paylaşan insan tipi
neyse ki sosyal medya kullanmıyorum ve bu saçmalıklardan uzağım,mutluyum.
devamını gör...
tuvalette hayatı sorgulamak
mesele tuvalet değil kendinle baş başa kaldığın andır. tuvalet bu duruma müsait yerlerden biridir.
devamını gör...
yüzüklerin efendisi'nde geçen efsane sözler
moria madenlerinde dar bir köprü geçidinde balrog'un karşısına dikilen gandalf'ın, balrog'u köprüden aşağıya itelediği esnada fark edemediği kırbaç darbesi neticesinde zor bela düşmemek için tutunurken, kardeşliğin diğer üyelerine; kaçsanıza ahmaklar şeklinde tercüme edilerek ettiği sitemdir.
şimdi iki tarafta haklı aslında.
birincisi, koskoca maia, köprüden sallanacak da, kas kuvveti yetmeyip bırakacak kendini. yoek yea... yok mu kardeşim senin sağlam bir spellin, bir üfürüğün. hayır, kardeşlik de bitse de gitsek diye bekliyor adamı, ne bilsinler kesilmiş kurban danası gibi sallanacağını gandalf'ın...
gandalf tarafından baksak; maia falan ama karşısındaki de dandirik bir goblin değil, o da kötü yollu maia. bahanesi var, savaştık, cebelleştik, dikkatim dağıldı, kayıverdim, hem ölüp ölmediğinden emin olmam lazımdı, o yüzden peşinden gitmek için düşer gibi yaptım falan anlatır. haklı adam siteminde; herif kendini feda ediyor, 3 hobbitli grup oturmuş müsabaka seyrediyor. hayret bir şey.
neyse, bunlar hep film versiyonunda olan anomalilikler; fazla şeyetmemek lazım.
o yüzden kitapları okumakta her daim fantastik edebiyat adına fayda var. zira tolkien amca her şeyi usulüne erkanına uygun bir biçimde açıklamış.
şimdi iki tarafta haklı aslında.
birincisi, koskoca maia, köprüden sallanacak da, kas kuvveti yetmeyip bırakacak kendini. yoek yea... yok mu kardeşim senin sağlam bir spellin, bir üfürüğün. hayır, kardeşlik de bitse de gitsek diye bekliyor adamı, ne bilsinler kesilmiş kurban danası gibi sallanacağını gandalf'ın...
gandalf tarafından baksak; maia falan ama karşısındaki de dandirik bir goblin değil, o da kötü yollu maia. bahanesi var, savaştık, cebelleştik, dikkatim dağıldı, kayıverdim, hem ölüp ölmediğinden emin olmam lazımdı, o yüzden peşinden gitmek için düşer gibi yaptım falan anlatır. haklı adam siteminde; herif kendini feda ediyor, 3 hobbitli grup oturmuş müsabaka seyrediyor. hayret bir şey.
neyse, bunlar hep film versiyonunda olan anomalilikler; fazla şeyetmemek lazım.
o yüzden kitapları okumakta her daim fantastik edebiyat adına fayda var. zira tolkien amca her şeyi usulüne erkanına uygun bir biçimde açıklamış.
devamını gör...
günaydın sözlük
günaydın sözlük! bengaripsengüzeldünyaumutlu'daki garip benim şu an. akşam vay programa bak, vay şarkıya bak, vay yazardaki sese bak deyip hancıııı bira getir nidaları atarkene bugün böyle bön bön bakacak desenli halı ararsın kaymak!(bkz: swh) gene olsa gene yaparım bee de bunu öğleden sonra konuşalım.(bkz: sısısısı)
devamını gör...
lise aşkıyla evlenmek
endüstri meslek lisesi mezunuyum , yokluk nedir bilirim.
devamını gör...
13 mayıs 2021 normal sözlük bayramlaşması
mutlu bayramlar köftehorlar.
devamını gör...