bir kere yanlış trene bindiyseniz ; koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur.

(bkz: nietzsche)
devamını gör...

başkalarının işine burnunu sokan insanlara karşı olan tahammülsüzlük.
devamını gör...

para ya da çıkar karşılığı yapılmadığı sürece hiç bir ayıbı sakıncası olmayan durumdur.
devamını gör...

asla uygulayamayacağım durum. telefonumu evde unuttuğumda yarı yolda farketmişsem döner alırım mutlaka. çalan her telofana bakarım. gelen her mesaja geri dönerim. eğer bir gün telefonumdan arayıp bana ulaşamamışlarsa kesin başıma bir şey gelmiştir. tuvalet hariç oda değiştirirken bile yanıma alırım.
devamını gör...

okumadığım bir sürü kitap var izlemediğim bir sürü film var.
öğrenince şaşıracağım şaşırınca seveceğim kıymetli bilgiler deneyimler var.
ailem var karşılık beklemeden seven hep sevecek olan ailem var.
dediğim başlıktır.
devamını gör...

hititlilerin en özel ağaçlarından olmuş. kralları ölünce anıt mezarının başına ardıç ağacı dikmişler. her zaman yeşil kalan ardıcın manevi güçleri olduğuna inanılırmış. aynı adet, osmanlı döneminde efe mezarları için de uygulanırmış. ölen efenin mezarı başına dikilirmiş.
devamını gör...

muayyer.
hasar kaydı yok.
keyfekeder boyalı.
hatasız,dosta gider.
devamını gör...

çok anlamlıydı, emeğinize sağlık. kadınların şiddet görmediği, tecavüze uğramadığı ve öldürülmediği bir dünyada yaşamayı isterdik hepimiz. hatta bazılarımız bunları yaşamamayı isterdik.
devamını gör...

america.. where the dreams come true.. size, orada 2 sene yaşamış biri olarak dilim döndüğünce anlatmak istedim. 2 senede 12 eyalet gördüm. hayatımı sürdürdüğüm ve işimin olduğu yer yani hometownım minnesotaydı. amerika kafasında olan yazarcıklara; koşulların nasıl olduğunu, yaşamın nasıl olduğunu, karşılaşabileceğiniz zorlukları dilim döndüğünce anlatacağım.

öncelikle amerikaya work and travel gibi bir programla gittiyseniz, 3 4 aylık kısa bir zamanda aslında gözden kaçırdıklarınızı da anlatıcam. 2010da wat ile gittim. sonrasında 2014 yılında artık trde dakika duramam diye atlayıp gittim fakat 2016 ya kadar dayanabildim. manyak mısın döndün diyenlere ithafen herkesin yaşam tarzının, hayattan beklentilerinin farklı olduğunu baştan belirtmek isterim.

2014 ocakta başladı uzun yolculuğum. zaten öncesinde de gittiğimden vize işlemlerinde falan fazla zorluk yaşamadım. 1 senelik internship programıyla gittim. fakat 1 sene daha uzattım sonradan. iş yerindeki başarılarımdan dolayı, işyerimden konsolosluğa yazı falan yazıldı. bu elemanın vizesini uzatın ihtiyacımız var minvalinde. işimin ne olduğunu söylemek istemiyorum. zira fazla da afiş olmak istemem.

amerikada çalışmak için öncelikle yapacağınız şey, çalışma vizesi almak. ama internship acentaları hallediyor onu onda bir şey yok. size düşen kısım orada social security number almak. her eyaletin her şehrinde muhakkak bir ssn office var. oralardan halledebiliyorsunuz. ben 2010da hallettiğim için 2014de tekrardan almama gerek kalmadı. fakat bazen uzun süren bir süreç olabiliyor bu. amerikada bütün bürokratik olaylar çok yavaş. devlete konsolosluğa falan bir işiniz düşerse eğer türkiyede aynı gün içinde halledilebilen olaylar orada 2 3 ayı bulabiliyor. nadiren çok hızlı oluyor. mesela ehliyetimi kısa sürede almıştım. neyse.. ssn’yi aldınız artık sigortalı bir çalışansınız. kapitalizmi damarlarınızda hissetmeye başlayacağınız an tam da bu an.

tam anlamıyla saat olarak ne kadar çalışırsanız o kadar alıyorsunuz. kendi işiniz olmadıktan sonra işçi olarak her eyalette bu şekilde. ne eksik ne fazla. fazla saat çalışırsanız mesai ücreti alıyorsunuz değişiklik gösterse de benim çalıştığım yerde ekstra saate, saatlik ücretinin iki katını veriyorlardı. çalışma koşulları zor, mobbing fazla. en ufak hatada kafası kesilenleri gördü bu gözler. ben bu konuda şanslıydım. şeytan tüyümden midir nedir bilmiyorum ama müdürlerimle aram hep iyiydi. hatta gittikten 1 sene sonra orta sınıf yöneticiliğe bile terfi ettirildim çalıştığım şirkette. ama herkes o kadar şanslı olmuyor. hayallerle gelip hayallerle dönenler de oluyor.

insanlar çalışma ortamında tam anlamıyla bireysel. yani mesela bir gün bir çalışan işe gelmemişti. 2. günde gelmedi. 3. gün oldu kimse sormuyor adamı. öldü mü kaldı mı kimse aramıyor etmiyor. gelirse parasını alır, gelmezse gebersin gitsin minvalinde herkes. türkiyede olsa işe 1 saat geç kalsan arar haber verirsin. orada öyle bir şey yok. kimsenin de taktığı yok zaten. iş hayatının sosyal ortamları çalıştığım her yerde bu şekildeydi.

dışarı çıktığınızda ise bambaşka bir dünya var. boyut değiştirmiş gibi hissettiriyor. yolda tanımadıklarınız ‘i like your shirt, i like your shoe’ şeklinde laf atıp duruyor. başlarda bana mı yürüyorlar diye düşünsem de amaçları o değil. işte gerilen insanlar dışarda sadece stres atıyor. yani tabi ki böyle yaklaşılan bir türk yiğidi affetmiyor. beğendiklerini eleme yöntemiyle muhabbeti ilerletiyor. ilişkiler de garip ama. geceyi beraber geçirdiniz. her şey çok güzel en iyisi sizsiniz o gece. ama yarın olunca değişik şekilde buz dağları oluşuyor. sanki hiç tanışmamışsınız gibi tavırlar sergileniyor. insanların genelinin beyni sulanmış gibi. iyilikleri, düşünceleri iyi olsa da mesela senden bir sigara isteyip karşılığında 1 dolar veren insanlar var. otlakçılığın dimağı olan trde işlemez ki bu. almıyordum. almadım diye duygusallaşıp ağlayan bile gördü bu gözler. yani az insan olsunlar. az insanlık da öğretmedim.

to be continued
devamını gör...

diğer sözlüklerde fuckbuddy aranıyor başlıkları olurken burada sevgili aranıyor başlığı... işte feraset, işte fazilet, işte adam gibi adamlık

edit: başlık başa kalmış.
devamını gör...

bunun için pek zeka gerekmez. duyguların ve analizlerin ehemmiyeti vardır. anlayışlı olunmalı. ayrıca da önemli bir faktörde edinilmiş tecrübelerdir.
devamını gör...

izlerken heyecanlandığım ve insan ırkı ile gurur duyduğum iniştir. evren ile ilgili pek çok bilgi elde etmemizi sağlayacak perseverance'ın güneş panellerine sağlık, umarım yıllar sonra uzayda koloni kuran insanlar seni bulurlar ve mars müzesine yerleştirirler.
devamını gör...

osmanlı'nın son dönemlerinde ortaya çıkan, arapça'da kuraklık ve kıtlık anlamına gelen kht harflerinin birleşimi ve adam anlamındaki recul kelimesinden türeyen bir kelime kaht-ı rical ya da kaht-ı recul. osmanlı'nın son dönemlerindeki liyakatsizlik ve devletteki mevki sahibi insanların işlerini yapmaması sonucu kullanılan bu kavram osmanlı devleti'nin sona erme nedenlerini araştırırken vurgu yapabileceğimiz bir kavramdır.şöyle ki ıı. abdulhamid’in kızı, babasının hatıratlarını anlatan kitabında babasının; “bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir.” dediğini aktarmıştır. osmanlı'nın varisi olan güzel ülkemizde de bu sıkıntı her dönemde yaşanmakta olup dönem dönem ülkeyi kaosa sürüklemiştir.devlet, bir lider etrafında toplanan işini layığıyla yapan bakanlar, vekiller, hukukçular, bürokratlar, diğer kamu personelleri aracılığıyla kendisini çok daha güçlü kılabilir. bu sebeptendir ki "kaht-ı rical" kelimesi aslında bir beka sorunudur ve devlet için önem arz etmektedir.
devamını gör...

i)
aynadaki ben değildim. bu yüz bana ait değildi. hayır, canım insan kendini tanımaz mı hiç? ben değildim işte. ben olsam bir parça gülümseme olurdu gözlerde yakalayabildiğim. ya da hüzün. bu kadının duyguları yoktu. sanki biometrik fotoğraf çekilirken hazır olmadığı bir anda patlayan flaşa şaşırmış bir büyüme var gözlerinde, o kadar. gerçi şaşkınlık da bir duygudur ya bu, o da değildi. düpedüz ruhsuz bir insan işte.
...
beni mi anlatmamı istiyorsunuz? aynaya bakmadığım zamanlarda gördüğüm kişiyi? hımm, bakalım ben nasıl görünüyordum?öncelikle sahte şeyleri pek sevmiyorum. şaşalı davranışlar, yüksek sesle konuşmak falan pek tarzım değil. çünkü bilirim ki kendini dinletmek için sesini yükseltenler genelde dinlenmediklerinin farkındadırlar.
dikkat çekme çabam da pek yok. pek yok diyorum işte, herkes kadar benim de birilerinin ilgilisini çekmek istediğim zamanlar olmuyor değil. mesela henüz küçük bir kızken kapkara gözlü, kıvırcık siyah saçlı, yakışıklı bir arkadaşım vardı. etrafında dolanmak yerine gider, grubun ortasında sohbet etmeye başlardım. orada olurdum, onun yanında ama direkt o olmazdı muhatabım. herkesle eşit konuşur, eş zamanlı kahkahalar atardık. tam olarak emin olamazdı ama gülümserken ona baktığımda bir ilgi pırıltısı yansırdı gözlerimden. işte bu kadar. zamanla baktım ki ben onun olduğu yerlere gitmediğim anlarda, o benim yanıbaşımda belirivermiş. sonra bir gün ayağımı incittim. o elimden tuttu, eve kadar bıraktı. sonra hep elimi tuttu.
...
aslında tam olarak ne anlatmam gerektiğini pek anlayamadım? ilk kendimi ne zaman kendime yabancı hissettim?
bunu çok iyi hatırlıyorum. soğuk bir kış günüydü. 19 yaşımdayım. gülüşlerim kayboldu birden benim. herkesle bıcır bıcır konuşan, kahkahaları eksik olmayan ben zamanla içime kapanmıştım. her gece kabuslar görüyor ancak gün aydınlandığında uyuyabiliyordum. neyse o soğuk kış günü dışarıya çıktım. telefonum da bozulmuştu. bir yerden annemi aradım. sesini duydum, gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "artık dayanamıyorum. nefes de alamıyorum. her gece başka bir karabasan. artık burada kalmak istemiyorum." dedim. benim güvenli alanım, annemin kollarıydı. mümkün olsa doğmadan önceki o karna girmeyi bile isteyecek kadar kendimi hayattan kopuk hissediyordum. eve gittim, biraz zaman geçince yeniden gücümü topladım. geri döndüm. o zamanlar farkında değildim, her şey yoluna girmiş gibi geliyordu. okula gittim, tatillere gittim, okulu bitirdim, başka bir şehirde işe başladım. aradan geçen beş yıl. beş yıl boyunca hissettiklerimin üzerini bir avuç toprakla kapatmıştım. aynı karabasanlar yeni bir şehirle tekrar rüyalarımdaydı. uyuyamıyordum. bu kez eşyalarımı toplayıp eve de gidemiyordum. çünkü artık bir yetişkindim. annemin yanında olmam lazım deyip işten izin alamazdım ya.
gündüzleri yaşıyor, geceleri atlatmaya çalışıyordum. sonra bir gün fark ettim ki bunun tek bir nedeni vardı. daha doğrusu bunu bana hissettiren bir kişiydi. yıllar boyunca beni baskılamış, ruhumu eksiltmişti. ve ben buna izin vermiştim. aslında suçlu o bile değildi, bendim. kendi korkularım, hayatımın bana direttikleri idi. ve ben artık o insan olmayacaktım.
yürüdüm. ayaklarıma kapandı, çelmeler taktı, tehditler savurdu. yürümeye devam ettim.

sonra mı? zaman geçtikçe, yıllar geçtikçe aynada tekrar kendi yansımamı görmeye başladım. gözlerimde o tanıdık ışıltı vardı yeniden. hüzne bulanmış bir neşe. ama ben buydum. ve kendimi orada gördüğüm an fark ettim ki yeniden ben olmuştum.
devamını gör...

epifiz bezi olarak da bilinen pineal bez melatonin salgılayarak vucüdun biyolojik ritmini düzenleyen beynin derinliklerinde yer alan vucüdun en küçük organıdır.
devamını gör...

la vita e bella (hayat güzeldir).
baba olmanın ne demek olduğunu en iyi anlatan film.
devamını gör...

çin'de geliştirilen ve güneşin gökyüzündeki yüksekliğini hesaplayarak, bir eve girecek güneş ışığı miktarını ayarlayan camlara sahip olan pencere. güneşin yüksekliğini hesaba katmayan akıllı pencereler zaten vardı ancak bu kez bu sorun da aşıldı.

pencere camları vanadyum dioksit ve tungstenden yapılıyor. belirli bir sıcaklık değerinin altında ve üstünde farklı davranış sergiliyor bu maddelerin bileşimi. bu nedenle dışarıdaki sıcaklığa göre kendisini ayarlıyor. ayrıca camın üzerine yerleştirilen bir yatay kafes de, güneşin yüksekliğine bağlı olarak ışığı az ya da çok olacak şekilde geçirdiğinden, ortam sıcaklığı ve aydınlığı kendiliğinden ayarlanmış oluyor.
devamını gör...

gün geçmiyor ki sevdiğim bir yazar yayın yapmasın! sesinin zippodan çıkan çın sesi kadar cool olduğunu düşündüğüm yazarımızın ve dostunun gerçekleştirdiği programı sabırsızlıkla bekliyorum. uzun zaman sonra radyoda canlı program takip etmeye başladım, emeği geçen herkesin eline sağlık.(bkz: swh)
devamını gör...

fransa'da gazetenin yayginlastigi 19. yuzyilin ikinci yarisinda iki farkli gazetecilik anlayisi ortaya cikmisti: bir entelektuel gazete, bir de bilgilendirici gazete. bilgilendirici gazete, bilgileri olabildigince objektif, kendi yorumunu eklemeden, sadece halki bilgilendirmek icin vardir. entelektuel gazetenin ne kadar objektif oldugu tartisilir. cunku entelektuel gazetenin kendi bir ideolojisi vardir. bu tip gazetede yazanlar, makale yazar gibi haber yazar. kendi makalelerinde haberi kendi bakis acilarina gore yorumlarlar. bu gazete sadece bilgi vermek icin degil, ayni zamanda gazeteci kendi fikrini paylasabilsin diye vardir.

peki bugun ki gazeteler nedir? cogunlugu entelektuel midir, yoksa bilgilendirici mi? bugunku gazeteler tuvalet kagididir. dunyanin neresine giderseniz gidin. gunumuzde gazeteler, entelektuel icerikten yoksunlar. gazetecinin bir fikri, bir argumani yok. ama bu gazeteler objektif de degil. hatta ve hatta, bu gazeteler, eskiden entelektuel gazete denen gazete kadar bile objektif degil. cunku gunumuzde gazetelerin bir ideolojisi yok ama onun yerine tuttuklari bir parti var. gazete gercegi kendi tuttugu partinin lehine degistiriyor. bu gazetecilik degil, partizanliktir, yalanciliktir.
devamını gör...

cumhurbaşkanına sövmenin yanlış oldugunu söyleyip başka bir cumhurbaşkanına sövmeyi ancak bunun gibi bir çocuk yapabilir zaten. gerçekten bu çocukta sorun olduğunu düşünmüyorum. kim bilir hangi ortamda kimlerle yetişti, beyni ne tür yalan yanlış bilgilerle doldurulurdu da şu an aslını kabul etmek istemiyor. yazık yani şu çocuğa yapılana. şimdi gel de kutuplaşmıyoruz de. gerçekten kundaktaki çocuğumuza kadar kutuplaşıyoruz. 7 sinden 77 mize kadar kutuplaşıyoruz. üstelik vefasızlık ve ortak değere saygısızlık çevresinde yapılıyor bu. üzgünüm.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim