'bıktım artık bu memlekette uyanmak istemiyorum.' ile katıldığım akım.

telefonum kendi memleketine dönmek istiyor galiba. hiç kusura bakma canım daha yolun başındayız.
devamını gör...

#759599 realist bakış açısından dolayı tebrik etmekle birlikte evet güzel, hoş bir ortam var. birçok yazarı severek takip ediyorum ve gördüğümde artık tanıdık görmüşüm gibi oluyor. ama aile bana da biraz abartı geldi.
devamını gör...

evetttttt canım sözlük yazar arkadaşlarım, bugün uzun bir aradan sonra çok mutluyum.. bugün bir kardeşimin olacağını öğrendik.. 21 yıl sonra evimize bir bebek geliyorr heyyy.*
devamını gör...

benim için joan jett ile beraber rock müziğinin tanrıçasıdır. kendisi aynı zamanda 90'larda nick cave ile beraber olmuş, henry lee gibi kült bir parçayı müzik dünyasına kazandırmışlardır. her ne kadar ikisi beraber voltran oluştursa da, ilişkileri uzun sürmemiş ve ayrılmışlardır. kendisinin eşsiz sesinin yanına bir de bestekarlık üzerine olan eşsiz yeteneği de eklenince şahsına münhasır ve çok yetenekli bir sanatçı çıkıyor ortaya. sırf to bring you my love albümü bile onun ne denli eşsiz bir deli(!) olduğunu gösteriyor.
devamını gör...

kendini gelistirmede sarfettigi cabasi bence. bir kisinin kisisel gelisimi icin ugrasip didinmesi, kendisine olan saygisinin en buyuk gostergesidir. hicbir ugrasa luzum gormeden yasamayi tercih etmek yerine, tasin altina elini koyuyorsa, bence kendisini onemsiyordur, seviyordur. cevresinden de ayni etkiyi gordugunden eminim...
devamını gör...

(bkz: lucifer morningstar)

şeytan bir şekilde çözer..
devamını gör...

garip huyları yazarlarımız
huyları yazarlarımız garip
yazarlarımız garip huyları
huyları garip yazarlarımız

(necip fazıl abasıyanık)

ed: başlık düzeltilmiş. es. bşlk (huyları garip yazarlarımız)
devamını gör...

park yeri aradığı için değil. öngörüsüz olduğu için sınava geç kalmış beyefendi. sınav yerine gitmek için çok değil 15-20 dakika erken çıksa bu duruma düşmeyecekti oysa.
devamını gör...

bostancı / eski tren istasyon / kafe / çok fazla eski / baharmış

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

duygular cümlesiz
yar ikrarsız sözler manasız
gönül aşk ile bir ummana
dalıp gider zamansız.



00.00
devamını gör...

bordo kalp+mavi kalp= trabzonspor.
devamını gör...

oyunculuk serüvenine “ben bu aşka olan inancımı kaybettim ela” repliğiyle giriş yapmış, tam adı ahmet kutsi karadoğan olan türk oyuncu ve şarkıcıdır.
devamını gör...

katalan yönetmen ısabel coixet‘in penelope fitzgerald‘ın kitabından uyarlanan 2017 yapımı bir film. tiyatral bir havada geçen filmde emily mortimer‘ın performansı ile diğer oyunculardan bir adım öne çıkıyor.
filmin konusuna gelecek olursak:
cesur olmak, sevmek, iyimserlik ve mücadele ile ilişkilendirebiliriz. hardborough kasabasında yalnız bir kadının kitapçısında kasabaya ve onların fikirlerine verdiği mücadeleyi kitap dükkanında geçen bir hayal dünyası şeklinde aktarıyor . kadının oldukça gizemli bir adam ile gerçekleştirdiği mektuplaşmalar ve görüşmeler filmin ana temasını oluşturmaktadır. filmde özellikle kullanılan pastel renkler filme başka bir boyut kazandırmıştır. ve kullanılan bazı eşyalar fazla imgesellik katmak açısından saçma bir şekilde izleyenin gözüne sokulmaya çalışılmıştır. kapının önünde duran çiçekli kabin ya da mektup sahnelerinde sürekli arkada duran vazo gibi. oyunculuklardan ise bazıları gerçekten çok amatörce ve ruhsuz durmaktadır. müzikler ise belki emily mortimer'den sonra en güzel şey filmin içersinde olan ispanyol gazeteleri tarafından çok poh pohlanmasına rağmen çok sıradan durağan yayvan bir film olmanın ötesine geçememiştir.


şahsi fikrimce film biraz yavaş tempoda ilerliyor ve bu izleyeni çok yoruyor.
devamını gör...

bazen içinden çıkamadığım durumlar karşısında başvurduğum kelimedir.

-ha tamam! bu bir paradoks. sekter et o zaman.

(bkz: aşk meşk işleri)
devamını gör...

zamanımızda genellikle ''doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması'' darb-ı meselinin gerçekleşmesine şahit olmaktır. halbuki dışlanmak, ilkesizlerin, ahlâksızların ve zâlimlerin kaderi olmalıdır.
devamını gör...

üç saatlik uğraşlarının ardından istedikleri noktaya ulaşmışlardı. artık denizin dibindeydiler ve amaçlarına ulaşmalarına sadece bir denizaltı darbesi gerekiyordu. bu sefer başaracaklardı. her seferinde deneyip de başaramamalarına rağmen yine gelmişlerdi aynı noktaya. bu kez kendilerinden daha çok eminlerdi.

atlas, başkanı olduğu komutasına seslendi:
— tüm hazırlıklar tamam mı?
— evet efendim, tüm kontroller tamam. çarpışa son 5 saniye:
5... 4... 3... 2... 1...

ilk önce çağırıldığını anlamayıp, yarattığı dünyasıyla ilgilenen atlas, sonra annesinin onu çağırdığını fark edip odasından usulca uzaklaşarak annesine doğru ilerledi. annesi ona bakarak şöyle dedi:
— oğlum, yine mi kendi kendine konuşuyorsun?
atlas ayak uçlarına bakıyordu. cevap vermedi.
— neden cevap vermiyorsun? konuştuklarının hepsini duyuyorum. bunlardan vazgeçip gerçek dünyayla ilgilensen ne olur sanki? artık büyüdün. eski küçük atlas yok artık, atlas büyüdü; 15 yaşına bastı.
atlas, kafasını kaldırıp annesine baktı ve dedi ki:
— anne, bütün bunlar benim suçum değil. ben kendimi çocuk olarak görmüyorum ama gerçek dünyayla iç içe olmayı da sevmiyorum. benim yarattığım dünyam, bütün dünyalardan daha iyi. en azından bütün gidişatlara kendim karar verebiliyorum. benim dünyamda kimsenin babası çocuğunu terk etmezdi, yalnız kalınmazdı, babalar ölmezdi... en önemlisi ise "imkânsız" diye bir şey yoktu.
bunları söylerken gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu. annesi, oğlunun bu sözleri karşısında çok üzüldü ve her zamanki gibi suçluluk duygusu hissetti.

atlas, içine kapanık bir çocuktu. kimseyle konuşmazdı, hep yalnızdı. tek bir arkadaşı bile yoktu. gerektiğinde konuşuyor, sadece soru sorulduğunda cevap veriyordu. oysa kimsenin bilmediği iç dünyasıyla her zaman konuşuyordu. annesi onun kendisiyle konuştuğunu sansa da, o kendi uçsuz bucaksız dünyasındakilerle sohbet ederdi. bazen kendini uzayda kahve içerken, bazen de küçük insanlarla sohbet ederken bulurdu. onu en çok eğlendiren ise hiç şüphesiz denizaltı yolculuklarıydı.

atlas, denizin dibinin ardında bir dünya olduğuna inanıyordu. denizlere olan ilgisi ve düşkünlüğü, bir annenin evladına olan sevgisine benzerdi. çünkü o çok seviyordu maviyi, dalgaları ve tek huzur bulduğu yeri... çok seviyordu.

bazen öylece dalıp giderdi uzaklara. denizleri düşünürdü. deniz aslında renksizdi ve gökyüzünün yansımasıyla mavi olurdu. aslında tüm güzellik gökteydi ve eğer gök güzelse yer de güzeldi.
tıpkı insan gibi... eğer bir insanın davranışları ve karakteri güzelse bu içlerine yansırdı.
atlas, bunların bir hayal olduğunu biliyordu. lakin o hayalin, onu bir türlü denizin dibinde saklı olan olağanüstü yerlere götüremediğini düşünüyordu. ancak gözleriyle gördüğünde oraya ait hissedecekti kendini.

annesi bu durumdan tedirgindi. oğluna bakarak:
— oğlum, sen niye diğer çocuklar gibi değilsin?
atlas, bir türlü “diğer çocuklar gibi olmak” ne demek, anlayamıyordu.
annesi acaba bu sözleri söylerken bu soruyu kendine de yöneltiyor muydu?
“ben diğer anneler gibi miyim?”

atlas, koşarak odasına ilerledi. sulu gözlerle düşüncelere daldı:
“ben acaba çok mu anormalim? yoksa diğer insanlar mı tuhaf?”
evet, içine kapanık biriydi ve bu durum onu diğer insanlara göre tuhaf mı kılıyordu? hayır. bence sebep bu değildi. bence sebep, annemin beni iç dünyamla yalnız bırakmasındaki tedirginliğiydi. belki de nedeni, her zaman yalnız olmasıydı...

bunları düşünürken aklına sınıfından biri geldi. öğretmen sınıfa “çocukluk deyince aklınıza ne geliyor?” diye sormuştu. bir çocuk şöyle demişti:
— hocam, çocukluk deyince aklıma babamla top oynamalarımız geliyor.
“baba ve oğul” ilişkisi, atlas için yabancı bir histi. çünkü babası uzun yıllar önce vefat etmişti. annesinden öğrendiğine göre babası trafik kazasında hayatını kaybetmişti. ve annesi onun bütün ihtiyaçlarına yetişemiyordu.

evet, annesi çalışıp eve para getiriyor olabilirdi ama her şey para değildi ki... atlas birçok şeyi okulda öğrenmişti.
eğer okula gitmeseydi bütün bunları nereden öğrenecekti?
insanın ilk öğretmeni anne ve babası değil miydi?
annesi hep “sen diğer çocuklar gibi değilsin” derdi. ama kendisinin neden diğer anneler gibi olmadığını hiç sorgulamazdı.
kısa bir süre daha düşündükten sonra gözyaşlarını silip yarısında bıraktığı kitabını eline aldı. okumaya başladı.
en sevdiği şeylerden biri de buydu: kitap okumak.
kitap okurken başka dünyalara dalmak ve hayaller kurmak çok güzeldi. kitaplar onun tercümanıydı sanki...

annesi, bu durumdan tedirgindi. oğlu büyümüştü. çocukça konuşmalarını bir kenara bırakıp büyüdüğünü fark etmeliydi. annesinin tedirginliği günden güne artıyordu. kısa bir süre düşündükten sonra uzun zamandır yapmayı planladığı şeyi yaptı. bilgisayarın başına geçti ve kendini internette psikolog araştırırken buldu.

oğlunun psikolojisinin bozulduğuna inanıyordu. küçük bir araştırmadan sonra istanbul'un en iyi psikologlarından biri olan nehir özaslan’ın telefon numarasına ulaştı ve aradı:

— alo, nehir özaslan’la mı görüşüyorum?
— evet efendim, nasıl yardımcı olabilirim?
— ben oğlum için randevu almak istiyordum.
— tamam, adınızı ve oğlunuzun adını öğrenebilir miyim?
— adım meltem karaca, oğlumun adı atlas karaca.
— peki meltem hanım, salı günü 13.00’te sizi bekliyor olacağım.

meltem, telefonu kapattıktan sonra atlas’ın odasına doğru ilerledi. aralık kapıdan içeri baktığında oğlunun kitap okuduğunu gördü. kapıyı açarak usulca atlas’ın yanına oturdu. atlas yataktan doğrulup elinde kitabıyla annesine baktı. annesi derin bir nefes aldı ve dedi ki:

— oğlum, salı günü yani yarın okula gitme. seni bir yere götüreceğim.
— beni nereye götüreceksin?
— psikologdan randevu aldım, oraya gideceğiz.

atlas uzun uzun annesine baktı. konunun uzamasını istemeyerek sadece “tamam.” dedi.
annesi odadan çıktı. atlas yine iç dünyası ve hayalleriyle baş başa kaldı...

ertesi gün psikoloğa gittiler. bir saatlik görüşmenin ardından atlas dışarı çıktı:
— anne, doktor hanım seni odada bekliyor.

meltem odaya girdi. doktor nehir, bu durumun tek bir seansla çözülemeyeceğini söyledi. her salı düzenli olarak gelmelerini istedi.
meltem şaşırmıştı:
artık düzenli olarak her salı günü onu buraya getirmesini söyledi. ta ki ruhen iyileşene kadar... annesi şaşırmıştı.
ruhen iyileşmek?
ruhen hastalık ne demekti?

doktor sadece oğlunun çok yalnız olduğunu söyledi.
meltem üzüldü.
ardından doktor, meltem’e atlas’ın babasının nerede olduğunu sordu.
meltem hüzünlü gözlerle geçmişi anımsadı...
ve anlatmaya başladı:

> “ben 17 yaşındayken başlamıştı her şey. sonunun ne olacağını bilmediğim bir mutluluğa yelken açmıştım.
çok sevmiştim ve sevildiğimi hissetmiştim ilk defa. aşık olmuştum… atlas’ımın babasına, o zaman ki sevgilime, ömrümü adadığım tek gerçeğime, ayhan’ıma...



ayhan’la babamın cenazesinde tanıştık. babam yaptığı yasa dışı işler ve tefeciliğiyle bilinirdi. kötü bir insandı, hem yaptıklarıyla hem benliğiyle…
bir kerecik olsun başımı okşayıp ‘canım kızım’ ya da en sadesinden ‘kızım’ bile dememişti.
hep ev içi bağırışlar, tartışmalar ve annemin çaresiz inlemeleri...

hayattan hiçbir beklentim yoktu. böyle kötü bir hayat sürdürürken bir gün her şeyin çok güzel olacağına inanmak saçmalıktı.
zaten hiçbir mutluluk sonsuza dek yaşanmazmış. tam ‘mutluyum’ dediğiniz anda, hayat tekrar başa sarar ve sizi bir enkazın tam ortasına atıverir.

ayhan, babamın akrabalarındandı. onu o güne dek hiç görmemiştim. tanımıyordum, o da beni...
tanıştık önce. birbirimize üzgünlüğümüzü dile getirdik.
babam her ne kadar böyle biri olsa da seviyordum onu. neticede babamdı.

aradan zaman geçti.
ve bir zamanlar adını bile duymadığım akrabam ile sevgili olmuştuk.
tanıdıkça âşık olmuştum her zerresine.
18’ime bastığımda evlenme kararı almıştık. ben 18, o 21 yaşındaydı.
evlendik.
insanın sevdiğiyle evlenmesi bambaşkaydı, doktor hanım.
başkasından göremediğim sevgiyi onda gördüm.
babamın anneme olan acıyarak bakışı gibi bakmıyordu bana mesela.
sevgisini tüm benliğimle hissediyordum.
çünkü o başkaydı…
çünkü bana aşıktı… ben de ona...

ve her şey tam güzel gidiyorken, onu bir trafik kazasında kaybettim.
tanıştığımız yerde vedalaştık onunla...
sonsuza dek kara toprağın olmuştu.
artık hem onu saran kara toprağa aşıktım, hem de ona.

ben genç yaşımda alışmıştım büyük vedalara…
giderken “sen de gelmek ister misin?” diye sormadı bile.
oysa onunla her şeye vardım…
onsuz nasıl yaşayacaktım, bilmiyordum.

sonra zamanla anladım ki ölenle ölünemeyeceğini, kalanla yaşanabileceğini...

peki doktor hanım, sadece ölen mi hayatını kaybeder?
ben yaşarken ölüyorum, onsuz…

gidişinin ardından 1 ay oldu ya da olmadı…
ayhan’ın, başkasından çocuğu olduğunu öğrendim.
öğrendiğim an yıkıldım.
bana aşkla bakan gözleri bir başkasına da mı bakmıştı?
bana söylediği sözcükleri başkasına da mı söylemişti?
yapmış mıydı?
ihanet etmiş miydi bana?

biraz araştırma yaptıktan sonra, çocuğun adının atlas olduğunu ve 3 yaşında olup hastanede yattığını öğrendim.
yanına gittim.
gözlerine baktım. ayhan’ımınki gibiydi gözleri…
üstelik hastaydı.
hemşirelerden öğrendiğime göre annesi ölmüştü.
kim bakacaktı bu yavrucağa?

her ne kadar ben doğurmamış olsam da, ona bakmalıydım.
tedavisi için gerekli her şeyi üstlenip ona kanseri yenmesi için gereken bütün şefkati gösterdim.
onu evlat edindim.
artık o benim oğlum olmuştu.
canımdan bir parça olmuştu...

şimdi atlas’ım büyüdü ve 15 yaşına girdi.
ona fazla ilgi gösteremediğimden kendimi suçluyorum bazen.
evdeki halleri beni tedirgin ediyor, doktor hanım.
onun da, allah korusun, babası gibi ansızın gitmesinden çok korkuyorum.”

meltem, nehir hanım’la biraz daha konuştuktan sonra oradan uzaklaştı.
ve bugün oğlunun başladığı terapiyle ileriki günlerde daha da iyi olacağını düşünerek mutlu oldu.


6 ay sonra

— tüm kontroller tamam mı?
— evet efendim, çarpışa son 6 saniye:
6... 5... 4... 3... 2... 1...
— çarpışma olumlu efendim!

büyük kaya kütlesinin ardındaki ışık göz kamaştırıyordu.
kısa bir şaşkınlığın ardından açılan delikten ilk atlas girdi.
burası okyanus değildi. su yoktu.
kendini başka bir gezegende deniz kıyısındaymış gibi hissetti.

atlas mutluydu.
hatta mutluluktan ağlıyordu.
olamaz…
yine bir ses duyar gibi oldu.
bu sefer ağlamaklı bir sesti...

atlas:
— gözlerini aç oğlum… atlas...

kimdi bu?
yoksa yine annem miydi?
evet...
evet, annemin sesiydi bu.
niye ağlıyordu ki?
ve niye gözlerimi açmamı söylüyordu?

arkamı döndüm.
annem oradaydı.
kollarını açmış, beni bekliyordu.
oysa ben burada mutluydum.
hayallerime ulaşmıştım.
gidemezdim…
yapamazdım bunu...

ileri bakıp kapsülün kapağını açtı ve mutluluğa doğru ilerledi.
ebedi mutluluğa...



— hastayı kaybediyoruz!
— elektroşok cihazını hazırlayın hemen!
3… 2… 1…
olmadı…
tekrar: 3… 2… 1…

doktor, cihazda beliren düz çizgiyle elindeki cihazı bırakarak annesine baktı.
başını olumsuz anlamda salladı.

elveda atlas.

(atlas, küçükken atlattığı kansere tekrar yakalanmıştır.
ve hayat bu sefer yüzüne gülmemiştir.
belki de gülmüştür…
belki ölüm, yeni bir başlangıçtır onun için…)

belki…
devamını gör...

"ben gidiyorum," dedi. "ve geri geleceğimi bilmeni istiyorum. seni seviyorum, çünkü..."
"hiçbir şey söyleme," diyerek sözünü kesti fatima. "insan sevdiği için sever. aşkın hiçbir gerekçesi yoktur."
ama, gene de yanıtladı delikanlı:
"seni seviyorum, çünkü bir düş gördüm, sonra bir krala rastladım, billuriye sattım, çölü geçtim, kabileler savaşa tutuştular ve bir simyacının oturduğu yeri öğrenmek için bir kuyunun yanına geldim. seni seviyorum, çünkü bütün evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı."
paulo coelho - simyacı
tanım: hissedildiği taktirde söylenmesi gereken en güzel ve yalın sözdür. imtina etmeyiniz efendim sık sık söyleyiniz azalmaz bilakis artarsınız. sevildiğini bilmeyen insan vaktinde su verilmemiş çiçeğe benzer, kaybedersiniz.
devamını gör...

diyanet doğru bir karar aldı.. teravih sünnettir, farz bir ibadet değildir. hz muhammed (sav) peygamber bu namazı brieysel kılarmış. hz ömer dönemine kadar da bireysel kılınırmış. daha sonra hz ömer mescide gelip herkesin ayrı ayrı teravih kıldığını görünce, herkesi cemaatleştirip saflar halinde kılınmasını istemiş, ondan sonra da öyle gelip gitmiş...bence şu dönemlerde camilere bile gitmemek lazım sık sık.. bir müslümanın kendi sağlığını da koruması farzdır ve öğütlenmiştir. kuranda çeşitli yerlerde ayetler de var. radikal ibn-i teymiyyeci selefiler gibi sapkınlıların sizi dejenere etmesine izin vermeyin, evinizde ibadeti sürdürüp devletin kurallarına aynen riayet edin
devamını gör...

ah hele ki bunu üniversite için hazırlıyorsanız tadından yenmez. ilk defa üniversiteye gideceksin, kafan karmakarışık ama mutlusun. bavula iki eşya koyup üç düşünürsün. sanki eşyalarını değil duygularını katlayıp koyuyorsundur valize. heyecan hat safhada zaten biraz da hüzün ekleyelim oraya hıhh oldu işte...
devamını gör...

bildiğim sadece 2 kelime var: mösyö ve madam.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim