sanma ki dert bir sende var sendeki derdi nimet sayanlar var
okuyunca hem hoşlandığım hem hoşlanmadığım bir cümle.
hoşlandım çünkü bir miktar umut içeriyor.
hoşlanmadım çünkü okuyunca bana "sendeki de dert mi, bak neler var" diye hissettirip içinde bulunduğum dertli sürecin hafife alındığını hissettiriyor.
elbette hepimizin sıkıntıları var büyük veya küçük. bu dertleri yaşarken dünyanın en büyük sorunu bizdeymiş gibi hissediyoruz, hayatın güzelliklerine odaklanamıyoruz ya da bizden daha büyük derdi olan birini görüp "ohh be benden daha büyük dertleri olanlar varmış halime şükredeyim" diyemiyoruz ya da ben diyemiyorum bilmiyorum.
hoşlandım çünkü bir miktar umut içeriyor.
hoşlanmadım çünkü okuyunca bana "sendeki de dert mi, bak neler var" diye hissettirip içinde bulunduğum dertli sürecin hafife alındığını hissettiriyor.
elbette hepimizin sıkıntıları var büyük veya küçük. bu dertleri yaşarken dünyanın en büyük sorunu bizdeymiş gibi hissediyoruz, hayatın güzelliklerine odaklanamıyoruz ya da bizden daha büyük derdi olan birini görüp "ohh be benden daha büyük dertleri olanlar varmış halime şükredeyim" diyemiyoruz ya da ben diyemiyorum bilmiyorum.
devamını gör...
uzak
nuri bilge ceylan'a cannes'ın kapılarını bir daha kapanmamak üzere açan filmdir. nbc'nin taşra üçlemesi diye adlandırılan; (kasaba, mayıs sıkıntısı, uzak) serisinin son filmi. grand prix ödülünü sting takdim etmiştir.
taşralı - kentli çatışması çok etkili işlenmiştir.
filmin kamera arkasında zeki demirkubuz'u da sıkça görürüz. o aralar dostane ilişkileri devam etmekteydi.
taşralı - kentli çatışması çok etkili işlenmiştir.
filmin kamera arkasında zeki demirkubuz'u da sıkça görürüz. o aralar dostane ilişkileri devam etmekteydi.
devamını gör...
aşk ve gurur
orijinal ismi pride and prejudice (gurur ve önyargı) olmasına rağmen inatla kitabı bile zamanında aşk ve gurur diye çevirilmiş joe wright filmi. 2005 veya 2006 yılları olması gerek, o zamanlar izlemiştim ve kitap ile arasındaki fark beni dehşete düşürmüştü. farktan ziyade eksiklik demek daha doğru olacaktır çünkü film düpedüz eksik gelmişti yine de bütün kitap uyarlamalarının temel sorunu budur o yüzden görmezden gelinebilir düzeyde. mr.darcy rolüne matthew macfadyen'i ben baya yakıştırdım, elizabeth rolünde oynayan keira knightley'de kötü bir iş çıkarmamıştı hatırladığım kadarıyla. jane austen başarılı bulsam bile severek okuduğum bir yazar değil, bunun en temel sebebi yazdığı türün bana hitap etmiyor olması ama yine de okumamak büyük bir eksiklik çünkü gerek karakterler ve iç dünyaları gerek dönemin koşullarını oldukça güzel aktarıyor ve ben bu koşulları özellikle kadınları aşağılamak üzerine kurulmuş bir dönemde yazmaya başlayan bir kadının ağzından okumanın gerekliliğine inanıyorum. film ise facia olmasa bile izlenmese de olur denilebilecek bir durumdaydı yine de uyarlandığı kitap sayesinde adını izlenmesi gerekenler listesine almayı başardı.
--! spoiler !--
mr.collins'i oynayan oyuncu rolüne tam oturmuş, dönemin kadına bakış açısını yansıtan feci can sıkıcı ve rahatsız edici bir karakterdi tom hollander bunun altından o kadar iyi kalkmış ki izlerken karakterin suratına kusmak istiyorsunuz. elizabeth ve mr.darcy kendi içgüdüleri ve fikirleri arasında derin bir çatışmaya tutuşmuş birbirini yanlış anlamayı her fırsatta beceren iki karakter. elizabeth dönemin şartlarına boyun eğmekten nefret eden ve buna tümüyle olmasa bile bir nebze karşı çıkan bir figür ki bu bana jane austen acaba kendini elizabeth yerine mi koydu diye düşündürüyor. mr.darcy ise beni en şaşkına uğratan karakter olmuştu izlerken ve okurken çünkü geçirdiği karakter değişimi beni oldukça rahatsız etti. bu figür güçlü, kısmen kaba ve entelektüel bir adamın portresiyken aniden zavallı bir aşık konumuna sürüklendi ki bu beni aslında başından beri böyle bir adam olduğu düşüncesine itti. duygusal olmakta bir sorun yok elbette ama keskin çizgileri olan bir karakteri aniden bu konuma sürüklemek izleyicide rahatsız edici bir his uyandırıyor. kitap bu konuda daha başarılıydı elbette ve bu kaçınılmaz olan bir şey çünkü daha geniş bir zaman aralığına yayarak daha detaylı bir okuma fırsatı buluyoruz bundan ötürü mr.darcy karakterinin bu keskin çizgileri törpülemesi anlaşılır geliyor ama film bu konuda sınıfta kalmış. dekor, kostümler ve mekanlar dönemi çok iyi yakalamış bu konuda şikayet edebileceğim tek bir şey bile yok. mr.bingley ve jane'in o yapış yapış aşkı hakkında yorum yapmak istemiyorum.
elizabeth bennet: ı wonder who first discovered the power of poetry in driving away love.
mr. darcy: ı thought poetry was the food of love.
elizabeth bennet: of a fine, stout love it may. but if it is only a vague inclination ı'm convinced one poor sonnet would kill it stone dead.
mr. darcy: so what do you recommend, to encourage affection?
elizabeth bennet: dancing. even if one's partner is barely tolerable.
elizabeth bennet: you are last man ı will ever prevail to marry!
elizabeth bennet: and those are the words of a gentleman. from the first moment ı met you, your arrogance and conceit, your selfish disdain for the feelings of others made me realize that you were the last man in the world ı could ever be prevailed upon to marry
--! spoiler !--
--! spoiler !--
mr.collins'i oynayan oyuncu rolüne tam oturmuş, dönemin kadına bakış açısını yansıtan feci can sıkıcı ve rahatsız edici bir karakterdi tom hollander bunun altından o kadar iyi kalkmış ki izlerken karakterin suratına kusmak istiyorsunuz. elizabeth ve mr.darcy kendi içgüdüleri ve fikirleri arasında derin bir çatışmaya tutuşmuş birbirini yanlış anlamayı her fırsatta beceren iki karakter. elizabeth dönemin şartlarına boyun eğmekten nefret eden ve buna tümüyle olmasa bile bir nebze karşı çıkan bir figür ki bu bana jane austen acaba kendini elizabeth yerine mi koydu diye düşündürüyor. mr.darcy ise beni en şaşkına uğratan karakter olmuştu izlerken ve okurken çünkü geçirdiği karakter değişimi beni oldukça rahatsız etti. bu figür güçlü, kısmen kaba ve entelektüel bir adamın portresiyken aniden zavallı bir aşık konumuna sürüklendi ki bu beni aslında başından beri böyle bir adam olduğu düşüncesine itti. duygusal olmakta bir sorun yok elbette ama keskin çizgileri olan bir karakteri aniden bu konuma sürüklemek izleyicide rahatsız edici bir his uyandırıyor. kitap bu konuda daha başarılıydı elbette ve bu kaçınılmaz olan bir şey çünkü daha geniş bir zaman aralığına yayarak daha detaylı bir okuma fırsatı buluyoruz bundan ötürü mr.darcy karakterinin bu keskin çizgileri törpülemesi anlaşılır geliyor ama film bu konuda sınıfta kalmış. dekor, kostümler ve mekanlar dönemi çok iyi yakalamış bu konuda şikayet edebileceğim tek bir şey bile yok. mr.bingley ve jane'in o yapış yapış aşkı hakkında yorum yapmak istemiyorum.
elizabeth bennet: ı wonder who first discovered the power of poetry in driving away love.
mr. darcy: ı thought poetry was the food of love.
elizabeth bennet: of a fine, stout love it may. but if it is only a vague inclination ı'm convinced one poor sonnet would kill it stone dead.
mr. darcy: so what do you recommend, to encourage affection?
elizabeth bennet: dancing. even if one's partner is barely tolerable.
elizabeth bennet: you are last man ı will ever prevail to marry!
elizabeth bennet: and those are the words of a gentleman. from the first moment ı met you, your arrogance and conceit, your selfish disdain for the feelings of others made me realize that you were the last man in the world ı could ever be prevailed upon to marry
--! spoiler !--
devamını gör...
petrificus totalus (yazar)
petrificus totalus harry potter dünyasında kullanılan düello büyülerinden biridir. yapılan kişiyi geçici olarak felce uğratır. kafa sözlük’e dadanan trolleri felce uğratan petrificus totalus nickli yazar gibi.
#329795 gibi tanımları ile faydalı bilgiler sunan kıymetli yazar iyi ki yazıyorsun. sözlüğün kalitesini artırıyorsun. sayende çok şey öğreniyoruz. yeni yazılarını bekliyoruz.
#329795 gibi tanımları ile faydalı bilgiler sunan kıymetli yazar iyi ki yazıyorsun. sözlüğün kalitesini artırıyorsun. sayende çok şey öğreniyoruz. yeni yazılarını bekliyoruz.
devamını gör...
normal sözlük tahmini ne zaman büyür sorusu
geçen bir hesap yaptık; bir kafa yazarı her hafta kafa sözlük'e yeni bir yazar getirse ve bu böyle her hafta devam etse, yani her hafta her bir yazar yeni bir kafa yazarı getiriyor. 30 hafta sonra yazar sayımız kaça ulaşıyor biliyor musunuz? 1 milyar. sonra zaten hep birlikte çin'e taşınıyoruz.
devamını gör...
uzun saç
'ah çiçeğim, seni çok özledim*' dediğim saç. kıvırcık kız methodunu uyguluyucam diye kafayı bozduğumdan bir gün delirdim ve kestim o güzelim uzun saçlarımı.
devamını gör...
sözlüğe ilk girişinde hoş geldin denmeyen yazarlar
ben değilimdir. bir bilen geldiğim an hoşgeldin demiş ve sözlüğün gönlümü fethetmesine kapı aralamıştır.*
devamını gör...
kedilerin hayat anlayışı
“olursa olur, olmazsa kendi bilir.”
devamını gör...
kendimizi geliştirmek zorunda mıyız sorunsalı
cahil özgüveni diye bir şey vardır ya, işte o özgüven bazı insanlara mutluluk verir.
mutluluk çok garip bir şey. herkes farklı anlamlar yükler. kimisi cahilliğiyle, kimisi bilgeliğiyle mutlu olur.
kimse kendini geliştirmek zorunda değil, herkes mutlu olacağı şekilde yaşasın.
"başkalarına zarar vermeyecekse, ne olacaksa olsun.
cahilken mutluysa, ömür boyu cahil olsun."
-sir dubaracı
mutluluk çok garip bir şey. herkes farklı anlamlar yükler. kimisi cahilliğiyle, kimisi bilgeliğiyle mutlu olur.
kimse kendini geliştirmek zorunda değil, herkes mutlu olacağı şekilde yaşasın.
"başkalarına zarar vermeyecekse, ne olacaksa olsun.
cahilken mutluysa, ömür boyu cahil olsun."
-sir dubaracı
devamını gör...
anın fotoğrafı
çaylar banuca'dan buyrun efem.

sözlüğe tanım girerken canım anam başımda belirdi 'hadi kalk kahvaltıyı sahilde yapalım' dedi. hah dedim içimden tamda evden çıkma modundayım. uyumuşum o ara yarım saat sonra yine geldi 'hadi gitmiyor muyuz? ablanlarıda aradım, abinde uyandı, kalkta gidelim' off bir tuşum olsa da görünmez kadın moduna geçsem. olmadı kalktık geldik.
yıllar sonra yeniden aileyle yaşama fikri ilk başta iyi bir fikir gibi gelmişti aslında. aile derken bir annem var hoş. o da 2 senedir güya benle kalıyor ama toplasan 4 ay bende kalmıştır. neyse işte o kadar alışmışım ki insansızlığa ilk bir haftadan sonra zor gelmeye başlıyor.
şimdi çay içiyorum görüldüğü üzere onlardan biraz uzağa oturdum. umarım yanlış anlıyorlardır hahah.

sözlüğe tanım girerken canım anam başımda belirdi 'hadi kalk kahvaltıyı sahilde yapalım' dedi. hah dedim içimden tamda evden çıkma modundayım. uyumuşum o ara yarım saat sonra yine geldi 'hadi gitmiyor muyuz? ablanlarıda aradım, abinde uyandı, kalkta gidelim' off bir tuşum olsa da görünmez kadın moduna geçsem. olmadı kalktık geldik.
yıllar sonra yeniden aileyle yaşama fikri ilk başta iyi bir fikir gibi gelmişti aslında. aile derken bir annem var hoş. o da 2 senedir güya benle kalıyor ama toplasan 4 ay bende kalmıştır. neyse işte o kadar alışmışım ki insansızlığa ilk bir haftadan sonra zor gelmeye başlıyor.
şimdi çay içiyorum görüldüğü üzere onlardan biraz uzağa oturdum. umarım yanlış anlıyorlardır hahah.
devamını gör...
biri gelip ben peygamberim derse ne yapardınız sorunsalı
ben seni gönderdiğimi hatırlamıyorum, isim neydi ?
devamını gör...
türkiye’de insanların sinirli olmasının nedenleri
öğrenilmiş bir şey gibi geliyor bana. çocukları biraz gözlemleyince anlamak mümkün. ne söylediği hakkında fikri bile yokken küfür eden çocuklar bu küfürleri nereden öğreniyor? bir seferinde elindeki iki oyuncak bebeği konuşturarak oyun oynayan küçük bir kızın ailesinden duyduğunu tahmin ettiğim cümlelerle bebekleri konuşturduğunu hatta kavga ettirdiğini gördüm. bu çocuk oyun oynuyor yahu! bu çocuk iki insanın konuşmasını kavga etmek sanıyor. daha o yaşta karar veriyor buna. büyüdüğünde sinirli, kavgaya meyilli bir insan olmayacak da ne olacak?
devamını gör...
o iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler
devamını gör...
harf devrimi
yıllar önce yazdığım bir öykünün adıdır.
savaş nasıl başladı hiç kimse bilmez ama rivayet odur ki; bir ilkokul öğretmeni, etrafını boş boş seyreden ve gözünü kapıdan ayırmayan küçük çocukların önünde tahtaya ilk olarak bir "a" harfi çizdiğinde cepheleşme ve savaş hazırlıkları beklenmedik bir şekilde başlamıştı.
ilk yazılan harf yandaşlarını toplayarak etrafına, güçlerinin farkına varmaları konusunda uyarmıştı. onlar güçlüydüler. onlarsız diğer harfler varlıklarını ispatlayamazlardı. çünkü kurallar gereği bir harfin kabul görmesi için anlaşılır bir biçimde bir sözcükte geçmesi gerekirdi. bunu yapabilenler ise sekiz kişiydiler ve diğerlerinden farklı olmalıydılar. kendi aralarında kurdukları küçük grup seçkin harflerden oluşuyordu. lider olarak a kendini seçtirmişti ardından da iki tane ulu seçilmişti. bunlardan biri o diğeri ise ö idi. yalnız o hem daha yükseklerde gözü olduğu için ve hem de tek başına bir sözcük hatta cümle bile olabildiği için daha baskın, daha gözü açık ve daha işini bilirdi. ö ise o’nun arkasında ezik büzük görünse de her an bir patlamaya neden olabilecek bir lav birikintisi gibiydi.
bu sekiz kişilik yöneten grubu arasında dalkavuklukta kimseye pabuç bırakmayan her an liderin peşinde dolaşan ve en az onun kadar etkili olan e geliyordu. her konuda a kadar bazen de daha fazla söz sahibiydi ama asla ön plana çıkmaz, asla göze batmazdı. grubun kirli işlerinde yardımcı olarak kullandıkları iki harfse ı ve i harfleriydi. bütün harfler kirli işlere ortak olurlardı ama ı ve i bu işten büyük bir zevk alırdı her türlü kirli sözcükte görülmek onlar için şandı, şerefti. ve figüranlar u ve ü. etliye sütlüye karışmayan her an gökyüzüne çevirdikleri başlarıyla gayet sofu olan, istemeyerek de olsa ve sofulukları gereği bu toplulukta bulunan bu ikili zaman zaman karanlık işlerde boy gösterirlerdi. e ve a ile birlikte bir tecavüz olayında adı geçen ü, sonradan yine e ile birlikte bir rüşvet çetesine yardım ve yataklıkla suçlanmıştı. bu iki durum birliğin adını iyiden iyiye kirletse de güçleri ölçüsünde masumdular. onları suçlayacak kendilerinden daha güçlü birileri çıkana kadar da öyle kalacaklardı. grubun bilgeleri ise o ve ö adında iki kocaydı. bunlar göbeklerinin büyüklüğü ölçüsünde bilge ve her an her yöne kayabilecek kadar kaypak olmalarıyla tanınıyorlardı. bu özellikler de grupta etkin olmaları için yeterliydi.
grup üyelerinin bembeyaz bir ovada toplandıkları gün a ufak işlerle uğraşmanın onlara bir şey kazandırmayacağını, artık çok daha önemli işlerle girişmenin zamanının geldiğini iletti. herkes dinliyordu, bir şeyler geçmekteydi akıllarından. sofular dini bir dayanak aramaya, e kendine bir yarar yontmaya uğraşmakta, bilgeler sonuçları ve elde edecekleri karı planlamaktaydılar. kirli işlerin adamları ise kaç cinayet işlemeleri gerekeceğini kurup bu esnada alacakları zevki hayal etmekteydiler.
a anlattı; harfler arası eşitliğin yalan olduğunu, üstün olduklarını ve bu üstünlüğü kabul ettirmeleri gerektiğini, bunun içinse ne gerekiyorsa yapılacağını. güçlüydüler. a, beyaz ovanın mavi çizgileri arkasına gizlenmiş 5 kişiyi çağırdı. sırasıyla dizildiklerinde hükümranlığa giden yolda ilk adım atılmıştı ve düşman belliydi. bu sekiz harf ve işbirlikçileri dışındaki bütün harfler köle yapılmalıydı bunu içinde önce s ve sonrada ikinci hain v yan yana geldiler. s’nin ikiz kardeşi ve yılan kardeşlerin en ılımlısı ş de en sonda yerini aldı. önce kimseye bir şey ifade etmeyen bu diziliş a’nın da aralarına girmesiyle anlam kazanmaya başladı. ortalık bir anda toza bulandı ova alt üst oldu. ortalıkta kaçışan harfler ne yapacağını bilmez haldeydi. d gibi, r gibi hamile harfler bile tehlikedeydi. küçük harflere zarar vermekten bile çekinmiyorlardı. ölüm her yerdeydi. l ve m yerle bir. ilk onlar rehin alınmıştı zaten.
ortalık durulduğunda b ve r harfleri bir tepenin üzerine çökmüş. yanlarında arkadaşlarından kurtulabilenlerle birlikte kara kara düşünüyorlardı. g harfi iyice kıvrılmıştı olduğu yerde. kimseye hayrı yokmuş gibi duruyordu. l, k ve z dik duruşlarını hiç bozmasalar da onlar da epey düşünceliydi. bir şeyler yapılması gerekliydi. a ve çetesi diğer harfleri ele geçirmişti. şu an ellerinde güçlü bir silah yoktu. ama güçleri ortadaydı. konuşarak çözüm bulmak zorundaydılar. b yanına kimseyi almadan a ve çetesine gitti. a onu esirlerinin kapalı tutulduğu sayfanın hemen önünde karşıladı. b konuşarak bir çözüm yolu bulmaları gerektiğini ve bunun için huzuruna geldiğini söyleyince a iyice kurumlanarak oturması için tam karşısını işaret etti. b gösterilen yere ilişti gözleri esir alınan arkadaşlarındaydı.
b söze doğrudan girdi. bu işin savaşla çözülemeyeceğini, konuşmanın tek yol olduğunu ve bunca yıldır sürüp giden düzenin bozulmaması gerektiğini anlattı. herkesin önünde, tüm alfabenin toplandığı bir yerde toplanıp tartışırlarsa çoğunluğun desteğini alanın galip geleceği bir yarışma yapabilirlerdi. a biraz düşündü, aslında düşünür gibi yaptı. sonra bilgelere göz attı. fikirlerini sorar gibi yaptı, onlar fikir beyan etmek gibi bir gaflete düşmeyecek kadar bilgeydiler. yüzlerini kafalarını gökyüzüne doğru kaldırmış mırıldana sofulara çevirip sıralarını saldılar. ellerinden hala kan damlayan ı ve i ise buna tümüyle karşıydılar ama fikirlerini soran yoktu.
a’nın kararı zaten verilmişti. hemen kabul etti. b çok şaşırmıştı. kabul edileceğini ummuyordu teklifinin. çünkü tarihte zorbalar hiçbir zaman konuşmaktan yana olmamışlardı. hiçbir zorba elinde bulundurduğu gücü konuşarak ziyan etmemişti. hiçbir zorba sözcüklere muhtaç olsa da onların değerini bilmemişti. tarihi zorbalar yazmıştı ama sözcüklerle değil. şekillerle daha çok ve fotoğraflarla. cesetlerle, vurulan insanların donuklaşan karelerde kalan suretleriyle yazmışlardı ve silinmesini imkânsız kıldıklarını düşünmüşlerdi böylelikle. b bunları düşünmeye dalmanın sırası olmadığını ayrımsadığında etraflarında bir kalabalık toplanmıştı bile. tepede bekleyenler de inmişlerdi. herkes genişçe bir alanda toplanmıştı. a ve b karşılıklı oturmuş birbirlerine bakıyorlardı.
a söze başlaması için b’ye işaret etti. b önce yerinde biraz kımıldandı. sonra kalabalıkta gezdirdiği gözlerini a’nın sert bakışlı gözlerine odakladı ve söze başladı;
zorbalık, dedi, bugüne kadar kimseye yarar getirmemiştir. üstün gelmeye çalıştığın harflerin senden hiçbir farkları yok. yalnızca gün ışığına çıkarken bazı zorluklarla karşılaşıp öyle hayat buluyorlar. senin gibi hiçbir engele takılmadan gelemiyorlar bulundukları yere ve bu onların ayıbı değil, senden üstün olan yönleridir. sen onların yaşadığının yarısını bile yaşamadın buna rağmen ne hakla üstün olduğunu iddia edersin?
a sanki sözlerin muhatabı değilmiş, sanki başka birine söylenmiş sözlere kulak misafiri olmuş gibi davranıyordu. sonra sesinin gür çıkmasına gayret ederek cevapladı:
ben, dedi, ve arkadaşlarım seçilmiş harfleriz. eğer hiçbir zorluk yaşamadan geldiysek bu dünyaya bunu bir nedeni olmalı. neden sen değil, ya da arkadaşların değil de biz? düşün bence bunu. düşün senin gibi kaç harf bizsiz sözcük olabilir. ama biz size ihtiyaç duymadan cümle bile oluyoruz. hemen arkama yerleşen bir ünlem işaretiyle cümle kurabilirim sana ama sen cümle noktalama işaretlerini kullansan da bir halt olamazsın.
b ne söyleyeceğini şaşırmış gibiydi. kalabalıktaki dalgalanma huzursuz etmişti b’yi. sözü aldı ve devam etti;
söylediklerin, dedi, manasız şeyler. bizde siz olmadan sözcük cümle hatta paragraf bile olabiliriz. gelişmeleri takip etmiyorsun. yazık sana cehaletini gidermek için zorbalığın işe yaramıyor değil mi?
a şaşırmıştı ve tabii diğerleri de. b’nin iddiası bir devrime sebebiyet verebilirdi. herkes pür dikkat ve bazıları da pür telaş b’nin söyleyeceklerine kilitlenmişlerdi. b tadını çıkararak devam etti;
algıda tamamlama, dedi, eminim hiç duymamışsındır. siz olmadan da derdimizi anlatabiliriz. sen bizden çaldığın harflerle ilan ettin savaş’ı şimdi ben. senden ş harfini istiyorum yalnız. eğer o da kabul ederse.
dünden razı görüne ş hemen taraf değiştirdi. ve b onu da yanına alarak yepyeni bir kelime yazdı. ortalık buz kesti. kimseden ses seda çıkmıyordu. sofular secdeye vardılar varacaklar. bilgeler o kadar bilge olmadıklarının ayırdında. ı ve i üzgün ve öfkeli. a şaşkın ve de yenik, ezik büzük. kalanlar mutlu, yüzlerinde huzurlu bir tebessüm. herkes b’ye ve yanındaki arkadaşlarına bakıyor.
yan yana, kol kola üç harf. yalnız üç tane ve her şeyi değiştiren bir sözcük. brş. zorbalar olmadan kurulan bir sözcük. bütün harfleri eşit kılan bir sözcük. düzeni alt üst eden ama yeniden kurmaktan korkmayan bir sözcük.
sözcük yazıldıktan sonradır ki, a dâhil tüm harfler eşitlik ve özgürlük konusunda uzlaştı. o günden beridir, alfabede harfler alt alta değil yan yana dizilirler.
savaş nasıl başladı hiç kimse bilmez ama rivayet odur ki; bir ilkokul öğretmeni, etrafını boş boş seyreden ve gözünü kapıdan ayırmayan küçük çocukların önünde tahtaya ilk olarak bir "a" harfi çizdiğinde cepheleşme ve savaş hazırlıkları beklenmedik bir şekilde başlamıştı.
ilk yazılan harf yandaşlarını toplayarak etrafına, güçlerinin farkına varmaları konusunda uyarmıştı. onlar güçlüydüler. onlarsız diğer harfler varlıklarını ispatlayamazlardı. çünkü kurallar gereği bir harfin kabul görmesi için anlaşılır bir biçimde bir sözcükte geçmesi gerekirdi. bunu yapabilenler ise sekiz kişiydiler ve diğerlerinden farklı olmalıydılar. kendi aralarında kurdukları küçük grup seçkin harflerden oluşuyordu. lider olarak a kendini seçtirmişti ardından da iki tane ulu seçilmişti. bunlardan biri o diğeri ise ö idi. yalnız o hem daha yükseklerde gözü olduğu için ve hem de tek başına bir sözcük hatta cümle bile olabildiği için daha baskın, daha gözü açık ve daha işini bilirdi. ö ise o’nun arkasında ezik büzük görünse de her an bir patlamaya neden olabilecek bir lav birikintisi gibiydi.
bu sekiz kişilik yöneten grubu arasında dalkavuklukta kimseye pabuç bırakmayan her an liderin peşinde dolaşan ve en az onun kadar etkili olan e geliyordu. her konuda a kadar bazen de daha fazla söz sahibiydi ama asla ön plana çıkmaz, asla göze batmazdı. grubun kirli işlerinde yardımcı olarak kullandıkları iki harfse ı ve i harfleriydi. bütün harfler kirli işlere ortak olurlardı ama ı ve i bu işten büyük bir zevk alırdı her türlü kirli sözcükte görülmek onlar için şandı, şerefti. ve figüranlar u ve ü. etliye sütlüye karışmayan her an gökyüzüne çevirdikleri başlarıyla gayet sofu olan, istemeyerek de olsa ve sofulukları gereği bu toplulukta bulunan bu ikili zaman zaman karanlık işlerde boy gösterirlerdi. e ve a ile birlikte bir tecavüz olayında adı geçen ü, sonradan yine e ile birlikte bir rüşvet çetesine yardım ve yataklıkla suçlanmıştı. bu iki durum birliğin adını iyiden iyiye kirletse de güçleri ölçüsünde masumdular. onları suçlayacak kendilerinden daha güçlü birileri çıkana kadar da öyle kalacaklardı. grubun bilgeleri ise o ve ö adında iki kocaydı. bunlar göbeklerinin büyüklüğü ölçüsünde bilge ve her an her yöne kayabilecek kadar kaypak olmalarıyla tanınıyorlardı. bu özellikler de grupta etkin olmaları için yeterliydi.
grup üyelerinin bembeyaz bir ovada toplandıkları gün a ufak işlerle uğraşmanın onlara bir şey kazandırmayacağını, artık çok daha önemli işlerle girişmenin zamanının geldiğini iletti. herkes dinliyordu, bir şeyler geçmekteydi akıllarından. sofular dini bir dayanak aramaya, e kendine bir yarar yontmaya uğraşmakta, bilgeler sonuçları ve elde edecekleri karı planlamaktaydılar. kirli işlerin adamları ise kaç cinayet işlemeleri gerekeceğini kurup bu esnada alacakları zevki hayal etmekteydiler.
a anlattı; harfler arası eşitliğin yalan olduğunu, üstün olduklarını ve bu üstünlüğü kabul ettirmeleri gerektiğini, bunun içinse ne gerekiyorsa yapılacağını. güçlüydüler. a, beyaz ovanın mavi çizgileri arkasına gizlenmiş 5 kişiyi çağırdı. sırasıyla dizildiklerinde hükümranlığa giden yolda ilk adım atılmıştı ve düşman belliydi. bu sekiz harf ve işbirlikçileri dışındaki bütün harfler köle yapılmalıydı bunu içinde önce s ve sonrada ikinci hain v yan yana geldiler. s’nin ikiz kardeşi ve yılan kardeşlerin en ılımlısı ş de en sonda yerini aldı. önce kimseye bir şey ifade etmeyen bu diziliş a’nın da aralarına girmesiyle anlam kazanmaya başladı. ortalık bir anda toza bulandı ova alt üst oldu. ortalıkta kaçışan harfler ne yapacağını bilmez haldeydi. d gibi, r gibi hamile harfler bile tehlikedeydi. küçük harflere zarar vermekten bile çekinmiyorlardı. ölüm her yerdeydi. l ve m yerle bir. ilk onlar rehin alınmıştı zaten.
ortalık durulduğunda b ve r harfleri bir tepenin üzerine çökmüş. yanlarında arkadaşlarından kurtulabilenlerle birlikte kara kara düşünüyorlardı. g harfi iyice kıvrılmıştı olduğu yerde. kimseye hayrı yokmuş gibi duruyordu. l, k ve z dik duruşlarını hiç bozmasalar da onlar da epey düşünceliydi. bir şeyler yapılması gerekliydi. a ve çetesi diğer harfleri ele geçirmişti. şu an ellerinde güçlü bir silah yoktu. ama güçleri ortadaydı. konuşarak çözüm bulmak zorundaydılar. b yanına kimseyi almadan a ve çetesine gitti. a onu esirlerinin kapalı tutulduğu sayfanın hemen önünde karşıladı. b konuşarak bir çözüm yolu bulmaları gerektiğini ve bunun için huzuruna geldiğini söyleyince a iyice kurumlanarak oturması için tam karşısını işaret etti. b gösterilen yere ilişti gözleri esir alınan arkadaşlarındaydı.
b söze doğrudan girdi. bu işin savaşla çözülemeyeceğini, konuşmanın tek yol olduğunu ve bunca yıldır sürüp giden düzenin bozulmaması gerektiğini anlattı. herkesin önünde, tüm alfabenin toplandığı bir yerde toplanıp tartışırlarsa çoğunluğun desteğini alanın galip geleceği bir yarışma yapabilirlerdi. a biraz düşündü, aslında düşünür gibi yaptı. sonra bilgelere göz attı. fikirlerini sorar gibi yaptı, onlar fikir beyan etmek gibi bir gaflete düşmeyecek kadar bilgeydiler. yüzlerini kafalarını gökyüzüne doğru kaldırmış mırıldana sofulara çevirip sıralarını saldılar. ellerinden hala kan damlayan ı ve i ise buna tümüyle karşıydılar ama fikirlerini soran yoktu.
a’nın kararı zaten verilmişti. hemen kabul etti. b çok şaşırmıştı. kabul edileceğini ummuyordu teklifinin. çünkü tarihte zorbalar hiçbir zaman konuşmaktan yana olmamışlardı. hiçbir zorba elinde bulundurduğu gücü konuşarak ziyan etmemişti. hiçbir zorba sözcüklere muhtaç olsa da onların değerini bilmemişti. tarihi zorbalar yazmıştı ama sözcüklerle değil. şekillerle daha çok ve fotoğraflarla. cesetlerle, vurulan insanların donuklaşan karelerde kalan suretleriyle yazmışlardı ve silinmesini imkânsız kıldıklarını düşünmüşlerdi böylelikle. b bunları düşünmeye dalmanın sırası olmadığını ayrımsadığında etraflarında bir kalabalık toplanmıştı bile. tepede bekleyenler de inmişlerdi. herkes genişçe bir alanda toplanmıştı. a ve b karşılıklı oturmuş birbirlerine bakıyorlardı.
a söze başlaması için b’ye işaret etti. b önce yerinde biraz kımıldandı. sonra kalabalıkta gezdirdiği gözlerini a’nın sert bakışlı gözlerine odakladı ve söze başladı;
zorbalık, dedi, bugüne kadar kimseye yarar getirmemiştir. üstün gelmeye çalıştığın harflerin senden hiçbir farkları yok. yalnızca gün ışığına çıkarken bazı zorluklarla karşılaşıp öyle hayat buluyorlar. senin gibi hiçbir engele takılmadan gelemiyorlar bulundukları yere ve bu onların ayıbı değil, senden üstün olan yönleridir. sen onların yaşadığının yarısını bile yaşamadın buna rağmen ne hakla üstün olduğunu iddia edersin?
a sanki sözlerin muhatabı değilmiş, sanki başka birine söylenmiş sözlere kulak misafiri olmuş gibi davranıyordu. sonra sesinin gür çıkmasına gayret ederek cevapladı:
ben, dedi, ve arkadaşlarım seçilmiş harfleriz. eğer hiçbir zorluk yaşamadan geldiysek bu dünyaya bunu bir nedeni olmalı. neden sen değil, ya da arkadaşların değil de biz? düşün bence bunu. düşün senin gibi kaç harf bizsiz sözcük olabilir. ama biz size ihtiyaç duymadan cümle bile oluyoruz. hemen arkama yerleşen bir ünlem işaretiyle cümle kurabilirim sana ama sen cümle noktalama işaretlerini kullansan da bir halt olamazsın.
b ne söyleyeceğini şaşırmış gibiydi. kalabalıktaki dalgalanma huzursuz etmişti b’yi. sözü aldı ve devam etti;
söylediklerin, dedi, manasız şeyler. bizde siz olmadan sözcük cümle hatta paragraf bile olabiliriz. gelişmeleri takip etmiyorsun. yazık sana cehaletini gidermek için zorbalığın işe yaramıyor değil mi?
a şaşırmıştı ve tabii diğerleri de. b’nin iddiası bir devrime sebebiyet verebilirdi. herkes pür dikkat ve bazıları da pür telaş b’nin söyleyeceklerine kilitlenmişlerdi. b tadını çıkararak devam etti;
algıda tamamlama, dedi, eminim hiç duymamışsındır. siz olmadan da derdimizi anlatabiliriz. sen bizden çaldığın harflerle ilan ettin savaş’ı şimdi ben. senden ş harfini istiyorum yalnız. eğer o da kabul ederse.
dünden razı görüne ş hemen taraf değiştirdi. ve b onu da yanına alarak yepyeni bir kelime yazdı. ortalık buz kesti. kimseden ses seda çıkmıyordu. sofular secdeye vardılar varacaklar. bilgeler o kadar bilge olmadıklarının ayırdında. ı ve i üzgün ve öfkeli. a şaşkın ve de yenik, ezik büzük. kalanlar mutlu, yüzlerinde huzurlu bir tebessüm. herkes b’ye ve yanındaki arkadaşlarına bakıyor.
yan yana, kol kola üç harf. yalnız üç tane ve her şeyi değiştiren bir sözcük. brş. zorbalar olmadan kurulan bir sözcük. bütün harfleri eşit kılan bir sözcük. düzeni alt üst eden ama yeniden kurmaktan korkmayan bir sözcük.
sözcük yazıldıktan sonradır ki, a dâhil tüm harfler eşitlik ve özgürlük konusunda uzlaştı. o günden beridir, alfabede harfler alt alta değil yan yana dizilirler.
devamını gör...
körlük
nobel edebiyat ödüllü jose saramago'nun post apokaliptik bir durum yaratarak sistemi eleştirdiği romanı.
yazar, nokta ve virgül haricinde noktalama işareti ve özel isim kullanmayarak okuyucuyu hayal gücünü zorlamaya teşvik edip o bembeyaz süt denizi diye betimlediği körlüğün hakim olduğu dünyada kaosun, ahlakı ne denli çökerttiğini ve temel insani güdülerin bir insana neler yaptırtabildiğini gözler önüne sermesinin yanı sıra görme yetisini kaybetmeyen tek kişi olan "doktorun karısı" , "gözyaşı yalayan köpek" ve "taş uykusu" gibi pek çok alegoriyle birçok mesaj sunuyor.
"hepimizin üzerimizde ikinci bir ten gibi taşıdığımız, adına bencillik denen şeyden yoksun kişi henüz anasından doğmadı, o ikinci ten öylesine kalındır ki, birinci tenimiz bir evet ya da hayır yüzünden hemen kanarken ona hiçbir şey olmaz."
yazar, nokta ve virgül haricinde noktalama işareti ve özel isim kullanmayarak okuyucuyu hayal gücünü zorlamaya teşvik edip o bembeyaz süt denizi diye betimlediği körlüğün hakim olduğu dünyada kaosun, ahlakı ne denli çökerttiğini ve temel insani güdülerin bir insana neler yaptırtabildiğini gözler önüne sermesinin yanı sıra görme yetisini kaybetmeyen tek kişi olan "doktorun karısı" , "gözyaşı yalayan köpek" ve "taş uykusu" gibi pek çok alegoriyle birçok mesaj sunuyor.
"hepimizin üzerimizde ikinci bir ten gibi taşıdığımız, adına bencillik denen şeyden yoksun kişi henüz anasından doğmadı, o ikinci ten öylesine kalındır ki, birinci tenimiz bir evet ya da hayır yüzünden hemen kanarken ona hiçbir şey olmaz."
devamını gör...
tıbbiyeli hikmet
tıbbiyeli hikmet, 1901 yılında balıkesir'in savaştepe ilçesinde dünya gelmiştir. tıp eğitimini bugün istanbul üniversitesi’ne bağlı olan tıbbiye mektebi'nde yapmıştır. istanbul’un işgale uğradığı günlerde ingiliz birliklerinin işgali altında bulunan okulda düzenlenen gösterilere katılmıştır. 1919'da istanbul’u işgal eden ingilizler, mekteb-i tıbbiye-i şahane’yi de ele geçirmek istemişlerdir. ingilizlere karşı ayaklanarak okulu kurtarmaya çalışan öğrenciler; okulun kuruluş yıldönümü olan 14 mart'ı topluca kutlamaya karar verdiler. 3. sınıf talebesi olan hikmet bey önderliğinde büyük bir gösteri yaparak okulun iki kulesi arasına büyük bir türk bayrağı astılar. işgal kuvvetleri bu duruma müdahale ettilerse de durduramamışlardır.
üçüncü sınıf talebesiyken tıbbiyelilerin temsilcisi olarak seçilmiş ve sivas kongresi’ne katılmak üzere, istanbul’dan kaçarak sivas’a gitmiştir. sivas kongresi’nde, mustafa kemal'e hitaben yaptığı mandacılık karşıtı konuşması ile tanındı. 9 eylül 1919 gecesi mustafa kemal’e hitaben yaptığı konuşmada "paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, mustafa kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz. " sözlerini dile getirip oraya katılanlardan büyük alkış almıştır. mustafa kemal bu konuşma üzerine "arkadaşlar, gençliğe bakın; türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır." dedikten sonra tıbbiyeli hikmet’e dönerek; "evlat; müsterih ol. gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. parolamız tektir ve değişmez: ya istiklal, ya ölüm!"
kurtuluş savaşı sırasında tbmm açılınca tıp eğitimini yarıda bırakarak ankara’ya gitmiştir. burada cebeci’deki asker hastanesinde tifüs aşısı üretmek için kurulan bir ekibe dahil olmuştur. kurtuluş savaşı’nın en önemli aşamalarından olan büyük taarruz’a sıhhıye subayı olarak katılmıştır. yarıda bıraktığı tıp eğitimini savaştan hemen sonra tamamlamıştır. vatanına hizmeti tıp sahasında sürdüren hikmet bey ülkenin en zorlu bölgelerinde gönüllü olarak hizmet etmiştir. 1940'larda bu amaçla gittiği sarıkamış’ta verem hastalığına yakalan tıbbiyeli hikmet tedavisi için istanbul’a dönmüşse de bir sanatoryumda bir yıl kadar tedavi görmüş fakat sağlığına kavuşamamıştır. 1945 yılında hayatını kaybetmiş ve karacaahmet mezarlığı’na defnedilmiştir.
fotoğrafı
üçüncü sınıf talebesiyken tıbbiyelilerin temsilcisi olarak seçilmiş ve sivas kongresi’ne katılmak üzere, istanbul’dan kaçarak sivas’a gitmiştir. sivas kongresi’nde, mustafa kemal'e hitaben yaptığı mandacılık karşıtı konuşması ile tanındı. 9 eylül 1919 gecesi mustafa kemal’e hitaben yaptığı konuşmada "paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, mustafa kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz. " sözlerini dile getirip oraya katılanlardan büyük alkış almıştır. mustafa kemal bu konuşma üzerine "arkadaşlar, gençliğe bakın; türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır." dedikten sonra tıbbiyeli hikmet’e dönerek; "evlat; müsterih ol. gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. parolamız tektir ve değişmez: ya istiklal, ya ölüm!"
kurtuluş savaşı sırasında tbmm açılınca tıp eğitimini yarıda bırakarak ankara’ya gitmiştir. burada cebeci’deki asker hastanesinde tifüs aşısı üretmek için kurulan bir ekibe dahil olmuştur. kurtuluş savaşı’nın en önemli aşamalarından olan büyük taarruz’a sıhhıye subayı olarak katılmıştır. yarıda bıraktığı tıp eğitimini savaştan hemen sonra tamamlamıştır. vatanına hizmeti tıp sahasında sürdüren hikmet bey ülkenin en zorlu bölgelerinde gönüllü olarak hizmet etmiştir. 1940'larda bu amaçla gittiği sarıkamış’ta verem hastalığına yakalan tıbbiyeli hikmet tedavisi için istanbul’a dönmüşse de bir sanatoryumda bir yıl kadar tedavi görmüş fakat sağlığına kavuşamamıştır. 1945 yılında hayatını kaybetmiş ve karacaahmet mezarlığı’na defnedilmiştir.
fotoğrafı
devamını gör...
yadigar ejder
aynı isimli kişiye ithaf edilmiş bir the ringo jets parçası.
"herkesin yabancı olduğu bir dünyada yaşıyoruz
kimsesiz ve de garip
gidiyorum, evet, gidiyorum!
ama bir gün hiç kimsenin haberi olmadan gideceğim bu dünyadan
o zaman, kimse bulamayacak beni, hiç kimse!"
"herkesin yabancı olduğu bir dünyada yaşıyoruz
kimsesiz ve de garip
gidiyorum, evet, gidiyorum!
ama bir gün hiç kimsenin haberi olmadan gideceğim bu dünyadan
o zaman, kimse bulamayacak beni, hiç kimse!"
devamını gör...
seni sen yapan özelliklerin
enerjim.
devamını gör...

