türkiye'den seri katil çıkmaması
devamını gör...
sahibinin sesiyle okunan cümleler
          alarko kombi gerçek kombi gerçek konfor
      
  devamını gör...
nefret edilen küçük ama önemsiz şeyler
          ensemden içime kar atılması.
      
  devamını gör...
bir kedinin en güzel yeri
          burnuuuu öperim benimkini hep.
      
  devamını gör...
plaza dili
          overload olmak : aşırı iş yükü olan; yüklenme hali.
overlod oldum ne yapacağımı şaşırdım işler üstüste geliyo.
aksiyon almak : harekete geçmek, konuyla ilgili bişiy yapmak.
satışların düşmesiyle ilgili aksiyon aldık mı?
push etmek : giden bir işi ittirmek, zorlamak, yakın takip etmek.
yeni proje lansmanı bizim için önemli puş edelim lütfen.
assign etmek : bir iş için görevlendirmek, işleri dağıtmak.
sen elindeki işleri essayn et iş yükünü azalt.
third party : taşeron firma.
olmazsa tört party ile çözeriz.
canlıya almak : sistemi çalışır duruma getirmek/başlatmak
ve ve ve daha bir sürü şey. denk gelirseniz ağızlarına ağızlarına şaplak atınız efendim sjsjjsjs.
  overlod oldum ne yapacağımı şaşırdım işler üstüste geliyo.
aksiyon almak : harekete geçmek, konuyla ilgili bişiy yapmak.
satışların düşmesiyle ilgili aksiyon aldık mı?
push etmek : giden bir işi ittirmek, zorlamak, yakın takip etmek.
yeni proje lansmanı bizim için önemli puş edelim lütfen.
assign etmek : bir iş için görevlendirmek, işleri dağıtmak.
sen elindeki işleri essayn et iş yükünü azalt.
third party : taşeron firma.
olmazsa tört party ile çözeriz.
canlıya almak : sistemi çalışır duruma getirmek/başlatmak
ve ve ve daha bir sürü şey. denk gelirseniz ağızlarına ağızlarına şaplak atınız efendim sjsjjsjs.
devamını gör...
dış görünüşe önem vermiyorum diyen insan
          öyle der ve kamerayı açınca engeli basar.
      
  devamını gör...
ver bana düşlerimi
          yaşar kurt'un 2011 yılı yapımı güneş kokusu albümünde yer alan şarkıdır. şarkının ismi çok manidar tam günümüze ithafen söylenecek bir serzeniştir.
ver bana düşlerimi¿*
      
  ver bana düşlerimi¿*
devamını gör...
buffon'un iğnesi
          pi sayısını bir çeşit olasılık hesabıyla bulmaya yarayan yöntem. fransa'da, doğa bilimleri ve matematikle ilgilenen buffon kontu georges-louis leclerc tarafından bulunduğu için onun adıyla anılır.
olay şöyle gerçekleşiyor:
elinize çok sayıda iğne alın ve eşit aralıklarla birbirine paralel olarak çizilmiş çizgileri olan bir tahtanın üzerine iğneleri atmaya başlayın. şöyle:

görselin kaynağı
görüldüğü gibi iğnelerin çizgileri kesme durumu her iğne için farklı. kimisi hiçbir çizgiye değmiyor, kimisi ucundan ya da ortasından herhangi bir çizgiyle temas etmiş durumda. bu durumda iğnelerin çizgileri kesme olasılığı nedir diye sorsak nasıl bir cevaba ulaşırız?
yukarıdaki soruya konu olan olasılık, bir iğnenin orta noktası ile iğnenin tahta üzerindeki konumunun çizgilerle yaptığı açılara bağlıdır. tabii burada tek bir iğne olmadığından, tüm iğneler için bu olasılığın ne olduğu da merak konusu olacaktır.
iğnenin çizgilerden biriyle yaptığı açıdan bahsettik. iğne kendi etrafında 360 derece yani 1 tam tur dönebilir ve bir daire çizebilir. bu 360 derecenin her birinde de çizgiyle yaptığı açı birbirinden farklı olur. elbette iğnekendi ekseni etrafındaki bu turu atarken bazı açılarda bulunduğu sırada çizgiyi keserken bazı açılarda çizgiyle temas etmez. burada ayrıntısına girmeyeceğim birtakım trigonometri ve olasılık hesaplarıyla, integral yardımıyla iğnenin çizgiye değme olasılığı hesaplanabilir.
deney iğnenin uzunluğunu artırarak da yapılabilir. zira iğne 2 çizgiye birden değecek kadar uzun da olabilir. iğne sayısı arttıkça pi'ye daha yaklaşık değer elde edilebilir.
aslında yukarıdaki olasılık hesabının sonucu pi'ye bağlı olarak çıkar. ancak biz burada pi'yi bilmediğimizi ve onu hesaplamaya çalıştığımızı varsayıyoruz. bu yüzden iğneleri çok fazla kez, belki milyon defa atıp oradan çizgiye değme frekansını bulabiliriz. böylece frekanstan olasılığa geçerek ve formülden pi'yi çekerek pi'yi bulmuş oluruz. bu yönteme monte carlo metodu da denir.

görselin kaynağı
  olay şöyle gerçekleşiyor:
elinize çok sayıda iğne alın ve eşit aralıklarla birbirine paralel olarak çizilmiş çizgileri olan bir tahtanın üzerine iğneleri atmaya başlayın. şöyle:

görselin kaynağı
görüldüğü gibi iğnelerin çizgileri kesme durumu her iğne için farklı. kimisi hiçbir çizgiye değmiyor, kimisi ucundan ya da ortasından herhangi bir çizgiyle temas etmiş durumda. bu durumda iğnelerin çizgileri kesme olasılığı nedir diye sorsak nasıl bir cevaba ulaşırız?
yukarıdaki soruya konu olan olasılık, bir iğnenin orta noktası ile iğnenin tahta üzerindeki konumunun çizgilerle yaptığı açılara bağlıdır. tabii burada tek bir iğne olmadığından, tüm iğneler için bu olasılığın ne olduğu da merak konusu olacaktır.
iğnenin çizgilerden biriyle yaptığı açıdan bahsettik. iğne kendi etrafında 360 derece yani 1 tam tur dönebilir ve bir daire çizebilir. bu 360 derecenin her birinde de çizgiyle yaptığı açı birbirinden farklı olur. elbette iğnekendi ekseni etrafındaki bu turu atarken bazı açılarda bulunduğu sırada çizgiyi keserken bazı açılarda çizgiyle temas etmez. burada ayrıntısına girmeyeceğim birtakım trigonometri ve olasılık hesaplarıyla, integral yardımıyla iğnenin çizgiye değme olasılığı hesaplanabilir.
deney iğnenin uzunluğunu artırarak da yapılabilir. zira iğne 2 çizgiye birden değecek kadar uzun da olabilir. iğne sayısı arttıkça pi'ye daha yaklaşık değer elde edilebilir.
aslında yukarıdaki olasılık hesabının sonucu pi'ye bağlı olarak çıkar. ancak biz burada pi'yi bilmediğimizi ve onu hesaplamaya çalıştığımızı varsayıyoruz. bu yüzden iğneleri çok fazla kez, belki milyon defa atıp oradan çizgiye değme frekansını bulabiliriz. böylece frekanstan olasılığa geçerek ve formülden pi'yi çekerek pi'yi bulmuş oluruz. bu yönteme monte carlo metodu da denir.

görselin kaynağı
devamını gör...
ayların hafta haftaların gün gibi geçmeye başlaması
          gecmeyip napicakti, keyfinizin gelmesini mi bekleyecekti diye düşündüren başlık.
      
  devamını gör...
don't look up
          don't look up, 2021 yapımı 'apocalyptic' bir eğlence filmi. aslında kadrosu sağlam ama sağlam isimler pasif rollerde olunca filmi sadece dicaprio ve lawrance götürmeye çalışıyor. konu güzel, dünyanın haline yapılan eleştiriler güzel, insanların uyandırılmak istenmesi de güzel fakat film bunların dışında yaklaşık iki buçuk saatlik bir boşluk olarak kalıyor bence. bir buçuk saatlik bir film olsa güzel tüketilebilir bir film derdim fakat uzadıkça uzuyor. 
dicaprio için izlenir. yanlış anlamayın; timothée chalamet, jonah hill, meryl streep, cate blanchett gibi simalar görmek gerçekten güzel ama eğlenceli bir filmde o kadar pasif rolleri var ki. jonah hill komik olmaktan çok itici davranışlar sergiliyor, diğerleri de aynı şekilde. savunduğunuz tarafta değil de, ara ara sizin de eleştirdiğiniz ''ne olacak bu dünyanın hali'' cümlesindeki dünyayı bu hale getirenlerin tarafında oldukları için pek ısınamıyorsunuz o oyunculara. tekrar ediyorum eleştirilerini ve olayları çok doğru bulduğum bir film ama ne yazık ki yeterince eğlenceli veya ağır bulamadım. ikisi birden olmaya çalışırken ikisi de olamamış gibi geldi bana. puanım 5/10 olurdu sanırım. istatistikçiler için de ımdb puanı: 7.3
  dicaprio için izlenir. yanlış anlamayın; timothée chalamet, jonah hill, meryl streep, cate blanchett gibi simalar görmek gerçekten güzel ama eğlenceli bir filmde o kadar pasif rolleri var ki. jonah hill komik olmaktan çok itici davranışlar sergiliyor, diğerleri de aynı şekilde. savunduğunuz tarafta değil de, ara ara sizin de eleştirdiğiniz ''ne olacak bu dünyanın hali'' cümlesindeki dünyayı bu hale getirenlerin tarafında oldukları için pek ısınamıyorsunuz o oyunculara. tekrar ediyorum eleştirilerini ve olayları çok doğru bulduğum bir film ama ne yazık ki yeterince eğlenceli veya ağır bulamadım. ikisi birden olmaya çalışırken ikisi de olamamış gibi geldi bana. puanım 5/10 olurdu sanırım. istatistikçiler için de ımdb puanı: 7.3
devamını gör...
olmak istenen cansız varlık
          resim paleti.
      
  devamını gör...
dataizm
          dataizm kavramı ilk olarak david brooks tarafından 2013 yılında new york times "veri felsefefi" isimli makalede bahsedilmiştir. ünlü tarihçi yuval noah harari'nin yoğun araştırma ve çalışmaları sonrasında daha popüler bir hale gelmiştir.  
internette yaptığımız tüm arama geçmişleri, telefon veya diğer cihazlardaki hareketlerimiz, konumumuz, beğeni ve tercihlerimiz, internet alışveriş geçmişlerimiz gibi insana dair tüm verilerin herkese açık hale getirilmesi nasıl bir şeye sebep olurdu, diye bir soru soracak olursak karşımıza bu kavram çıkacaktır.
dataizm'in temel düşüncesi veri işlemeye en fazla katkıda bulunan kişilere (sistem, toplum veya birey olabilir) evrenin çok daha fazla değer atfetmesidir. harari'nin ifade ettiği şekliyle, dataizm, evrenin bir veri akışından meydana geldiğini ve bireylerin değerinin veri akışındaki sürece katkısı ile belirlendiğini söyler. daha açık bir ifade için şu örnek verilebilir: mesela teknolojinin daha zayıf veya hiç olmadığı bir çağda herhangi bir aktivitenin değeri insanda yarattığı duygu ile belirlenirdi. bir kafeye giderdiniz ve atmosfer veya menü veya aurası sizde olumlu şeyler yarattıysa bu eyleminiz değerli olurdu. dataizm'e veya dataizm çağa göre eylemin insanda yarattığı anlam önemli değildir. eğer eylemler verilere yani paylaşıma dönüşmüyorsa değersizdir. bu da şuna çıkıyor: bir kafeye gidersiniz, telefonunuzu çıkarıp fotoğrafını çeker ve sosyal medyada paylaşırsınız. aldığınız etkileşim de eyleminizin değerini belirler. bu aynı zamanda insanın hayatta kalma mücadelesi gibidir de, kişi deneyimlerini verilere dönüştürerek değerli olduğunu göstererek sistem içinde kendini var etmelidir.
dataizm'e inanan kişilere dataist veya vericiler denir. eğer dataizm'i gerçek bir din olarak düşünürsek bir dataist'in işleyebileceği en büyük günah veri akışı sürecine olumsuz bir etki yaratmaktır. yine tam tersi şekilde, olumlu bir etki de onun için sevap niteliği taşır, çok daha fazla iletişim aracına ulaşmalı, veri üretim ve tüketimini üst seviyelere çıkarmak için uğraşmalıdır. aynı zamanda dataizm'e inanmayan ve bağlanmaktan uzak duran "her şeyi" (evet her şeyi, insanı da aşan bir boyutta) de sistemin içerisine dahil etmelidir.
tüm bunlar insana çok çılgınca geliyor değil mi? ama dönüp bakınca şimdiden bu dini kabul ettiğimizi ve kurallarına sorgusuz uyduğumuzu görebiliriz. harari dataizm'in hümanist arzuları vaat ederek hızlıca yükseleceğini söyler. bugün veriye bağlı, sosyal medya, internet alışverişleri, müzik-film gibi aktiviteler düşünüldüğünde bizim arzularımızı tatmin eden sistemler olduğunu görebiliriz. ama aynı zamanda bizi sanki bir kutsal kitapmış gibi yönlendiren algoritmalara sahip olduğunu da söyleyebiliriz bence. aslında dataizm'in tam olarak ortaya çıktığı nokta da bu. bugün kendimizden, başka insanlardan daha çok algoritmalara, verilere güveniyoruz. önceki dinler, kutsal kitaplar her zaman bizim hayatımızı yönlendiren, iyi ve kötü arasındaki seçimlerimi şekillendiren olgular olmuştu. şimdi ise bizi bizden daha çok tanıyan veriler var. üstelik bir kutsal kitap bize doğru ve yanlışı söyleyebilir belki ama yanlışı seçmemize sebep olan insani duyguların nasıl oluştuğunu anlayabilir mi? basit örnekler olarak, spotify, netflix gibi platformaların bize önerdiği şeylerin zevklerimize hitap ettiğini görebiliriz. çünkü bizi her an izliyor, hangi müzikleri ne kadar dinlediğimizi, hangi filmi kapattığımızı, ve bu bakımdan bizi de tanıyor. "rastgele karşıma çıktı" dediğimiz herhangi bir şey gerçekten "rastgele" mi karşımıza çıkıyor? :)
işte bu örnekler çoğaltılabilir. gelecekte, mesela yüz sensörleri ile desteklenirse bu algoritmalar, herhangi bir insan karşısında duyduğumuz heyecanı ölçebilse, ya da kalp ritmimizi, bizim için hangi insanın ötekinden daha büyük bir değeri olduğunu dahi bilemez mi? şöyle bir senaryo canlanabilir: "google, sence ben a ve b kişisinden hangisini daha çok seviyorum?" bu soru karşısında da google bu zamana dek iki insan ile olan tüm yazışma geçmişimizi tarar, karşılarında yaşadığımız duyguları analiz eder, sonuçları dünyadaki tüm diğer eğilimlerle karşılaştırır ve istatistiklere dayanarak bizim karakterimizdeki bir kişinin bu iki karakter arasında uyumlu olduğunu bulur ve bize evleneceğimiz kişiyi söyleyebilir.* elbette tüm bu konforun yanında bambaşka sorunlar da ortaya çıkacaktır. içinde bulunduğumuz dönem için oldukça önemli ve ilgi çekici bir konu.
konuya ilgi duyan arkadaşlar evrim ağacı'nda bu konuyla ilgili yazdığım makaleyi okuyabilirler. ya da daha ileri okumalar için kaynaklara göz atabilirler.
kapsamlı bir diğer kaynak: yuval noah harari
  internette yaptığımız tüm arama geçmişleri, telefon veya diğer cihazlardaki hareketlerimiz, konumumuz, beğeni ve tercihlerimiz, internet alışveriş geçmişlerimiz gibi insana dair tüm verilerin herkese açık hale getirilmesi nasıl bir şeye sebep olurdu, diye bir soru soracak olursak karşımıza bu kavram çıkacaktır.
dataizm'in temel düşüncesi veri işlemeye en fazla katkıda bulunan kişilere (sistem, toplum veya birey olabilir) evrenin çok daha fazla değer atfetmesidir. harari'nin ifade ettiği şekliyle, dataizm, evrenin bir veri akışından meydana geldiğini ve bireylerin değerinin veri akışındaki sürece katkısı ile belirlendiğini söyler. daha açık bir ifade için şu örnek verilebilir: mesela teknolojinin daha zayıf veya hiç olmadığı bir çağda herhangi bir aktivitenin değeri insanda yarattığı duygu ile belirlenirdi. bir kafeye giderdiniz ve atmosfer veya menü veya aurası sizde olumlu şeyler yarattıysa bu eyleminiz değerli olurdu. dataizm'e veya dataizm çağa göre eylemin insanda yarattığı anlam önemli değildir. eğer eylemler verilere yani paylaşıma dönüşmüyorsa değersizdir. bu da şuna çıkıyor: bir kafeye gidersiniz, telefonunuzu çıkarıp fotoğrafını çeker ve sosyal medyada paylaşırsınız. aldığınız etkileşim de eyleminizin değerini belirler. bu aynı zamanda insanın hayatta kalma mücadelesi gibidir de, kişi deneyimlerini verilere dönüştürerek değerli olduğunu göstererek sistem içinde kendini var etmelidir.
dataizm'e inanan kişilere dataist veya vericiler denir. eğer dataizm'i gerçek bir din olarak düşünürsek bir dataist'in işleyebileceği en büyük günah veri akışı sürecine olumsuz bir etki yaratmaktır. yine tam tersi şekilde, olumlu bir etki de onun için sevap niteliği taşır, çok daha fazla iletişim aracına ulaşmalı, veri üretim ve tüketimini üst seviyelere çıkarmak için uğraşmalıdır. aynı zamanda dataizm'e inanmayan ve bağlanmaktan uzak duran "her şeyi" (evet her şeyi, insanı da aşan bir boyutta) de sistemin içerisine dahil etmelidir.
tüm bunlar insana çok çılgınca geliyor değil mi? ama dönüp bakınca şimdiden bu dini kabul ettiğimizi ve kurallarına sorgusuz uyduğumuzu görebiliriz. harari dataizm'in hümanist arzuları vaat ederek hızlıca yükseleceğini söyler. bugün veriye bağlı, sosyal medya, internet alışverişleri, müzik-film gibi aktiviteler düşünüldüğünde bizim arzularımızı tatmin eden sistemler olduğunu görebiliriz. ama aynı zamanda bizi sanki bir kutsal kitapmış gibi yönlendiren algoritmalara sahip olduğunu da söyleyebiliriz bence. aslında dataizm'in tam olarak ortaya çıktığı nokta da bu. bugün kendimizden, başka insanlardan daha çok algoritmalara, verilere güveniyoruz. önceki dinler, kutsal kitaplar her zaman bizim hayatımızı yönlendiren, iyi ve kötü arasındaki seçimlerimi şekillendiren olgular olmuştu. şimdi ise bizi bizden daha çok tanıyan veriler var. üstelik bir kutsal kitap bize doğru ve yanlışı söyleyebilir belki ama yanlışı seçmemize sebep olan insani duyguların nasıl oluştuğunu anlayabilir mi? basit örnekler olarak, spotify, netflix gibi platformaların bize önerdiği şeylerin zevklerimize hitap ettiğini görebiliriz. çünkü bizi her an izliyor, hangi müzikleri ne kadar dinlediğimizi, hangi filmi kapattığımızı, ve bu bakımdan bizi de tanıyor. "rastgele karşıma çıktı" dediğimiz herhangi bir şey gerçekten "rastgele" mi karşımıza çıkıyor? :)
işte bu örnekler çoğaltılabilir. gelecekte, mesela yüz sensörleri ile desteklenirse bu algoritmalar, herhangi bir insan karşısında duyduğumuz heyecanı ölçebilse, ya da kalp ritmimizi, bizim için hangi insanın ötekinden daha büyük bir değeri olduğunu dahi bilemez mi? şöyle bir senaryo canlanabilir: "google, sence ben a ve b kişisinden hangisini daha çok seviyorum?" bu soru karşısında da google bu zamana dek iki insan ile olan tüm yazışma geçmişimizi tarar, karşılarında yaşadığımız duyguları analiz eder, sonuçları dünyadaki tüm diğer eğilimlerle karşılaştırır ve istatistiklere dayanarak bizim karakterimizdeki bir kişinin bu iki karakter arasında uyumlu olduğunu bulur ve bize evleneceğimiz kişiyi söyleyebilir.* elbette tüm bu konforun yanında bambaşka sorunlar da ortaya çıkacaktır. içinde bulunduğumuz dönem için oldukça önemli ve ilgi çekici bir konu.
konuya ilgi duyan arkadaşlar evrim ağacı'nda bu konuyla ilgili yazdığım makaleyi okuyabilirler. ya da daha ileri okumalar için kaynaklara göz atabilirler.
kapsamlı bir diğer kaynak: yuval noah harari
devamını gör...
benjamin olarak moderasyon adına yazarlara son uyarı
          az önce benjaminin mektubu mesaj kutuma düşmüştür
durum ciddi galiba
  durum ciddi galiba
devamını gör...
misvak mizah dergisi
          mizah ile alakası olmayan dergi.
yaptıkları şey kara mizah bile değildir.
yalayarak nereye kadar gidebileceklerini ispatlama derdine düşmüş gibiler.
  yaptıkları şey kara mizah bile değildir.
yalayarak nereye kadar gidebileceklerini ispatlama derdine düşmüş gibiler.
devamını gör...
aguirre, tanrının gazabı
          bir gogol’un dar paltosu ukdesidir. 
bir werner herzog filmidir.

filmin hem senaristliğini hem yönetmenliğini hem de yapımcılığını werner herzog yapmıştır. bu bilgiyi özellikle verdim çünkü ileride anlatacağım olayı anlamak açısından bu bilgi önemli.
filmin başrol oyuncusu daha önce bir tanımla ne kadar büyük bir hayranlık beslediğimi anlattığım nastassja kinski’nin babası büyük oyuncu klaus kinski’dir.
filmde el dorado’yu bulmak için bir sal üzerinde yolculuk yapan küçük bir keşif ekibinde aguirre isimli soylunun ekibin komutasını ele geçirip herkese kan kusturması anlatılır. ben çok az filmde bu kadar gerildiğimi hatırlarım.
daha sonra filmin çekilme hikayesini okuduğumda ise daha çok gerildim. çünkü film çekimi o kadar zor geçer ki oyuncular isyan eder ve başrol oyuncusu olan klaus kinski yönetmen werner herzog’a giderek artık filmi çekmek istemediklerini ısrarla söyler. bunun üzerine tabancasını çıkaran werner herzog arkadaşının kafasına silahı dayayarak filmi bitirmeleri gerektiği konusunda onu yapıcı bir şekilde ikna eder.
ve tanrının gazabı werner herzog’un bu ısrarı sayesinde müthiş bir film ortaya çıkar.
  bir werner herzog filmidir.

filmin hem senaristliğini hem yönetmenliğini hem de yapımcılığını werner herzog yapmıştır. bu bilgiyi özellikle verdim çünkü ileride anlatacağım olayı anlamak açısından bu bilgi önemli.
filmin başrol oyuncusu daha önce bir tanımla ne kadar büyük bir hayranlık beslediğimi anlattığım nastassja kinski’nin babası büyük oyuncu klaus kinski’dir.
filmde el dorado’yu bulmak için bir sal üzerinde yolculuk yapan küçük bir keşif ekibinde aguirre isimli soylunun ekibin komutasını ele geçirip herkese kan kusturması anlatılır. ben çok az filmde bu kadar gerildiğimi hatırlarım.
daha sonra filmin çekilme hikayesini okuduğumda ise daha çok gerildim. çünkü film çekimi o kadar zor geçer ki oyuncular isyan eder ve başrol oyuncusu olan klaus kinski yönetmen werner herzog’a giderek artık filmi çekmek istemediklerini ısrarla söyler. bunun üzerine tabancasını çıkaran werner herzog arkadaşının kafasına silahı dayayarak filmi bitirmeleri gerektiği konusunda onu yapıcı bir şekilde ikna eder.
ve tanrının gazabı werner herzog’un bu ısrarı sayesinde müthiş bir film ortaya çıkar.
devamını gör...
korona'ya bir cümle kur
          hayatımızı silktin, git artık...
      
  devamını gör...
kadın cinayetlerinde yanlış tercih gerçeği
          var olan gerçektir. lakin birlikte olacağınız erkeği dikkatlice seçmek sizin bu tür cinayetlere kurban gitme ihtimalinizi yok etmiyor. yalnızca ihtimali azaltıyor. sokakta, iş yerinde, toplu taşımada hiç tanımadığı insanlar tarafından rahatsız edilen kadınların ne yapacağı sorununu yine kadın üzerinden çözme ihtimaliniz yok. o halde yapmanız gereken toplumun hiçbir kesiminin şiddeti, ölümü, işkenceyi, savaşı, tacizi, tecavüzü desteklememesini sağlayacak toplumsal bir dönüşüm başlatmak. çok klasik olacak ama bunun da tek yolu eğitim.
      
  devamını gör...
yüce tanrı pan
          yüce tanrı pan, the great god pan, galler'li -wales'li- yazar arthur machen'ın 1894 tarihinde yayınlanan bir kitabıdır. ülkesindeki pagan tapınaklarını gezerken ilham alan yazar kitapta mitolojide insanlara korku salan tanrı pan'ı on dokuzuncu yüzyıla taşımaktadır. bir doktorun ruhani dünyaya erişmek için yaptığı ''yüce tanrı pan'ı görmek'' adlı deneyden sonra şehirde art arda vuku bulan gizemli  olayları anlatan kitap bir korku klasiği olarak geçmektedir. kitap ilk çıktığı zamanlarda içeriği sebebiyle yazarın ününü zedelese de zaman içinde kabul görmüş ve kültleşmiştir. roman: howard phillips lovecraft, bram stoker, stephen king gibi yazarları etkilemiş; sinema sahnesine de taşınmıştır. pan'ın labirent'i filmine esin kaynağı olmuştur.
buradan sonrası kişisel fikirlerimi içeriyor ama okumadan önce bilmemeniz gereken bir şeyleri söylemeyeceğim. gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. kitapta toplam karakter sayısı az, kitabın sayfa sayısının da az olduğunu düşünürsek bir çırpıda kolayca anlaşılabilecek bir kitap. fakat ben çevirisinden pek hoşlanmadım (itahki yayınları). kime hitap edildiği, kimin hitap ettiği özellikle son sayfalarda karışıyor. bazı cümleler devrik ve bazı cümlelerde -belki de yazarın cümleyi uzun tutmasından dolayı- bağlaçlar sıfatlar birbirine giriyor.
gelelim korku edebiyatı meselesi. okuduğum ilk ''korku'' romanı olduğu için bir karşılaştırma yapamayacağım fakat gizem öğesi kesinlikle okuduğunuz her satırda hissediliyor. bir polisiye romanı havasında geçmemesi de ayrı bir noktası. sürekli yeni bir bilgi sayesinde farklı sonuçlara ulaşmıyorsunuz. kitap başından sonuna sizi tek bir konuda diken üstüne tutuyor. olaylar yaşanırken değil yaşandıktan sonra anlatılıyor kitapta. sanıyorum kısa olmasının sebebi bu. geçmiş zaman ile, karakterler olayları yaşadıktan sonra anlatıyorlar; olayı yaşayan karakterler anlatılmıyor. konuşmalarla, hikayelerle, olaylarla ve iç seslerle geçen kitap -tekrar söylüyorum- başından sonuna kadar sizi bu gizemin içinde tutuyor.
daha uzun olmasını dileyeceğim ama ne yazık ki çabucak biten bir kitap olarak da sonlanıyor. istenirse birkaç yüz sayfaya yayılabilecek bir konu yüzüncü sayfaya bile gelmeden bitiyor. gizemli, doğaüstü, sürükleyici roman okumayı sevenlerin seveceğini düşünüyorum bu kitabı. okurken, atmosferin içinde hissetmek isteyenler için de kesinlikle başarılı bir kitap olduğunu söyleyebilirim. belki karakterlerle birlikte nefesiniz kesilmeyecek ama o gri havada, evlerin arasında ve odalarda karakterle birlikte gezeceksiniz gibi geliyor bana.
  buradan sonrası kişisel fikirlerimi içeriyor ama okumadan önce bilmemeniz gereken bir şeyleri söylemeyeceğim. gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. kitapta toplam karakter sayısı az, kitabın sayfa sayısının da az olduğunu düşünürsek bir çırpıda kolayca anlaşılabilecek bir kitap. fakat ben çevirisinden pek hoşlanmadım (itahki yayınları). kime hitap edildiği, kimin hitap ettiği özellikle son sayfalarda karışıyor. bazı cümleler devrik ve bazı cümlelerde -belki de yazarın cümleyi uzun tutmasından dolayı- bağlaçlar sıfatlar birbirine giriyor.
gelelim korku edebiyatı meselesi. okuduğum ilk ''korku'' romanı olduğu için bir karşılaştırma yapamayacağım fakat gizem öğesi kesinlikle okuduğunuz her satırda hissediliyor. bir polisiye romanı havasında geçmemesi de ayrı bir noktası. sürekli yeni bir bilgi sayesinde farklı sonuçlara ulaşmıyorsunuz. kitap başından sonuna sizi tek bir konuda diken üstüne tutuyor. olaylar yaşanırken değil yaşandıktan sonra anlatılıyor kitapta. sanıyorum kısa olmasının sebebi bu. geçmiş zaman ile, karakterler olayları yaşadıktan sonra anlatıyorlar; olayı yaşayan karakterler anlatılmıyor. konuşmalarla, hikayelerle, olaylarla ve iç seslerle geçen kitap -tekrar söylüyorum- başından sonuna kadar sizi bu gizemin içinde tutuyor.
daha uzun olmasını dileyeceğim ama ne yazık ki çabucak biten bir kitap olarak da sonlanıyor. istenirse birkaç yüz sayfaya yayılabilecek bir konu yüzüncü sayfaya bile gelmeden bitiyor. gizemli, doğaüstü, sürükleyici roman okumayı sevenlerin seveceğini düşünüyorum bu kitabı. okurken, atmosferin içinde hissetmek isteyenler için de kesinlikle başarılı bir kitap olduğunu söyleyebilirim. belki karakterlerle birlikte nefesiniz kesilmeyecek ama o gri havada, evlerin arasında ve odalarda karakterle birlikte gezeceksiniz gibi geliyor bana.
devamını gör...

