aykırı olmanın riski
düşmanın yoksa, adam gibi yaşamadın demektir. che guevera
devamını gör...
diyelim ki o bunu okuyor
umarım tercih ettiğin hayat biraktiğin hayata değmistir.
devamını gör...
g3
barut gazının geri tepmesi, icra mili ve yayının ileri itmesi ile çalışan, hava ile soğuyan, 7.62 mm'lik fişek atan, yarı ve tam otomatik atış modları olan, 4 yiv 4 setten oluşan piyade tüfeğidir.
etkili menzili 400m olup azami menzili 800m'dir. türk silahlı kuvvetleri envanterinde piyade tüfeği olarak bulunmakta ve kullanılmaktadır. makine kimya endüstrisi kurumu tarafından g3a7 lisansı ile üretilmektedir.
heckler & koch alman silah şirketi tarafından 1950'lerde üretilmiştir.
söküp parçalaması ve birleştirip toplaması oldukça kolay olup, bakımı ve temizliği bu nedenle rahattır. gözler bağlı bir şekilde bile çok çabuk ve pratik olarak parçalayıp, birleştirilebilir.
sabit dipçikli g3 piyade tüfeğinde atış oldukça rahattır. sabit dipçikli g3 ile 200m menzildeki hedefi vuramayana askerde kör ya da ebleh muamelesi yapılır. işin sırrı, dipçiği omuz boşluğuna doğru yerleştirme ve kaynak alma dediğimiz, dipçiğe yanağınızı yerleştirmededir. dipçiği omuz boşluğuna doğru oturtmuş ve kaynağını doğru almış bir atıcının 200m menzilde insan gövdesi boyutlarındaki sabit bir hedefi vuramaması için kör ya da ebleh olması gerek.* vuramamışsa büyük ihtimalle kaynağını doğru alamamış ya da dipçiği omuz boşluğuna oturtamamıştır.
g3 piyade tüfeği hedefi imha etmeye yönelik tasarlanarak üretilmiş bir tüfektir. etkili menzil içerisinde, mermi vücuda saplandıktan 18 cm sonra takla atarak vücutta ilerlemeye başlar. bu da tahrip gücünü vücuda girdikten sonra 10 kat artırır. merminin çıkış noktasında açılan delik, giriş noktasında açılan deliğin yaklaşık 10 katı kadardır. mermi vücut içerisinde bir kemiğe rastlaması durumunda kemiği de parçalayarak yön değiştirir. hem merminin yön değiştirmesi hem de parçalanan kemiğin şarapnel etkisi yaratması tahrip gücünü artırır.
g3 mermisi gövdesine isabet etmiş bir kişinin yaşama şansı oldukça düşüktür. iç organların da bulunduğu bir bölgeye isabet etmiş bir g3 mermisi iç organları da parçalayarak kısa zamanda ölümü gerçekleştirir. g3 mermisine maruz kalıp, hayatta kalan kişiler genelde merminin takla atmaya zaman bulamayacağı, ince noktalardan*, kol, bacak** gibi bölgelerden ya da şansına giriş-çıkış noktaları arasında hayati bir tahribat yaratılamayacak bir boşluktan isabet almış insanlardır. bunların haricinde de bu mermiye hedef olup hayatta kalanlar ise hayatlarına eksik olarak devam ederler.
askere gitme hazırlığında olan arkadaşların çoğunu beklemektedir bu tüfek. eğitimde ve nöbette kullanmaları için kendilerine zimmetlenecektir. önerim bu tüfeğe saygı duymaları ve tüfeği çok sevmeleri yönünde olacaktır. hayır yani önemsemeyebilirsiniz de tabi ama takım ya da bölük komutanınızın gazabına uğramak istemiyorsanız diye dedim.* ayrıca şunu unutmayın; size zimmetlenen o tüfek yıllardır ordu içerisinde kullanılıyor ve devlet malı. o tüfek geçmişte can aldı, can kurtardı ve icap etmesi halinde gene can alır, can kurtarır. o tüfeğe bu bilinçle bakarsanız o tüfeğin saygıyı hakettiğini düşünür ve gereken değeri verirsiniz. aksi durumda o tüfeğe baston muamelesi yaparsınız o zaman da takım ya da bölük komutanınız annenizden emdiğiniz sütü burnunuzdan getirir.*
etkili menzili 400m olup azami menzili 800m'dir. türk silahlı kuvvetleri envanterinde piyade tüfeği olarak bulunmakta ve kullanılmaktadır. makine kimya endüstrisi kurumu tarafından g3a7 lisansı ile üretilmektedir.
heckler & koch alman silah şirketi tarafından 1950'lerde üretilmiştir.
söküp parçalaması ve birleştirip toplaması oldukça kolay olup, bakımı ve temizliği bu nedenle rahattır. gözler bağlı bir şekilde bile çok çabuk ve pratik olarak parçalayıp, birleştirilebilir.
sabit dipçikli g3 piyade tüfeğinde atış oldukça rahattır. sabit dipçikli g3 ile 200m menzildeki hedefi vuramayana askerde kör ya da ebleh muamelesi yapılır. işin sırrı, dipçiği omuz boşluğuna doğru yerleştirme ve kaynak alma dediğimiz, dipçiğe yanağınızı yerleştirmededir. dipçiği omuz boşluğuna doğru oturtmuş ve kaynağını doğru almış bir atıcının 200m menzilde insan gövdesi boyutlarındaki sabit bir hedefi vuramaması için kör ya da ebleh olması gerek.* vuramamışsa büyük ihtimalle kaynağını doğru alamamış ya da dipçiği omuz boşluğuna oturtamamıştır.
g3 piyade tüfeği hedefi imha etmeye yönelik tasarlanarak üretilmiş bir tüfektir. etkili menzil içerisinde, mermi vücuda saplandıktan 18 cm sonra takla atarak vücutta ilerlemeye başlar. bu da tahrip gücünü vücuda girdikten sonra 10 kat artırır. merminin çıkış noktasında açılan delik, giriş noktasında açılan deliğin yaklaşık 10 katı kadardır. mermi vücut içerisinde bir kemiğe rastlaması durumunda kemiği de parçalayarak yön değiştirir. hem merminin yön değiştirmesi hem de parçalanan kemiğin şarapnel etkisi yaratması tahrip gücünü artırır.
g3 mermisi gövdesine isabet etmiş bir kişinin yaşama şansı oldukça düşüktür. iç organların da bulunduğu bir bölgeye isabet etmiş bir g3 mermisi iç organları da parçalayarak kısa zamanda ölümü gerçekleştirir. g3 mermisine maruz kalıp, hayatta kalan kişiler genelde merminin takla atmaya zaman bulamayacağı, ince noktalardan*, kol, bacak** gibi bölgelerden ya da şansına giriş-çıkış noktaları arasında hayati bir tahribat yaratılamayacak bir boşluktan isabet almış insanlardır. bunların haricinde de bu mermiye hedef olup hayatta kalanlar ise hayatlarına eksik olarak devam ederler.
askere gitme hazırlığında olan arkadaşların çoğunu beklemektedir bu tüfek. eğitimde ve nöbette kullanmaları için kendilerine zimmetlenecektir. önerim bu tüfeğe saygı duymaları ve tüfeği çok sevmeleri yönünde olacaktır. hayır yani önemsemeyebilirsiniz de tabi ama takım ya da bölük komutanınızın gazabına uğramak istemiyorsanız diye dedim.* ayrıca şunu unutmayın; size zimmetlenen o tüfek yıllardır ordu içerisinde kullanılıyor ve devlet malı. o tüfek geçmişte can aldı, can kurtardı ve icap etmesi halinde gene can alır, can kurtarır. o tüfeğe bu bilinçle bakarsanız o tüfeğin saygıyı hakettiğini düşünür ve gereken değeri verirsiniz. aksi durumda o tüfeğe baston muamelesi yaparsınız o zaman da takım ya da bölük komutanınız annenizden emdiğiniz sütü burnunuzdan getirir.*
devamını gör...
köy enstitüleri
'eğitim romantizmi' ve 'minnak komünistler yetiştiriliyor' hikayelerinin ötesinde kırsalı hedef alan kalkınma projesinin uygulama yöntemlerinden bir tanesidir.
köy enstitüleri, kırsal kalkınmayı hedefleyen ekonomi temelli bir projedir. eğitim yönü ise yöntemsel olarak tamamlayıcı bir rol üstlenmektedir. adının bir lise ya da (öğretmen) meslek okulu değil, 'enstitü' olması, söz konusu projenin kapsayıcı ve geniş çaplı olmasına; başında 'köy' ibaresinin bulunması da bu projenin doğrudan hedefine işaret eder.
enstitülerin kurulduğu yıllarda türkiye bir tarım ülkesidir. ağır sanayi hamlelerinin yanı sıra, öncelikli sanayi gelişiminin birincil hedeflerinden bir tanesi yerli hammaddenin sanayi üretimi içerisinde kullanılmasıdır. iplik, dokuma ve sigara gibi hammaddesi tarıma dayalı üretim sanayisinin gelişmesi de aynı günlere tekabül etmektedir. dolayısıyla tarıma dayalı sanayi üretiminin hammadde sürekliliğinin ve kalitesinin sağlanabilmesi için tarımsal üretimin de sürekliliğinin ve niteliğinin arttırılması gerekmektedir. bunun yolu ise geleneksel tarımsal üretim teknikleri yerine, verimliliği ve çeşitliliği artıracak modern tarımsal üretim tekniklerinin ve araçlarının köylüye öğretilmesidir. bu noktada bu görev için öğretmenin seçilmiş olması da mantıklıdır. zira kırsal alanda sürekliliği olan ve kırsal yaşama adapte olarak oranın bir parçası haline gelen unsur o dönem için öğretmen figürüdür. bu bağlamda öğretmen, her alanda öğretici ve uygulayıcı olarak seçilmiştir. bu nedenle köy enstitülerindeki öğretmenlere tarım teknikleri ve hayvancılıkla ilgili derslerin uygulamalı olarak verilmesi boşuna değildir.
enstitülerin bir diğer amacı da tarımsal ve hayvansal üretimin birincil aktörü olan tebaa köylüyü, bu üretimin meslek erbabı olan çiftçiye dönüştürmektir. zira köylü, sosyolojik bir tanımlama, çiftçi ise mesleki bir tanımlamadır. bu nedenle enstitü, feodal yapı ve ilişki içerisindeki köylüyü, tebaa ve ırgat konumundan çıkartıp, bireysel bir tarım işletmecisi haline getirmeyi amaçlamıştır. köylüyü feodal ilişkilerden çıkartmanın yolu olarak da 'eğitim' öngörülmüştür. yine köylüye keman çalmayı, klasik müziği öğretmek; köylüyü kendi feodal kutusundan çıkartıp evrensel bir birey haline getirmeyi amaçlamaktadır. köylüyü topraklandırma kanun tartışmalarının da aynı döneme tekabül etmesi tesadüf değildir.
enstitülerin kapatılma hikayesinin arkasında ise türkiye'nin kalkınma stratejisinin değişmesi yatmaktadır. yani, komünizm vb. hikayeler yalnızca işi kılıfına uydurmaktır. zira 1954 yılında kapatıldıktan kısa bir süre gerçekleşen 1960 darbesi sonrası türkiye ithal ikameci kalkınma modeline geçmiştir. adnan menderes'in darbeyle indirilmesinin önemli nedenlerinden bir tanesi de sovyet rusya ile yakınlaşmasından ziyade, tarımsal üretim sübvansiyonlarından vazgeçmek istememesi ve ithal ikameci modele geçmek istememesidir. zira adnan menderes, aldığı oyun büyük bir oranını kırsal kesimden almaktadır.
farklı boyutlarda fabrikalar anlamına gelen ithal ikameci modelin o dönem ki en büyük eksikliği fabrikalarda ihtiyaç duyulan iş gücü, yani işçidir. nüfusun büyük bölümü kırsalda yaşadığı ve tarımsal üretimle ilgilendiği için köylünün, çiftçilikten vazgeçerek şehirlere gelmesi ve işçi olması gerekmektedir. köylüyü köyünden çıkaracak şey ise tarımsal sübvansiyonların kaldırılarak köylüyü şehre gelmeye mecbur bırakmaktadır. 1960 sonrası köyden kente göçün hızla artması tesadüfi değil, bilinçli bir politikanın ürünüdür. bu amaçla köy enstitüleri darbe öncesi kapatılarak köylünün geleneksel üretim ve feodal bağlara geri dönüşü ya da devamlılığı sağlanmış, darbe sonrası ise tarımsal sübvansiyonlar kesilerek köylünün ekonomik olarak şehre göç etmesi sağlanmıştır.
köy enstitüleri, kırsal kalkınmayı hedefleyen ekonomi temelli bir projedir. eğitim yönü ise yöntemsel olarak tamamlayıcı bir rol üstlenmektedir. adının bir lise ya da (öğretmen) meslek okulu değil, 'enstitü' olması, söz konusu projenin kapsayıcı ve geniş çaplı olmasına; başında 'köy' ibaresinin bulunması da bu projenin doğrudan hedefine işaret eder.
enstitülerin kurulduğu yıllarda türkiye bir tarım ülkesidir. ağır sanayi hamlelerinin yanı sıra, öncelikli sanayi gelişiminin birincil hedeflerinden bir tanesi yerli hammaddenin sanayi üretimi içerisinde kullanılmasıdır. iplik, dokuma ve sigara gibi hammaddesi tarıma dayalı üretim sanayisinin gelişmesi de aynı günlere tekabül etmektedir. dolayısıyla tarıma dayalı sanayi üretiminin hammadde sürekliliğinin ve kalitesinin sağlanabilmesi için tarımsal üretimin de sürekliliğinin ve niteliğinin arttırılması gerekmektedir. bunun yolu ise geleneksel tarımsal üretim teknikleri yerine, verimliliği ve çeşitliliği artıracak modern tarımsal üretim tekniklerinin ve araçlarının köylüye öğretilmesidir. bu noktada bu görev için öğretmenin seçilmiş olması da mantıklıdır. zira kırsal alanda sürekliliği olan ve kırsal yaşama adapte olarak oranın bir parçası haline gelen unsur o dönem için öğretmen figürüdür. bu bağlamda öğretmen, her alanda öğretici ve uygulayıcı olarak seçilmiştir. bu nedenle köy enstitülerindeki öğretmenlere tarım teknikleri ve hayvancılıkla ilgili derslerin uygulamalı olarak verilmesi boşuna değildir.
enstitülerin bir diğer amacı da tarımsal ve hayvansal üretimin birincil aktörü olan tebaa köylüyü, bu üretimin meslek erbabı olan çiftçiye dönüştürmektir. zira köylü, sosyolojik bir tanımlama, çiftçi ise mesleki bir tanımlamadır. bu nedenle enstitü, feodal yapı ve ilişki içerisindeki köylüyü, tebaa ve ırgat konumundan çıkartıp, bireysel bir tarım işletmecisi haline getirmeyi amaçlamıştır. köylüyü feodal ilişkilerden çıkartmanın yolu olarak da 'eğitim' öngörülmüştür. yine köylüye keman çalmayı, klasik müziği öğretmek; köylüyü kendi feodal kutusundan çıkartıp evrensel bir birey haline getirmeyi amaçlamaktadır. köylüyü topraklandırma kanun tartışmalarının da aynı döneme tekabül etmesi tesadüf değildir.
enstitülerin kapatılma hikayesinin arkasında ise türkiye'nin kalkınma stratejisinin değişmesi yatmaktadır. yani, komünizm vb. hikayeler yalnızca işi kılıfına uydurmaktır. zira 1954 yılında kapatıldıktan kısa bir süre gerçekleşen 1960 darbesi sonrası türkiye ithal ikameci kalkınma modeline geçmiştir. adnan menderes'in darbeyle indirilmesinin önemli nedenlerinden bir tanesi de sovyet rusya ile yakınlaşmasından ziyade, tarımsal üretim sübvansiyonlarından vazgeçmek istememesi ve ithal ikameci modele geçmek istememesidir. zira adnan menderes, aldığı oyun büyük bir oranını kırsal kesimden almaktadır.
farklı boyutlarda fabrikalar anlamına gelen ithal ikameci modelin o dönem ki en büyük eksikliği fabrikalarda ihtiyaç duyulan iş gücü, yani işçidir. nüfusun büyük bölümü kırsalda yaşadığı ve tarımsal üretimle ilgilendiği için köylünün, çiftçilikten vazgeçerek şehirlere gelmesi ve işçi olması gerekmektedir. köylüyü köyünden çıkaracak şey ise tarımsal sübvansiyonların kaldırılarak köylüyü şehre gelmeye mecbur bırakmaktadır. 1960 sonrası köyden kente göçün hızla artması tesadüfi değil, bilinçli bir politikanın ürünüdür. bu amaçla köy enstitüleri darbe öncesi kapatılarak köylünün geleneksel üretim ve feodal bağlara geri dönüşü ya da devamlılığı sağlanmış, darbe sonrası ise tarımsal sübvansiyonlar kesilerek köylünün ekonomik olarak şehre göç etmesi sağlanmıştır.
devamını gör...
son görülmesi ve mavi tiki kapalı insan
bu insan benimdir. mavi tik, son görülme beni geriyor. takip ediliyor gibi hissedip, geriliyorum. allah ın verdiği bu gözler istediği zaman görür kardeşim size ne...
devamını gör...
iki çeşit insan vardır
yağmurda yürüyenler ve yağmurda ıslananlar
devamını gör...
eşofman altlarının artık düdük gibi rahatsız olması
bakıyorum hepsi dap dar kesim,üzerine yapışan,paçası lastikli,tayt desen tayt değil,eşofman altı desen o da değil,düzgün ,rahat,klasik,sıradan,uygun fiyatlı bir eşofman altı bulmak neredeyse imkansız oldu.
devamını gör...
ağlayan bebeğin toplu taşımada verdiği rahatsızlık
insanı gerçekten canından bezdirecek seviyeye gelebilen durum.
şimdi şunu bir kenara koyalım; bebeğin laftan anlamadığını hepimiz biliyoruz ama bu, sesten rahatsız olmamayı sağlamıyor ne yazık ki. anne baba bazen ne yaparsa yapsın susturamıyor bebeği ve kendileri de rahatsız oluyor durumdan, farkındayız. onlara lafım yok ama bizim de suçumuz yok, rahatsız olduğumuz için. şu alıntıyı da buraya bırakayım:
"85 desibelin üstü insan kulağı için zararlı iken bebeklerin ağlaması 100 desibelin de üstündedir."
130 desibele varabildiği de görülüyormuş bu arada...
***
iş bebek değil de, laf anlaması biraz daha muhtemel olan çocuklara gelince... evet, çocuktur ağlayabilir tabi ki ama çocuk ağlarken hiç mi hiç umursamayan anne babalardır, insanın sinirini esas bozanlar. eğer büyük bir sağlık problemi falan yoksa ve tamamen vurdumduymazlığından ilgilenmiyorsa çocuğuyla, böylesi her lafı hak eder. zira hemen hemen her çocuğu oyalayabilmenin bir yolu vardır. önemli olan ebeveyn olarak onu bulmak/bilmek.
***
ben kendi tedbirimi mp3 çalar ve kulaklık ile alıyorum. böylece kimseyle sıkıntı yaşamıyorum. müzik dinlemek istemeyen ama sesten korunmak isteyene de silikon kulak tıkaçlarını öneririm.
şimdi şunu bir kenara koyalım; bebeğin laftan anlamadığını hepimiz biliyoruz ama bu, sesten rahatsız olmamayı sağlamıyor ne yazık ki. anne baba bazen ne yaparsa yapsın susturamıyor bebeği ve kendileri de rahatsız oluyor durumdan, farkındayız. onlara lafım yok ama bizim de suçumuz yok, rahatsız olduğumuz için. şu alıntıyı da buraya bırakayım:
"85 desibelin üstü insan kulağı için zararlı iken bebeklerin ağlaması 100 desibelin de üstündedir."
130 desibele varabildiği de görülüyormuş bu arada...
***
iş bebek değil de, laf anlaması biraz daha muhtemel olan çocuklara gelince... evet, çocuktur ağlayabilir tabi ki ama çocuk ağlarken hiç mi hiç umursamayan anne babalardır, insanın sinirini esas bozanlar. eğer büyük bir sağlık problemi falan yoksa ve tamamen vurdumduymazlığından ilgilenmiyorsa çocuğuyla, böylesi her lafı hak eder. zira hemen hemen her çocuğu oyalayabilmenin bir yolu vardır. önemli olan ebeveyn olarak onu bulmak/bilmek.
***
ben kendi tedbirimi mp3 çalar ve kulaklık ile alıyorum. böylece kimseyle sıkıntı yaşamıyorum. müzik dinlemek istemeyen ama sesten korunmak isteyene de silikon kulak tıkaçlarını öneririm.
devamını gör...
kendi saçını kesmek
yıllardır yaptığım eylem. benim için saç kesmek terapi gibi, hoş bir aktivite. gerçekten kısa saçı da çok seviyorum, saç kesmesini de, miss gibi.
devamını gör...
yaran nickler
devamını gör...
sözlükteki birinden etkilenmek
benden etkilenen varsa açıkça söylesin çünkü ben de benden etkileniyorum.
t: normal bir durumdur. yoldaş yoldaşa yürümez ama etkilenebilir.
t: normal bir durumdur. yoldaş yoldaşa yürümez ama etkilenebilir.
devamını gör...
yazarların ömür boyu başına bela olacak özelliği
mükemmelliyetçilik.
ya tam olacak ya da hiç olmayacak. hayat siyah beyaz değil biliyorum ama yapamıyorum işte.
ya tam olacak ya da hiç olmayacak. hayat siyah beyaz değil biliyorum ama yapamıyorum işte.
devamını gör...
ataol behramoğlu
edip akbayram'ın 1990 yılı, " şahdamar " albümünde yayımlanan "ben ölürsem" isimli şarkı, ustanın" ben ölürsem akşamüstü ölürüm" şiirinden bestelenmiştir.
şiirin şarkıda kullanılmayan mısraları;
ben ölürsem akşamüstü ölürüm
uzaktan bir bulut geçer
karanlık bir çocukluk bulutu
gerçeküstücü bir ressam
dünyayı değiştirmeye başlar
kuş sesleri, haykırışlar
denizin ve kırların
rengi birbirine karışır
sana bir şiir getiririm
sözler rüyamdan fışkırır
dünya bölümlere ayrılır
birinde bir pazar sabahı
birinde bir gökyüzü
birinde sararmış yapraklar
birinde bir adam
her şeye yeniden başlar
şiirin şarkıda kullanılmayan mısraları;
ben ölürsem akşamüstü ölürüm
uzaktan bir bulut geçer
karanlık bir çocukluk bulutu
gerçeküstücü bir ressam
dünyayı değiştirmeye başlar
kuş sesleri, haykırışlar
denizin ve kırların
rengi birbirine karışır
sana bir şiir getiririm
sözler rüyamdan fışkırır
dünya bölümlere ayrılır
birinde bir pazar sabahı
birinde bir gökyüzü
birinde sararmış yapraklar
birinde bir adam
her şeye yeniden başlar
devamını gör...
rms titanik
daha ilk sefferinde buz dağına çarpan ve atlantik sularına gömülen, dünyanın en büyük yolcu gemisiydi. 1514 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır. 1985 yılında geminin enkazını robert ballard bulmuştur.
devamını gör...
descartes
cogito ergo sum. descartes böyle demiş. lakin burada sadece insanların düşündükleri için farklı olduğu ve varoluşlarını gerçekleştirdiklerini anlattığını sanmıyorum. çünkü , descartes "mükemmel" kavramı üstünden tanrıyı kanıtladığını düşünmüştür. bu fikre göre ; mükemmellik kavramını göremese ve deneyimleyemese bile , bunu düşünebildiği için mükemmelin gerçek olduğunu ve bunun sadece tanrı da olabileceğini dolayısıyla tanrının olduğunu ve mükemmel olduğunu söylemiştir. yüzeysel düşününce mantıklı. demek ki descartes düşünülebilen şeylerin gerçekten var olduğunu anlatıyor. tanrı , zaman vb. olgular düşünülebiliyorsa vardır. ancak bu olgular sadece düşünülebilen ama görülemeyen ve dünya hayatında hiç bir zaman deneyimlenemeyen şeyler olmalıdır bence. peki o zaman ya dinler ? dinleri görüyoruz , içlerine girip deneyimleyebiliriz. bu düşünceye göre demek ki dinler sadece bu dünya için geçerli olmalıdır. tanrı katında hükmü bulunmamalıdır.
devamını gör...
başak burcu kadını
eski sevgilimin dahil olduğu ve bazı insanların ( ben dahil ) geçinemediği burçtur.
eski sevgilim başak burcunun tüm sıfatlarını üzerinde taşırdı. 1 sene boyunca iyi kötü anlaştık ama sonrası olmadı. gerçi burç takıntısı olan biri değilim ama okuyup gördüğümüz burç özelliklerini sevdiğimiz insanların ve hatta bazı özellikleri kendimin üzerinde görünce insan burçlara takmaya başlıyor az da olsa.
eski sevgilim başak burcunun tüm sıfatlarını üzerinde taşırdı. 1 sene boyunca iyi kötü anlaştık ama sonrası olmadı. gerçi burç takıntısı olan biri değilim ama okuyup gördüğümüz burç özelliklerini sevdiğimiz insanların ve hatta bazı özellikleri kendimin üzerinde görünce insan burçlara takmaya başlıyor az da olsa.
devamını gör...
çomar
elinde starbucks bardağıyla bir fikri düşüncesi olmayan ama muck the system diye gezen kişilerin sırf siyasi seçiminden dolayı anadolu halkına takmaya çalıştığı lakap.
devamını gör...