et dieu crea la femme
ön not: bu yazı #1392601 nolu roger vadim yazısının bir devamı olarak okunmalıdır. ya da bu yazıdan sonra roger vadim yazısına geçilebilir. her nasıl okunursa her iki yazı da 1960'lar fransız sineması özelinde dünya sineması tarihine ilişkindir.
et dieu... créa la femme (ikinci kez yazmamın nedeni, fransızcada accent aigu -aksan tegü gibi bir okunuşu var- yani 'e' harfinin üzerinde eğik çizgi var ama sözlüğün kuralları bunu başlıkta kabul etmiyor, bunu belirtmek içindi.)
and god created woman
ve tanrı kadını yarattı.
1956 tarihli bu film, dünyaya sunduğu gelmiş geçmiş en ünlü seks sembollerinden biriyle özdeşleşmiştir: brigitte bardot. yönetmenliğini fransız yeni dalga sinemasının parlak yönetmeni roger vadim'in yaptığı filmin senaryosu da, roger vadim tarafından yazılmıştır. 22 yaşındaki bardot, vadim'in karısıdır o yıllarda. film, b. bardot nedeniyle öylesine ünlü olur ki, bugün ikibinlerin birinci çeyreği bitmek üzereyken bile, erotik film dendiğinde ilk akla gelen filmlerdendir, hatta, bb'nin (brigitte bardot için dünyada kabul edilmiş kısaltma, 1960'larda (gbkz: bb) kısaltmasıyla dünyanın anladığı şey brigitte bardot'ydu. çıplak ayaklarıyla bir barda dans ettiği sahne, birçok eleştirmen tarafından sinema tarihinin en erotik sahnelerinden biri kabul edilir.
filmin geçtiği fransız sahil kasabası st. tropez, bu filmden sonra dünya jet sosyetesinin de gözde mekanlarından biridir artık.
film, o yıllarda içerdiği erotik sahneler yüzünden birçok ülkede yasaklanır. örneğin amerika birleşik devletleri'nde o yıllarda geçerli olan sinema sansür yasası ((gbkz: hays code)-->hays yasası/yasaları) nedeniyle pek çok sahnesi kırpılır ve film yeniden düzenlenerek bu sansür yasasına uygun hale getirilir.
bu filmle 'femme fatale' kavramına yeni bir soluk getiren bb'nin sinema hayatı hep benzer filmlerle doludur. onu, o yıllar fransa'sının zengin sinema içeriğinde göremeyiz, çevirdiği elliden fazla filmin içinde dişe dokunur bir tane film bulunmaz.
1970'lerin başında henüz kırklı yaşlarının başındayken de sinemadan kopar ve çok sevgili st. tropez'sindeki muhteşem villasında, villasına doldurduğu hayvanlarıyla bir hayvansever olarak yaşar, 92'de evlendiği ve neredeyse otuz yıldır birlikte yaşayıp yaşlandığı son kocasıyla birlikte.
tıpkı o ünlü filminin son sahnesinde, ne yaparsa yapsın onu seven ve affeden kocasıyla el ele evlerine girerken, yönetmenin seyirciye verdiği son mesaj gibi.
they lived happily ever after. the end.
et dieu... créa la femme (ikinci kez yazmamın nedeni, fransızcada accent aigu -aksan tegü gibi bir okunuşu var- yani 'e' harfinin üzerinde eğik çizgi var ama sözlüğün kuralları bunu başlıkta kabul etmiyor, bunu belirtmek içindi.)
and god created woman
ve tanrı kadını yarattı.
1956 tarihli bu film, dünyaya sunduğu gelmiş geçmiş en ünlü seks sembollerinden biriyle özdeşleşmiştir: brigitte bardot. yönetmenliğini fransız yeni dalga sinemasının parlak yönetmeni roger vadim'in yaptığı filmin senaryosu da, roger vadim tarafından yazılmıştır. 22 yaşındaki bardot, vadim'in karısıdır o yıllarda. film, b. bardot nedeniyle öylesine ünlü olur ki, bugün ikibinlerin birinci çeyreği bitmek üzereyken bile, erotik film dendiğinde ilk akla gelen filmlerdendir, hatta, bb'nin (brigitte bardot için dünyada kabul edilmiş kısaltma, 1960'larda (gbkz: bb) kısaltmasıyla dünyanın anladığı şey brigitte bardot'ydu. çıplak ayaklarıyla bir barda dans ettiği sahne, birçok eleştirmen tarafından sinema tarihinin en erotik sahnelerinden biri kabul edilir.
filmin geçtiği fransız sahil kasabası st. tropez, bu filmden sonra dünya jet sosyetesinin de gözde mekanlarından biridir artık.
film, o yıllarda içerdiği erotik sahneler yüzünden birçok ülkede yasaklanır. örneğin amerika birleşik devletleri'nde o yıllarda geçerli olan sinema sansür yasası ((gbkz: hays code)-->hays yasası/yasaları) nedeniyle pek çok sahnesi kırpılır ve film yeniden düzenlenerek bu sansür yasasına uygun hale getirilir.
bu filmle 'femme fatale' kavramına yeni bir soluk getiren bb'nin sinema hayatı hep benzer filmlerle doludur. onu, o yıllar fransa'sının zengin sinema içeriğinde göremeyiz, çevirdiği elliden fazla filmin içinde dişe dokunur bir tane film bulunmaz.
1970'lerin başında henüz kırklı yaşlarının başındayken de sinemadan kopar ve çok sevgili st. tropez'sindeki muhteşem villasında, villasına doldurduğu hayvanlarıyla bir hayvansever olarak yaşar, 92'de evlendiği ve neredeyse otuz yıldır birlikte yaşayıp yaşlandığı son kocasıyla birlikte.
tıpkı o ünlü filminin son sahnesinde, ne yaparsa yapsın onu seven ve affeden kocasıyla el ele evlerine girerken, yönetmenin seyirciye verdiği son mesaj gibi.
they lived happily ever after. the end.
devamını gör...
hayatı güzel kılan detaylar
sözlükteki güzel insanlar.*
devamını gör...
trailer trash
beş para etmeyen karanvancı diye çevirebileceğimiz, karavan çöpü anlamına da gelebilecek bir yakıştırma sözüdür.
bu söz amerika birleşik devletlerinde düşük sosyo-ekonomik bir sınıfta yer alan ve karavan parklarında yaşayan insanları aşağılamak için kullanılır.
sınıfsal ayrımlar sadece kast sistemine atfedilmiş gibi görünse de aslında hiç de öyle değildir. kapitalizm sınıfsal ayrılıkları sımsıkı kucaklayan bir sistemdir. bu sistemde tutunamayan insanlar da kendilerine alternatif yaşam tarzları üretip hayatta kalmaya çalışıyorlar.
karavan parkları da bu alternatif yaşam tarzları ve alanlarından biri. elbette karavan parkında yaşayanların tümünü alt sınıf sayamayız. bunu zevk için yapıp lüks karavanlarda belli dönemler geçirenler de var ama başlıktaki tanım karavan parklarına mahkum olanlar için.
chloe zhao’nun yazıp yönettiği ve en iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi yönetmen dallarında oscar ödülü kazanan nomadland filminde anlatılan insanlar da trailer trash tanımlamasına dahil oluyor. bu harika filmi izlediğiniz zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.
bu sözde beni rahatsız eden şey amerika ile ilgili birçok konuda olduğu gibi merhamet eksikliği. çarpık bir düzende tutunmayı başaramayan insanlara anlayış göstermek yerine onlarla alay edip onları aşağılamak tam bir amerikan geleneği olsa gerek.
bu söz amerika birleşik devletlerinde düşük sosyo-ekonomik bir sınıfta yer alan ve karavan parklarında yaşayan insanları aşağılamak için kullanılır.
sınıfsal ayrımlar sadece kast sistemine atfedilmiş gibi görünse de aslında hiç de öyle değildir. kapitalizm sınıfsal ayrılıkları sımsıkı kucaklayan bir sistemdir. bu sistemde tutunamayan insanlar da kendilerine alternatif yaşam tarzları üretip hayatta kalmaya çalışıyorlar.
karavan parkları da bu alternatif yaşam tarzları ve alanlarından biri. elbette karavan parkında yaşayanların tümünü alt sınıf sayamayız. bunu zevk için yapıp lüks karavanlarda belli dönemler geçirenler de var ama başlıktaki tanım karavan parklarına mahkum olanlar için.
chloe zhao’nun yazıp yönettiği ve en iyi film, en iyi kadın oyuncu ve en iyi yönetmen dallarında oscar ödülü kazanan nomadland filminde anlatılan insanlar da trailer trash tanımlamasına dahil oluyor. bu harika filmi izlediğiniz zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.
bu sözde beni rahatsız eden şey amerika ile ilgili birçok konuda olduğu gibi merhamet eksikliği. çarpık bir düzende tutunmayı başaramayan insanlara anlayış göstermek yerine onlarla alay edip onları aşağılamak tam bir amerikan geleneği olsa gerek.
devamını gör...
ezberlenen en saçma şey
alarko kombi gerçek kombi gerçek konfor
arkadaşımın tc kimlik numarası ve seri numarası.
arkadaşımın tc kimlik numarası ve seri numarası.
devamını gör...
aynı anda iki kişiye aşık olmak
tek kişiye bile aşık olmak inanılmaz zorken bir yürekte iki aşka yer yoktur: o aşk değil başka bir şeydir; maymun iştahlılık gibi.
t:olmayacak iş.
t:olmayacak iş.
devamını gör...
aşk
sertab erener'in kiside kismi felc yaratan muazzam sarkisi.
hele ki demir demirkan ile canli icra ettikleri performans var bir tane; civi gibi cakar oturdugun yere, tuylerin diken diken ciglik atarak izlersin. birbirlerine bakislari, sertab'in sesi, demir'in solosu oofff. kelimelerim kifayetsiz, ask ne guzel sey be.
bayginlik gecirmek isteyenlere amme hizmeti:
hele ki demir demirkan ile canli icra ettikleri performans var bir tane; civi gibi cakar oturdugun yere, tuylerin diken diken ciglik atarak izlersin. birbirlerine bakislari, sertab'in sesi, demir'in solosu oofff. kelimelerim kifayetsiz, ask ne guzel sey be.
bayginlik gecirmek isteyenlere amme hizmeti:
devamını gör...
eletrik süpürgesi
sesi anne karnındaki seslere benzemesinden sebep çocukların uyurken sesini dinlemeyi sevdikleri, ev süpürmeye yarayan elektronik alet. toz torbalıları vardı eskiden şimdi toz torbasız ve su hazneli olanları var ama bana göre en sağlıklıları temizlik robotu şeklinde olan daha fonksiyonelleri. oldum olası sesi ben eğrelti etmiştir. vın vın vınnn... neyseki artık az ses çıkartanları veya sessiz olanları var.
devamını gör...
göze çay sürmek
dinlenmiş siyah çay, antiseptik özellik göstermektedir. bu yönüyle pamuğa dökülerek göz üzerine pansuman yapıldığında gözü dinlendirir ve mikropların iltihabın çözülerek kaybolmasına yardımcı olur.denendi ve onaylandı.
devamını gör...
bal porsuğu (yazar)
tanımlarını okumayı çok sevdiğim, bilgi fışkıran bir yazarımız. kendisini burada görmeye devam ederiz umarım. *
devamını gör...
zülfü livaneli
kitaplarını bir solukta okuyarak bitirdiğim, anlatımı hoş, akıcı kitapların sahibidir. ilk okuduğum kitabı kardeşimin hikayesi'ydi. bana doğum günü hediyesi olarak gelmişti. kesinlikle hediye edilecek kitap.
devamını gör...
kanepede uyuyakalmak
dünyanın en güzel uykusudur. eğer üstüne bir battaniye örtülmüşse yatağa gitmeye gerek yoktur.
tv izlerken uyuyanların en iyi bildiği uyku şeklidir. tepemde hadi yatağa git baskısı olmasa ben hep kanepede uyurum.
edit: başlık düzeltilse keşke
tv izlerken uyuyanların en iyi bildiği uyku şeklidir. tepemde hadi yatağa git baskısı olmasa ben hep kanepede uyurum.
edit: başlık düzeltilse keşke
devamını gör...
rte'yi sevmeyip köprüsünü tünelini kullanan tip
ironi nedir nasıl yapılır başlığının altına yazılacak olan entry. şayet gerçekse hiç komik değil.
devamını gör...
araknoid kist
genelde sıkıntı çıkarmayan hatta tesadüfen bulunan,içi beyin omurilik sıvısı ile dolan beyin kistidir.travma*,kanama veya enfeksiyondan sonra gelişebilir.
1-2 cm'den fazla olan kistler beyin dokusunu sıkıştırdığı için nörolojik hasar açısından tehlikelidir.*
1-2 cm'den fazla olan kistler beyin dokusunu sıkıştırdığı için nörolojik hasar açısından tehlikelidir.*
devamını gör...
hayata dön
istanbullu gelin dizisinin uyarlandığı gülseren budayıcıoğlu kitabı. yine kitap ile dizi arasında hiçbir benzerlik yok. kitap da istenmeyen ve takıntılı olan gelin süreyya iken dizi de diğer oğullarının karısı ipek. tamamen kitabından bağımsız bir dizi istanbullu gelin.
alya’nın hikayesini gözyaşları ile okuyabilirsiniz. ailenin çalkantılı hayatlarının bir çocuk üzerindeki etkisini yakından gözlemleyeceksiniz. dizilerini izlemediyseniz keyif alarak okursunuz.
“dünyada adalet diye bir şey yok bunu biliyorum. her şey gibi acı da eşit dağıtılmamış dünyaya.”
alya’nın hikayesini gözyaşları ile okuyabilirsiniz. ailenin çalkantılı hayatlarının bir çocuk üzerindeki etkisini yakından gözlemleyeceksiniz. dizilerini izlemediyseniz keyif alarak okursunuz.
“dünyada adalet diye bir şey yok bunu biliyorum. her şey gibi acı da eşit dağıtılmamış dünyaya.”
devamını gör...
kitap alıntıları
devamını gör...
sözlük yazarlarının favori normal sözlük yazarları
devamını gör...
fatih kısaparmak
1989 yılında, kilim kasedi ile bir anda tüm ülkenin en çok dinlenen şarkıcısı olan, benim en çok kara sevda şarkısını sevdiğim sanatçı.
devamını gör...
yazarların unutamadığı film replikleri
"sevgiyle güzelleşmeyen insanlardan kork mathilda, onları hiçbir şey mutlu edemez."
devamını gör...
evernevergreen
ben beni bulamazken, o beni taa nerelerden bulmuştur.
sık sık muhabbet ettiğim nadir kişilerden olmakla beraber, kendisini nadir yapan ilk şey cümle kurmadaki ustalığıdır bana göre. ikinci şey ise doğrucu biri olmasıdır. ne düşünüyorsa söylüyor mübarek. üçüncü ve en nadiri ise üzümün her türlüsünü çok sevmesidir. hep yazsın *
sık sık muhabbet ettiğim nadir kişilerden olmakla beraber, kendisini nadir yapan ilk şey cümle kurmadaki ustalığıdır bana göre. ikinci şey ise doğrucu biri olmasıdır. ne düşünüyorsa söylüyor mübarek. üçüncü ve en nadiri ise üzümün her türlüsünü çok sevmesidir. hep yazsın *
devamını gör...
seni halk adına ölüme mahkum ediyorum
mitka grıbçeva'nın savaşta ölen arkadaşlarının anısına yazmış olduğu kitabın adıdır.
bir partizanın gözünden faşizme karşı verilmiş mücadelenin kanlı canlı tanığı oluyorsunuz. mücadele nedir, ne değildir? sorusunun yanıtını bu kitapta rahatça bulabilirsiniz. ha cevap hoşunuza gider ya da gitmez, ben o kısmına karışmam. zaten 7. bölüme kadar gelmişseniz ve devam edebilecek coşku ya da okuma isteği içinizde yoksa, kitabı hafifçe kapatıp, uygun bir yere bırakınız. tabi kitap bıraktığınız yerde kalmasın zira kitabı okuyabilecek ve bu kitaptan bir şeyler çıkarabilecek insanlar elbette vardır/olacaktır. elden ele dolaştırıverin bir zahmet. okuyamamış olsanız da çorbada tuzunuz bulunsun. bulunmasa da olur, bilemedim şimdi.
bende kitabın 1976 ve 1978 yılı basımları var. kitabı haşmet matbaasında dizip basmışlar. yeni basımlarına da biraz göz gezdirmişliğim oldu. lakin yeni çevirilerden aynı tadı alamadım. belki kusur bendedir ya da çeviriler cidden kötüdür o konuda da kesin bir şey söyleyemeyeceğim. ben şerhimi düşmüş olayımda sıkıntı çıkmasın kafası ile hareket edeyim, eşeği sağlam kazığa bağlayayım. eşek aşırı inatçıysa da benim yapabileceğim bir şey yok. neticede kazık sağlam, ondan eminim.
bak konu yine dağıldı. hep böyle oluyor. durağanlık kötü şey zaten sürekli evrilmek falan lazım. kitapta biraz bundan bahsediyor. bir kibritte sen çak olayı gibi düşünün. zaten kibriti çakmaya üşenenler için çakmak var, o olmadı pürmüz var. ya da her zaman yaptıkları gibi hazır yemek söylesinler. ama kitabı bıraktıkları yeri sakın unutmasınlar, söylediğim gibi birine lazım olur. okumakta bir mücadele biçimidir falan filan fişman...
ben kestirmeden arka kapağı iliştireyim şuraya zira bu başlık iyi yerlere gitmiyor *
1940'larda faşizm bütün ağırlığıyla ülkeye yerleşmiştir. yöneticiler bir yandan yabancılarla, nazilerle işbirliği yapmakta, öte yandan kendi halkının gün geçtikçe daha kötü koşullarda yaşamasını sağlamaktadır.
bu romanın yazarı mitka grıbçeva, o yılların bulgaristan'ının en önde gelen partizanlarından birisidir. faşizmin en karanlık günlerinde, çeşitli kademelerden geçerek bir partizan müfrezesine girer. artık ognyana'dır adı... ognyana ve partizan arkadaşları faşizmle savaşmaya başlarlar. ve bu savaş, faşizmin kesin yenilgisine kadar sürer...
habora kitapevi yayınları /1978
bir partizanın gözünden faşizme karşı verilmiş mücadelenin kanlı canlı tanığı oluyorsunuz. mücadele nedir, ne değildir? sorusunun yanıtını bu kitapta rahatça bulabilirsiniz. ha cevap hoşunuza gider ya da gitmez, ben o kısmına karışmam. zaten 7. bölüme kadar gelmişseniz ve devam edebilecek coşku ya da okuma isteği içinizde yoksa, kitabı hafifçe kapatıp, uygun bir yere bırakınız. tabi kitap bıraktığınız yerde kalmasın zira kitabı okuyabilecek ve bu kitaptan bir şeyler çıkarabilecek insanlar elbette vardır/olacaktır. elden ele dolaştırıverin bir zahmet. okuyamamış olsanız da çorbada tuzunuz bulunsun. bulunmasa da olur, bilemedim şimdi.
bende kitabın 1976 ve 1978 yılı basımları var. kitabı haşmet matbaasında dizip basmışlar. yeni basımlarına da biraz göz gezdirmişliğim oldu. lakin yeni çevirilerden aynı tadı alamadım. belki kusur bendedir ya da çeviriler cidden kötüdür o konuda da kesin bir şey söyleyemeyeceğim. ben şerhimi düşmüş olayımda sıkıntı çıkmasın kafası ile hareket edeyim, eşeği sağlam kazığa bağlayayım. eşek aşırı inatçıysa da benim yapabileceğim bir şey yok. neticede kazık sağlam, ondan eminim.
bak konu yine dağıldı. hep böyle oluyor. durağanlık kötü şey zaten sürekli evrilmek falan lazım. kitapta biraz bundan bahsediyor. bir kibritte sen çak olayı gibi düşünün. zaten kibriti çakmaya üşenenler için çakmak var, o olmadı pürmüz var. ya da her zaman yaptıkları gibi hazır yemek söylesinler. ama kitabı bıraktıkları yeri sakın unutmasınlar, söylediğim gibi birine lazım olur. okumakta bir mücadele biçimidir falan filan fişman...
ben kestirmeden arka kapağı iliştireyim şuraya zira bu başlık iyi yerlere gitmiyor *
1940'larda faşizm bütün ağırlığıyla ülkeye yerleşmiştir. yöneticiler bir yandan yabancılarla, nazilerle işbirliği yapmakta, öte yandan kendi halkının gün geçtikçe daha kötü koşullarda yaşamasını sağlamaktadır.
bu romanın yazarı mitka grıbçeva, o yılların bulgaristan'ının en önde gelen partizanlarından birisidir. faşizmin en karanlık günlerinde, çeşitli kademelerden geçerek bir partizan müfrezesine girer. artık ognyana'dır adı... ognyana ve partizan arkadaşları faşizmle savaşmaya başlarlar. ve bu savaş, faşizmin kesin yenilgisine kadar sürer...
habora kitapevi yayınları /1978
devamını gör...