mutluluklar dilediğim yazar.
devamını gör...

ben bir şey demiyorum, çocuğun var ondan bul.
trabzonlu olup beddua etmeyen anne bulabilen var mıdır, hiç sanmam.
hem duası hem bedduası ile meşhurdurlar.
devamını gör...

eser miktarda spoiler içermektedir.

ilk iki sezonu izlemiş olarak bana şunu söyletmiştir: "türkler yapsa beğenmezdiniz".
öncelikle şunu söyleyeyim; diziye başlamadan önce sinemada latin sinemasının yükseliş dönemi olduğunu düşünüyordum. önce relatos salvajes, sonra no (ülke gündemiyle de alakası vardı), sonra narcos ile patlama yapmıştı. bu dizinin de bu ivmeyi yukarıya çekecek bir iş olduğunu düşünüyordum.
insanlar öyle övdüler ki ben de hem insanlarla konuşacak bir şey bulamamak hem de izleyecek bir şeyim olmadığından başladım. ilk sezonun beşinci bölümüne kadar sabrettim. zekice bir şey yoktu, dizi neredeyse deus ex machina ile gidiyordu. daha sonra heyecanı kalmadı. çünkü karakterler bir şekilde kurtuluyorlardı. saçmalıklar da cabası. genelde bu hisleri bir türk dizisi izlerken yaşıyorum. dizinin popülerliği resmen life of brian filmi gibiydi.
peki neden popüler oldu bu dizi cevabı basit: "çav bella". insanlar nasıl kapitalizmden bıktıysa artık ufacık bir kapitalizm eleştirisinde hemen bir diziyi -filmi ilah yapıyor. örneğin mr. robot dizi böyle ünlü oldu. şöyle bir durum var. bu dizinin yaptığı aslında popülizm, the wire'da sistem karşıtıydı ama bunu popülizm ile değil, göstererek yapıyordu. tabi hiçbir zaman bu kadar popüler olamadı.

dizinin senaryo zayıflıklarına gelirsek; malum motor sahnesi gibi, hamile ve hayatında eline silah almamış bir kadını çatışmaya sokması gibi, sadece undo yaparak ve yanındaki memurun görmesine rağmen robot resim silindikten sonra profesörü bulamamak, 30 rehinenin kaçmasına rağmen bu rehinelerden diğer soyguncular hakkında bilgi almamak gibi saçmalıklar. karakterlerinin bir şey vaat etmemesi (denver'in gelişimi var ona okey) de var. nairobi ve moscow bir şeyler vaat ediyor. berlin ise niye sevildiğini anlamadığım bir karakter. karakter hamile bir kadının ölüm emrini verdi, lise çağındaki kıza tecavüz etti, tokyo'yu dışarı attı (tokyo her ne kadar sinir bozucu bir karakter olsa da, soygunu tehlikeye atacak bir hamleydi). daha sayamayacağım tonla şey resmen diziyi mahvetti. diziyi resmen izleme sebeplerimden biri de senaryodaki saçmalıkları aramak olmuştu.

yönetmenliğe gelirsek. dizi bu konuda oldukça standart, hatta ölü adamın karnının şişip inmesini göremeyecek kadar kötü. örneğin mr. robot senaryo konusunda zayıf olsa da sam esmail çok iyi bir yönetmenlik sergiliyordu.

prodüksiyon, ilk sezon iyi olsa da, ikinci sezon sonlara doğru reyting probleminden dolayı o kadar düştü ki tokyo'yu panelvan ve bir seat leon ile cezaevine göndermeleri tam anlamıyla komediydi.

oyunculuklar; yeterli. über süper değil.

marka durumu: okey dizi popülerleşti, yayıldı ama markası türkiye'yi göz önüne alırsak korkunç yönetilmekte. hilal cebeci'nin çavbella klibi, berbat bir türk komedi parodisi ve şimdi magnum reklamı. kupadır, tişörttür şudur budur bunlara alıştık ama artık unilever'in markasının reklamında kullanılmak aslında dizinin yalancı olduğunu gösteriyor. zaten dizinin devamında arturo'nun dizide olması ile oynayan oyuncuya "abi senin de cebin dolsun" demişler.

la casa de papel seven arkadaşlar bence sizin dışında diziyi pek de umursayan yok. oyuncular zaten dünyaca ünlü, yapımcıların cepleri dolu, senaristler 1 haftada falan yazıyor, yönetmenler memur gibi.

3/10
devamını gör...

toplum olarak o kadar eften püften şeyleri büyütmeye meraklıyız ki bazen görüyorum troll başlığa ciddi entry yazılıyor okuyunca beni bi' gülme alıyor. ciddiye alınacak şeylere göz ucuyla bakıp, en olmayacak şeyleri büyütüp sonra da birbirimize girmeye öyle alışmışız ki. cımbızla seçiyoruz resmen bazı sözleri, tavırları. şurada bilmem kaç yazar var, kimileri hayatıyla ilgili yazıyor, kimileri sözlükle ilgili bir durum oluyor ona istinaden yazıyor, kimileri bilmem neye yazıyor okuyanlar hoop her şeyi kendi üstüne alınıyor sonra da başlasın taarruz. yahu bi' durun, bi' sakin olun, bi' tiye alın, dalgaya vurun allasen ne bu yahu. kendinize zarar verirsiniz benden söylemesi.
devamını gör...

televizyon karşısında uzanıp, çayımı yudumlarken önce sağ bacağımı sol bacağımın üstüne atmayı planlıyorum. bir süre geçtikten sonra, arada çayımı yudumlamayı unutmayarak tabi, sol bacağımı sağ bacağımın üstüne atacağım.

ama belli ki bu da yetmeyecek ve heyecan arayacağım. bu yüzden aldığım radikal kararlar sola dönerek yatacağım. ama bilirsiniz ki bu pozisyonda yazı yazmak zor; o nedenle candy crush açıp heyecanlı geçen akşamımı renklendirebilirim. bir-iki şeker patlatmaktan daha heyecanlı kaç şey var ki hayatta?

bu aktivitelerle tavan yapan adrenalinle, soluğu mutfakta alıp çayımı tazelerim. hava da güzel, gider bir de sigara içerim çayın yanında.

sonra tekrar koltuğa döner ve demin saydığım aşamaları tekrarlar ve adrenalin patlamasıyla geçen günümü bitiririm.
devamını gör...

bir kişinin, bir başka kimsenin hiçbir şayet de ne mülkiyetine ne de duygusal yükümlülük altında boyunduruğuna giremeyeceğini anlatmak için 8 saat ders verebileceğim kişinin gerçekleştireceği eylem.

kasten yaralamada var bir de.


olası eylem.
devamını gör...

olacak o kadar kadar olmasa da arada bir toplumsal göndermeleri olan program. bugün yayınlanan fahrettin koca taklitli skeci bence gayet iyi olmuş.

+ basın: aşılar ne zaman yapılacak?
- bakan: sırası geldiğinde.
devamını gör...

aldatan insan özgüven düşüklüğü ve aşağılık kompleksi nedeniyle aldatır. kişinin önce kendisine saygı göstermesi lazım ki başkasına gösterebilsin ancak aldatan insanda bu saygı duygusu olmadığı için malesef böyle durumlarla karşılaşmaktayız.günümüzde günden güne de arttığını söylemek gerekirse kişinin eğer kendi ayaklarında durabileceği pozisyonu mevcut ise ilişkisini kesmek en doğru karar olacaktır.aksi takdirde aklının bir ucunda her daim aldatma hissiyatı ve tabi ki aldatılan kişide de acaba yine aldatıyor mu huzursuzluğu daima olacaktır.
kişisel fikrim her iki tarafın için de en sağlıklı yol ayrılık olmalıdır.
böylelikle aldatan kişi için yaptığının farkına varması ve ders aldığı takdirde birdaha yapmaması gerektiği bilincine ulaşması,aldatılan kişi için ise daha sağlıklı bir ilişki ve doğru kişi için kapılarını açması imkanı sağlanmış olur.
devamını gör...

öncelikle burçlara inanmıyorum ki zaten inanmak kelimesi ile ilgili bir sıkıntım var. yani hayatta hiçbir şey stabil değilken illa inanç sisteminden bahsedeceksek herhalde değişime inanıyorum ben. neyse konu bu değildi. oğlak burcu kadını çok emin olmamakla beraber ocak ayında bir leylek tarafından yeryüzüne bırakılmış, bir cinsiyetteki tüm bireyler. şimdi meselem şu başlıktaki son tanımları okudum-neden okumayayım, inanmadığım birçok şey hakkında insanların fikirlerini merak etmekten kendimi alamayan bir bireyim - sürekli şöyledirler, böyledirler şeklinde kesinlik bildiren cümleler kurmuşlar. dünyadaki birçok insanı bırakın kendi örneklemimden yola çıkarak bir bütün için değerlendirme yapasım geldi, onu bile başaramadım. o zaman merkeze robnaja'yı alarak şöyle diyorum. kesin bilgi olmayan şeylere inanmazlar ve mutlak bilgi olmadığı için de sanırım inançsızdırlar.*
devamını gör...

mesele başlıkların cinsel içerikli olması değil cinsiyetçi olması.
devamını gör...

kalender birine benziyordu, kırışmış yüzü utanmış bakışları ile.
devamını gör...

30 yaşındayım ve kafasını o kadar sevdim ki...!

vay be diyorum çoğu zaman; bu ülkede bir kadın olarak hayatta kalabilmiş ve ömrünün yarısını fena olmayacak şekilde bitirebilmişsin.

terk edilmeler, üzüntüler, sevinçler, kaybedişler de oldukça fazla heybemde. sırtımda değil, tekerlekli bir bavul içerisinde taşıyorum onları. şekillenmemdeki yardımlarından ayrı ayrı öpüyorum hepsini.

bir çınar gibi köklerimi daha derine; dallarımı sonsuz göğe açıyorum.

büyüyorum. yaşlanıyorum. aydınlanıyorum. anlıyorum. affediyorum.

hilkat garibesi gibi değil, aydınlık yüzlü bilgeler gibi...
devamını gör...

bugün kitaplığıma çoğunluğu türk edebiyatı olmak üzere, yirmi beş kitap daha ekledim.
türk yazarları okuma konusunda acayip bir tabum vardı. bugün bu tabuyu yendiğim ilk gün diyorum.*
sene sonu hedefim, sözlükten de alacaklarım ile birlikte toplam altı yüz kitap. *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kaybedecek bir şeyimin kalmadığı gündür.
devamını gör...

fr. milli meclis. şu anda da fransız parlamentosunun bir kolu olmakla birlikte, fransız ihtilali zamanında da états généraux'dan sonra kurulan meclistir. previously on "révolution française": #394201.

kendilerini milli meclis ilan eden tiers état, 20 haziran 1789'da versailles sarayı'nda toplanmak istediklerinde, toplanacakları salonun kral tarafından kapatılmış olduğunu gördü. bu sebepten tenis* salonunda toplandılar. ve bir anayasa hazırlanıp ilan edilene kadar dağılmayacaklarına dair yemin ettiler. kralın dağılmaları için haber gönderdiği elçiye, aralarından güçlü bir hatip olan honore mirabeau* şöyle demişti: "git efendine söyle, biz halkın gücü ile buradayız ve ancak süngü kuvveti ile bizi buradan ayırabilir." tam olarak bu, milli meclis'in artık ihtilalci bir kimlik kazandığı aşamadır.

çekinen kral, 23 haziran'da "ne yaparlarsa yapsınlar!" diye bağırarak milli meclis'e izin vermiş oluyordu. bu meclise rahipler sınıfından 200, asiller sınıfından da 47 kişi katılacaktı. bunlar taşra aristokratları ve aşağı sınıf rahiplerdi. böylece toplumun üç sınıfı da aynı çatı altında toplanmış olacaktır.

bu meclis ilk olarak, meclis tarafından onaylanmadığı sürece kralın vergi yasası çıkarmasını yasakladı. iç gümrük ve yol vergileri kaldırıldı. asillerin ayrıcalıklarına ve bazı eski feodal haklara dokunulamadı. ayrıca basın özgürlüğü getirildi.

bütün bunlar karşısında kral çaresizdi. 27 haziran 1789'da assemblée nationale'i resmen tanımak zorunda kaldı.

meclis ise başından beri akıllarda olan anayasayı hazırlamaya karar vermişti. bir üyeye göre, "barbar halkların bile bir şekilde anayasası varken fransızların hala bir anayasası yoktu." nihayetinde çalışmalara bir an önce başlamak için assemblée nationale, 9 temmuz 1789 tarihli toplantısında kendini assemblée constituante* (kurucu meclis) ilan edecektir.
devamını gör...

kalbinde yer yoksa güzelim fark etmez ben ayakta da giderim.
devamını gör...

"kızlara ve erkeklere özel" yumurtaları piyasaya sürdüğü andan itibaren benim için bitmiştir.

hayır bir de kinder alman firması diye biliyorum alüminyum? herkes gider mersin'e biz gideriz tersine gibi bir mantıkla yönetiyorlar herhalde. dünyanın her yerindeki çeşitli firmalar eşitlikçi bir tutum ve pazarlama anlayışına doğru kayarken bunlar halihazırda ayrımcılık içermeyen pazarlama anlayışlarını afganistan modeline kaydırıyorlar zannedersem.*

küçükken çok alırdım bunlardan. babam bana alıp gelirdi hep. içinden kendi çapında gayet kaliteli ve basit düzeyde bile olsa zekâ geliştirebilecek oyuncaklar çıkardı; montajını yapardık falan... benim neslimin severek tükettiği ne varsa hepsinin içine ettiler sözlük. cartoon network, kinder... çocukluğumdan kalan güzel ne varsa yıktınız ulan!
devamını gör...

malum üreme hızı ile doğru orantılı bir ihtimal.
devamını gör...

buyrun benim.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim