türküm özür dilerim
birde şu bağlantı kuramayıp hemen yermeye çalışanlara izah edeyim;
sözün aslı şu; özür dilerim türk olduğum için, çünkü türk olduğum için aşısızım,.
aşılanan almana, ingilize virüs bulaştırmamak adına aşılanıyor, biz sıradan halk ırgalanmıyoruz.
üzgünüm türk olduğum için aşılanmadım.
üzgünüm kendi ülkemde kendimi senin için kapatmıştım ama üzgünüm artık dışarı çıkmak ve çalışmak zorundayım.
üzgünüm türk olduğum için çünü libyalı veya avrupalı olsaydım aşılanmıştım.
üzgünüm türk olduğum için.
ne mutlu türküm diyenden bu hallere getirene laf yok, ama bu hale düşene laf var.
tıpkı bu şey gibi; iktidar değil, intihar eden suçludur.
bu ülkede mazlum suçlu, fakirsen çalmasını bilmediğin için, tecavüz edildiysen senin suçun, aşısızsan senin suçun, intihar ediyorsan senin suçun.
üzgünüz.
sözün aslı şu; özür dilerim türk olduğum için, çünkü türk olduğum için aşısızım,.
aşılanan almana, ingilize virüs bulaştırmamak adına aşılanıyor, biz sıradan halk ırgalanmıyoruz.
üzgünüm türk olduğum için aşılanmadım.
üzgünüm kendi ülkemde kendimi senin için kapatmıştım ama üzgünüm artık dışarı çıkmak ve çalışmak zorundayım.
üzgünüm türk olduğum için çünü libyalı veya avrupalı olsaydım aşılanmıştım.
üzgünüm türk olduğum için.
ne mutlu türküm diyenden bu hallere getirene laf yok, ama bu hale düşene laf var.
tıpkı bu şey gibi; iktidar değil, intihar eden suçludur.
bu ülkede mazlum suçlu, fakirsen çalmasını bilmediğin için, tecavüz edildiysen senin suçun, aşısızsan senin suçun, intihar ediyorsan senin suçun.
üzgünüz.
devamını gör...
öğretmen mağduriyeti
yaklaşın sabırlıca, anlatıyorum.
bence mesleğe genel saldırı yapmak yerine kuşak kuşak ayırmak lazım. hep eski öğretmenler derken kastedilen epey eski öğretmenler. benim kuşağımı (90lar)yetiştirenlere bişey demiyorum, her anlamda bir insan ne kadar köreltilebilirse ellerinden geleni yaptılar. hepsi demiyorum istisna olup çok şey katanları vardı ama pedagoji anlamında çok sayıda yetersiz öğretmen vardı. sebebi ise bir dönem tüm üniversite mezunlarına öğretmenlik kapısı açılmış olması. bu kuşak öğretmenler bir yerlerde şu an sağlam kadrolarını almış bulunuyorlar. emekli olmadılar henüz. fakat bu kadar saldırı yeni nesil öğretmenleri çileden çıkarıyor. şu an öğretmen olanlar alanında eğitim almış bir sürü sınavla (ve 2 mülakatla) göreve gelen aylarca staj yapan, aday öğretmen olarak (hemen kadro yok) değerlendirmelere alınan, ülkede yapılan pek çok erasmus, tubitak, e-twinning projelerine imza atanlar. çoğu da yüksek lisans falan yapıyor. aynı okulda ortalama kırk öğretmenden (zorunlu hizmet, genç nesil öğretmenler varsa) yarısından fazlası bu şekilde ya projelerle ya kendini geliştirmekle meşgul. gördüm ki biliyorum. ve bu yeni nesil öğretmenler eğitim tarihimizin belki de en saçma dönemine denk geldiler. hem eski kuşak kadroları (içinde iyileri de var muhakkak) tamamen doldurmuş durumda hem de eğitimde 'finlandiya örneği' benimsenmiş gibi yapılıyor. şu yeni nesil öğretmenlerden bahsetmeden bu modele bir değinmek lazım. bir modeli benimserken önce alt yapı ve toplum dinamikleri müsait mi diye bakılır. ama bizdeki karbon kopya. finlandiya refahı yok, donanımı yok, kültür seviyesi yok ama eğitim modeli var. müthiş. şimdi şu öğretmenlere bir bakalım. nerede bu öğretmenler? anlatayım.
bu öğretmenler ücrada, zorunlu hizmette. zorunlu hizmetleri bitince tüm kadrolar dolu olduğundan yine ücrada. evlenip eş durumuyla belki bir ihtimal. ama orada da kadrolar dolu. hizmet puanı başarıya göre verilmiyor. örneğin yüksek lisans derecesi olan, uluslararası eğitimler almış bir öğretmen asla tayinlerde 15 sene görev yapmış öğretmenin önüne geçemiyor. sonuç olarak nitelikli öğrenci profiline sahip kaliteli okullarda yeni nesil öğretmenler kesinlikle çalışamıyor. belki 50 yaşına yaklaşınca. tabii bu öğretmenler onca yıl puan beklerken yıpranıyor çünkü meb'in öğrencileri bir şekilde mezun etme politikası nedeniyle okulla alakası olmayan bir çok öğrenciyle uğraşıyor. kazandırmaya çalışsa da oran yirmide bir en iyi ihtimalle. ya da yıllarca bilmediği bir memlekette çalışmak zorunda. nusaybin'e giden sınıf öğretmeni bir arkadaşım ev almayı düşünüyor oradan çünkü en az 15 sene sene orada kalacağını biliyor. orası da vatan burası da ama kim o kadar sene ücrada yaşıyor işi için?
ne kadar maaş alıyorlar? net yatan yeni başlayanlar için 4500 civarı, aşağı ya da fazla alan da olabilir yanlışsa düzeltin. ek ders her okulda olmayabilir. varsa da düzenli yatmaz. bir ay üç haftalık bir ay 4 haftalık, tatillerde hiç yatmaz. kendini parçalasa en fazla 1000 lira alır ek ders. çünkü ders saati arttıkça (kurs da öyle) daha fazla gelir vergisi kesilir.
okulda belli bir branşta öğretmen eksiği varsa rastgele bir öğretmene o ders verilebilir. kendi bilmediğiniz şeyi çalışıp anlatmanız beklenir. itiraz hakkınız da pek bulunmaz.
bu öğretmenlerin telefonu susmaz. gece 23.00 te de veli arar. öğrencinin durumunu sormak o saatte aklına gelir çünkü, siz tam dişleri fırçalayın yatağa girerken. telefon numarası artık özel bir şey değildir günümüz öğretmenleri için. bakanlığın sıkı takip arzusu idarelerin baskısıyla öğretmenin özeli diye bir şey yoktur.
mesai asla bitmez. çünkü sürekli bir etkinlik hazırlama, kaynak sağlama telaşı vardır. en boş anınızda whatsapp tan gelen ödevleri kontrol edersiniz. öğrenci derse katılmıyorsa idare zoruyla tek tek veli aratılır.
peki ne yapar boş zamanında öğretmen? onlara idare tarafından verilen görevlendirmelerle zorunlu gönüllü proje hazırlarlar. bu projelerde öğrenciler hiç rol oynamaz ama öğrenciler yapmış gibi gösterilir. örneğin tubitak projelerinde ülke öğretmenlerinin emeğini görüyorsunuz, öğrencilerinin değil. öğrencilere o projelerin içeriği ezberlemeleri için kağıt olarak 1 gün önce veriliyor. neden mi? çünkü bir fikir üretmiyorlar ama meb istiyor ki fikir ürettikleri düşünülsün. bunun dışında erasmus e twinning gibi bir çok proje hazırlanır ve bunlar epey zaman alan işlerdir. yine öğrenciler değil öğretmenler aktiftir. araştırmanızı öneririm türkiye erasmus projelerinde epey iş çıkaran, havuzdan büyük pay alan bir ülke. ya da boş zamanınızda e twinning'e girip bir bakın her postun altında onlarca genç türk öğretmen görürsünüz.
başka? rehber öğretmen atayıp maaş vermemek için meb branş öğretmenlerine sınıf rehberliği görevi verir. basit gibi görünse de dersi dışında bir de psikolojik danışmanlık yapma görevi tayin edilir bu öğretmene. bunlar biz lisedeyken de vardı elbette ama bu kadar girdisi çıktısı yoktu. rehberlik boş bir saatti bizim için. şimdi içeriği dolu bir ders adeta ne yapacağınızı alanınız değilse önce sizin çalışmanız gerekiyor.
meb bir kitap verir, bir de müfredat. uygulansın ister. öğretmenler her sene sonu değerlendirme raporlarına bu müfredatlarla kimsenin bir şey öğrenemeyeceğini yazsa da talim terbiye kurulunun kıdemlice üyeleri asla dikkate almaz bunu. her sene daha yoğun birbiriyle alakasız bir çok konunun sıkıştırıldığı aslında eğitim vermeyi değil de kafa karıştırmayı amaçlamış müfredatları işlemek zorunda bırakılır. 'bize bişey öğretmedi hocamız' olur adı. (tabii ki niteliksiz pek çok öğretmen de var, bu ayrı bir konu, niteliksiz pek çok doktorun, mühendisin vs nin de olduğu gibi) oysa ki öğretmenin söz hakkı bile yoktur uygulamada. içinizden ağlaya ağlaya bu saçma müfredatı anlatmaya çalışırsınız, öğrencilere de acıyan gözlerle bakıp. ne yaptığınızı ne siz bilirsiniz ne de hallerine üzüldüğünüz öğrencileriniz. laf aramızda meb bile bilmez.
adım başı açılan eğitim fakülteleriyle nitelikli niteliksiz donanımlı donanımsız pek çok kişi de öğretmen olabilmiştir. bu da kaliteli bir eğitim alıp idealist bir şekilde göreve başlayan öğretmenler için umut kırıcıdır.
meb'in disiplin cezası vermeme ve affetme politikasıyla da bir çok öğretmen derste ya da dışarda yersiz saldırıya uğramaktadır. küfür yoluyla taciz normaldir. durduk yere 'hocam maşallah erik gibi karısınız' diyebilirler size. söz hakkınız da yok. dersten atamazsınız eğitim hakkını engellediniz diye soruşturma açılır. tahtada yazı yazarken arka sıradan yükselen sesleri de göz ardı etmelisiniz. idareye gidersiniz 'hocam şimdi disipline verirsek okulun adı da şey olur siz görmemeye çalışın' ya da 'hocam o çok bela bir tip bıçağı saplar sokakta falan bulaşmayın' cevaplarıyla geri dönersiniz.
bu genç öğretmenlerin nasıl harcandığına da dikkat çekmek lazım. bahsettiğim gibi asla belli bir puanı toplayana kadar (bu puan zorunlu hizmette çalışılan süreyle ya da kıdemle verilir) kaliteli bir eğitim kurumunda çalışamazlar. dolayısıyla potansiyeli en aza indirilir. bu insanlar da 20li yaşlarda ey sözlük. onlar da ülke genci. mağdur grubu tespit ederken iyi inceleme yapmanızı öneriyorum. 20li yaşında bir öğretmeni bekleyen hayat böyle.
ders esnasında yapılanlardan bahsetmeye lüzum yok çünkü ders anlatmak işin belki tek keyifli yanı. nihayet memur değil öğretmen olduğunuzu hissettiğiniz andır o an. sınav hazırlamak, sayfalarca her bir maddede kaç yanlış yapılmış sınav analizi çıkarmak ya da günlük plan hazırlamak gibi sırf idarelerin ego tatmini için yapılan işlerden bağımsız bir andır ders anı. günde 6 7 saat laf anlatmayı denediniz mi? öneririm. bir ara deneyin. ki bu dediğim gibi en zevkli kısmı.
2 ay tatil mi? gezecek paranız pek olmaz hele de aileniz de varsa bakmakla yükümlü olduğunuz. gerçi olmasa da büyük şehirlerde maaşın yarısı kiradır neredeyse. ama yine de iyidir, güzeldir. bu da olmasa ben bir çok kişinin kurumlararası geçiş yapıp memuriyete geçeceğine kalıbımı basarım. kaldı ki geçen çok kişi de gördüm sözde 'yeni' eğitim sisteminden bıkan. gariptir, meslek lisesi öğretmeni hemşirenin hemşireliğe geri döndüğünü gördüm. şunu duydum kendisinden 'en azından eve gelince işim bitmiş oluyor da çocuğa zaman ayırıyorum'
mesai kaçta biter? okula göre değişse de 16. 30 da biter genelde. sabah da en geç 9-9.30 da başlar. programı da idare yapar. size fikriniz sorulmaz. okula göre değişir tabii ama genelde her gün dersiniz olur. arada boş saatler? evet. fotokopi falan çekersiniz. ya da kaç saat konuştuktan sonra dinlenirsiniz belki biraz. ama o gün raporlu ya da izinli birileri varsa derse de girmeniz istenebilir yerine.
nöbet? en bombası. haftada en az 1 defa nöbet görevi gelir. nöbetlerde teneffüse çıkamazsınız. aynı anda her yerde olmanız lazım. mesela siz koridordasınız sınıfta biri camdan düştü. ihmalden soruşturma. siz sınıfa girdiniz kontrole biri merdivenden düştü, ihmalden soruşturma. öğlen yemeği için yönetmeliğe göre 15 dk süreniz vardır. bitince tekrar görev yerinize dönersiniz. hele o gün bir de full ders varsa of of of. tadından yenmez.
en tatmin edici yanı? bazen bir köy okulunda bu çağda interneti olmayan bir çocuğa dünyada neler olup bittiğini gösterecek pencereyi açmanın tatmini. bazen öğrencilerden gelen o mesajlar. bazen koşup koşup öğretmenim diye üstünüze atlayıp sarılan küçücük bir çocuğun sevgisi. bazen sınavlarını geçmiş, istediği bir şeyi elde edebilmiş öğrencinizin size teşekkürü. işte bu hiçbir şeye değişilmez.
peki ne yapılmalı? sistemdeki tüm aksaklıkları öğretmenlere yükleme gafleti bırakılmalı. çünkü ne kadar çok öğretmenin mağdur edildiğini bilmeden belli bir kuşak ununu eleyip eleğini asmış öğretmene bakıp yorum yapmamak lazım. illa da bir şeyler görmek istiyorsanız dediğim gibi e twinning gibi platformları bir ziyaret edin de ülkede ne kadar genç eğitim neferi şu koşullarda üretmeye çalışıyor görün. genç öğretmenlerin bu saldırılara maruz bırakılması, başka kuşakların günahlarının cezasını çekmesi kabul edilemez. çünkü bugün öğretmen olmak hem göreve başlama süreci, hem karşılanması gereken koşullar hem de görev sorumlulukları bakımından 30 sene öncesiyle aynı değil. denemek isteyenleri meydana alalım.
bence mesleğe genel saldırı yapmak yerine kuşak kuşak ayırmak lazım. hep eski öğretmenler derken kastedilen epey eski öğretmenler. benim kuşağımı (90lar)yetiştirenlere bişey demiyorum, her anlamda bir insan ne kadar köreltilebilirse ellerinden geleni yaptılar. hepsi demiyorum istisna olup çok şey katanları vardı ama pedagoji anlamında çok sayıda yetersiz öğretmen vardı. sebebi ise bir dönem tüm üniversite mezunlarına öğretmenlik kapısı açılmış olması. bu kuşak öğretmenler bir yerlerde şu an sağlam kadrolarını almış bulunuyorlar. emekli olmadılar henüz. fakat bu kadar saldırı yeni nesil öğretmenleri çileden çıkarıyor. şu an öğretmen olanlar alanında eğitim almış bir sürü sınavla (ve 2 mülakatla) göreve gelen aylarca staj yapan, aday öğretmen olarak (hemen kadro yok) değerlendirmelere alınan, ülkede yapılan pek çok erasmus, tubitak, e-twinning projelerine imza atanlar. çoğu da yüksek lisans falan yapıyor. aynı okulda ortalama kırk öğretmenden (zorunlu hizmet, genç nesil öğretmenler varsa) yarısından fazlası bu şekilde ya projelerle ya kendini geliştirmekle meşgul. gördüm ki biliyorum. ve bu yeni nesil öğretmenler eğitim tarihimizin belki de en saçma dönemine denk geldiler. hem eski kuşak kadroları (içinde iyileri de var muhakkak) tamamen doldurmuş durumda hem de eğitimde 'finlandiya örneği' benimsenmiş gibi yapılıyor. şu yeni nesil öğretmenlerden bahsetmeden bu modele bir değinmek lazım. bir modeli benimserken önce alt yapı ve toplum dinamikleri müsait mi diye bakılır. ama bizdeki karbon kopya. finlandiya refahı yok, donanımı yok, kültür seviyesi yok ama eğitim modeli var. müthiş. şimdi şu öğretmenlere bir bakalım. nerede bu öğretmenler? anlatayım.
bu öğretmenler ücrada, zorunlu hizmette. zorunlu hizmetleri bitince tüm kadrolar dolu olduğundan yine ücrada. evlenip eş durumuyla belki bir ihtimal. ama orada da kadrolar dolu. hizmet puanı başarıya göre verilmiyor. örneğin yüksek lisans derecesi olan, uluslararası eğitimler almış bir öğretmen asla tayinlerde 15 sene görev yapmış öğretmenin önüne geçemiyor. sonuç olarak nitelikli öğrenci profiline sahip kaliteli okullarda yeni nesil öğretmenler kesinlikle çalışamıyor. belki 50 yaşına yaklaşınca. tabii bu öğretmenler onca yıl puan beklerken yıpranıyor çünkü meb'in öğrencileri bir şekilde mezun etme politikası nedeniyle okulla alakası olmayan bir çok öğrenciyle uğraşıyor. kazandırmaya çalışsa da oran yirmide bir en iyi ihtimalle. ya da yıllarca bilmediği bir memlekette çalışmak zorunda. nusaybin'e giden sınıf öğretmeni bir arkadaşım ev almayı düşünüyor oradan çünkü en az 15 sene sene orada kalacağını biliyor. orası da vatan burası da ama kim o kadar sene ücrada yaşıyor işi için?
ne kadar maaş alıyorlar? net yatan yeni başlayanlar için 4500 civarı, aşağı ya da fazla alan da olabilir yanlışsa düzeltin. ek ders her okulda olmayabilir. varsa da düzenli yatmaz. bir ay üç haftalık bir ay 4 haftalık, tatillerde hiç yatmaz. kendini parçalasa en fazla 1000 lira alır ek ders. çünkü ders saati arttıkça (kurs da öyle) daha fazla gelir vergisi kesilir.
okulda belli bir branşta öğretmen eksiği varsa rastgele bir öğretmene o ders verilebilir. kendi bilmediğiniz şeyi çalışıp anlatmanız beklenir. itiraz hakkınız da pek bulunmaz.
bu öğretmenlerin telefonu susmaz. gece 23.00 te de veli arar. öğrencinin durumunu sormak o saatte aklına gelir çünkü, siz tam dişleri fırçalayın yatağa girerken. telefon numarası artık özel bir şey değildir günümüz öğretmenleri için. bakanlığın sıkı takip arzusu idarelerin baskısıyla öğretmenin özeli diye bir şey yoktur.
mesai asla bitmez. çünkü sürekli bir etkinlik hazırlama, kaynak sağlama telaşı vardır. en boş anınızda whatsapp tan gelen ödevleri kontrol edersiniz. öğrenci derse katılmıyorsa idare zoruyla tek tek veli aratılır.
peki ne yapar boş zamanında öğretmen? onlara idare tarafından verilen görevlendirmelerle zorunlu gönüllü proje hazırlarlar. bu projelerde öğrenciler hiç rol oynamaz ama öğrenciler yapmış gibi gösterilir. örneğin tubitak projelerinde ülke öğretmenlerinin emeğini görüyorsunuz, öğrencilerinin değil. öğrencilere o projelerin içeriği ezberlemeleri için kağıt olarak 1 gün önce veriliyor. neden mi? çünkü bir fikir üretmiyorlar ama meb istiyor ki fikir ürettikleri düşünülsün. bunun dışında erasmus e twinning gibi bir çok proje hazırlanır ve bunlar epey zaman alan işlerdir. yine öğrenciler değil öğretmenler aktiftir. araştırmanızı öneririm türkiye erasmus projelerinde epey iş çıkaran, havuzdan büyük pay alan bir ülke. ya da boş zamanınızda e twinning'e girip bir bakın her postun altında onlarca genç türk öğretmen görürsünüz.
başka? rehber öğretmen atayıp maaş vermemek için meb branş öğretmenlerine sınıf rehberliği görevi verir. basit gibi görünse de dersi dışında bir de psikolojik danışmanlık yapma görevi tayin edilir bu öğretmene. bunlar biz lisedeyken de vardı elbette ama bu kadar girdisi çıktısı yoktu. rehberlik boş bir saatti bizim için. şimdi içeriği dolu bir ders adeta ne yapacağınızı alanınız değilse önce sizin çalışmanız gerekiyor.
meb bir kitap verir, bir de müfredat. uygulansın ister. öğretmenler her sene sonu değerlendirme raporlarına bu müfredatlarla kimsenin bir şey öğrenemeyeceğini yazsa da talim terbiye kurulunun kıdemlice üyeleri asla dikkate almaz bunu. her sene daha yoğun birbiriyle alakasız bir çok konunun sıkıştırıldığı aslında eğitim vermeyi değil de kafa karıştırmayı amaçlamış müfredatları işlemek zorunda bırakılır. 'bize bişey öğretmedi hocamız' olur adı. (tabii ki niteliksiz pek çok öğretmen de var, bu ayrı bir konu, niteliksiz pek çok doktorun, mühendisin vs nin de olduğu gibi) oysa ki öğretmenin söz hakkı bile yoktur uygulamada. içinizden ağlaya ağlaya bu saçma müfredatı anlatmaya çalışırsınız, öğrencilere de acıyan gözlerle bakıp. ne yaptığınızı ne siz bilirsiniz ne de hallerine üzüldüğünüz öğrencileriniz. laf aramızda meb bile bilmez.
adım başı açılan eğitim fakülteleriyle nitelikli niteliksiz donanımlı donanımsız pek çok kişi de öğretmen olabilmiştir. bu da kaliteli bir eğitim alıp idealist bir şekilde göreve başlayan öğretmenler için umut kırıcıdır.
meb'in disiplin cezası vermeme ve affetme politikasıyla da bir çok öğretmen derste ya da dışarda yersiz saldırıya uğramaktadır. küfür yoluyla taciz normaldir. durduk yere 'hocam maşallah erik gibi karısınız' diyebilirler size. söz hakkınız da yok. dersten atamazsınız eğitim hakkını engellediniz diye soruşturma açılır. tahtada yazı yazarken arka sıradan yükselen sesleri de göz ardı etmelisiniz. idareye gidersiniz 'hocam şimdi disipline verirsek okulun adı da şey olur siz görmemeye çalışın' ya da 'hocam o çok bela bir tip bıçağı saplar sokakta falan bulaşmayın' cevaplarıyla geri dönersiniz.
bu genç öğretmenlerin nasıl harcandığına da dikkat çekmek lazım. bahsettiğim gibi asla belli bir puanı toplayana kadar (bu puan zorunlu hizmette çalışılan süreyle ya da kıdemle verilir) kaliteli bir eğitim kurumunda çalışamazlar. dolayısıyla potansiyeli en aza indirilir. bu insanlar da 20li yaşlarda ey sözlük. onlar da ülke genci. mağdur grubu tespit ederken iyi inceleme yapmanızı öneriyorum. 20li yaşında bir öğretmeni bekleyen hayat böyle.
ders esnasında yapılanlardan bahsetmeye lüzum yok çünkü ders anlatmak işin belki tek keyifli yanı. nihayet memur değil öğretmen olduğunuzu hissettiğiniz andır o an. sınav hazırlamak, sayfalarca her bir maddede kaç yanlış yapılmış sınav analizi çıkarmak ya da günlük plan hazırlamak gibi sırf idarelerin ego tatmini için yapılan işlerden bağımsız bir andır ders anı. günde 6 7 saat laf anlatmayı denediniz mi? öneririm. bir ara deneyin. ki bu dediğim gibi en zevkli kısmı.
2 ay tatil mi? gezecek paranız pek olmaz hele de aileniz de varsa bakmakla yükümlü olduğunuz. gerçi olmasa da büyük şehirlerde maaşın yarısı kiradır neredeyse. ama yine de iyidir, güzeldir. bu da olmasa ben bir çok kişinin kurumlararası geçiş yapıp memuriyete geçeceğine kalıbımı basarım. kaldı ki geçen çok kişi de gördüm sözde 'yeni' eğitim sisteminden bıkan. gariptir, meslek lisesi öğretmeni hemşirenin hemşireliğe geri döndüğünü gördüm. şunu duydum kendisinden 'en azından eve gelince işim bitmiş oluyor da çocuğa zaman ayırıyorum'
mesai kaçta biter? okula göre değişse de 16. 30 da biter genelde. sabah da en geç 9-9.30 da başlar. programı da idare yapar. size fikriniz sorulmaz. okula göre değişir tabii ama genelde her gün dersiniz olur. arada boş saatler? evet. fotokopi falan çekersiniz. ya da kaç saat konuştuktan sonra dinlenirsiniz belki biraz. ama o gün raporlu ya da izinli birileri varsa derse de girmeniz istenebilir yerine.
nöbet? en bombası. haftada en az 1 defa nöbet görevi gelir. nöbetlerde teneffüse çıkamazsınız. aynı anda her yerde olmanız lazım. mesela siz koridordasınız sınıfta biri camdan düştü. ihmalden soruşturma. siz sınıfa girdiniz kontrole biri merdivenden düştü, ihmalden soruşturma. öğlen yemeği için yönetmeliğe göre 15 dk süreniz vardır. bitince tekrar görev yerinize dönersiniz. hele o gün bir de full ders varsa of of of. tadından yenmez.
en tatmin edici yanı? bazen bir köy okulunda bu çağda interneti olmayan bir çocuğa dünyada neler olup bittiğini gösterecek pencereyi açmanın tatmini. bazen öğrencilerden gelen o mesajlar. bazen koşup koşup öğretmenim diye üstünüze atlayıp sarılan küçücük bir çocuğun sevgisi. bazen sınavlarını geçmiş, istediği bir şeyi elde edebilmiş öğrencinizin size teşekkürü. işte bu hiçbir şeye değişilmez.
peki ne yapılmalı? sistemdeki tüm aksaklıkları öğretmenlere yükleme gafleti bırakılmalı. çünkü ne kadar çok öğretmenin mağdur edildiğini bilmeden belli bir kuşak ununu eleyip eleğini asmış öğretmene bakıp yorum yapmamak lazım. illa da bir şeyler görmek istiyorsanız dediğim gibi e twinning gibi platformları bir ziyaret edin de ülkede ne kadar genç eğitim neferi şu koşullarda üretmeye çalışıyor görün. genç öğretmenlerin bu saldırılara maruz bırakılması, başka kuşakların günahlarının cezasını çekmesi kabul edilemez. çünkü bugün öğretmen olmak hem göreve başlama süreci, hem karşılanması gereken koşullar hem de görev sorumlulukları bakımından 30 sene öncesiyle aynı değil. denemek isteyenleri meydana alalım.
devamını gör...
scorpions
iki bin on yılında veda konseri diye gittiğim, akabinde iki defa falan ülkemize gelen; alman heavy metal grubu. o zamanki manitaya still loving you dinletmeyi hayal edip bilet almıştım. kız konsere gelemedi, onlar da şarkıyı çalmadı. g**üme baka baka dönmüştüm konserden.
devamını gör...
geceye bir şiir bırak
açardın,
yalnızlığımda
mavi ve yeşil,
açardın.
tavşan kanı, kınalı - berrak.
yenerdim acıları, kahpelikleri...
gitmek,
gözlerinde gitmek sürgüne.
yatmak,
gözlerinde yatmak zindanı
gözlerin hani?
"to be or not to be" değil.
"cogito ergo sum" hiç değil...
asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
durdurulmaz çığı
sonsuz akımı.
içmek,
gözlerinde içmek ayışığını.
varmak,
gözlerinde varmak can tılsımına.
gözlerin hani?
canımın gizlisinde bir can idin ki
kan değil sevdamız akardı geceye,
sıktıkça cellad,
kemendi...
duymak,
gözlerinde duymak üç - ağaçları
susmak,
gözlerinde susmak,
ustura gibi...
gözlerin hani?
devamını gör...
anın fotoğrafı
her sabah basmane, her sabah çay?
yo dostum yooo artık inaf!
kordon / filtre kahve

edit : elit bey arayan qıslar eklesin, yaklaşık yarım saat böyleyim, sonra araba da bal kabaana dönüşecek..
yo dostum yooo artık inaf!
kordon / filtre kahve

edit : elit bey arayan qıslar eklesin, yaklaşık yarım saat böyleyim, sonra araba da bal kabaana dönüşecek..
devamını gör...
sözlük bozdu sözlüğü bozdular ekşidi geyikleri
şikayet edenlerin de kusurları var, farkında bile değiller. babannelerimizin o güzide sözü gibi:
millet kendi yanlışını çuvala basar seninkini duvara asar.
benim de gözüme batan şeyler var. lüzumsuz başlık açma diyenler kendi arkadaşları ile ilgili daha dün başlık açtılar mesela. “x kişisinin şunu bunu yapması/yapamaması” tarzında. isim verip demotive etmeyeceğim. belirtmek istediğim:
herkes kendi önünden yesin.
millet kendi yanlışını çuvala basar seninkini duvara asar.
benim de gözüme batan şeyler var. lüzumsuz başlık açma diyenler kendi arkadaşları ile ilgili daha dün başlık açtılar mesela. “x kişisinin şunu bunu yapması/yapamaması” tarzında. isim verip demotive etmeyeceğim. belirtmek istediğim:
herkes kendi önünden yesin.
devamını gör...
yazarların bu yüzden hep yalnız kalacağım dediği şeyler
çok da yalnız kalacağımı düşünmüyorum ama '' doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar'' diye bi şey var ya galiba doğruları söylediğim sürece öyle olcak .fakat ben değişmem değişmemi isteyen de kendisi ayak uydursun...*
asıl sorun ise yalnız olmamama rağmen kendimi hep yalnız hissetmem*
asıl sorun ise yalnız olmamama rağmen kendimi hep yalnız hissetmem*
devamını gör...
sözlüğe hiçbir katkısı olmayan adamların trollere laf etmesi
(bkz: don't feed the troll) *
şaka bir yana akıllıca yapılan troll'e lafım yok. bu konuda ermolettin başı çekiyor.*
şaka bir yana akıllıca yapılan troll'e lafım yok. bu konuda ermolettin başı çekiyor.*
devamını gör...
orta parmak
savaşlarda okların kullanıldığı zamandan gelme bir işaret olup basitçe şöyle açıklanabilir; okçuların orta parmakları ok atmaktan koptuğunda karşı okçu orta parmağını gösterip “ben devam edebiliyorum şimdi boku yedin” dediği harekettir.
devamını gör...
panik atak
herkesin belli zamanlarda endişe, kaygı, ve panikle yoğrulmuş bir his yumağının içine atılma durumudur aslında. bu his kendimizi tehlikede hissettiğimizde, gergin ya da stresli olduğumuzda vücudumuzun gösterdiği doğal bir tepkidir.
aniden gelen ve düzenli şekilde devam eden panik veya gerginlik, korku hissiyle yaşanan bir anksyete bozukluğudur. fakat panik atak bozukluğuyla başetmeye çalışan bir kişi için stres, panik, korku, gerginlik, anksiyete gibi duyguları hem düzenli bir şekilde hemde çok fazla belirgin nedenler olmadan biranda yaşamaya başlar. bazen herhangi bir belirti göstermez.
panik bozukluğu panik atakla bağlantılı bir rahatsızlıktır. aniden ortaya çıkan ve tekrar eden panik ataklar, bu atakların sürekli gerçekleşeceği beklentisinin ortaya çıkardığı bir kaygı, travma ve panik atak anında gerçekleşen duygu bozukluğu durumu, vücudun yaşadığı ani değişikliklerden dolayı öleceğini ya da zarar göreceğini düşünme nedeniyle hayata tam ve doğru şekilde karışamama olarak gözlemlenen durumdur.
psikolojik bir rahatsızlık olmasının yanında kimyasal bir beyin olayı olarakta tanımlandırılır. tam olarak nedeni belli değildir aslında. tedavisi tabi ki mümkün. doğru ve düzenli bir yöntemle.
belirtilerini kalp kriziyle karıştıranlar vardır. ve o esnada kalp krizi geçirdiklerini düşünürler. kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı,
tansiyon yükselmesi, hızlı ve yüzeysel nefes alıp verme, baş dönmesi, bulanık görme, göz kararması, titreme, kan basıncında artma, kaslarda aşırı gerginlik, soğuk terleme, midede şişkinlik, sık idrara çıkma, bayılacakmış hissiyatı sıkça görülen belirtilerdendir. kişi vücudununun kontrolden çıktığını, kendi kendini yok edeceğini düşünür ve bu olaylar karşısında kişi öleceği ve aklını kaybedeceği korkusu gelişir. nefes nefese kalır açık havaya çıkmak ister bazende kendini hastaneye atar.
kapalı alan, açık alan, kalabalık yerler ya da bazen çok sakin yerlerde korku yaşayabilirler. tünel, köprü, otoyollar, asansör, tren garları, büyük marketler, sinema ve tiyatro salonları ani şekilde gelen bir panik atağa maruz bırakabilir kişiyi. bu ortamlardan kaçarlar ve kendilerini hergeçen gün kısıtlarlar.
bu aslında bir döngüdür. ve her geçen gün dahada artan dahada kısıtlayan bir döngü. kişi bunu içinde bulunduğu durum içerisinde ilginçtir ki farketmez. her geçen gün dahada yalnızlaşır, içine kapanır, kendini kısıtlar.
bir gün erkek arkadaşımla kalabalık bir caddeden geçiyorduk. eskiden ailesiyle orada yaşadıkları evi gösteriyor ve çocukluğuyla ilgili bazı şeyler anlatıyordu. biranda yüzünün şekli değişti ve hızlı nefes almaya başladı. sahile inelim dedi. yarım saat bir saat sonra eve gitmek istedi. o gece doğru düzgün konuşmadı benle. bir iki gün evden çıkmadı. sonra yeniden sahilde buluştuk ve üzerinde eşofmanlar vardı. ilginç bir şekilde bir daha hiç kot pantolon giymedi. o caddeye yakın yollara bile uğramadık hatta bana bile mesafeli davranmaya başladı.
bu biranda başlayan bir süreç değildi aslında. son 10 yılı buna benzer ama daha sakin daha pasif durumlarla geçirmiş. annesini kaybetmesi üzerine bu süreç hızlandı ve biranda kendini eve kapatmaya kadar gitti. aslında onun ki anksiyete kaygı bozukluğu yani ama tabi panik atak bu rahatsızlığın içine de harmanlanmış.
çocukluğunda ailesiyle yaşadığı bazı sorunlar, özellikle annesinin yüklediği kaygı durumları, anne babasının erken yaşta ayrılması, babasının sorumsuzluğu ve annesinin bu durum karşısında çocuklarına yaşattığı işkence gibi bir hayat. gerçekten akıl almaz yaşamlar var arkadaşlar.
bu rahatsızlıkların kökeni genelde çocukluk travmalarına dayanıyor. kaçımız tam manasıyla mutlu bir çocukluk geçirdik değil mi?
benim kafamı çok karıştırıyor bu durumlar. onunla yaşadığım 4 sene. benim ona destek olmak için uğraşlarım fakat sonunda benim desteğe ihtiyacım olması. bunun sonunda kendi çocukluğuma dönüp bakma ihtiyacı duymam. peki ama bu travmalar neden şimdi hortladı? düzgün psikolojiyi bile bozuyor bazı insanlar. altına çakıyor bir dinamit. bomm.
güçlü olma mı yoksa güçsüz olma durumumu mu? bunu da sorguluyorum. beynin bir oyunu bizi oyalama durumu. beynin düzgün işlemeyişi. artık düzgün işleyemeyişi. bunun için ciddi bir tedavi gerekli tabi. ama yine beyni kendini fazla ciddi olduğuna inandırmış insanı. ben güçlüyüm tüm bunlara gerek yok. ben zaten bunları biliyorum. peki ya çözüm? hah belkide egolu bir beyinin gerçekleri kabul etmeyişidir.
o günden sonra bana daha serin davranmaya başladı. aramızda sert diyaloglar gelişti. artık beni sevdiği için değilde bana ihtiyacı olduğu için yanımda olduğunu o kadar net hissettiriyordu ki bana, bu durum ben de değersizlik hissi oluşturdu. hah sonra bu duygunun çocukluğa dayandığını düşünmeye başladım. travmalara inmeye onları araştırmaya başladım. kendime cicik cicik travmalar geliştirdim. beni itmesi, bana mesafeli olması, bana sadece ihtiyacı olduğu zamanlarda ulaşması (evde yalnız kalmak zorunda kaldığı dönemlerde, onun çıkamayacağı gidemeyeceği alanlara gidilmesi gerektiğinde ya da buna benzer yetemediği alanlarda.) vsvs bendeki değersizlik hissini eşeledi durdu.
sağlıklı kalmaya hatta başka insanlara yardım etmeye çalışırken nurtopu gibi psikolojik rahatsızlıklarım oluşmaya başladı. oluştu. bunu çok erken fark etmem önlem almama ve kendi kendimi tedavi etmeye çalışmamda işe yaradı tabi. ama ciddi bir şekilde yıprandım bu süreçte. daha güçlü olmak için bazen birazda olsa hırpalanmak gerekir değil mi? hayat bize yeni yeni şeyler öğretmeye bayılıyor. bunu bazen yeni insanlarla yapıyor. her geçen gün daha güçlü olmamız için bizi zorluyor.
çok fazla uzadı değil mi? panik ataktan nerelere geldik. iyi ki de geldik. yine kendimi sorguladım ve yeni çıkarımlarda bulundum. umarım siz dede bu etki oluşmuştur. sevgiler...
aniden gelen ve düzenli şekilde devam eden panik veya gerginlik, korku hissiyle yaşanan bir anksyete bozukluğudur. fakat panik atak bozukluğuyla başetmeye çalışan bir kişi için stres, panik, korku, gerginlik, anksiyete gibi duyguları hem düzenli bir şekilde hemde çok fazla belirgin nedenler olmadan biranda yaşamaya başlar. bazen herhangi bir belirti göstermez.
panik bozukluğu panik atakla bağlantılı bir rahatsızlıktır. aniden ortaya çıkan ve tekrar eden panik ataklar, bu atakların sürekli gerçekleşeceği beklentisinin ortaya çıkardığı bir kaygı, travma ve panik atak anında gerçekleşen duygu bozukluğu durumu, vücudun yaşadığı ani değişikliklerden dolayı öleceğini ya da zarar göreceğini düşünme nedeniyle hayata tam ve doğru şekilde karışamama olarak gözlemlenen durumdur.
psikolojik bir rahatsızlık olmasının yanında kimyasal bir beyin olayı olarakta tanımlandırılır. tam olarak nedeni belli değildir aslında. tedavisi tabi ki mümkün. doğru ve düzenli bir yöntemle.
belirtilerini kalp kriziyle karıştıranlar vardır. ve o esnada kalp krizi geçirdiklerini düşünürler. kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı,
tansiyon yükselmesi, hızlı ve yüzeysel nefes alıp verme, baş dönmesi, bulanık görme, göz kararması, titreme, kan basıncında artma, kaslarda aşırı gerginlik, soğuk terleme, midede şişkinlik, sık idrara çıkma, bayılacakmış hissiyatı sıkça görülen belirtilerdendir. kişi vücudununun kontrolden çıktığını, kendi kendini yok edeceğini düşünür ve bu olaylar karşısında kişi öleceği ve aklını kaybedeceği korkusu gelişir. nefes nefese kalır açık havaya çıkmak ister bazende kendini hastaneye atar.
kapalı alan, açık alan, kalabalık yerler ya da bazen çok sakin yerlerde korku yaşayabilirler. tünel, köprü, otoyollar, asansör, tren garları, büyük marketler, sinema ve tiyatro salonları ani şekilde gelen bir panik atağa maruz bırakabilir kişiyi. bu ortamlardan kaçarlar ve kendilerini hergeçen gün kısıtlarlar.
bu aslında bir döngüdür. ve her geçen gün dahada artan dahada kısıtlayan bir döngü. kişi bunu içinde bulunduğu durum içerisinde ilginçtir ki farketmez. her geçen gün dahada yalnızlaşır, içine kapanır, kendini kısıtlar.
bir gün erkek arkadaşımla kalabalık bir caddeden geçiyorduk. eskiden ailesiyle orada yaşadıkları evi gösteriyor ve çocukluğuyla ilgili bazı şeyler anlatıyordu. biranda yüzünün şekli değişti ve hızlı nefes almaya başladı. sahile inelim dedi. yarım saat bir saat sonra eve gitmek istedi. o gece doğru düzgün konuşmadı benle. bir iki gün evden çıkmadı. sonra yeniden sahilde buluştuk ve üzerinde eşofmanlar vardı. ilginç bir şekilde bir daha hiç kot pantolon giymedi. o caddeye yakın yollara bile uğramadık hatta bana bile mesafeli davranmaya başladı.
bu biranda başlayan bir süreç değildi aslında. son 10 yılı buna benzer ama daha sakin daha pasif durumlarla geçirmiş. annesini kaybetmesi üzerine bu süreç hızlandı ve biranda kendini eve kapatmaya kadar gitti. aslında onun ki anksiyete kaygı bozukluğu yani ama tabi panik atak bu rahatsızlığın içine de harmanlanmış.
çocukluğunda ailesiyle yaşadığı bazı sorunlar, özellikle annesinin yüklediği kaygı durumları, anne babasının erken yaşta ayrılması, babasının sorumsuzluğu ve annesinin bu durum karşısında çocuklarına yaşattığı işkence gibi bir hayat. gerçekten akıl almaz yaşamlar var arkadaşlar.
bu rahatsızlıkların kökeni genelde çocukluk travmalarına dayanıyor. kaçımız tam manasıyla mutlu bir çocukluk geçirdik değil mi?
benim kafamı çok karıştırıyor bu durumlar. onunla yaşadığım 4 sene. benim ona destek olmak için uğraşlarım fakat sonunda benim desteğe ihtiyacım olması. bunun sonunda kendi çocukluğuma dönüp bakma ihtiyacı duymam. peki ama bu travmalar neden şimdi hortladı? düzgün psikolojiyi bile bozuyor bazı insanlar. altına çakıyor bir dinamit. bomm.
güçlü olma mı yoksa güçsüz olma durumumu mu? bunu da sorguluyorum. beynin bir oyunu bizi oyalama durumu. beynin düzgün işlemeyişi. artık düzgün işleyemeyişi. bunun için ciddi bir tedavi gerekli tabi. ama yine beyni kendini fazla ciddi olduğuna inandırmış insanı. ben güçlüyüm tüm bunlara gerek yok. ben zaten bunları biliyorum. peki ya çözüm? hah belkide egolu bir beyinin gerçekleri kabul etmeyişidir.
o günden sonra bana daha serin davranmaya başladı. aramızda sert diyaloglar gelişti. artık beni sevdiği için değilde bana ihtiyacı olduğu için yanımda olduğunu o kadar net hissettiriyordu ki bana, bu durum ben de değersizlik hissi oluşturdu. hah sonra bu duygunun çocukluğa dayandığını düşünmeye başladım. travmalara inmeye onları araştırmaya başladım. kendime cicik cicik travmalar geliştirdim. beni itmesi, bana mesafeli olması, bana sadece ihtiyacı olduğu zamanlarda ulaşması (evde yalnız kalmak zorunda kaldığı dönemlerde, onun çıkamayacağı gidemeyeceği alanlara gidilmesi gerektiğinde ya da buna benzer yetemediği alanlarda.) vsvs bendeki değersizlik hissini eşeledi durdu.
sağlıklı kalmaya hatta başka insanlara yardım etmeye çalışırken nurtopu gibi psikolojik rahatsızlıklarım oluşmaya başladı. oluştu. bunu çok erken fark etmem önlem almama ve kendi kendimi tedavi etmeye çalışmamda işe yaradı tabi. ama ciddi bir şekilde yıprandım bu süreçte. daha güçlü olmak için bazen birazda olsa hırpalanmak gerekir değil mi? hayat bize yeni yeni şeyler öğretmeye bayılıyor. bunu bazen yeni insanlarla yapıyor. her geçen gün daha güçlü olmamız için bizi zorluyor.
çok fazla uzadı değil mi? panik ataktan nerelere geldik. iyi ki de geldik. yine kendimi sorguladım ve yeni çıkarımlarda bulundum. umarım siz dede bu etki oluşmuştur. sevgiler...
devamını gör...
ünlülerin türkçeyi katletmesi
ilkokul öğretmeniyle görüşmek isterdim dediğim biri; demet akalın. ay durun temed aklıan* evet oldu şimdi.
devamını gör...
yazarların eş cinsel çocuğu ile yapacağı ilk konuşma
kocaman sarılırdım öncelikle. ben zaten anlamışımdır ama onun söylemesini beklemisimdir. bu yüzden uzun uzadıya konuşmalar yapmaya gerek yok. eğer ilerde bir çocuğum olur ve bana bunu söylerse her an yanında olduğumu hissettirim. ve en önemlisi hastalıklı, nefret kusan insanlardan korurum onu. bu onu farklı birisi yapmıyor ve hoşlandığı cinsiyet yüzünden kendini kötü hissetmesini sağlatmam kimseye. annene bak ve örnek al çocuğum. ılişki deneyimlerimi anlatırım hem sana.
devamını gör...
yazarların okumayı sevdiği dergiler
7 yıllık abonelik ile (bkz: popular science) ve (bkz: kafa)
devamını gör...
kitaplardaki cümlelerin altını çizmek
önceden kitaplarımın köşesi kıvrılsa üzülüyordum. ama şimdi altını da çiziyorum. bilmediğim kelime varsa anlamını da yazıyorum. okuduğum her şeyden tam bir verim almak için uğraşıyorum. çünkü ileride o kitabı elime alınca okuduğum anı, altını çizerken hissettiğim duyguyu hatırlamak istiyorum.
sadece okuyup rafa kaldırdığım kitapları da seviyorum ama kitaba dair aklımda kalan pek bir şey olmuyor. bana hiçbir şey katmamış gibi geliyor.
sevgilime altını çizdiğim kitaplarımı vermiştim. o da okuyup çizdiğim satırlara kendi hislerini yazmıştı. birini tanımanın da en güzel yolu bence. tam altını çizeceksin ama o çizmiş. aynı duyguları hissederek okumak çok hoş değil mi?
kitaplarınızın altını çizmekten korkmayın. o çizikler sizin duygularınız, düşünceleriniz. yeterince monotonlaşan hayatta hislerimizi yaşayacağımız dünyaya ihtiyacımız var.
sadece okuyup rafa kaldırdığım kitapları da seviyorum ama kitaba dair aklımda kalan pek bir şey olmuyor. bana hiçbir şey katmamış gibi geliyor.
sevgilime altını çizdiğim kitaplarımı vermiştim. o da okuyup çizdiğim satırlara kendi hislerini yazmıştı. birini tanımanın da en güzel yolu bence. tam altını çizeceksin ama o çizmiş. aynı duyguları hissederek okumak çok hoş değil mi?
kitaplarınızın altını çizmekten korkmayın. o çizikler sizin duygularınız, düşünceleriniz. yeterince monotonlaşan hayatta hislerimizi yaşayacağımız dünyaya ihtiyacımız var.
devamını gör...
sözlükteki bitmez vedaların yazarları
bu tanııım soooon biraz sonraaaaa bu kafadaaan çıkıııp gideceğiiiim!
kendileri için böyle bir cover üzerinde çalışmaktayım. gomercanla stüdyodayız.
kendileri için böyle bir cover üzerinde çalışmaktayım. gomercanla stüdyodayız.
devamını gör...
kişinin kendini en özgür hissettiği an
sıcak bir havada yemyeşil bir ağacın gölgesinde çimlere uzanırken ağacın hafif rüzgarla sallanan yapraklarının arasından sızan güneş ışıkları seyrederken ve kuş cıvıltılarını dinlerken başka hiçbir şey aklıma gelmiyor.
devamını gör...