efkar
kırgın olup da neye kırgın olduğunu bilmemek gibi, tuhaf ötesi insansıl his.
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
işte geldim buradayım,
biraz zorlama olacak farkındayım,
almanya'dan çikolata getirmiş dayım,
hem de nusnackermiş fenalardayım.
biraz zorlama olacak farkındayım,
almanya'dan çikolata getirmiş dayım,
hem de nusnackermiş fenalardayım.
devamını gör...
bilgisayar mühendisliği
merhaba ben guardian. öncelikle tüm üniversiteye başlayacak yazarlara ve okuyuculara başarılar diliyorum. direkt konuya geçelim. bana günde 3 5 kişi bu bilgisayar mühendisliği nedir diye sorular soruyor. yazmalı mıyım? dersler nasıl? geleceği var mı? nasıl başlayacam nasıl devam edeceğim? okuması ne kadar zor derslerin ağırlığı nasıl? gibi onlarca soru soruyorlar haklı olarak. insanlar ömürlerinin 4 yılını buna gömecekler sonuçta. bu sorulara dilim döndüğünce cevap vermek istedim. benden farklı düşünen arkadaşlar da fikirlerini belirtirlerse toplu bir bilgisayar mühendisliği nedir rehberi çıkarabiliriz. sonuçta tüm açılarıyla ele almaya kalkmak ve bunu yazarak anlatmak saatler sürebilir ve cidden o kadar zamanım bulunmamakta ne yazık ki.
ben kabaca nasıl bir bölüm olduğunu yazıldıktan girildikten sonra neler yapılması gerektiğinden bahsedeyim.
bilgisayar mühendisliği nedir kaç para ulan bu bilgisayar mühendisliği
bilgisayar mühendisleri yazılım ve donanım alanında yetkin olarak kendini yetiştiren ve seçtiği alana göre üniversitelerde aldığı bu temel eğitimle kendini her zaman bir ileriye taşımaya çalışan. ömrü boyunca öğrenmeye ve düşünmeye dayanıklı, disiplinli ve sosyal kişilere verilen isimdir.
ben bilgisayarları çok seviyorum bilgisayar mühendisliğini de sever miyim?
seveceğini düşünen insanlar için atalarımızın söylediği çok güzel bir söz var (bkz: davulun sesi uzaktan hoş gelir). bu ağır bir disiplin arkadaşlar ve unutmayın ki bir mühendislik bu işi yapıyorsanız bilgisayarları sevmeniz ne yazık ki yetmiyor. sürekli olarak öğrenmeniz, bildiklerinizi paylaşmanız ve öğrendiğiniz veyahut geliştirdiğiniz teorileri veya düşünceleri uygulamaya dökmeniz gerekiyor. felsefeci değiliz * biz sevgi içimizde de değil. bu mesleği her insan evladı öğrenebilir fakat disiplin, hırs ve zeka üçgeniyle öğrenme hızınız ve okulunuz bittikten sonra iş bulup bulamayacağınız belirleniyor. çocuk değilsiniz siz kendinize yalanlar söylemeyin ve kendinizi bu üç maddeye göre değerlendirip seçiminizi buna göre yapın.
oyun oynamayı sevenler sizlere sesleniyorum
verin unity'mi c# bana ben oyun yapacağım diyenler veya ben bir cs oynuyorum varya uff şimdi de bilgisayar yazacağım diyen ve ne yazık ki yazıp gelecek sene okulu bırakacak veya bize böyle olduğu söylenmedi diyenler. kendinize bu kötülüğü yapmayın oynadığınız oyunların bilgisayar mühendisliğini sevmenizle uzaktan yakından ilgisi yok. şu anda tai'de çalışan senelerce yurtiçinde yurtdışında akadeisyenlik yapmış ve akdeniz üniversitesine giderseniz tanışacağınız bir adam bana şunları söylemişti "guardian oyun oynayan oyunları seven insanlar bu işte büyük oranda başarısız oluyor bu türkiyesi, almanyası, amerikası, japonyası hepsi için geçerli." yani oyunları seviyor ve oyun geliştirmek istiyor olabilirsiniz cidden bu işe meraklı olabilirsiniz o zaman sizin için önerebileceğim bölüm budur. ha tabi istisnaların kaideleri bozmadığını da belirtmek isterim.
bölümü yazacam ben kafaya koydum kardeş peki şimdi ne yapayım
ya kararınızı verdiniz ve tercihlerinizi yaptınız. size bu bölüme giderken hiçbir şey bilmene gerek yok öğretiyorlar kolay la bir şeyi yok algoritma dersinin diyenler olacaktır. en gıcık olduğum tembelliği kendine hedef edinmiş minik sülüklerin sesleri çok daha fazla çıktığından dolayı size bunları söylüyorlar. inanmayın arkadaşım hiçbir şey bilmiyorsan ve bilgisayar mühendisliği yazdıysan senin için ömrün boyunca sürecek ve sürekli hızlanmanı gerektirecek bir maraton başlıyor. ilk olarak unutmaman gereken şey bu maratonu kabul etmen ve hayatını buna göre düzenlemeye başlaman. ilk tavsiyem "bir arkadaşla konuştuktan sonra farkettim ki çoğu öğrenci ingilizce bilmiyor." ingllizce öğreneceksin. bunun kem kümü yok ciddiyim ingilizce öğrenmezsen maratonu koşamazsın yönünü bulamazsın, ilk işin internetteki tonlarca açık kaynaktan ingilizce öğrenmeye başlaman ve senin gibi bir arkadaş bularak aranızda türkçe konuşmayı bırakmanız. türkçe sizi geçmişte bırakıyor ne yazık ki. google translate demeyin ağzınıza bir tane çakarım ciddi ciddi. eğer şimdiden tembelliğe başvuracaksanız hiç gelmeyin 4 seneniz boşa gider işsiz kalırsınız en azından ben size asla iş vermem. ingilizceyi biliyom kardeş ben benim dedem ingiliz kralıydı bizde inglizce native diyorsanız. github, w3school, stack overflow vb pek çok site var. udemyden kurs alabilirsiniz ama ben open source hastası biri olduğumdan dolayı youtube ve internetteki eğitimleri öneririm. bunlara girdiniz buldunuz ve hepsine kaydoldunuz şimdi ne mi yapacaksınız google nasıl kullanılır? onu öğreneceksiniz. nası ya ama biliyorsun demi sen yok kanka yüzde 90 ihtimalle tam olarak nasıl kullanıldığını bilmiyorsun. şu makaleyi okumanı öneririm bak buda google dock en çok kullandığım şeylerden biri ve google'nın güzel bir şekilde kullanıldığında verimliliğin ne kadar artabileceğini gösteren şeylerden biri. kardeş geç bunları biz bunları biliyoruz okeyde 11. parti bitti sal bizi de biraz daha ilerleyelim diyenleri görüyorum çıldırmış durumdalar. tamam size vereceğim tavsiyelere geleyim. şimdi kardeş ilk yapman gereken geliştirmekte olduğun projelerin sayılarını arttırmak, üniversite'de bulunan ve ortamı tatlı olan bir kulübe katılmak. tanıyabildiğiniz kadar insan tanıyıp çok samimi olmamaya bakın, size yardımcı olabilecek sizi ilerletebilecek bilmediğiniz şeyleri öğretecek adamlarla takılın ve en önemlisi hocalarınızı kafalamaya bakın. 3 tane okul değiştim ve okulun ilk haftasında yaptığım ilk şey bölüm başkanını veya o sene bize ders verecek olan bölüm hocasını kafalamak oluyor. o adamlar size göre aptal olabilir hatta kankalarınıza "fahri hocaya bak ben ondan çok biliyorum" diyorsunuzdur belki de ha büyük ihtimalle daha çok biliyorsunuzdur öyle biliyorum fakat bu adamlar akademisyen ve sektör adam aradığına bu insanlara geliyor ve siz üniversiteden çıktığınızda bu adamlar size referans mektubu yazabilecek adamlar. bunları aşağı yukarı yaptıktan sonra şu saçma sapan tekno-bla bla projeleri yarışmaları tübitak yarışmaları falan oluyor. bir ekip bul veya bir ekip kurup bu yarışmalara katılmaya bak. bu senin cv'nde en güzel gözükecek şeylerden biri oluyor. bilgisayar mühendisi senin de bildiğin üzere içine kapanık sadece robot gibi kod yazan insan olamaz. çok sosyal olmak ve çalışkan olmak hem daha kolay hem de daha kazançlıdır. insanlarla konuştuğunda seni yemezler sorduğun soruların ve belki de alamadığın cevapların sana zararı değil karı vardır. karşındaki yüksek mevkide bir adamsa akşam eve gidip karşılaştığı binlerce insana rağmen sen aklına geliyorsan ve bunu sağlamayı öğrendiysen bu işi başarmışsın demektir. hitabetin akıcı ve düzgün konuşmanın olması hayati bir önem taşır bunu unutma. daha üst seviyedeyim kardeş ben ben ne yapayım diyorsan bana tavsiye verebilirsin. ben daha üst seviye için hazırlanan biriyim sonuçta ve tecrübelerini benimle paylaşmak istiyorsan bana mesaj atta mutlu olayım.
iş imkanları neler bu sektörde çalışmak için illaha bilgisayar mı okumalıyım?
işte bu göreceli bir soru. benim tanıdığım en iyi siber güvenlikçiler bilgisayar mühendisliği fakültesinin yanından bile geçmemiş insanlar (red team için). fakat aynı zamanda bazı akıl hocalarım, arkadaşlarım ülkenin hatta ülkeyi bırakın dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun insanlar. bunun tam olarak bir cevabı ne yazık ki yok ve bu iş sizde bitiyor arkadaşlar. iş imkanları ise a101 kasiyerliğinden dünyanın en büyük teknoloji, lojistik, güvenlik şirketlerine varam hatta (bkz: gafam)'a dahi ulaşabileceğiniz büyük bir alan. kendinizi ne kadar ilerlettiğiniz ve ananızdan babanızdan gelen zekayı etkileyen şans faktörüne bağlı olarak değişir. yani bunu söylediğimden dolayı belki kızabilirsiniz fakat aranızdan gafam şirketlerinde çalışabilecek kişilerin çıkma olasılığı ne yazık ki çok düşük. neyse sayılar yalan söylemez sonuçta.
bilgisayara ihtiyacım var mı? benim külüstür emektar sarıkızım yeter mi?
bu soruyu bana soran bir iki kişi falan oldu. yani gittiğiniz üniversiteye göre değişkenlik gösterebilecek bir soru olsa bile sarıkızınız eğer bir dinazora dönüştüyse bir pc almanız sizin karınıza olur. öğrenme hızınızı arttırır. fakat size göre de değişir bir ara bilgisayarsız kaldığım dönemde bölüm başkanıyla konuşup okulda kalıyordum bilgisayar labında. yaptığım bazı projeler ve çalışmalar o bilgisayarsız kaldığım döneme ait.
pekala paranız var ne almalısınız benim tavsiyem gönlümün efendisi macbooklara ait. tuzlu olduysa hafif ama etkili bir şey bulmanızı tavsiye ederim çünkü bir süre sonra farkedeceğiniz şey kaplumbağa nasıl evini sırtında taşıyorsa sizde işinizi sırtınızda taşıyacaksınız.
hangi dili öğreneyim kardeş envai çeşit dil var
şimdi bazı arkadaşlar bana kızacak bu dediğimden dolayı ben cpp'ciyim yani bazılarınız portakalda vitaminken veya gta vice city falan oynarken ben cpp kodluyordum bu yüzden bana çok kızmazsanız iyi olur minik bir kalbim olduğundan dolayı üzülebiliyorum. python diyorum sebebi ise çok farklı. öğrenilmesinin kolay olması sözdiziminin anlaşılabilir olması ve flex olması yalanını size söylemeyeceğim bu yalan python ciddi manada öğrenebileceğiniz ileri seviyede en zor dillerden biri. fakat kurulumu ve başlangıcı kolay olduğundan aynı zamanda işin mantığını öğrenmenizin en başta yeterli olmasından dolayı python hiçbir şey bilmeyen ve maratona yeni başlayan biri için çok tatlı bir dil.
yazının sonuna geldim. atladığım aklıma gelmeyen pek çok soru ve farklı yaklaşımlar illaha vardır. bu alandaki büyüklerim fikirlerini ve düşüncelerini bizimle paylaşırlarsa sözlüğümüzün yazarlarına ve okuyucularına büyük katkılar sağlamış oluruz. bana vermek istedikleri tecrübeleri ve fikirleri varsa bana mesaj atmaları ve tavsiyelerini aktarmaları beni çok ama çok mutlu eder.
yeni başlayan ve aramıza katılacak arkadaşlar hepiniz aramıza hoşgeldiniz diyorum. hedeflerinize ve çalışmalarınıza sıkı sıkıya bağlanın ve en iyilerimizden olmaya çalışın. unutmayın ki bir gün iyi bir mühendis olursanız, muhteşem işler başarırsanız ve iyi yerlerde çalışıp müthiş start-uplar kurarsanız aynı zamanda uslu bir mühendis olursanız şirin guardian amcayi görebilirsiniz...
ben kabaca nasıl bir bölüm olduğunu yazıldıktan girildikten sonra neler yapılması gerektiğinden bahsedeyim.
bilgisayar mühendisliği nedir kaç para ulan bu bilgisayar mühendisliği
bilgisayar mühendisleri yazılım ve donanım alanında yetkin olarak kendini yetiştiren ve seçtiği alana göre üniversitelerde aldığı bu temel eğitimle kendini her zaman bir ileriye taşımaya çalışan. ömrü boyunca öğrenmeye ve düşünmeye dayanıklı, disiplinli ve sosyal kişilere verilen isimdir.
ben bilgisayarları çok seviyorum bilgisayar mühendisliğini de sever miyim?
seveceğini düşünen insanlar için atalarımızın söylediği çok güzel bir söz var (bkz: davulun sesi uzaktan hoş gelir). bu ağır bir disiplin arkadaşlar ve unutmayın ki bir mühendislik bu işi yapıyorsanız bilgisayarları sevmeniz ne yazık ki yetmiyor. sürekli olarak öğrenmeniz, bildiklerinizi paylaşmanız ve öğrendiğiniz veyahut geliştirdiğiniz teorileri veya düşünceleri uygulamaya dökmeniz gerekiyor. felsefeci değiliz * biz sevgi içimizde de değil. bu mesleği her insan evladı öğrenebilir fakat disiplin, hırs ve zeka üçgeniyle öğrenme hızınız ve okulunuz bittikten sonra iş bulup bulamayacağınız belirleniyor. çocuk değilsiniz siz kendinize yalanlar söylemeyin ve kendinizi bu üç maddeye göre değerlendirip seçiminizi buna göre yapın.
oyun oynamayı sevenler sizlere sesleniyorum
verin unity'mi c# bana ben oyun yapacağım diyenler veya ben bir cs oynuyorum varya uff şimdi de bilgisayar yazacağım diyen ve ne yazık ki yazıp gelecek sene okulu bırakacak veya bize böyle olduğu söylenmedi diyenler. kendinize bu kötülüğü yapmayın oynadığınız oyunların bilgisayar mühendisliğini sevmenizle uzaktan yakından ilgisi yok. şu anda tai'de çalışan senelerce yurtiçinde yurtdışında akadeisyenlik yapmış ve akdeniz üniversitesine giderseniz tanışacağınız bir adam bana şunları söylemişti "guardian oyun oynayan oyunları seven insanlar bu işte büyük oranda başarısız oluyor bu türkiyesi, almanyası, amerikası, japonyası hepsi için geçerli." yani oyunları seviyor ve oyun geliştirmek istiyor olabilirsiniz cidden bu işe meraklı olabilirsiniz o zaman sizin için önerebileceğim bölüm budur. ha tabi istisnaların kaideleri bozmadığını da belirtmek isterim.
bölümü yazacam ben kafaya koydum kardeş peki şimdi ne yapayım
ya kararınızı verdiniz ve tercihlerinizi yaptınız. size bu bölüme giderken hiçbir şey bilmene gerek yok öğretiyorlar kolay la bir şeyi yok algoritma dersinin diyenler olacaktır. en gıcık olduğum tembelliği kendine hedef edinmiş minik sülüklerin sesleri çok daha fazla çıktığından dolayı size bunları söylüyorlar. inanmayın arkadaşım hiçbir şey bilmiyorsan ve bilgisayar mühendisliği yazdıysan senin için ömrün boyunca sürecek ve sürekli hızlanmanı gerektirecek bir maraton başlıyor. ilk olarak unutmaman gereken şey bu maratonu kabul etmen ve hayatını buna göre düzenlemeye başlaman. ilk tavsiyem "bir arkadaşla konuştuktan sonra farkettim ki çoğu öğrenci ingilizce bilmiyor." ingllizce öğreneceksin. bunun kem kümü yok ciddiyim ingilizce öğrenmezsen maratonu koşamazsın yönünü bulamazsın, ilk işin internetteki tonlarca açık kaynaktan ingilizce öğrenmeye başlaman ve senin gibi bir arkadaş bularak aranızda türkçe konuşmayı bırakmanız. türkçe sizi geçmişte bırakıyor ne yazık ki. google translate demeyin ağzınıza bir tane çakarım ciddi ciddi. eğer şimdiden tembelliğe başvuracaksanız hiç gelmeyin 4 seneniz boşa gider işsiz kalırsınız en azından ben size asla iş vermem. ingilizceyi biliyom kardeş ben benim dedem ingiliz kralıydı bizde inglizce native diyorsanız. github, w3school, stack overflow vb pek çok site var. udemyden kurs alabilirsiniz ama ben open source hastası biri olduğumdan dolayı youtube ve internetteki eğitimleri öneririm. bunlara girdiniz buldunuz ve hepsine kaydoldunuz şimdi ne mi yapacaksınız google nasıl kullanılır? onu öğreneceksiniz. nası ya ama biliyorsun demi sen yok kanka yüzde 90 ihtimalle tam olarak nasıl kullanıldığını bilmiyorsun. şu makaleyi okumanı öneririm bak buda google dock en çok kullandığım şeylerden biri ve google'nın güzel bir şekilde kullanıldığında verimliliğin ne kadar artabileceğini gösteren şeylerden biri. kardeş geç bunları biz bunları biliyoruz okeyde 11. parti bitti sal bizi de biraz daha ilerleyelim diyenleri görüyorum çıldırmış durumdalar. tamam size vereceğim tavsiyelere geleyim. şimdi kardeş ilk yapman gereken geliştirmekte olduğun projelerin sayılarını arttırmak, üniversite'de bulunan ve ortamı tatlı olan bir kulübe katılmak. tanıyabildiğiniz kadar insan tanıyıp çok samimi olmamaya bakın, size yardımcı olabilecek sizi ilerletebilecek bilmediğiniz şeyleri öğretecek adamlarla takılın ve en önemlisi hocalarınızı kafalamaya bakın. 3 tane okul değiştim ve okulun ilk haftasında yaptığım ilk şey bölüm başkanını veya o sene bize ders verecek olan bölüm hocasını kafalamak oluyor. o adamlar size göre aptal olabilir hatta kankalarınıza "fahri hocaya bak ben ondan çok biliyorum" diyorsunuzdur belki de ha büyük ihtimalle daha çok biliyorsunuzdur öyle biliyorum fakat bu adamlar akademisyen ve sektör adam aradığına bu insanlara geliyor ve siz üniversiteden çıktığınızda bu adamlar size referans mektubu yazabilecek adamlar. bunları aşağı yukarı yaptıktan sonra şu saçma sapan tekno-bla bla projeleri yarışmaları tübitak yarışmaları falan oluyor. bir ekip bul veya bir ekip kurup bu yarışmalara katılmaya bak. bu senin cv'nde en güzel gözükecek şeylerden biri oluyor. bilgisayar mühendisi senin de bildiğin üzere içine kapanık sadece robot gibi kod yazan insan olamaz. çok sosyal olmak ve çalışkan olmak hem daha kolay hem de daha kazançlıdır. insanlarla konuştuğunda seni yemezler sorduğun soruların ve belki de alamadığın cevapların sana zararı değil karı vardır. karşındaki yüksek mevkide bir adamsa akşam eve gidip karşılaştığı binlerce insana rağmen sen aklına geliyorsan ve bunu sağlamayı öğrendiysen bu işi başarmışsın demektir. hitabetin akıcı ve düzgün konuşmanın olması hayati bir önem taşır bunu unutma. daha üst seviyedeyim kardeş ben ben ne yapayım diyorsan bana tavsiye verebilirsin. ben daha üst seviye için hazırlanan biriyim sonuçta ve tecrübelerini benimle paylaşmak istiyorsan bana mesaj atta mutlu olayım.
iş imkanları neler bu sektörde çalışmak için illaha bilgisayar mı okumalıyım?
işte bu göreceli bir soru. benim tanıdığım en iyi siber güvenlikçiler bilgisayar mühendisliği fakültesinin yanından bile geçmemiş insanlar (red team için). fakat aynı zamanda bazı akıl hocalarım, arkadaşlarım ülkenin hatta ülkeyi bırakın dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun insanlar. bunun tam olarak bir cevabı ne yazık ki yok ve bu iş sizde bitiyor arkadaşlar. iş imkanları ise a101 kasiyerliğinden dünyanın en büyük teknoloji, lojistik, güvenlik şirketlerine varam hatta (bkz: gafam)'a dahi ulaşabileceğiniz büyük bir alan. kendinizi ne kadar ilerlettiğiniz ve ananızdan babanızdan gelen zekayı etkileyen şans faktörüne bağlı olarak değişir. yani bunu söylediğimden dolayı belki kızabilirsiniz fakat aranızdan gafam şirketlerinde çalışabilecek kişilerin çıkma olasılığı ne yazık ki çok düşük. neyse sayılar yalan söylemez sonuçta.
bilgisayara ihtiyacım var mı? benim külüstür emektar sarıkızım yeter mi?
bu soruyu bana soran bir iki kişi falan oldu. yani gittiğiniz üniversiteye göre değişkenlik gösterebilecek bir soru olsa bile sarıkızınız eğer bir dinazora dönüştüyse bir pc almanız sizin karınıza olur. öğrenme hızınızı arttırır. fakat size göre de değişir bir ara bilgisayarsız kaldığım dönemde bölüm başkanıyla konuşup okulda kalıyordum bilgisayar labında. yaptığım bazı projeler ve çalışmalar o bilgisayarsız kaldığım döneme ait.
pekala paranız var ne almalısınız benim tavsiyem gönlümün efendisi macbooklara ait. tuzlu olduysa hafif ama etkili bir şey bulmanızı tavsiye ederim çünkü bir süre sonra farkedeceğiniz şey kaplumbağa nasıl evini sırtında taşıyorsa sizde işinizi sırtınızda taşıyacaksınız.
hangi dili öğreneyim kardeş envai çeşit dil var
şimdi bazı arkadaşlar bana kızacak bu dediğimden dolayı ben cpp'ciyim yani bazılarınız portakalda vitaminken veya gta vice city falan oynarken ben cpp kodluyordum bu yüzden bana çok kızmazsanız iyi olur minik bir kalbim olduğundan dolayı üzülebiliyorum. python diyorum sebebi ise çok farklı. öğrenilmesinin kolay olması sözdiziminin anlaşılabilir olması ve flex olması yalanını size söylemeyeceğim bu yalan python ciddi manada öğrenebileceğiniz ileri seviyede en zor dillerden biri. fakat kurulumu ve başlangıcı kolay olduğundan aynı zamanda işin mantığını öğrenmenizin en başta yeterli olmasından dolayı python hiçbir şey bilmeyen ve maratona yeni başlayan biri için çok tatlı bir dil.
yazının sonuna geldim. atladığım aklıma gelmeyen pek çok soru ve farklı yaklaşımlar illaha vardır. bu alandaki büyüklerim fikirlerini ve düşüncelerini bizimle paylaşırlarsa sözlüğümüzün yazarlarına ve okuyucularına büyük katkılar sağlamış oluruz. bana vermek istedikleri tecrübeleri ve fikirleri varsa bana mesaj atmaları ve tavsiyelerini aktarmaları beni çok ama çok mutlu eder.
yeni başlayan ve aramıza katılacak arkadaşlar hepiniz aramıza hoşgeldiniz diyorum. hedeflerinize ve çalışmalarınıza sıkı sıkıya bağlanın ve en iyilerimizden olmaya çalışın. unutmayın ki bir gün iyi bir mühendis olursanız, muhteşem işler başarırsanız ve iyi yerlerde çalışıp müthiş start-uplar kurarsanız aynı zamanda uslu bir mühendis olursanız şirin guardian amcayi görebilirsiniz...
devamını gör...
kuantum mekaniği
genel olarak kuantum mekaniğinde bir gözlem tek bir kesin sonuç öngörmez. bunun yerine muhtemel bir dizi farklı sonuç öngörür ve bize bunların hangisinin ne kadar olası olduğunu söyler. aynı ölçümü aynı biçimde başlayan, birbirine benzer, çok sayıda sistem üzerinde yaparsak elde edeceğimiz ölçüm sonucu, belli sayıda olayda x, belli sayıda farklı olayda y olur. sonucun x veya y olacağı seferlerin yaklaşık sayısını öngörebiliriz, ancak tekil bir ölçümün sonucunu öngöremeyiz. bu yüzden kuantum mekaniği bilime kaçınılamaz bir öngörülemezlik veya rastlantısallık öğesi ekler.
devamını gör...
yazarların doktorlar dizisinde unutamadığı sahneler
levent'in yumrukla hastaları hayata döndürmesi.
hasan'ın bir kuzunun hayatını kurtarması.
suat'ın "ellerim benim her şeyim." diye triplere girmesi.
hasan'ın bir kuzunun hayatını kurtarması.
suat'ın "ellerim benim her şeyim." diye triplere girmesi.
devamını gör...
önemli bir göç dalgasıyla karşı karşıyayız
bre kelini darbuka yaptığım, senin görevin ne?bize şikayet etmek mi, yoksa soruna çözüm bulmak mı? demek istediğimdir.
devamını gör...
geceye psikolojik bir telkin bırak
freud'un hipnoz altında telkin yöntemini size uyguladığını düşünün... artık bu sorunlar seni rahatsız etmeyecek sözleriyle başlıyor... sonra ne var ne yok söyleyeyip rahatlıyorsun.
saate bak

kendi kendini hipnoz et. istediğin kelimeleri kendine söyle.. freud'u çağıramayız şimdi..*
sihirli sözcükler sende.. yani iş başa düştü..
saate bak

kendi kendini hipnoz et. istediğin kelimeleri kendine söyle.. freud'u çağıramayız şimdi..*
sihirli sözcükler sende.. yani iş başa düştü..
devamını gör...
yetişkinler nasıl arkadaş ediniyor sorunsalı
erkekler olarak beğendiğimiz kadının saçını çekiyoruz, ya da sevdiği bir şeyini alıp yardır yardır kaçıyoruz.
devamını gör...
pick me girl
erkek onayı onlar için çok önemlidir. feministlere laf atarak feminist olmadıklarını belli etmek için yer ararlar. evlerden muhafaza.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
sonumun ne olacagi hakkinda hicbir fikrim yok ve sanirim basladigim yere geri döndüm. ne yapacagimida hic bilmiyorum. okudugum bi kitapta ne istedigini bilmiyosan ne istemedigini düşün diyodu bi karakter. düşünüyorum ne istemedigimi. fakat yinede istediklerimi yapacak gücü istegi kendimde bulamazken nasil bi yola cikabilirim bunu bilmiyorum. her sey kolay olmayacak ve hep cicekli yollardan da gecmicem bunu biliyorum ama. belkide ben bi dogum gerceklestiriyorum.. ve bu beni yoran dusuncelerde bilinmezlikler de bu dogumun sancisi..
devamını gör...
genç nüfusun yüzde 68'inin türkiye'den gitmek istemesi
bence yüzde 68'den fazladır.
devamını gör...
auteur teorisi
ünlü fransız yönetmen françois truffaut ortaya atılan teoridir.
bu teoriye göre; filmlerin iyi veya kötü olarak nitelendirilemeyeceği, iyi veya kötü yönetmenler olarak kıyas yapılabileceği savunulmuştur.
yönetmeni yücelten bir bakış açısıdır.
bu teori yönetmenleri ressamlara film ekibini de bir nevi boyaya benzetmektedir. (wikipedia)
alfred hitchcock: “oyuncuların inek olduğunu söylemedim. benim söylediğim, oyunculara inek muamelesi yapılması gerektiği.”
bu teoriye göre; filmlerin iyi veya kötü olarak nitelendirilemeyeceği, iyi veya kötü yönetmenler olarak kıyas yapılabileceği savunulmuştur.
yönetmeni yücelten bir bakış açısıdır.
bu teori yönetmenleri ressamlara film ekibini de bir nevi boyaya benzetmektedir. (wikipedia)
alfred hitchcock: “oyuncuların inek olduğunu söylemedim. benim söylediğim, oyunculara inek muamelesi yapılması gerektiği.”
devamını gör...
türkiye'de ruh sağlığı
herhangi bir psikiyatrik hastalığa sahip olmak ülkemizde toksik olarak kabul edilmenize davetiyedir. sokakta biri öfke patlaması yaşasa kınayıcı bakışlarla bakarız lakin ayni kişi kalp krizi geçirse yardımına koşarız. bu bana biraz iki yüzlü geliyor. ikisinin de hastalık olduğunu kabul etmemiz gerektiği kanaatindeyim.
birinin ruhsal olarak hasta olması onu kötü bir insan yapmaz. onu kötü yapanın, toplumun ona karşı takındığı tavırdır diye düşünüyorum. yaptığımız genellikle onu kötü olmaya itmektedir. dışlayıcı ve toksik olarak adlandırıp kendilerini öldürmelerini istiyoruz. bana göre sadece sevgi ve ilgiye ihtiyaçları var. tabi bireycilik önemli kendinizi düşünmelisiniz. bu durumda tavsiyem eğer hayatınızda böyle biri varsa iyi edemiyorsanız bırakın daha kötü olmasın. siz doktor değilsiniz. yardımcı olamıyorsanız zarar vermeyin başka istedikleri bir şey yok sizden.
yeri gelince kendini öldürmek istemelerinin nedeni yine hassas ruhlarıdır. kimseye zarar vermeden geçip gitmeyi istemektedirler.
birinin ruhsal olarak hasta olması onu kötü bir insan yapmaz. onu kötü yapanın, toplumun ona karşı takındığı tavırdır diye düşünüyorum. yaptığımız genellikle onu kötü olmaya itmektedir. dışlayıcı ve toksik olarak adlandırıp kendilerini öldürmelerini istiyoruz. bana göre sadece sevgi ve ilgiye ihtiyaçları var. tabi bireycilik önemli kendinizi düşünmelisiniz. bu durumda tavsiyem eğer hayatınızda böyle biri varsa iyi edemiyorsanız bırakın daha kötü olmasın. siz doktor değilsiniz. yardımcı olamıyorsanız zarar vermeyin başka istedikleri bir şey yok sizden.
yeri gelince kendini öldürmek istemelerinin nedeni yine hassas ruhlarıdır. kimseye zarar vermeden geçip gitmeyi istemektedirler.
devamını gör...
oktoberfest
ikinci dünya savaşından bu yana ilk kez 2020'de, corona virüs nedeniyle iptal edilmiştir. geçmişte antalya'da beş yıl kadar aynı isimle bira festivali düzenlenmiş, sonrasında tamamıyla iptal edilmiştir. istanbul'daki oktoberfest hala aktif zannediyorum.
ayrıca #148641 no'lu tanımda, uzaklaşmış kıymetli yazarımız 60 percent ile tanışma hikayemize de konu olmuş festivaldir.
ayrıca #148641 no'lu tanımda, uzaklaşmış kıymetli yazarımız 60 percent ile tanışma hikayemize de konu olmuş festivaldir.
devamını gör...
dune: çöl gezegeni (2021)
seneler süren bekleyişimin ardından nihayet izleme fırsatı bulduğum(hem de 2 kez) film. 3 eylül’de venedik film festivalinde ilk gösterimi yapılda. 15 eylül’de ise çoğu ülkede vizyona girdi. ne hikmetse aralarında ülkemizin de bulunduğu, büyük pazar payına sahip çin, amerika ve ingiltere gibi ülkelerde ise gösterim tarihi 22 ekim olarak belirlenmişti. hbo max için çıkış tarihi de 21 ekim idi. yani ilginç şekilde daha sinemada gösterilmeden, orjinalini stream platformlarında yayınladılar. değişik bir karar. yine de vardı bi bildikleri diyor ve filme geçiyorum.
2 saat 35 dakika uzunluğunda film. denis villeneuve yönetiyor ve görüntü yönetmenliğini de greig fraser yapıyor. bu arada müzikler de hans zimmer’dan çıkma. oyuncu kadrosu desen yıldızlar geçidi gibi. hal böyle iken kötü bir film tabiki de beklemiyorduk. ki on numara beş yıldız bir film olmuş. keşke sinema salonu yakın olsa da her gün gitsem izlemeye hazır vizyondayken diyorum. o derece güzel.
14 yaşından beri bir dune filmi çekme hayali olduğunu belirten denis villeneuve, yönetmenliğe de bir nevi bu yüzden karar verdiğini belirtiyor ve ekliyor; keşke frank herbert bu filmi görseydi ve romanına duyduğum eşsiz saygı ve sevgiyi bilseydi…
filmin görsellik kısmı tek kelime ile şahane. kısaca kullanılan kameradan da bahsedecek olursak, imax kamera kullanmış denis abimiz çekimlerde. peki nedir bu kamerayı değişik yapan? pek tabi ekran oranıdır efendim. teknik detaylara girmeden açıklayacak olursak, ekranın alt ve üst kısmında basıklık olmayacak şekilde bir görüntü sunuyor bize.
müziklerde hans zimmer var dedik ama orada da bir detaya değinelim. şöyle ki; kendisi dune için 3 ayrı albüm hazırlamıştır. birincisi “the dune sketchbook” adıyla 3 eylül’de çıkmıştır. ikinci ve “original motion picture soundtrack” adıyla bilinen albüm ise 15 eylül’de çıkmıştır. üçüncü ve son albüm ise 22 ekim’de çıktı. son albüm daha çok bir kitap okuma soundtrack’i olarak da görülebilir. zira “the art and soul of dune” kitabı ile beraber yayınlanmıştır.
bu soundtrack’lerden şahsi favorilerimi de belirteyim yeri gelmişken.
en çok beğendiğim iki parçadan birinin adı “song of the sisters”. bu parça bene gesserit’ler için bestelenmiş ve kadın vokallerden oluşan bir koro halinde seslendirilmiş kısımları çok çarpıcı. dinlerken o ihtişamı ve kadim yapıyı hissediyorsunuz ister istemez. bir diğeri de
“house atreides”. atreides hanedanlığını anlatan bu parçada beni kendine çeken şey ise muhteşem gayda performansı oldu. sene 10.191’de böylesi ezgiler olduğunu bilmek beni mutlu etti.
biraz da spoiler’lı anlatayım madem;
film chani’nin arrakis’te son 80 yılda yaşananları anlatması ile başlıyor. burada ilk kez bir harkonnen harvester’ı görüyoruz. görsel açıdan, canlı bir şeye yapışmış bir kene’yi andıran harvester’ın nasıl baharat hasat ettiğini ve arrakis’in yeri geldiğinde nasıl bir kabusa dönüştüğünü harika bir şekilde görüyoruz.
akıllara ister istemez kitaptaki şu dizeler geliyor;
burada ne çektiğimizi bilenler dualarınızda bizi de unutmayın.
sonrasında paul’ün, annesi ile yemek sekansını görüyoruz. bu sahnenin önemi ise ilk kez ses’i duyuyor olmamız. paul ikinci denemesinde başarıyor ve iç içe geçmiş birkaç sesi aynı anda duyuyoruz. yönetmen denis ses’in oluşturulmasındaki faktörlerden birinin de kendi bilinçaltı olduğunu belirtiyor. bence gayet iyi olmuş.
ardından “herald of change” sekansı geliyor. kitaplarda böyle bir sahne yoktu sanırım. neyse efendim bu sekansta dikkat çeken ilk şey “galach” dilini kağıt üzerinde görmemiz. bir diğer detay ise kostüm tasarımları ve arka planda bekleyen değişimlerinin ilk aşamalarında olan lonca yönbulucular olduğunu tahmin ettiğimiz kişiler. bu kişilerin kostüm tasarımı ilginç şekilde kozadan çıkmak üzere olan kelebeklere benziyor. ki bu, hayatlarının sonrasını sürekli başkalaşım geçirerek yaşayan yönbulucular için güzel bir gönderme olmuş.
bir sonraki sahnede duncan idaho’yu görüyoruz. paul’ün ısrarlarına rağmen arrakis’e yalnız gitmekte kararlı. yine paul ile aralarında çok yakın bir ilişki olduğunu anlıyoruz zira paul’ün babası ve annesiyle bile bu kadar samimi olmadığını geçmiş ve gelecek sahnelerde görmüyoruz. yalnız sekansın ilerleyen sahnelerinde iki ilginç detay beliriyor paul’ün görülerinde. birisi duncan’ın çöldeyken karşılaştığı siyah minik bir böcek. ki bu böcek tleilax işi olabilir ve hikayenin ileri kısımlarında axolotl tanklarında yeniden canlanan idaho’nun genlerinin nasıl ele geçirildiğini anlatıyor olabilir. tabiki bu çok ufak bir teori. diğer görüde ise çöle doğru yürüyen arkası dönük bir kişi. bu kişi ilk film için duncan olabilir evet ama eğer ki yönetmen 3 film çekmeyi kafaya koyduysa, bu sahnedeki kişinin paul olması da pek bir olasıdır. zira 2. kitap buna yakın bir son ile bitmekte.
hemen ardından leto’yu aile kabristanında görüyoruz. paul ile burada yaptığı konuşmada paul’ün büyükbabasının yaptığı boğa güreşinin sonuçlarını da az çok öğreniyoruz.
veee gurney halleck giriyor bir sonraki sekansta. ama öyle böyle değil. harbi harbi giriyor sahneye. paul ile ufak bir bıçak dövüşü yaptıktan sonra harkonnen’ler hakkında birkaç bilgi veriyor. ama akıllarda tek soru var; baliset sahneleri neden filmde yok??? gerçi baliset’in kendisini birkaç saniye de olsa görüyoruz ileri sahnelerde ama keşke çalsaymış diyoruz. haa unutmadan yine bu sekansta ilke kez holtzman kalkanı nasıl işler görüyoruz. bence efekt olarak baya iyi olmuş. sevdim.
geidi prime… harkonnen’lerin ana gezegeni ise bir sonraki sekansın konusu. glossu rabban’ın gemisini görüyoruz ilk olarak baron harkonnen’in kalesine girerken. rabban sinirli. sekansın diğer iki önemli unsuru ise piter ve baron harkonnen. piter’ı ilk çekimde mentat hesaplaması yaparken görüyoruz. zira gözlerinin sadece akı görünüyor. baron ise uykusundan yeni uyanmış gibi cıbıl oturuyor sisler içinde. baron harkonnen’ı ilk kez yakından görme fırsatı bu sahnede evet. öylesine etkileyici ve korkutucu bir ses tonu işe konuşuyor ki tüyler diken diken…”the emperor is a jealous man, dangerous jealous man..”
ardından o muhteşem “song of the sisters” soundtrack’inin ilk bölümü eşliğinde bene gesseritler ve rahibe ana helen mohiam büklüm gemisi ile yapılmış bir yolculuğun ardından arrakis’e iniyor ve en ikonik sahnelerden biri olan gomcebbar(gom-jabbar) sahnesini izliyoruz. oğlunun bu sınavdan canlı çıkıp çıkamayacağını bilmeyen jessica’yı “litany against fear” okurken buluyoruz. bu sahnede kendisine söz geçirmede pek bir zorlanıyor zavallıcık.
bu sekansın çoğu kütüphane gibi bir odada geçiyor. odanın ortalarında o müthiş giysisi ve siyah taşlı peçesi ile helen mohiam oturur halde karşılıyor paul ve jessica’yı. ardından birkaç beylik laf ederek jessica’yı kapı dışarı ediyor ve paul’ün üzerinde ses kullanıyor. yönetmen burada ilginç bir teknik kullanmış. zira paul’ün bulunduğu konum odanın orta yerine uzak. ses kullanımından sonra ekran kenarlardan kararmaya başlıyor. ardından bir nevi bilinç kararması yaşayan paul kendini odanın ortasında ve yere çökerken buluyor.
itiraf edeyim çok çok güzel kurgulanmış bir sahneydi.
derken o heybetli duruşu ile helen mohiam paul’e üstünlük kurduğu bir pozisyonda, elini kutuya koymasını emrediyor. ardından da o meşhur gomcabbar sahneye giriyor. paul acıdan kıvranırken zevk alır gibi bir halde duran rahibe ana, paul’ün acıyla beraber kazandığı bilinçle nasıl birdenbire daha gözü kara ve tehlikeli birine dönüştüğünü görünce eski kibrinden eser kalmıyor. aniden odadaki en güçlü ikinci kişi konumuna düşen rahibe ana’nın durumu gözlerinden anlaşılıyor. zira korkuyu görüyoruz az da olsa o gözlerde.
bir diğer ilginç benzerlik ise atreides sancak gemilerinde gözümüze çarpıyor. zira hepsi şekil olarak boğalara benziyorlar ki bu benzerlik aşırı güzel olmuş.
ve arrakis’e yolculuk başlıyor. bu sekansta kullanılmış her kostüm efsanevi. özellikle lady jessica’nın kostümüne aşık oldumm.
derken gemiler iniş yapıyor ve dune’un o müthiş aurası bizleri kuşatıyor daha ilk saniyeden. bu sahnelerde atreides muhafızlarının giydikleri siperliklerin de şahin kafasına benzediğini görüyoruz.
lisan al-gaib… arrakis hacıları, daha görür görmez paul’e bu şekilde sesleniyorlar bir ağızdan.
ah o topterler ve o müthiş kanatları… tam bir yusufçuk böceği diyor insan içinden. gerçek hayatta da olsa denilen teknolojilerdendir bana göre. bu sırada arrakeen şehrini ve kalkan duvarını görüyoruz. yapılar tam olarak eski mısırdan kalma heybetli yapılara benziyor. hele ki ana kale.
derken duncan geliyor. fremenlerle kaynaşmak ve olası bir ittifak için bir süredir çölde olan duncan, fremenleri tasvir ederken “they fight like demons” diyor. bu repliği fragmanlarda kendisi için “lets fight like demons” olarak duymuştuk. filmde bu şekilde gösterilmesine sevindim zira duncan o cümleyi kendi için kullanacak bir karakter değildi. neyse efendim kendisi beraberinde stilgar’ı da getirmiş dük ile görüştürmek için. stilgar kapıda öylesine belirince aklıma o replik geldi. “işte o an mükremin kapıda belirdi. bir insan ancak bu kadar kapıda belirebilirdi”
javier bardem bu rol için harika bir seçim olmuş. uzattığı sakalı ve daha koyu duran teni ile tam bir çöl insanı. ayrıca mavi gözleri de ayrı bir karizma.
bu sırada lady jessica shadout mapes’i tanıyor. bu sahne aşırı etkileyiciydi. mapes’in gizli bir silah taşıdığını söyleyen jessica’yı çakobsa dilini kullanırken görüyoruz. mapes ise alametler bu kadar açıkken daha fazla dayanamıyor ve basıyor çığlığı. bu sahne sinemada izlerken gerçekten aşırı etkileyiciydi. tüylerim diken diken oldu o çığlık esnasında.
derken liet keynes’ı görüyoruz. bilindiği üzere kitapta erkek olan bu karakter filmde kadın bir oyuncu tarafından canlandırıldı. bence harika bir seçim olmuş. konuşması ve duruşu ile beni etkilemeyi başardı. tebrikler diyorum kendisine.
ve çöle gidiyor ekip. baharat hasadını takip amaçlı, topterlerle yola çıkıyorlar. filmin başlarında pilot olma hayali olan leto’nun efsane şekilde topter kullandığına şahit oluyoruz. bu sahneler başlı başına bir sanat eseri. çölün büyüklüğünü ve etkileyiciliğini iliklerimize kadar hissediyoruz. derken hasat alanına varan ekip ilk kez bir solucan görüyor. şans bu ya, taşıyıcı arıza yapıyor ve leto topteri indirerek mürettebatın tahliyesine yardımcı oluyor. bu sahnenin önemi ise paul’ün ilk defa bu kadar yoğun biçimde baharata maruz kalmasıdır. sonuç olarak da derin bir trans-görü haline geçiyor ve olduğu yere yıkılıp kalıyor. sağolsun gurney yetişiyor yardıma ve son anda kurtarıyor. yine ilginç bir detay; paul burada şu şekilde konuşuyor; “i recognize your footsteps old man”. bunu gurney için de söylemiş olabir, solucan şeyh hulud için de. zira şeyh hulud da çoğu zaman “yaşlı adam” olarak anılıyor. solucan hasat toplayıcıyı yutarken liet kynes şu dizeleri mırıldanıyor; “bless the maker and his water. bless the coming and going of him. may his passage cleanse the world. may he keep the world for his people.”
ardından geidi prime’a dönüyoruz. burada rahibe ana helen mohiam imparator’dan aldığı emirleri iletiyor baron’a. yalnız o sahnenin hemen öncesinde yemek yiyen örümceğimsi bir varlık göze çarpıyor. bu varlık nedir tam çözemedim ama insan olması muhtemel zira ses’ten etkileniyor.
neyse efendim, leto’nun ölüm kalımının rahibeliğin umrunda bile olmadığını görüyoruz. onlar sadece paul ve jessica için sürgün talep ediyor. baron da hile hurda ile onlara zarar vermeyeceğini dile getiriyor ve o meşhur sözler ağzından dökülüyor akabinde; “but arrakis is arrakis, and desert takes the weak. my desert, my arrakis, my dune!”
derken paul’ü odasında görüyoruz. bir diğer film kaset izlerken daha sonra kendine verilecek o simi taşıyan bir çöl faresi(muad’dib) görüyor. nasıl da minnoş bi hayvan:3 demeye kalmıyor ki odaya bir hunter seeker giriyor. canımı sıkan tek şey ise odaya girerken güzelim duvar resiminde açtığı o deliktir. aşırı sinir oldum. halbuki ne güzeldi o.
olaylar gelişiyor falan derken konu dük leto’nun esir düşmesi, paul ve jessica’nın çöle götürülmesi, duncan’ın ise topter ile tek başına koca sardaukar taburuna kafa tutmasına geliyor.
bu sahnelerde ise holtzman kalkanlarını yine aktifken görüyoruz. görsel açıdan yine harika olmuş. bombalı saldırıların kalkanlardan sekmesi, düşen bombaların ise kalkan ike temas ettikten sonra yavaşlayarak patlamasını görmek güzeldi.
çöle götürülen paul ve jessica’yı da topterin içindeyken görüyoruz. bu sahnede göze çarpan bir detay; topter’in içinde suk okulu’nun ibaresi kazılı. buradan anlıyoruz ki ihanet eden doktor yueh aynı zamanda jessica ve paul’ün kaçışı için gerekli ortamı sağlamış. ileri sahnelerde önce paul’den sonra da jessica’dan ses’i duyuyoruz. ama yok böyle bir ses dizaynı… jessica ses kullanırken benim bile o ne söylerse yapasım geldi bir an. o derece etkileyici. umarım daha çok duyarız.
bu esnada dük leto sandalyede cıbıl şekilde uzanırken ağzında doktor yueh’nin yerleştirdiği diş bulunmakta. karşı sandalyede ise baron harkonnen hunharca yemek yiyor. daha sonra süspansörlerle süzülerek leto’nun yanına geliyor. tabi leto dişi kırınca baron’un yüzünde ilk kez korkunun izlerini görüyoruz. piter sizlere ömür, baron ise örümcek gibi duvara tırmanıp saklanarak bir şekilde hayatta kalıyor maalesef.
jessica ve paul çölde bir başlarına damıtıcı çadırda mahsur bekliyorlar yardım için. bu esnada paul daha çok görü ile artık kafayı yeme noktasında. jessica ise dük’ünün ölüm haberi ile bitap halde. neyse ki duncan yardıma geliyor ve ikiliyi, liet kynes ile birlikte eski bir imparatorluk tesisine götürüyor. burada artık paul’ün yavaş yavaş başka birine dönüşümü başlıyor. aynı zamanda fremen yaşantısına dair birkaç minik ve hoş detaylar görüyoruz. sardaukar baskını ile fremenlerin ne kadar kolay şekilde kamufle olabildiklerini anlıyoruz. gerçekten de they fight like demons… derken yine duncan ve yine o minik siyah böcek. bu kez böcek duncan’ın parmaklarında geziniyor. ve duncan, sardaukarlarla yaptığı asil dövüşten sonra hayatını kaybediyor ama beraberinde düzinelerce sardaukar’ı da götürüyor. derken kynes da aynı kaderi paylaşıyor ve suyu çöle dökülüyor. o ise beraberinde birkaç sardaukar ile birlikte şeyh hulud’a yem oluyor. onurlu bir ölüm.
olay yerinden kaçan paul ve jessica, topterle beraber bir coriolis fırtınasına balıklama atlıyor. metali bile parçalayacak güçte bu fırtınada hayatta kalmaya çalışan paul şu sözleri duyuyor görüsünde; hayatın gizemi çözülecek bir sır değil, tecrübe edilecek bir gerçekliktir.” ardından direksiyonu serbest bırakıp topteri rüzgarın kollarına bırakıyor ve sonunda sert de olsa iniş yapıyorlar. inişten kısa süre sonra bir kum davuluna basan paul, solucanın dikkatini çekiyor ve o müthiş sahne başlıyor; paul vs şeyh hulud… solucan o kadar devasa ve korkutucu ki, titrememek elde değil.
derken başka bir gümleyici duyuluyor ve solucan rotayı değiştiriyor. paul ve jessica ise bu kez fremenlerin kucağına düşüyor. stilgar ve ekibi.
stilgar ise jessica’yı gözüne kestirmiş. illa öldürecek. stilgar jessica ile dövüşürken paul ise birkaç fremen’i alt ediyor ve jessica stilgar’ı rehin alıyor.
stilgar az çok kehanetten haberdar olduğu için jessica’ya “seyyidina” olarak sesleniyor ve barış istiyor. bu esnada ise filmin başından beri gelmesi beklenen chani nihayet görünüyor. paul ile karşılaşmaları ise güzeldi. sonunda bee, dedirtti. paul’ün çocuk gibi laflarını yutması falan güzeldi.
sonlara doğru gelirken jamis yine jamis’liğini yapıyor ve paul’ün sınanmadan siyeç’e kabul edilmemesi gerektiğini söylüyor. ardından son sekans olan dövüş başlıyor ve paul yine görülere gark oluyor. bu görülerde ilginç bir ses duyuyor; “kwisatz haderach’ın doğması için paul atreides ölmeli. ölümün bir diğer yolu ise öldürmektir.” pek tabii paul chani’den aldığı billurbıçak ile jamis’i öldürüyor ve muad’dib’in macerası başlıyor.
“my roads leads to the desert” diyor ve film bitiyor. baştan sona bir sanat eseri niteliğinde olan bu film benim için hiç unutulmayacaklar arasına girdi bile.
teşekkürler villeneuve, teşekkürler zimmer, teşekkürler fraser… teşekkürler frank herbert…
2 saat 35 dakika uzunluğunda film. denis villeneuve yönetiyor ve görüntü yönetmenliğini de greig fraser yapıyor. bu arada müzikler de hans zimmer’dan çıkma. oyuncu kadrosu desen yıldızlar geçidi gibi. hal böyle iken kötü bir film tabiki de beklemiyorduk. ki on numara beş yıldız bir film olmuş. keşke sinema salonu yakın olsa da her gün gitsem izlemeye hazır vizyondayken diyorum. o derece güzel.
14 yaşından beri bir dune filmi çekme hayali olduğunu belirten denis villeneuve, yönetmenliğe de bir nevi bu yüzden karar verdiğini belirtiyor ve ekliyor; keşke frank herbert bu filmi görseydi ve romanına duyduğum eşsiz saygı ve sevgiyi bilseydi…
filmin görsellik kısmı tek kelime ile şahane. kısaca kullanılan kameradan da bahsedecek olursak, imax kamera kullanmış denis abimiz çekimlerde. peki nedir bu kamerayı değişik yapan? pek tabi ekran oranıdır efendim. teknik detaylara girmeden açıklayacak olursak, ekranın alt ve üst kısmında basıklık olmayacak şekilde bir görüntü sunuyor bize.
müziklerde hans zimmer var dedik ama orada da bir detaya değinelim. şöyle ki; kendisi dune için 3 ayrı albüm hazırlamıştır. birincisi “the dune sketchbook” adıyla 3 eylül’de çıkmıştır. ikinci ve “original motion picture soundtrack” adıyla bilinen albüm ise 15 eylül’de çıkmıştır. üçüncü ve son albüm ise 22 ekim’de çıktı. son albüm daha çok bir kitap okuma soundtrack’i olarak da görülebilir. zira “the art and soul of dune” kitabı ile beraber yayınlanmıştır.
bu soundtrack’lerden şahsi favorilerimi de belirteyim yeri gelmişken.
en çok beğendiğim iki parçadan birinin adı “song of the sisters”. bu parça bene gesserit’ler için bestelenmiş ve kadın vokallerden oluşan bir koro halinde seslendirilmiş kısımları çok çarpıcı. dinlerken o ihtişamı ve kadim yapıyı hissediyorsunuz ister istemez. bir diğeri de
“house atreides”. atreides hanedanlığını anlatan bu parçada beni kendine çeken şey ise muhteşem gayda performansı oldu. sene 10.191’de böylesi ezgiler olduğunu bilmek beni mutlu etti.
biraz da spoiler’lı anlatayım madem;
film chani’nin arrakis’te son 80 yılda yaşananları anlatması ile başlıyor. burada ilk kez bir harkonnen harvester’ı görüyoruz. görsel açıdan, canlı bir şeye yapışmış bir kene’yi andıran harvester’ın nasıl baharat hasat ettiğini ve arrakis’in yeri geldiğinde nasıl bir kabusa dönüştüğünü harika bir şekilde görüyoruz.
akıllara ister istemez kitaptaki şu dizeler geliyor;
burada ne çektiğimizi bilenler dualarınızda bizi de unutmayın.
sonrasında paul’ün, annesi ile yemek sekansını görüyoruz. bu sahnenin önemi ise ilk kez ses’i duyuyor olmamız. paul ikinci denemesinde başarıyor ve iç içe geçmiş birkaç sesi aynı anda duyuyoruz. yönetmen denis ses’in oluşturulmasındaki faktörlerden birinin de kendi bilinçaltı olduğunu belirtiyor. bence gayet iyi olmuş.
ardından “herald of change” sekansı geliyor. kitaplarda böyle bir sahne yoktu sanırım. neyse efendim bu sekansta dikkat çeken ilk şey “galach” dilini kağıt üzerinde görmemiz. bir diğer detay ise kostüm tasarımları ve arka planda bekleyen değişimlerinin ilk aşamalarında olan lonca yönbulucular olduğunu tahmin ettiğimiz kişiler. bu kişilerin kostüm tasarımı ilginç şekilde kozadan çıkmak üzere olan kelebeklere benziyor. ki bu, hayatlarının sonrasını sürekli başkalaşım geçirerek yaşayan yönbulucular için güzel bir gönderme olmuş.
bir sonraki sahnede duncan idaho’yu görüyoruz. paul’ün ısrarlarına rağmen arrakis’e yalnız gitmekte kararlı. yine paul ile aralarında çok yakın bir ilişki olduğunu anlıyoruz zira paul’ün babası ve annesiyle bile bu kadar samimi olmadığını geçmiş ve gelecek sahnelerde görmüyoruz. yalnız sekansın ilerleyen sahnelerinde iki ilginç detay beliriyor paul’ün görülerinde. birisi duncan’ın çöldeyken karşılaştığı siyah minik bir böcek. ki bu böcek tleilax işi olabilir ve hikayenin ileri kısımlarında axolotl tanklarında yeniden canlanan idaho’nun genlerinin nasıl ele geçirildiğini anlatıyor olabilir. tabiki bu çok ufak bir teori. diğer görüde ise çöle doğru yürüyen arkası dönük bir kişi. bu kişi ilk film için duncan olabilir evet ama eğer ki yönetmen 3 film çekmeyi kafaya koyduysa, bu sahnedeki kişinin paul olması da pek bir olasıdır. zira 2. kitap buna yakın bir son ile bitmekte.
hemen ardından leto’yu aile kabristanında görüyoruz. paul ile burada yaptığı konuşmada paul’ün büyükbabasının yaptığı boğa güreşinin sonuçlarını da az çok öğreniyoruz.
veee gurney halleck giriyor bir sonraki sekansta. ama öyle böyle değil. harbi harbi giriyor sahneye. paul ile ufak bir bıçak dövüşü yaptıktan sonra harkonnen’ler hakkında birkaç bilgi veriyor. ama akıllarda tek soru var; baliset sahneleri neden filmde yok??? gerçi baliset’in kendisini birkaç saniye de olsa görüyoruz ileri sahnelerde ama keşke çalsaymış diyoruz. haa unutmadan yine bu sekansta ilke kez holtzman kalkanı nasıl işler görüyoruz. bence efekt olarak baya iyi olmuş. sevdim.
geidi prime… harkonnen’lerin ana gezegeni ise bir sonraki sekansın konusu. glossu rabban’ın gemisini görüyoruz ilk olarak baron harkonnen’in kalesine girerken. rabban sinirli. sekansın diğer iki önemli unsuru ise piter ve baron harkonnen. piter’ı ilk çekimde mentat hesaplaması yaparken görüyoruz. zira gözlerinin sadece akı görünüyor. baron ise uykusundan yeni uyanmış gibi cıbıl oturuyor sisler içinde. baron harkonnen’ı ilk kez yakından görme fırsatı bu sahnede evet. öylesine etkileyici ve korkutucu bir ses tonu işe konuşuyor ki tüyler diken diken…”the emperor is a jealous man, dangerous jealous man..”
ardından o muhteşem “song of the sisters” soundtrack’inin ilk bölümü eşliğinde bene gesseritler ve rahibe ana helen mohiam büklüm gemisi ile yapılmış bir yolculuğun ardından arrakis’e iniyor ve en ikonik sahnelerden biri olan gomcebbar(gom-jabbar) sahnesini izliyoruz. oğlunun bu sınavdan canlı çıkıp çıkamayacağını bilmeyen jessica’yı “litany against fear” okurken buluyoruz. bu sahnede kendisine söz geçirmede pek bir zorlanıyor zavallıcık.
bu sekansın çoğu kütüphane gibi bir odada geçiyor. odanın ortalarında o müthiş giysisi ve siyah taşlı peçesi ile helen mohiam oturur halde karşılıyor paul ve jessica’yı. ardından birkaç beylik laf ederek jessica’yı kapı dışarı ediyor ve paul’ün üzerinde ses kullanıyor. yönetmen burada ilginç bir teknik kullanmış. zira paul’ün bulunduğu konum odanın orta yerine uzak. ses kullanımından sonra ekran kenarlardan kararmaya başlıyor. ardından bir nevi bilinç kararması yaşayan paul kendini odanın ortasında ve yere çökerken buluyor.
itiraf edeyim çok çok güzel kurgulanmış bir sahneydi.
derken o heybetli duruşu ile helen mohiam paul’e üstünlük kurduğu bir pozisyonda, elini kutuya koymasını emrediyor. ardından da o meşhur gomcabbar sahneye giriyor. paul acıdan kıvranırken zevk alır gibi bir halde duran rahibe ana, paul’ün acıyla beraber kazandığı bilinçle nasıl birdenbire daha gözü kara ve tehlikeli birine dönüştüğünü görünce eski kibrinden eser kalmıyor. aniden odadaki en güçlü ikinci kişi konumuna düşen rahibe ana’nın durumu gözlerinden anlaşılıyor. zira korkuyu görüyoruz az da olsa o gözlerde.
bir diğer ilginç benzerlik ise atreides sancak gemilerinde gözümüze çarpıyor. zira hepsi şekil olarak boğalara benziyorlar ki bu benzerlik aşırı güzel olmuş.
ve arrakis’e yolculuk başlıyor. bu sekansta kullanılmış her kostüm efsanevi. özellikle lady jessica’nın kostümüne aşık oldumm.
derken gemiler iniş yapıyor ve dune’un o müthiş aurası bizleri kuşatıyor daha ilk saniyeden. bu sahnelerde atreides muhafızlarının giydikleri siperliklerin de şahin kafasına benzediğini görüyoruz.
lisan al-gaib… arrakis hacıları, daha görür görmez paul’e bu şekilde sesleniyorlar bir ağızdan.
ah o topterler ve o müthiş kanatları… tam bir yusufçuk böceği diyor insan içinden. gerçek hayatta da olsa denilen teknolojilerdendir bana göre. bu sırada arrakeen şehrini ve kalkan duvarını görüyoruz. yapılar tam olarak eski mısırdan kalma heybetli yapılara benziyor. hele ki ana kale.
derken duncan geliyor. fremenlerle kaynaşmak ve olası bir ittifak için bir süredir çölde olan duncan, fremenleri tasvir ederken “they fight like demons” diyor. bu repliği fragmanlarda kendisi için “lets fight like demons” olarak duymuştuk. filmde bu şekilde gösterilmesine sevindim zira duncan o cümleyi kendi için kullanacak bir karakter değildi. neyse efendim kendisi beraberinde stilgar’ı da getirmiş dük ile görüştürmek için. stilgar kapıda öylesine belirince aklıma o replik geldi. “işte o an mükremin kapıda belirdi. bir insan ancak bu kadar kapıda belirebilirdi”
javier bardem bu rol için harika bir seçim olmuş. uzattığı sakalı ve daha koyu duran teni ile tam bir çöl insanı. ayrıca mavi gözleri de ayrı bir karizma.
bu sırada lady jessica shadout mapes’i tanıyor. bu sahne aşırı etkileyiciydi. mapes’in gizli bir silah taşıdığını söyleyen jessica’yı çakobsa dilini kullanırken görüyoruz. mapes ise alametler bu kadar açıkken daha fazla dayanamıyor ve basıyor çığlığı. bu sahne sinemada izlerken gerçekten aşırı etkileyiciydi. tüylerim diken diken oldu o çığlık esnasında.
derken liet keynes’ı görüyoruz. bilindiği üzere kitapta erkek olan bu karakter filmde kadın bir oyuncu tarafından canlandırıldı. bence harika bir seçim olmuş. konuşması ve duruşu ile beni etkilemeyi başardı. tebrikler diyorum kendisine.
ve çöle gidiyor ekip. baharat hasadını takip amaçlı, topterlerle yola çıkıyorlar. filmin başlarında pilot olma hayali olan leto’nun efsane şekilde topter kullandığına şahit oluyoruz. bu sahneler başlı başına bir sanat eseri. çölün büyüklüğünü ve etkileyiciliğini iliklerimize kadar hissediyoruz. derken hasat alanına varan ekip ilk kez bir solucan görüyor. şans bu ya, taşıyıcı arıza yapıyor ve leto topteri indirerek mürettebatın tahliyesine yardımcı oluyor. bu sahnenin önemi ise paul’ün ilk defa bu kadar yoğun biçimde baharata maruz kalmasıdır. sonuç olarak da derin bir trans-görü haline geçiyor ve olduğu yere yıkılıp kalıyor. sağolsun gurney yetişiyor yardıma ve son anda kurtarıyor. yine ilginç bir detay; paul burada şu şekilde konuşuyor; “i recognize your footsteps old man”. bunu gurney için de söylemiş olabir, solucan şeyh hulud için de. zira şeyh hulud da çoğu zaman “yaşlı adam” olarak anılıyor. solucan hasat toplayıcıyı yutarken liet kynes şu dizeleri mırıldanıyor; “bless the maker and his water. bless the coming and going of him. may his passage cleanse the world. may he keep the world for his people.”
ardından geidi prime’a dönüyoruz. burada rahibe ana helen mohiam imparator’dan aldığı emirleri iletiyor baron’a. yalnız o sahnenin hemen öncesinde yemek yiyen örümceğimsi bir varlık göze çarpıyor. bu varlık nedir tam çözemedim ama insan olması muhtemel zira ses’ten etkileniyor.
neyse efendim, leto’nun ölüm kalımının rahibeliğin umrunda bile olmadığını görüyoruz. onlar sadece paul ve jessica için sürgün talep ediyor. baron da hile hurda ile onlara zarar vermeyeceğini dile getiriyor ve o meşhur sözler ağzından dökülüyor akabinde; “but arrakis is arrakis, and desert takes the weak. my desert, my arrakis, my dune!”
derken paul’ü odasında görüyoruz. bir diğer film kaset izlerken daha sonra kendine verilecek o simi taşıyan bir çöl faresi(muad’dib) görüyor. nasıl da minnoş bi hayvan:3 demeye kalmıyor ki odaya bir hunter seeker giriyor. canımı sıkan tek şey ise odaya girerken güzelim duvar resiminde açtığı o deliktir. aşırı sinir oldum. halbuki ne güzeldi o.
olaylar gelişiyor falan derken konu dük leto’nun esir düşmesi, paul ve jessica’nın çöle götürülmesi, duncan’ın ise topter ile tek başına koca sardaukar taburuna kafa tutmasına geliyor.
bu sahnelerde ise holtzman kalkanlarını yine aktifken görüyoruz. görsel açıdan yine harika olmuş. bombalı saldırıların kalkanlardan sekmesi, düşen bombaların ise kalkan ike temas ettikten sonra yavaşlayarak patlamasını görmek güzeldi.
çöle götürülen paul ve jessica’yı da topterin içindeyken görüyoruz. bu sahnede göze çarpan bir detay; topter’in içinde suk okulu’nun ibaresi kazılı. buradan anlıyoruz ki ihanet eden doktor yueh aynı zamanda jessica ve paul’ün kaçışı için gerekli ortamı sağlamış. ileri sahnelerde önce paul’den sonra da jessica’dan ses’i duyuyoruz. ama yok böyle bir ses dizaynı… jessica ses kullanırken benim bile o ne söylerse yapasım geldi bir an. o derece etkileyici. umarım daha çok duyarız.
bu esnada dük leto sandalyede cıbıl şekilde uzanırken ağzında doktor yueh’nin yerleştirdiği diş bulunmakta. karşı sandalyede ise baron harkonnen hunharca yemek yiyor. daha sonra süspansörlerle süzülerek leto’nun yanına geliyor. tabi leto dişi kırınca baron’un yüzünde ilk kez korkunun izlerini görüyoruz. piter sizlere ömür, baron ise örümcek gibi duvara tırmanıp saklanarak bir şekilde hayatta kalıyor maalesef.
jessica ve paul çölde bir başlarına damıtıcı çadırda mahsur bekliyorlar yardım için. bu esnada paul daha çok görü ile artık kafayı yeme noktasında. jessica ise dük’ünün ölüm haberi ile bitap halde. neyse ki duncan yardıma geliyor ve ikiliyi, liet kynes ile birlikte eski bir imparatorluk tesisine götürüyor. burada artık paul’ün yavaş yavaş başka birine dönüşümü başlıyor. aynı zamanda fremen yaşantısına dair birkaç minik ve hoş detaylar görüyoruz. sardaukar baskını ile fremenlerin ne kadar kolay şekilde kamufle olabildiklerini anlıyoruz. gerçekten de they fight like demons… derken yine duncan ve yine o minik siyah böcek. bu kez böcek duncan’ın parmaklarında geziniyor. ve duncan, sardaukarlarla yaptığı asil dövüşten sonra hayatını kaybediyor ama beraberinde düzinelerce sardaukar’ı da götürüyor. derken kynes da aynı kaderi paylaşıyor ve suyu çöle dökülüyor. o ise beraberinde birkaç sardaukar ile birlikte şeyh hulud’a yem oluyor. onurlu bir ölüm.
olay yerinden kaçan paul ve jessica, topterle beraber bir coriolis fırtınasına balıklama atlıyor. metali bile parçalayacak güçte bu fırtınada hayatta kalmaya çalışan paul şu sözleri duyuyor görüsünde; hayatın gizemi çözülecek bir sır değil, tecrübe edilecek bir gerçekliktir.” ardından direksiyonu serbest bırakıp topteri rüzgarın kollarına bırakıyor ve sonunda sert de olsa iniş yapıyorlar. inişten kısa süre sonra bir kum davuluna basan paul, solucanın dikkatini çekiyor ve o müthiş sahne başlıyor; paul vs şeyh hulud… solucan o kadar devasa ve korkutucu ki, titrememek elde değil.
derken başka bir gümleyici duyuluyor ve solucan rotayı değiştiriyor. paul ve jessica ise bu kez fremenlerin kucağına düşüyor. stilgar ve ekibi.
stilgar ise jessica’yı gözüne kestirmiş. illa öldürecek. stilgar jessica ile dövüşürken paul ise birkaç fremen’i alt ediyor ve jessica stilgar’ı rehin alıyor.
stilgar az çok kehanetten haberdar olduğu için jessica’ya “seyyidina” olarak sesleniyor ve barış istiyor. bu esnada ise filmin başından beri gelmesi beklenen chani nihayet görünüyor. paul ile karşılaşmaları ise güzeldi. sonunda bee, dedirtti. paul’ün çocuk gibi laflarını yutması falan güzeldi.
sonlara doğru gelirken jamis yine jamis’liğini yapıyor ve paul’ün sınanmadan siyeç’e kabul edilmemesi gerektiğini söylüyor. ardından son sekans olan dövüş başlıyor ve paul yine görülere gark oluyor. bu görülerde ilginç bir ses duyuyor; “kwisatz haderach’ın doğması için paul atreides ölmeli. ölümün bir diğer yolu ise öldürmektir.” pek tabii paul chani’den aldığı billurbıçak ile jamis’i öldürüyor ve muad’dib’in macerası başlıyor.
“my roads leads to the desert” diyor ve film bitiyor. baştan sona bir sanat eseri niteliğinde olan bu film benim için hiç unutulmayacaklar arasına girdi bile.
teşekkürler villeneuve, teşekkürler zimmer, teşekkürler fraser… teşekkürler frank herbert…
devamını gör...
yüzen pazar
floating market olarak bilinen yüzen pazarlar nehirler üzerinde teknelerle yiyeceklerin ve hediyelik eşyaların satıldığı pazarlardır.
çoğunlukla su taşımacılığının kullanıldığı şehirlerde yerel halkın kurduğu bu pazarlar turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. tayland, endonezya, vietnam, sri lanka, bangladeş ve hindistan yüzen pazarların çok popüler olduğu yerlerdir.
bizim sokak aralarına kurulan pazarlarımızın nehirler üzerine kurulduğunu ve rengarenk bir görsel şölen yaşandığını düşünün efendim, hatta düşünmeyin ben birkaç kare bırakayım aşağıya;


çoğunlukla su taşımacılığının kullanıldığı şehirlerde yerel halkın kurduğu bu pazarlar turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. tayland, endonezya, vietnam, sri lanka, bangladeş ve hindistan yüzen pazarların çok popüler olduğu yerlerdir.
bizim sokak aralarına kurulan pazarlarımızın nehirler üzerine kurulduğunu ve rengarenk bir görsel şölen yaşandığını düşünün efendim, hatta düşünmeyin ben birkaç kare bırakayım aşağıya;



devamını gör...
yazarların yazar takip etme kriterleri
rastık çekeni, bade süzeni, sekerek gideni takip ediyorum ben.
kışın sıcak tutuyor evin içini. güneş de alıyor hem güneyden?
kışın sıcak tutuyor evin içini. güneş de alıyor hem güneyden?
devamını gör...