pers mitolojisi
karakterler güçlü bir biçimde ikiye ayrılmıştır. iyi olanlar ve kötü olanlar. bu iyi- kötü anlayışı pers mitolojisinde hikâye, figür ve motiflere de yansır.
pers mitolojisi ve destanlarındaki en ünlü iyi karakter rüstem olarak karşımıza çıkar.
rüstem (veya zaloğlu rüstem) – iran (pers / fars) mitolojisinin efsanevî kahramanıdır. iran şairi firdevsî'nin şehname adlı eserinde büyük bir kahraman olarak gösterilir. rüstem, türk edebiyatında rüstem-i zâl, halk ağzında da zaloğlu rüstem diye tanınır.
iyi figürüne karşı bir başka ünlü figür de despotizmin sembolü olan zahhâk’tır.
zahhâk’ın en önemli özelliklerinden biri de onun omuzlarından bulunan ve onu koruyan iki engerek yılanıdır.
ruhunu ehrimen’e teslim etmekten sakınan merdas’ın oğludur, aynı zamanda baba katilidir. şeytanın ona aşçı kılığında yaklaşarak kendi kötü huyunu ve insanların etini yemesi için güzel bir şekilde onu eğitmektedir.daha sonra ehrimen’in öpücüğü ile iki omzunda siyah iki yılanın çıktığı korkunç bir canavara dönüşmektedir. bu iki yılanın tek yiyeceği her gün iki gencin beynidir, iki gencin başı vurularak beyinleri bu yılanlara verilmektedir. tuhaftır ki firdevsi şahnâme’de sadece bununla yetinmemiş ayrıca bu iki yılanın ortaya çıkmasından sonra zahhâk’tan bazen ejderha olarak da bahsetmiştir. çoğu yerde zahhâk’ı ejderhalarla birlikte bir tutmuştur. zahhâk, avestadaki ejderhaların mutasyona uğramış şekli ya da onun yerini alandır.
pers mitolojisinin en önemli ve büyük kaynağı olan avesta, günümüze kadar gelen en önemli ve kapsamlı pehlevîce olan dînkert, ııı/ıx. yüzyılda yazılmış ve pehlevîce metinlerden oluşan bundehişn, sâsânîler döneminin en önemli tarihi eseri ve şâhnâmelerin temel çekirdeğini oluşturan hudâyinâme ve ııı/ıx. yüzyılda farsçayı, fars edebiyatını ve fars değerini canlandırmak için yazılan şâhnâme gibi eserlerin ortaya çıkmasını sağlayan kutsal kitabın adıdır.
kaynak: pers mitolojisi ve despotizm sembolü zahhâk (link: dergipark.org.tr/tr/downloa... park
makalesi)
fotoğraflar: özhan öztürk pers mitolojisi arşivleri
ekstra olarak diğer mitolojilerden ayıran temel fark pers mitolojisinde birçok hayvanın bulunmasıdır. ejderha,yılan,kartal gibi hayvanlar mitolojinin baş kahramanlarıdır. her geçen gün bu anlatımlara ve millî destanlara konu olan konular gelişmiş; asırlar geçince de doğa üstü özellikler bu hikayelere egemen olmuş ve yetenekli şairlerin dizelerinde kahramanlık efsaneleri olarak işlenmiştir.
devamını gör...
bir küçük burjuvanın süperakademikrealistik şiiri
bolivyalı şair pedro shimose tarafından yazılmış şiir. şiirin orijinal ismi epigrama ve şairin quiero escribir, pero me sale espuma isimli şiir koleksiyonunda yer alıyor.* şiir dilimize ülkü tamer tarafından kazandırılmıştır ve yky tarafından basılmış olan çağdaş latin amerika şiir antolojisi'nin 299. sayfasında bir küçük burjuvanın süperakademikrealistik şiiri ismi ile çevirisi bulunuyor. bu bölümde aynı zamanda shimose'un bir kaç şiirine daha yer vermiştir ülkü tamer.*
ülkü tamer çevirisi ile:
genç kadınları kültürümüzle etkiledikten sonra,
vesta kızlarına ve utangaç rahibelere saldırdıktan sonra,
leylakları yaktıktan, bulutları gömdükten,
tapınakları ateşe verdikten sonra,
kutsal inekleri boğazladıktan, tanrıları öldürdükten sonra,
güle ve isveç kralı gustave'a sövüp saydıktan sonra,
müzeleri havaya uçurduktan, mezarlıklarda dans ettikten sonra,
ün peşinde koştuktan ve o kadınla yattığımızı düşledikten sonra,
ejderhalarla, imparatorluklarla, devlerle savaştıktan sonra,
gazetelere geçsin diye adımız, yalvar yakar olduktan sonra,
piramitleri yıkmak için sabah karanlığı toplantılar yaptıktan sonra,
elimize ne geçti?
akademide bir koltuk,
bir de çek defteri.
orijinal dilinde:
después de impresionar a las muchachas con nuestro ingenio;
después de quemar lirios, enterrar nubes e incendiar templos;
después de degollar vacas sagradas y asesinar dioses;
después de escribir sin mayúsculas y sin signos de puntuación;
después de dinamitar museos y bailar en los cementerios;
después de perseguir la gloria y soñar que nos acostamos con ella;
después de pelear con dragones, imperios y quimeras;
de gemir porque publiquen nuestro nombre en los periódicos
y de reunirnos por la madrugada para derribar pirámides,
¿qué nos queda?
un sillón en la academia
y una chequera.
ülkü tamer çevirisi ile:
genç kadınları kültürümüzle etkiledikten sonra,
vesta kızlarına ve utangaç rahibelere saldırdıktan sonra,
leylakları yaktıktan, bulutları gömdükten,
tapınakları ateşe verdikten sonra,
kutsal inekleri boğazladıktan, tanrıları öldürdükten sonra,
güle ve isveç kralı gustave'a sövüp saydıktan sonra,
müzeleri havaya uçurduktan, mezarlıklarda dans ettikten sonra,
ün peşinde koştuktan ve o kadınla yattığımızı düşledikten sonra,
ejderhalarla, imparatorluklarla, devlerle savaştıktan sonra,
gazetelere geçsin diye adımız, yalvar yakar olduktan sonra,
piramitleri yıkmak için sabah karanlığı toplantılar yaptıktan sonra,
elimize ne geçti?
akademide bir koltuk,
bir de çek defteri.
orijinal dilinde:
después de impresionar a las muchachas con nuestro ingenio;
después de quemar lirios, enterrar nubes e incendiar templos;
después de degollar vacas sagradas y asesinar dioses;
después de escribir sin mayúsculas y sin signos de puntuación;
después de dinamitar museos y bailar en los cementerios;
después de perseguir la gloria y soñar que nos acostamos con ella;
después de pelear con dragones, imperios y quimeras;
de gemir porque publiquen nuestro nombre en los periódicos
y de reunirnos por la madrugada para derribar pirámides,
¿qué nos queda?
un sillón en la academia
y una chequera.
devamını gör...
anne kız diyalogları
+zümrüüdd
-efendim anne?
+...
yanlış duydum herhalde diyip işime devam ediyorum. birkaç dakika sonra :
+zümrüüdd kime diyorum ben? yarım saattir seni çağırıyorum kızım. cevap versene.
-efendim demiştim anne.
***
-efendim anne?
+...
yanlış duydum herhalde diyip işime devam ediyorum. birkaç dakika sonra :
+zümrüüdd kime diyorum ben? yarım saattir seni çağırıyorum kızım. cevap versene.
-efendim demiştim anne.
***
devamını gör...
31 mart ankara'nın dinozor işgalinden kurtuluşu
çok güzel ve yaratıcı başlık.
devamını gör...
hayvan hakları yasası
kısa sürede çıkarılmasını istediğim yasa. gerçekten bıktım, nasıl bir ülkede yaşadığımı anlamış değilim. ne zaman internette gezinsem insan-hayvan tecavüzleri, insan-hayvan işkenceleri/cinayetleri ve ceza almadan bırakılan katiller/suçlular. bunalıma girmiş durumdayım. lütfen artık canlı olan hiçbir şeye zarar vermeyin ve buna sessiz kalmayın.
devamını gör...
30 temmuz 2021 tema vakfı'nın ağaçlandırma kampanyası
kızılay'a 10 lira bağışlayacağıma bunlara 1000 lira bağışlarım.
devamını gör...
z kuşağının normal sözlük'e girişinin yasaklanması gerekliliği
tabi siz anneleri tarafından size emanet edilen z kuşağının, her bakımdan yetersiz gördüğünüz yine bir z kuşağının sözlükte yazarlık etmesine şiddetle karşısınız ama diyeceğim olaydır.
devamını gör...
yerli amerikalı
ingilizcesi native american... aynı zamanda american ındians, first americans, ındigenous americans olarak geçer.
amerika kıtasının gerçek sahipleridir. amerikanın batı tarafından keşfi ve kolonizasyondan önce orada yaşayan kişilerdir.
yerli amerikalı sözlü samoa, havai yerlileri, navajo , inuit gibi amerika kıtasının yerli halklarını tanımlar.
redskin yani kızılderili terimi ise apache, cheyenne gibi etnik grupları ve kabileleri tanımlamakta kullanılan argo kelimedir.
eskimo yine aşağılayıcı bir terimdir. çiğ et yiyen anlamına gelir. avrupalı yerleşimcilerin yerlilere yakıştırdıkları addır. halbuki bu grup yaşadıkları bölgeye ve bağlı oldukları sosyal kültüre göre kendilerini inuit, ınupiat, yupik ve alutiit gibi isimlerle anar.
kanada, amerika ve avrupada eskimo ve kızılderili tanımlamaları aşağılayıcı, hakaret niteliğindeki tanımlamalar olarak kabul edilmektedir.
türkçede hala kızılderili ve eskimo tanımlamaları yaygın olarak kullanılmakla birlikte kültürel hassasiyetlerin artmasıyla değişeceğini ummaktayım. bu gruplardan bahsederken ya grubun orijinal adını kullanınız samao, apache gibi ya da yerli amerikalı, ilk amerikalı gibi tanımlamaları kullanınız.
unutmayın türklerde bir dönem avrupalılar tarafından barbar olarak tanımlanmışlardır. bu kişileri ait oldukları etnik grup ya da kendi tanımlamaları yerine başkalarının verdikleriyle tanımlamak, bugün birinin sizi türk ya da türkiyeli yerine barbar olarak tanımlamasıyla aynıdır.
amerika kıtasının gerçek sahipleridir. amerikanın batı tarafından keşfi ve kolonizasyondan önce orada yaşayan kişilerdir.
yerli amerikalı sözlü samoa, havai yerlileri, navajo , inuit gibi amerika kıtasının yerli halklarını tanımlar.
redskin yani kızılderili terimi ise apache, cheyenne gibi etnik grupları ve kabileleri tanımlamakta kullanılan argo kelimedir.
eskimo yine aşağılayıcı bir terimdir. çiğ et yiyen anlamına gelir. avrupalı yerleşimcilerin yerlilere yakıştırdıkları addır. halbuki bu grup yaşadıkları bölgeye ve bağlı oldukları sosyal kültüre göre kendilerini inuit, ınupiat, yupik ve alutiit gibi isimlerle anar.
kanada, amerika ve avrupada eskimo ve kızılderili tanımlamaları aşağılayıcı, hakaret niteliğindeki tanımlamalar olarak kabul edilmektedir.
türkçede hala kızılderili ve eskimo tanımlamaları yaygın olarak kullanılmakla birlikte kültürel hassasiyetlerin artmasıyla değişeceğini ummaktayım. bu gruplardan bahsederken ya grubun orijinal adını kullanınız samao, apache gibi ya da yerli amerikalı, ilk amerikalı gibi tanımlamaları kullanınız.
unutmayın türklerde bir dönem avrupalılar tarafından barbar olarak tanımlanmışlardır. bu kişileri ait oldukları etnik grup ya da kendi tanımlamaları yerine başkalarının verdikleriyle tanımlamak, bugün birinin sizi türk ya da türkiyeli yerine barbar olarak tanımlamasıyla aynıdır.
devamını gör...
bir konuyu öğrenmek için başlık açmak
sık sık gerçekleştirdiğim durumdur. araştırma yaptığım bir konuyu iyice araştırıp öğrenmek için başlık atıyorum veya tanım giriyorum aklımda kalması için çok hoş oluyor. bir nevi öğrenmek için yazmak gibi.
devamını gör...
yazarların üniversitedeki yoksulluk anıları
başlık sahibine seslenerek diyorum ki; çok güzel bir anıymış. arkadaşının akıbeti ve senin adına üzüldüm.
ben de param dibe yaklaştığında sigarayı bırakırdım. üniversite hayatım boyunca 13 kere sigarayı bırakmışlığım var :))
ve param, memlekete bir bilet alacak seviyeye düştüğünde o bileti alır giderdim :/
ben de param dibe yaklaştığında sigarayı bırakırdım. üniversite hayatım boyunca 13 kere sigarayı bırakmışlığım var :))
ve param, memlekete bir bilet alacak seviyeye düştüğünde o bileti alır giderdim :/
devamını gör...
geceye bir bilgi bırak
sanılanın aksine "azimle sıçan duvarı deler" değil, "azimli sıçan (fare) duvarı deler"
"güzele bakmak sevaptır" değil "güzel bakmak sevaptır"
"su uyur düşman uyumaz" değil "sü(asker) uyur düşman uyumaz" olacaktır.
"güzele bakmak sevaptır" değil "güzel bakmak sevaptır"
"su uyur düşman uyumaz" değil "sü(asker) uyur düşman uyumaz" olacaktır.
devamını gör...
donundan mendil yapan akp’li dayının siz de yapın yokluk çekmeyin demesi
arkadaşlar video bu..
akp’li dayının trajikomik videosu
“bu hükümete ben kellemi veririm.” derecesinde sorgulamıyor.
izlerken sinirden gülebilirsiniz, aklı kullanmanın ne kadar önemli bir potansiyel davranış olduğunu fark edebilirsiniz.
nasıl beyni yıkanmışsa artık
1800₺ maaşın hayli yettiğini çocuk okutup 350₺ kira ödediğini,
12 yıllık kazak 20 yıllık pantolon giyip sen de böyle yapacaksın ne gereği var demesi,
donundan atletinden yırttığı şeyle mendil yapıp (kim bilir ne kadar bakteri vardır.)
bununla övünen bir adet itaatkar akp’ye biat eden koyun bir dayıdır.
ülkede hukuk yok. adalet yok. torpil var.
kadına şiddeti caydıran önlemli (bkz: istanbul sözleşmesi) nedir?
halktan o kadar destek görmesine rağmen bir gece yarısı tek bir adamın emriyle feshedilmesi..
ülkede kadın, çocuk, hayvan, ağaç olmak; ezilmenin, hor görülmenin, mal olarak görülmenin, öldürülmenin en kolay yolu.
ataerkil zihniyetle bazı anneler(!) tarafından yetiştirilen erkeklerin(bkz: oğlum amcana göstersene. kızını dövmeyen dizini döver. kol kırılır yen içinde kalır.)
benim dediğim olmalı sadece benim egom tatmin olmalı, her dediğimi yapıp bana itaat etmeli cinsel ilişkiye kocası istediği zaman girmezse bu günahtır dine uymaz haindir fetöcüdür.
tek işi yemek bulaşık temizlik mutfak robotluğu ve kocasının istekleri yerine getirmek olan kadın
benim sözüme karşı gelirse yaşamasının ne anlamı var? ‘zihniyetinde’ olan erkeklerin öldürdüğü kadınlar, kadınlarımız..
1 yılda türkiyede 500ü aşkın kadın öldürüldü.
kadınlar gününde 8 martta bile öldürüldü taciz edildi şiddete uğradı.
katiller nerde? cezalarını çektiler mi?
ders aldılar mı? yoksa neredeyse hepsi serbest mi?
serbestler değil mi?(bkz: ümitcan uygun)
ülkede hukukun olamadığının bir diğer örneği daha.
eğitim yok. öğrenme yok. gelişme yok.ezber var.
(fetö dönemi ne kadar soruların çalındığını ve kendi adamlarını istediği dereceye yerleştirdiklerini internetten bakabilirisiniz.)
yenilik yok. üretim yok. tüketim çok var hatsafada zaten
50 binlik arabayı 200 bine satmak, ötv vergileri..
gerçek fiyatının hep bilmem kaç katı fiyatına satılan çoğu şey.
para kaçakçılığı kendi adamlarına inşaat yerlerine hep o 5 firmaya ihale vermek
sadece kendi adamlarını zengin etmek.
düzgün olan yolu bozmak ranta açmak.
ülkeyi satmak ülkenin doğal güzelliklerini kaz dağını vs vs vs..diğer ülkelerde olmayan güzellikleri özellikle katarlara ve diğerlerine satmak hemde onlara göre çok ucuz meblağlara.
tarıma destek vermemek kendi tuzum kuru olsun başka hiçbir şey umrumda değil düşüncesi.
yüksel ithalat dışardan alma oranı ve yerlerde olan ihracat oranı dışarıya mal satımı.
sarayım 1500 odalı onun günlük masrafları zaten 1 milyon karımın da çantası 140 bin dolarlık hermes çanta ama müslümanlar zor zamanlarda sabredenlerdir o yüzden sabredin diyen
bu yılda yeni 48 makam aracı (mercedes yine galiba) alıp 2 yeni saray yaptıracak biri kışlık bir yazlık olucak bak çok önemli ülkenin en büyük ihtiyacı!
türk dizilerinin hepsinin aşk üçgeninde ve aynı mantıkla döndüğü genelde çoğunu koredeki dizilerden ya da amerika dizilerinin senaryolarından arak copy paste 18 dizi var bildiğim yabancılardan gavur dediğiniz kişilerden uyarlanmış.
dikkat çekmek istediğim şey: türk dizilerin hepsinde kadına şiddetin normal olduğu onu ezmek gerektiği sübliminal olarak işleniyor
toplum normu haline getiriliyor.
sanki normal bir şeymiş ve bu olabilirmiş gibi.
(bkz: sen anlat karadeniz, zorla evlendirilen zorla tecavüz edilen başka biriyle göz teması kurduğu için parmakları kırılan kadının reyring rekorları kırdığı dizi)
(bkz: masumiyet, daha 18 yaşındayken yasak ilişki yaşayıp hamile kalıp zengin iş adamı onu istemeyince şiddet uygulayıp bebeğini düşürmesine rağmen hala adamın peşinden koşan kadın. bu da çok izleniyor)
(bkz: sadakatsiz, doktor karısını aldatan adamın normal bir şeymiş gibi yine eski karısına asılması her gün 3 ününde birbiriyle içli dışlı olması entrikalar dedikodular gereksiz havalanmalar bir sürü mantık hatası ve metres kızın hikayesinin malum partinin yaşamını ve görüşlerini iyi yansıttığını düşünüyorum.)
19 yılda ülke 50 yıl geriye gitti.
bunun hesabını kim ödeyecek?
bunca geleceği mahvetmenin hesabını kim verecek?
kuran okuyor eşinin başı kapalı siyasal islamcı diye oy verdiğiniz adeta taptığınız adam islama gerçekten inansaydı o kadar kul hakkı yer miydi?
17 aralık kaç yıl önce çalma olayları sızdı bilal paralı aldın mı konuşmalar..
bilmem kaç lüks uçağı var ithal olarak alınmış
fetöyle dini tarikatla kurulan bağlantılar beyni yıkanan çocuklar imamların küçücük erkek çocuklarına bile tecavüz etmesi
berat albayrak 128 milyar dolar kaçırılması yabancı bankalarda saklanması
instagramdan istifa eden maliye bakanı..
muhammed alinin amerikada evinin dublex havuzlu villanın kaç milyon dolarlık birkaç ay önce alınması,
yurt dışında yapılan aşırı lüks toplu tatiller.
hiçbir iş yapmazken 4 yerden maaş alan ilkokul mezunu ama üni mezunu iddia eden yobaz çomar dinci biatçı kesim..
lebableb kongrelerinde erdoğanın ‘soğuk virüsü öldürüyormuş’ ciddi şekilde dediği herkesi güldürdüğü batıl saçma düşünce
milletin erdoğan love tshirtüni giyip birbiriyle dip dibe girip kongre otobüslerinde ickili eğlence yapan yurdun dört bir yerinden giden insanlar.
ama okulları açmayan kafelere insanlara hep gereksiz yere yüksek ceza kesen polisler(!)
dışarıda para çeken maskesi hafif burnuna gelen babasını gören poliselerin kızına, babana söyle 900₺ daha çeksin demesi iki yüzlü egolu polis denen şahıslar
ki ailenin durumu her halinden kıyafetinden anlaşılıyor. ve bunun gibi bir sürü öylesine kesilmiş fakir kesime yüksek meblağlı cezalar..
ama akp lebaleb ve diğer olağan kongrelerinde ve
o torpilli insanların yapılan şaşalı gösterişli düğünlerinde bir tane cezaya rastlayamazsınız.
kongre çıkışı çoğu kongre üyelerinin corona olması sonucu yine sokağa çıkma yasağı gelmesi.
milletin düzgünce balkon haricinde belli saatlerde çıkıp hava alabileceği zamanlarının da elinden alınması.
kürşat ayvatoğlununun lüks arabasında kokain çekip (çok yüksek maliyetli bir uyuşturucu)
ben pudra çekiyordum demesi (çocuk kandırıyo sanırım)
sonradan ağlayıp arkadaş kurbanıyım diye özür dilemesi.
bitmeyen yolsuzluklar rantlar alınan onca kul hakkı..
türk halkını bunca olan şeye sesini çıkarmaması.
bana ne ben mi değiştircem demesi.
umutsuzluk fakirlik yokluk ..
bunlar bir imtihan deyip
allah hangi kulunu daha çok severse ona daha çok zorluk daha çok imtihan verir.
müslüman sabredendir.
allah bana dayanamayacağım yükü vermez ilkesiyle..
kemiğine kadar sömürülen türk halkı..
yani ben yani sen hepimiz..
ne zaman gözünüzü açacaksızın,
size verilen aklı kullanacaksınız?
koyun gibi boyun eğmek hoşunuza mı gidiyor?
(arkadaşlar çok dolmuşum umarım sizi de yaşanananlarla sıkmamışımdır.
yorumlarınızı ve düşüncelerinizi çok merak ediyorum lütfennn alta yazın.)
hoşçakalın.
akp’li dayının trajikomik videosu
“bu hükümete ben kellemi veririm.” derecesinde sorgulamıyor.
izlerken sinirden gülebilirsiniz, aklı kullanmanın ne kadar önemli bir potansiyel davranış olduğunu fark edebilirsiniz.
nasıl beyni yıkanmışsa artık
1800₺ maaşın hayli yettiğini çocuk okutup 350₺ kira ödediğini,
12 yıllık kazak 20 yıllık pantolon giyip sen de böyle yapacaksın ne gereği var demesi,
donundan atletinden yırttığı şeyle mendil yapıp (kim bilir ne kadar bakteri vardır.)
bununla övünen bir adet itaatkar akp’ye biat eden koyun bir dayıdır.
ülkede hukuk yok. adalet yok. torpil var.
kadına şiddeti caydıran önlemli (bkz: istanbul sözleşmesi) nedir?
halktan o kadar destek görmesine rağmen bir gece yarısı tek bir adamın emriyle feshedilmesi..
ülkede kadın, çocuk, hayvan, ağaç olmak; ezilmenin, hor görülmenin, mal olarak görülmenin, öldürülmenin en kolay yolu.
ataerkil zihniyetle bazı anneler(!) tarafından yetiştirilen erkeklerin(bkz: oğlum amcana göstersene. kızını dövmeyen dizini döver. kol kırılır yen içinde kalır.)
benim dediğim olmalı sadece benim egom tatmin olmalı, her dediğimi yapıp bana itaat etmeli cinsel ilişkiye kocası istediği zaman girmezse bu günahtır dine uymaz haindir fetöcüdür.
tek işi yemek bulaşık temizlik mutfak robotluğu ve kocasının istekleri yerine getirmek olan kadın
benim sözüme karşı gelirse yaşamasının ne anlamı var? ‘zihniyetinde’ olan erkeklerin öldürdüğü kadınlar, kadınlarımız..
1 yılda türkiyede 500ü aşkın kadın öldürüldü.
kadınlar gününde 8 martta bile öldürüldü taciz edildi şiddete uğradı.
katiller nerde? cezalarını çektiler mi?
ders aldılar mı? yoksa neredeyse hepsi serbest mi?
serbestler değil mi?(bkz: ümitcan uygun)
ülkede hukukun olamadığının bir diğer örneği daha.
eğitim yok. öğrenme yok. gelişme yok.ezber var.
(fetö dönemi ne kadar soruların çalındığını ve kendi adamlarını istediği dereceye yerleştirdiklerini internetten bakabilirisiniz.)
yenilik yok. üretim yok. tüketim çok var hatsafada zaten
50 binlik arabayı 200 bine satmak, ötv vergileri..
gerçek fiyatının hep bilmem kaç katı fiyatına satılan çoğu şey.
para kaçakçılığı kendi adamlarına inşaat yerlerine hep o 5 firmaya ihale vermek
sadece kendi adamlarını zengin etmek.
düzgün olan yolu bozmak ranta açmak.
ülkeyi satmak ülkenin doğal güzelliklerini kaz dağını vs vs vs..diğer ülkelerde olmayan güzellikleri özellikle katarlara ve diğerlerine satmak hemde onlara göre çok ucuz meblağlara.
tarıma destek vermemek kendi tuzum kuru olsun başka hiçbir şey umrumda değil düşüncesi.
yüksel ithalat dışardan alma oranı ve yerlerde olan ihracat oranı dışarıya mal satımı.
sarayım 1500 odalı onun günlük masrafları zaten 1 milyon karımın da çantası 140 bin dolarlık hermes çanta ama müslümanlar zor zamanlarda sabredenlerdir o yüzden sabredin diyen
bu yılda yeni 48 makam aracı (mercedes yine galiba) alıp 2 yeni saray yaptıracak biri kışlık bir yazlık olucak bak çok önemli ülkenin en büyük ihtiyacı!
türk dizilerinin hepsinin aşk üçgeninde ve aynı mantıkla döndüğü genelde çoğunu koredeki dizilerden ya da amerika dizilerinin senaryolarından arak copy paste 18 dizi var bildiğim yabancılardan gavur dediğiniz kişilerden uyarlanmış.
dikkat çekmek istediğim şey: türk dizilerin hepsinde kadına şiddetin normal olduğu onu ezmek gerektiği sübliminal olarak işleniyor
toplum normu haline getiriliyor.
sanki normal bir şeymiş ve bu olabilirmiş gibi.
(bkz: sen anlat karadeniz, zorla evlendirilen zorla tecavüz edilen başka biriyle göz teması kurduğu için parmakları kırılan kadının reyring rekorları kırdığı dizi)
(bkz: masumiyet, daha 18 yaşındayken yasak ilişki yaşayıp hamile kalıp zengin iş adamı onu istemeyince şiddet uygulayıp bebeğini düşürmesine rağmen hala adamın peşinden koşan kadın. bu da çok izleniyor)
(bkz: sadakatsiz, doktor karısını aldatan adamın normal bir şeymiş gibi yine eski karısına asılması her gün 3 ününde birbiriyle içli dışlı olması entrikalar dedikodular gereksiz havalanmalar bir sürü mantık hatası ve metres kızın hikayesinin malum partinin yaşamını ve görüşlerini iyi yansıttığını düşünüyorum.)
19 yılda ülke 50 yıl geriye gitti.
bunun hesabını kim ödeyecek?
bunca geleceği mahvetmenin hesabını kim verecek?
kuran okuyor eşinin başı kapalı siyasal islamcı diye oy verdiğiniz adeta taptığınız adam islama gerçekten inansaydı o kadar kul hakkı yer miydi?
17 aralık kaç yıl önce çalma olayları sızdı bilal paralı aldın mı konuşmalar..
bilmem kaç lüks uçağı var ithal olarak alınmış
fetöyle dini tarikatla kurulan bağlantılar beyni yıkanan çocuklar imamların küçücük erkek çocuklarına bile tecavüz etmesi
berat albayrak 128 milyar dolar kaçırılması yabancı bankalarda saklanması
instagramdan istifa eden maliye bakanı..
muhammed alinin amerikada evinin dublex havuzlu villanın kaç milyon dolarlık birkaç ay önce alınması,
yurt dışında yapılan aşırı lüks toplu tatiller.
hiçbir iş yapmazken 4 yerden maaş alan ilkokul mezunu ama üni mezunu iddia eden yobaz çomar dinci biatçı kesim..
lebableb kongrelerinde erdoğanın ‘soğuk virüsü öldürüyormuş’ ciddi şekilde dediği herkesi güldürdüğü batıl saçma düşünce
milletin erdoğan love tshirtüni giyip birbiriyle dip dibe girip kongre otobüslerinde ickili eğlence yapan yurdun dört bir yerinden giden insanlar.
ama okulları açmayan kafelere insanlara hep gereksiz yere yüksek ceza kesen polisler(!)
dışarıda para çeken maskesi hafif burnuna gelen babasını gören poliselerin kızına, babana söyle 900₺ daha çeksin demesi iki yüzlü egolu polis denen şahıslar
ki ailenin durumu her halinden kıyafetinden anlaşılıyor. ve bunun gibi bir sürü öylesine kesilmiş fakir kesime yüksek meblağlı cezalar..
ama akp lebaleb ve diğer olağan kongrelerinde ve
o torpilli insanların yapılan şaşalı gösterişli düğünlerinde bir tane cezaya rastlayamazsınız.
kongre çıkışı çoğu kongre üyelerinin corona olması sonucu yine sokağa çıkma yasağı gelmesi.
milletin düzgünce balkon haricinde belli saatlerde çıkıp hava alabileceği zamanlarının da elinden alınması.
kürşat ayvatoğlununun lüks arabasında kokain çekip (çok yüksek maliyetli bir uyuşturucu)
ben pudra çekiyordum demesi (çocuk kandırıyo sanırım)
sonradan ağlayıp arkadaş kurbanıyım diye özür dilemesi.
bitmeyen yolsuzluklar rantlar alınan onca kul hakkı..
türk halkını bunca olan şeye sesini çıkarmaması.
bana ne ben mi değiştircem demesi.
umutsuzluk fakirlik yokluk ..
bunlar bir imtihan deyip
allah hangi kulunu daha çok severse ona daha çok zorluk daha çok imtihan verir.
müslüman sabredendir.
allah bana dayanamayacağım yükü vermez ilkesiyle..
kemiğine kadar sömürülen türk halkı..
yani ben yani sen hepimiz..
ne zaman gözünüzü açacaksızın,
size verilen aklı kullanacaksınız?
koyun gibi boyun eğmek hoşunuza mı gidiyor?
(arkadaşlar çok dolmuşum umarım sizi de yaşanananlarla sıkmamışımdır.
yorumlarınızı ve düşüncelerinizi çok merak ediyorum lütfennn alta yazın.)
hoşçakalın.
devamını gör...
mimar sinanın 500 yıllık eserinin kahvaltıcı olması
1551 yılında mimar sinan'ın inşa ettiği haseki külliyesi, istanbul'un haseki semtinde bulunan bir külliyedir. restore edilip! bir güzel aklayıp paklayıp tarihi kahvaltı salonu olarak kullanıma açılmış. tarihine sahip çıkan ülkemin insanlarını ayakta alkışlıyorum(!)
devamını gör...
manken
oh!.. sonunda ışıklar bir bir sönüyor. etrafı kaplayan suni aydınlık azaldıkça ruhumda bir ışık beliriyor yavaş yavaş. yoksa siz? yoksa siz mankenlerin bir ruhu olduğunu bilmiyor musunuz? gerçi doğru nereden bileceksiniz ki...
etraftaki ayak sesleri de iyice azaldı. son tıkırtı... evet, şimdi kepenk de indi. biz bizeyiz. yeniden. özgür. ahhh, kollarım! bütün gün biri aşağıya biri de yukarıya doğru bakıyor, sanki bir davet hareketi gibi. sanki 'gel. ', 'gel, içeriye doğru gel.' mesajı taşır gibi. gerçekten bunun etkili olabileceğini düşünen var mı? ya da her sabah tozlarımızı alıp haftada bir üzerimize yeni kombinleri geçiren kadının, bizi değil de bütünleşmiş olan kıyafetlerden başka bir şeyi, önemsememesinin sebebi mi? emin olamıyorum.
neyse neyse bütün gün çok yoruldum. şimdi bunları düşünmenin sırası değil. kulaklarım da yorgun. sabahtan akşama dek popüler olduğu için tıngır mıngır ritimler ile anlamsız kafiyeli sözlerin tekrarlandığı hiçbir şey anlatmayan müzikler içimi darlıyor. biraz daha isyankar bir şeyin sırası. görülmeyenleri gören insanların müziğini seviyorum ben. ne diyorlardı? meselesi olan şeyler. belki "sanane" ya da "ünzile". ama yok bu akşam içimden çocuk kadınlara kederlenmek gelmiyor. bu akşam ruhum onu kaldıramaz. o zaman... o zaman "sanane" olsun.
nereden mi biliyorum bu şarkıyı? siz bilmezsiniz tabii, eskiden daha böyle çıtır bir mankenken o kliptekilerden biri, bendim. ne mi yapıyorum klipte? her zamanki işim işte dikiliyorum üzerimdeki kırmızı elbisemle, bence çok da zarif duruyorum. hatta şarkının öyküsünü bile biliyorum. karsu'dan duydum, evet ilk ağızdan. o şimdi türkiye'de büyümemiş ya buradaki örf ve adetlerin bir kısmını, biraz da yaşarken deneyimlediği bazı kısıtlamalara isyan etmek için yazmış. ney? neden bilmeyecek mişim ki? insanların arasında dolaşmıyor oluşum, onları anlamama engel mi? ohooo.... siz bütün gün görmez gözlerle etrafa bakarken ben de sizleri izliyorum.
mesela geçen gün bir çift geldi. böyle beyaz tenli, kısacık kıvırcık saçlı, ışıltılı gözlerle bakan bir genç kadın yanında da yakışıklı bir genç adam. bana doğru yaklaştılar. ben de içimden diyorum ki "ya ne güzel bir çift." imrenmedim desem, yalan. ama burada böyle bir şans yok, sadece kadın kıyafetleri satan bir mağaza. dolayısıyla erkek manken de yok. offf! neyse konuyu dağıtmak üzereyim. ne diyordum? hah, tamam. bana doğru yaklaştılar. biraz daha yaklaştılar, bu kez konuşmalarını duyuyordum.
- şu kırmızı mini etek, sanırım bu aradığım. çok güzel değil mi aşkım?
- kızım saçmalama sokakta bunu giyersen ya ben katil olurum ya da sen... tövbe, tövbe...
kadının elinden çekeleyip biraz ilerideki bir kıyafete doğru yöneldi. artık duymuyordum. iyi ki de duymuyordum. bazen bazı insanları omuzlarından tutup sarsasım geliyor. kendine gel diyerek uzun uzun sarsmak. belki sarsıntıyla beraber baskıcı, aşağılayıcı, incitici düşüncelerini ya da söylemlerini kafalarından atabilirim gibi geliyor. sahi yapabilir miyim? kökleri ne kadar derine iniyor acaba. yani insanlar hep mi böyleydi?
hayır, tabii ki bu kadarını görmedim sadece. her gün yaklaşık 12 saat gözlem yapabiliyorum. sabahın erken saatlerinde içeriye doluşan bir sürü insan. gün içinde azalıp çoğaldığı da oluyor ama sanırım herkesin hep, hep yeni bir giysiye ihtiyacı var. neyse geçen gün minik bir kız çocuğu geldi yanıma. bakın öyle tatlıydı ki... bıcır bıcır, şarkılar söyledi bana; dans etti elimden tutup. annesinin alışverişi uzayınca da anlatmaya başladı. sanırım çocuklar ruhumu görebiliyor. hissediyorum.
dedi ki:
- çok sıkıldım. kaç saattir buradayız. annem de bir bitiremedi alışverişi. zaten işi gücü alışverişmiş, babam öyle diyor. babam, eve gidince yine surat asacak. böyle günleri sevmiyorum. onlar bağırıştıkça ellerimle kulaklarımı tıkıyorum, şarkı söylüyorum. yine de duyuyorum. babam işten eve yorgun argın geliyormuş, doğru düzgün bir yemek koyanı bile yokmuş. oysa annem de işten eve yorgun argın geliyor!
ben biraz daha büyüyeyim o zaman yemekleri yaparım, kimse de kavga etmez. hem mutlu olduklarında çok seviniyorum biliyor musun? hep beraber geziyoruz, benimle oyunlar da oynuyorlar. işte ben yemekleri yapınca da her gün birlikte mutlu oluruz.
o an, konuşabilmeyi çok istedim. üzülme çocuk bunlar senin suçun değil, mesele yemek de değil. mesele birinin birini beslemesi bile değil, demek istedim. yapamadım. umarım biri anlatır. konuşabilen biri...
ahhh. yine aklımda meseleler. evet mankenlerin bile meseleleri var. yani farkındayız her şeyin. birilerinin kadınlara dayattıklarının... tek farkımız susuyoruz. konuşamıyoruz.
ne? nasıl? insanlar da mı konuşmuyor bu konuyu? nasıl yani kadınlara baskı yapılırken, şiddet uygulanırken başka kadınlar ve erkekler susuyor mu?
!..
etraftaki ayak sesleri de iyice azaldı. son tıkırtı... evet, şimdi kepenk de indi. biz bizeyiz. yeniden. özgür. ahhh, kollarım! bütün gün biri aşağıya biri de yukarıya doğru bakıyor, sanki bir davet hareketi gibi. sanki 'gel. ', 'gel, içeriye doğru gel.' mesajı taşır gibi. gerçekten bunun etkili olabileceğini düşünen var mı? ya da her sabah tozlarımızı alıp haftada bir üzerimize yeni kombinleri geçiren kadının, bizi değil de bütünleşmiş olan kıyafetlerden başka bir şeyi, önemsememesinin sebebi mi? emin olamıyorum.
neyse neyse bütün gün çok yoruldum. şimdi bunları düşünmenin sırası değil. kulaklarım da yorgun. sabahtan akşama dek popüler olduğu için tıngır mıngır ritimler ile anlamsız kafiyeli sözlerin tekrarlandığı hiçbir şey anlatmayan müzikler içimi darlıyor. biraz daha isyankar bir şeyin sırası. görülmeyenleri gören insanların müziğini seviyorum ben. ne diyorlardı? meselesi olan şeyler. belki "sanane" ya da "ünzile". ama yok bu akşam içimden çocuk kadınlara kederlenmek gelmiyor. bu akşam ruhum onu kaldıramaz. o zaman... o zaman "sanane" olsun.
nereden mi biliyorum bu şarkıyı? siz bilmezsiniz tabii, eskiden daha böyle çıtır bir mankenken o kliptekilerden biri, bendim. ne mi yapıyorum klipte? her zamanki işim işte dikiliyorum üzerimdeki kırmızı elbisemle, bence çok da zarif duruyorum. hatta şarkının öyküsünü bile biliyorum. karsu'dan duydum, evet ilk ağızdan. o şimdi türkiye'de büyümemiş ya buradaki örf ve adetlerin bir kısmını, biraz da yaşarken deneyimlediği bazı kısıtlamalara isyan etmek için yazmış. ney? neden bilmeyecek mişim ki? insanların arasında dolaşmıyor oluşum, onları anlamama engel mi? ohooo.... siz bütün gün görmez gözlerle etrafa bakarken ben de sizleri izliyorum.
mesela geçen gün bir çift geldi. böyle beyaz tenli, kısacık kıvırcık saçlı, ışıltılı gözlerle bakan bir genç kadın yanında da yakışıklı bir genç adam. bana doğru yaklaştılar. ben de içimden diyorum ki "ya ne güzel bir çift." imrenmedim desem, yalan. ama burada böyle bir şans yok, sadece kadın kıyafetleri satan bir mağaza. dolayısıyla erkek manken de yok. offf! neyse konuyu dağıtmak üzereyim. ne diyordum? hah, tamam. bana doğru yaklaştılar. biraz daha yaklaştılar, bu kez konuşmalarını duyuyordum.
- şu kırmızı mini etek, sanırım bu aradığım. çok güzel değil mi aşkım?
- kızım saçmalama sokakta bunu giyersen ya ben katil olurum ya da sen... tövbe, tövbe...
kadının elinden çekeleyip biraz ilerideki bir kıyafete doğru yöneldi. artık duymuyordum. iyi ki de duymuyordum. bazen bazı insanları omuzlarından tutup sarsasım geliyor. kendine gel diyerek uzun uzun sarsmak. belki sarsıntıyla beraber baskıcı, aşağılayıcı, incitici düşüncelerini ya da söylemlerini kafalarından atabilirim gibi geliyor. sahi yapabilir miyim? kökleri ne kadar derine iniyor acaba. yani insanlar hep mi böyleydi?
hayır, tabii ki bu kadarını görmedim sadece. her gün yaklaşık 12 saat gözlem yapabiliyorum. sabahın erken saatlerinde içeriye doluşan bir sürü insan. gün içinde azalıp çoğaldığı da oluyor ama sanırım herkesin hep, hep yeni bir giysiye ihtiyacı var. neyse geçen gün minik bir kız çocuğu geldi yanıma. bakın öyle tatlıydı ki... bıcır bıcır, şarkılar söyledi bana; dans etti elimden tutup. annesinin alışverişi uzayınca da anlatmaya başladı. sanırım çocuklar ruhumu görebiliyor. hissediyorum.
dedi ki:
- çok sıkıldım. kaç saattir buradayız. annem de bir bitiremedi alışverişi. zaten işi gücü alışverişmiş, babam öyle diyor. babam, eve gidince yine surat asacak. böyle günleri sevmiyorum. onlar bağırıştıkça ellerimle kulaklarımı tıkıyorum, şarkı söylüyorum. yine de duyuyorum. babam işten eve yorgun argın geliyormuş, doğru düzgün bir yemek koyanı bile yokmuş. oysa annem de işten eve yorgun argın geliyor!
ben biraz daha büyüyeyim o zaman yemekleri yaparım, kimse de kavga etmez. hem mutlu olduklarında çok seviniyorum biliyor musun? hep beraber geziyoruz, benimle oyunlar da oynuyorlar. işte ben yemekleri yapınca da her gün birlikte mutlu oluruz.
o an, konuşabilmeyi çok istedim. üzülme çocuk bunlar senin suçun değil, mesele yemek de değil. mesele birinin birini beslemesi bile değil, demek istedim. yapamadım. umarım biri anlatır. konuşabilen biri...
ahhh. yine aklımda meseleler. evet mankenlerin bile meseleleri var. yani farkındayız her şeyin. birilerinin kadınlara dayattıklarının... tek farkımız susuyoruz. konuşamıyoruz.
ne? nasıl? insanlar da mı konuşmuyor bu konuyu? nasıl yani kadınlara baskı yapılırken, şiddet uygulanırken başka kadınlar ve erkekler susuyor mu?
!..
devamını gör...
eski sevgiliden akılda kalanlar
yanında bayıldığımda olduğum yerde bırakıp gitmesi sonra da "ben senin hastalığınla uğraşamam" diye mesaj atıp engellemesi.
bu arada kendisine teşekkür etmeliyim sayesinde eşimle tanıştığımda sevilmenin önemini daha iyi anladım.
bu arada kendisine teşekkür etmeliyim sayesinde eşimle tanıştığımda sevilmenin önemini daha iyi anladım.
devamını gör...
söylediğiyle yaptığı birbirinin zıddı olan insan
buna şahit olmanın, insanın midesini bulandırdığı, insan davranışı.
midemin bulantısı hala geçmemişken, bu insanların benim tahminimden fazla olduğunu düşünerek yazıyorum.
ucu da açık bir başlık gerçi. belki çok olumsuz olmayan örnekleri mevcuttur. ama, çok kolay yalan söyleyen ve yalanları ortaya çıkınca hiç utanmayan bir insanın, yalanın kötü bir şey olmasına dair ahkam kestiğini görmek yeterince mide bulandırıcı oldu benim için.
midemin bulantısı hala geçmemişken, bu insanların benim tahminimden fazla olduğunu düşünerek yazıyorum.
ucu da açık bir başlık gerçi. belki çok olumsuz olmayan örnekleri mevcuttur. ama, çok kolay yalan söyleyen ve yalanları ortaya çıkınca hiç utanmayan bir insanın, yalanın kötü bir şey olmasına dair ahkam kestiğini görmek yeterince mide bulandırıcı oldu benim için.
devamını gör...
split
amerikan psikolojik korku gerilim filmi.
filmde yer alan oyuncular: james mcavoy, anya taylor-joy ve betty buckley.
filmin başlangıcından sonuna kadar soluk soluğa izledim. benim için kesinlikle sadece 1 saat 57 dakika değildi. daha fazlaydı çünkü bitirdikten sonra bıraktığı etki çok fazlaydı. ısrarla öneririm.
filmde yer alan oyuncular: james mcavoy, anya taylor-joy ve betty buckley.
filmin başlangıcından sonuna kadar soluk soluğa izledim. benim için kesinlikle sadece 1 saat 57 dakika değildi. daha fazlaydı çünkü bitirdikten sonra bıraktığı etki çok fazlaydı. ısrarla öneririm.
devamını gör...
elm sokağında kabus
1984 yılında wes craven tarafından ilk filmi çekilmiş teen slasher serisi. aslında seri wes craven's new nightmare ismi ile anılan new nightmare (1994) filmi ile sonlanıyor ve yedi filmden oluşan efsane seri bu film ile olabilecek en iyi finali veriyor daha sonra çekilen iki film wes craven imzası taşımadığı gibi rezilce bir kopya olmaktan da öteye geçememiş. teen slasher filmleri yapısı gereği korkmak için izlenilecek filmler kategorisine girmez; kendi klişelerine sahiptir hatta bu klişeler ile beslenir ve tüm film bu klişeler etrafında şekillenir bundan dolayı bu filmler korkutucu olmaktan ziyade kendi tekrar komedisini içinde barındırır. ( burada ayrı bir parantez açmak gerekir çünkü the cabin in the woods filmi bu klişeleri belirli bir mantığa oturtuyor ve farklı bir yol izliyor) ek olarak; özellikle wes craven imzalı olan teen slasher'lar korku filmi klişelerini kendi klişeleri ile alaya alır. teen slasher'ın tanımı bu değil elbette; düşük bütçeli, daha çok gençlerin sırayla ve mümkünse vahşi bir şekilde katledildiği filmler olarak ele alabiliriz ama onları komik yapan zaten budur; daha izlemeden kimin öleceğini bile sırayla tahmin edebiliyor olmak. bu tahmin edilebilirlik özellikle insanı germesi ve korkutması gereken çoğu tür için bir handikap sayılırken teen slasher filmleri için izlenebilirlik kazandırıyor ve wes craven'da bunu sonuna kadar kullanıyor aslında. nancy'nin dediği gibi; don't fall asleep!*
seriye adını vermiş olan ilk filmin (a nightmare on elm street) daha açılış sekansında craven izleyiciyi nasıl bir kâbus'un içine çektiğinin sinyallerini veriyor. seride ilk tanıdığımız karakter tina -ki kendisinin başrol olmadığı saçının renginden bile bariz belli çünkü herhangi bir teen slasher filminde sarışınların hayatta kalması çoğu zaman söz konusu bile değildir- ve film özünde tina üzerinden şekilleniyor gibi görünüyor çünkü kâbus onunla başlıyor ama filmin odak noktası ne tina ne de nancy; filmin odak noktası freddy krueger. film boyunca nancy karakteri başrol gibi sunulsa bile son sahnede craven yanlış yere bakıyorsunuz aptallar der gibi freddy'nin yok olup gitmediğini ve devam filmi geleceğini açıkça gösteriyor. craven ilk filmde freddy'nin kimliğine dair bir şeyler sunuyor aslında ve bu katliamları yapmasının altındaki motivasyonu bir parça görebiliyoruz ( freddy'nin çocuklarını taciz ettiğini ve öldürdüğünü düşünen ebeveynler tarafından canlı canlı yakılmış olması) ama esas hikayeyi devam filmlerine saklamış. ayrıca ikonik telefondan çıkan dil sahnesi de yine bu filmdedir.
1985 yılında ikinci film freddy's revenge çekiliyor. bu filmle beraber hem a nightmare on elm street seri hâlini alıyor hem de craven freddy'nin asıl başrol olduğunu kesinleştiriyor yine de hikaye nancy karakterinden tamamen kopmuş değil çünkü hikaye kaldığı yerden yani nancy'nin evinden devam ediyor. film yine bir rüya sahnesi ile başlıyor ve hiç tanımadığımız bir karakteri (jesse) izliyoruz fakat burada esas nokta şu; ilk film tina karakterinin rüya sahnesi ile başlamıştı ve biz ilk onun ölümünü izledik ama film jesse karakterinin rüyası ile başlasa bile craven onu öldürmek yerine başka bir yol izliyor yani daha filmin başında ilk filmin kötü bir kopyasını izlemeyeceğimiz ortada. burada bir noktaya değinmek gerek; freddy çoğu teen slasher filmlerindeki evil karakterlerden farklı tasarlanmış, rüyaları kontrol edebilen bir karakter oradaki tüm gerçekliği eğip bükebilir bundan ötürü herhangi bir seri katil -ölümsüz olması bir şeyi değiştirmez- freddy kadar çok yönlü olamaz çünkü bir kaç tanesini çiğneyebiliyor olsa bile belirli fizik kurallarına uymak zorundadır ama freddy karakteri mantığın bize sunduklarını tamamen ezip geçebildiği için craven onu özgürce istediği noktaya çekme hakkını akıllıca kullanmış durumda. bunun en bariz örneği; freddy'nin yeniden güç kazanmak ve bir bedene bürünmek için jesse karakterinin vücuduna el koyması.
1987 yılında üçüncü film (dream warriors) çekiliyor ve seri kaldığı yerden devam ediyor. bu filmi önemli noktaya taşıyan iki detay var:
1- daha sonraki filmlerde karşımıza çıkacak olan kristen karakteri seriye bu film ile giriyor. kendisinin insanları rüyaların içine çekebiliyor olması zaten bu ve bundan sonraki iki filmin ana konusunu belirliyor aynı zamanda.
2- freddy krueger'ın geçmişine yolculuk ediyoruz ve kötülüğün kaynağına iniyoruz. yine bir klişe olan kötü kan muhabbeti de burada ortaya çıkıyor zaten. ek olarak hikayeye değinmek gerekirse; rahibe mary helena, rehabilitasyon merkezine ait azılı suçluların tutulduğu ek binada üç gün boyunca mahsur kalıyor ve bu süreçte onlarca suçlu tarafından tecavüze uğruyor. tamamen perişan ve yarı delirmiş hâlde oradan kurtarılıyor fakat dokuz ay sonra freddy doğuyor. filmde sık sık onun kötü kana sahip olduğu ve onlarca suçlunun çocuğu olduğuna değiniliyor.
bu filmin güzel yanı hayatta kalan çok fazla karakter olması. normalde ilk iki filmde neredeyse herkesi öldüren craven istisna yaparak çoğu karakteri hayatta bırakmayı -sonraki filmde öldürmek için- tercih ediyor. normalde rüyalarda sonsuz bir güce sahip olan freddy çoğu kurbanını hızlıca öldürüp geçiyordu ve onların uykuya direnmek dışında yapabilecekleri pek bir şey yoktu ama bu film ile beraber tek taraflı bir katliamdan ziyade bir mücadele de başlamış oldu.
son olarak craven burada ufak bir şaşırtmaca yapmak için nancy'nin ilk filmdeki evinin önemli bir detay olduğu fikrini iyice izleyicinin kafasına sokuyor (kristen karakterinin düzenli olarak hiç görmediği bu evin maketini yapması ve aniden rüyalarında bu evde uyanmaya başlaması)
sonraki iki film (dream master ve dream child) ise serinin yavaş yavaş düşüşe geçtiği ve vasat olarak değerlendirebileceğimiz filmler. 1988 yılında çekilen dream master tamamen kristen karakteri üzerine ilerlerken 89 yapımı dream child filmi daha çok kristen'ın oğlu üzerine şekillenmiştir. önceki filmde karşımıza iyi niyetli bir ruh olarak çıkan rahibe mary helena (freddy'nin annesi) bu iki filmde de yer alıyor. daha çok freddy karakterinin kendine has mizahı ve öldürme biçimleri için katlanılabilecek filmler.
91 yapımı altıncı film (final nightmare) muhtemelen serinin en komedi unsuru barındıran filmi yine de bu durum filmi kurtarmaya yetmiyor çünkü serinin açık ara en kötü filmi. her şeye rağmen craven tarafından çekilmemiş iki elm street filminin bu filmden daha berbat olduğu da ortada.
serinin son filmi olma özelliğini taşıyan yedinci film (new nightmare) ise craven'ın sert mizahından nasibini alıyor. filmin kadrosunda nancy karakterini oynayan heather langenkamp ismini görünce; "craven muhtemelen ağır saçmalıyor bu kadın üçüncü filmde ölmemiş miydi?" diye düşünüp filmi izlemeyi bir süre reddettim ama craven böyle bir seriyi olabilecek en iyi şekilde sonlandırmış.
heather langenkamp bu filmde karşımıza nancy olarak değil a nightmare on elm street serisinin yıldızı parlayan oyuncusu yani kendisi olarak çıkıyor. heather'ın yeni bir film projesi için çağrılmasından sonra craven'ın yeni bir a nightmare on elm street filminin senaryosu üzerine çalıştığı söyleniyor ve heather bu durumdan rahatsızlık duymaya başlıyor. daha sonra oğlunun gördüğü rüyalar ve etrafında şekillenen tanıdık ölümler yüzünden heather freddy'nin gerçek olduğunu düşünmeye başlıyor ve craven ile irtibata geçiyor. burada oldukça hoş bir detay var; seri boyunca freddy korkulardan beslendi ve onu tamamen yok etmenin tek yolu damnatio memoriae'ydi. heather freddy'nin gerçek olduğuna inandıkça ve craven senaryoyu yazmaya devam ettikçe gerçek hayattaki saf kötülük büyük korkuların şeklini almaya başladı. yani seri boyunca korkulardan beslenen freddy, beyaz perdeden dışarı yine bu korku sayesinde çıkmış oldu.
bu kadar güzel bir finalden sonra wes craven imzası olmayan sekizinci film freddy vs. jason - friday the 13th - çekildi. bu film yine biraz tahammül edilebilirdi çünkü hem freddy'nin çarpık mizah anlayışı korunmuştu hem de teen slasher izleyicisi zaten bu iki karakteri bir arada izlemek istiyordu ama daha sonra 2010 yılında çekilen film tam olarak fiyaskodan başka bir şey değildi; freddy karakterinin komedi unsurunu yok sayıp tamamen korkutucu bir figür yaratmak isteyerek ucuz bir kopya yapmaktan öteye geçemediler çünkü bu seri freddy'nin çarpık mizah anlayışından besleniyordu. bu detayı bile isteye yok sayarak basit bir korku filmi ortaya çıkarmaları bir yana daha iyi efektler kullanmak bile kurtarıcı etken olamadı.
kincaid: see you in hell!
freddy krueger: tell them freddy sent you.
- a nightmare on elm street 4: the dream master
seriye adını vermiş olan ilk filmin (a nightmare on elm street) daha açılış sekansında craven izleyiciyi nasıl bir kâbus'un içine çektiğinin sinyallerini veriyor. seride ilk tanıdığımız karakter tina -ki kendisinin başrol olmadığı saçının renginden bile bariz belli çünkü herhangi bir teen slasher filminde sarışınların hayatta kalması çoğu zaman söz konusu bile değildir- ve film özünde tina üzerinden şekilleniyor gibi görünüyor çünkü kâbus onunla başlıyor ama filmin odak noktası ne tina ne de nancy; filmin odak noktası freddy krueger. film boyunca nancy karakteri başrol gibi sunulsa bile son sahnede craven yanlış yere bakıyorsunuz aptallar der gibi freddy'nin yok olup gitmediğini ve devam filmi geleceğini açıkça gösteriyor. craven ilk filmde freddy'nin kimliğine dair bir şeyler sunuyor aslında ve bu katliamları yapmasının altındaki motivasyonu bir parça görebiliyoruz ( freddy'nin çocuklarını taciz ettiğini ve öldürdüğünü düşünen ebeveynler tarafından canlı canlı yakılmış olması) ama esas hikayeyi devam filmlerine saklamış. ayrıca ikonik telefondan çıkan dil sahnesi de yine bu filmdedir.
1985 yılında ikinci film freddy's revenge çekiliyor. bu filmle beraber hem a nightmare on elm street seri hâlini alıyor hem de craven freddy'nin asıl başrol olduğunu kesinleştiriyor yine de hikaye nancy karakterinden tamamen kopmuş değil çünkü hikaye kaldığı yerden yani nancy'nin evinden devam ediyor. film yine bir rüya sahnesi ile başlıyor ve hiç tanımadığımız bir karakteri (jesse) izliyoruz fakat burada esas nokta şu; ilk film tina karakterinin rüya sahnesi ile başlamıştı ve biz ilk onun ölümünü izledik ama film jesse karakterinin rüyası ile başlasa bile craven onu öldürmek yerine başka bir yol izliyor yani daha filmin başında ilk filmin kötü bir kopyasını izlemeyeceğimiz ortada. burada bir noktaya değinmek gerek; freddy çoğu teen slasher filmlerindeki evil karakterlerden farklı tasarlanmış, rüyaları kontrol edebilen bir karakter oradaki tüm gerçekliği eğip bükebilir bundan ötürü herhangi bir seri katil -ölümsüz olması bir şeyi değiştirmez- freddy kadar çok yönlü olamaz çünkü bir kaç tanesini çiğneyebiliyor olsa bile belirli fizik kurallarına uymak zorundadır ama freddy karakteri mantığın bize sunduklarını tamamen ezip geçebildiği için craven onu özgürce istediği noktaya çekme hakkını akıllıca kullanmış durumda. bunun en bariz örneği; freddy'nin yeniden güç kazanmak ve bir bedene bürünmek için jesse karakterinin vücuduna el koyması.
1987 yılında üçüncü film (dream warriors) çekiliyor ve seri kaldığı yerden devam ediyor. bu filmi önemli noktaya taşıyan iki detay var:
1- daha sonraki filmlerde karşımıza çıkacak olan kristen karakteri seriye bu film ile giriyor. kendisinin insanları rüyaların içine çekebiliyor olması zaten bu ve bundan sonraki iki filmin ana konusunu belirliyor aynı zamanda.
2- freddy krueger'ın geçmişine yolculuk ediyoruz ve kötülüğün kaynağına iniyoruz. yine bir klişe olan kötü kan muhabbeti de burada ortaya çıkıyor zaten. ek olarak hikayeye değinmek gerekirse; rahibe mary helena, rehabilitasyon merkezine ait azılı suçluların tutulduğu ek binada üç gün boyunca mahsur kalıyor ve bu süreçte onlarca suçlu tarafından tecavüze uğruyor. tamamen perişan ve yarı delirmiş hâlde oradan kurtarılıyor fakat dokuz ay sonra freddy doğuyor. filmde sık sık onun kötü kana sahip olduğu ve onlarca suçlunun çocuğu olduğuna değiniliyor.
bu filmin güzel yanı hayatta kalan çok fazla karakter olması. normalde ilk iki filmde neredeyse herkesi öldüren craven istisna yaparak çoğu karakteri hayatta bırakmayı -sonraki filmde öldürmek için- tercih ediyor. normalde rüyalarda sonsuz bir güce sahip olan freddy çoğu kurbanını hızlıca öldürüp geçiyordu ve onların uykuya direnmek dışında yapabilecekleri pek bir şey yoktu ama bu film ile beraber tek taraflı bir katliamdan ziyade bir mücadele de başlamış oldu.
son olarak craven burada ufak bir şaşırtmaca yapmak için nancy'nin ilk filmdeki evinin önemli bir detay olduğu fikrini iyice izleyicinin kafasına sokuyor (kristen karakterinin düzenli olarak hiç görmediği bu evin maketini yapması ve aniden rüyalarında bu evde uyanmaya başlaması)
sonraki iki film (dream master ve dream child) ise serinin yavaş yavaş düşüşe geçtiği ve vasat olarak değerlendirebileceğimiz filmler. 1988 yılında çekilen dream master tamamen kristen karakteri üzerine ilerlerken 89 yapımı dream child filmi daha çok kristen'ın oğlu üzerine şekillenmiştir. önceki filmde karşımıza iyi niyetli bir ruh olarak çıkan rahibe mary helena (freddy'nin annesi) bu iki filmde de yer alıyor. daha çok freddy karakterinin kendine has mizahı ve öldürme biçimleri için katlanılabilecek filmler.
91 yapımı altıncı film (final nightmare) muhtemelen serinin en komedi unsuru barındıran filmi yine de bu durum filmi kurtarmaya yetmiyor çünkü serinin açık ara en kötü filmi. her şeye rağmen craven tarafından çekilmemiş iki elm street filminin bu filmden daha berbat olduğu da ortada.
serinin son filmi olma özelliğini taşıyan yedinci film (new nightmare) ise craven'ın sert mizahından nasibini alıyor. filmin kadrosunda nancy karakterini oynayan heather langenkamp ismini görünce; "craven muhtemelen ağır saçmalıyor bu kadın üçüncü filmde ölmemiş miydi?" diye düşünüp filmi izlemeyi bir süre reddettim ama craven böyle bir seriyi olabilecek en iyi şekilde sonlandırmış.
heather langenkamp bu filmde karşımıza nancy olarak değil a nightmare on elm street serisinin yıldızı parlayan oyuncusu yani kendisi olarak çıkıyor. heather'ın yeni bir film projesi için çağrılmasından sonra craven'ın yeni bir a nightmare on elm street filminin senaryosu üzerine çalıştığı söyleniyor ve heather bu durumdan rahatsızlık duymaya başlıyor. daha sonra oğlunun gördüğü rüyalar ve etrafında şekillenen tanıdık ölümler yüzünden heather freddy'nin gerçek olduğunu düşünmeye başlıyor ve craven ile irtibata geçiyor. burada oldukça hoş bir detay var; seri boyunca freddy korkulardan beslendi ve onu tamamen yok etmenin tek yolu damnatio memoriae'ydi. heather freddy'nin gerçek olduğuna inandıkça ve craven senaryoyu yazmaya devam ettikçe gerçek hayattaki saf kötülük büyük korkuların şeklini almaya başladı. yani seri boyunca korkulardan beslenen freddy, beyaz perdeden dışarı yine bu korku sayesinde çıkmış oldu.
bu kadar güzel bir finalden sonra wes craven imzası olmayan sekizinci film freddy vs. jason - friday the 13th - çekildi. bu film yine biraz tahammül edilebilirdi çünkü hem freddy'nin çarpık mizah anlayışı korunmuştu hem de teen slasher izleyicisi zaten bu iki karakteri bir arada izlemek istiyordu ama daha sonra 2010 yılında çekilen film tam olarak fiyaskodan başka bir şey değildi; freddy karakterinin komedi unsurunu yok sayıp tamamen korkutucu bir figür yaratmak isteyerek ucuz bir kopya yapmaktan öteye geçemediler çünkü bu seri freddy'nin çarpık mizah anlayışından besleniyordu. bu detayı bile isteye yok sayarak basit bir korku filmi ortaya çıkarmaları bir yana daha iyi efektler kullanmak bile kurtarıcı etken olamadı.
kincaid: see you in hell!
freddy krueger: tell them freddy sent you.
- a nightmare on elm street 4: the dream master
devamını gör...
tarhana çorbası
ben bu çorbayı 30 yaşımla beraber sevdim dedirten çorba. daha önce neden sevmemişim bilmiyorum.
(bkz: zamanla değişen damak tadı)
(bkz: zamanla değişen damak tadı)
devamını gör...
