birine bir şey yedirirken senin de ağzının o lokmayı yer gibi açılması
başlıkta bilmem anlatabildim mi ama bu durum çok dikkatimi çekiyor sözlük. ağzına lokma uzattığım kişi ağzını açtığı anda benim de ağzım hayali bir lokmayı alıyor adeta. bunun bir sebebi var mı acaba? çocukken lokmalarımı mı saydılar bilemiyorum.
devamını gör...
körlük
tıbbi olan durum dışında bazen de insanın gözünün önünde olanı görememesi sonucunda ona atfedilen sıfattır.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
senin kollarını kestiler, benim gözlerimi oydular
onun elini tut dediler sana, gör dediler sonra bana
elini tutan kolsuz kadını gören kör adama
görme emri veren sesi duydum ben işte o an
ağlıyordu, zafer deyip sığındığı zavallılıkta.
onun elini tut dediler sana, gör dediler sonra bana
elini tutan kolsuz kadını gören kör adama
görme emri veren sesi duydum ben işte o an
ağlıyordu, zafer deyip sığındığı zavallılıkta.
devamını gör...
hidano
çok tatlı bir yazar. çok sevdim kendisini. mükemmel bir enerjisi var.
devamını gör...
makyajını sil tecavüzden kurtul
zihni ve kalbi kararmış olanlatın bi ülkesi yok heryerdeler dedirten reklam.
devamını gör...
anın fotoğrafı
devamını gör...
hayvanları kötüleyen atasözü ve deyimler
her türlü ayrımcılığı yapmakta sınır tanımayan insan türünün cinsiyetçilik ve ırkçılıktan önce çağlar boyunca yaptığı türcülüğe verilebilecek en alâ örneklerdir. köpekler, katırlar, eşekler, horozlar, kurtlar, kuzular... dünyayı anlamlandırmaya çalışırken günahlarını aldığımız biricik tabiat dostlarımız. dilimize çekidüzen vermenin vakti geldi de geçiyor. türcülük de diğer ayrımcılıklar gibi muhakkak kınanmalı.
ilgili kaynak
örnekler:
eşek hoşaftan ne anlar.
itle yatan bitle kalkar.
katıra (eşeğe) cilve yap demişler, çifte (tekme) atmış.
it derisinden post olmaz.
katıra baban kim demişler, dayım at demiş.
kaz kafalı .
köpeğe dalaşmaktan çalıyı dolanmak yeğdir.
ilgili kaynak
örnekler:
eşek hoşaftan ne anlar.
itle yatan bitle kalkar.
katıra (eşeğe) cilve yap demişler, çifte (tekme) atmış.
it derisinden post olmaz.
katıra baban kim demişler, dayım at demiş.
kaz kafalı .
köpeğe dalaşmaktan çalıyı dolanmak yeğdir.
devamını gör...
soğuk hali daha güzel olan yemekler
yaprak sarma.
devamını gör...
klavyenize bıktım yazdıktan sonra çıkan kelime
bıktım artık bu gün de uyandık noldu gardaş noldu gene.
devamını gör...
film önerileri
film önerisi diye filmin adını yazmak yerine, kim hangi filmi neden önerdiğini yazarsa bence daha anlamlı olur. misal ben en son the hunted filmini izledim.
benicio del toro oynuyor. bu adamın filmlerini seviyorum. filmin konusuna gelirsek, tanrı ibrahim'e diyor ki oğlunu benim için kurban et. ibrahim de oğlunu kurban edecekken tanrı ona kurban etmesi için bir koç yolluyor.
film bu anlatı ile başlıyor. filmin ana teması bu ama film aslında aksiyon filmi. özel kuvvetlerde görevli bir asker post travmatik stres bozukluğu yaşıyor. herkesi öldürmeye başlıyor.
1 adam herkese karşı filmlerinden biri ama fark şu. silahla değil bıçakla savaşan bir asker bu.
benicio del toro oynuyor. bu adamın filmlerini seviyorum. filmin konusuna gelirsek, tanrı ibrahim'e diyor ki oğlunu benim için kurban et. ibrahim de oğlunu kurban edecekken tanrı ona kurban etmesi için bir koç yolluyor.
film bu anlatı ile başlıyor. filmin ana teması bu ama film aslında aksiyon filmi. özel kuvvetlerde görevli bir asker post travmatik stres bozukluğu yaşıyor. herkesi öldürmeye başlıyor.
1 adam herkese karşı filmlerinden biri ama fark şu. silahla değil bıçakla savaşan bir asker bu.
devamını gör...
sosyoloji
sosyoloji toplum bilimidir. toplumsal anlamda her hareket; değişim, gelişim, toplumsal gruplar, cinsiyet, tarih, psikoloji, bilim, medya, din, suç, vb. sosyolojinin alanına girer. koca bir derya denizdir yani.
eğitim süreci kişiye farklı bakış açıları kazandırmayı hedefler ve sistemli düşünebilmeyi öğretir. fakat özellikle yaşadığı toplumu anlamak isteyen kişi için sosyoloji eğitimi almış olmak yeterli değil maalesef.
temellerini saint-simon'un attığı ve modern anlamda comte ile başlayan, durkheim, marx, weber, spencer, j.s. mill, ve günümüze kadar yaşamış daha bir çok sosyoloğu okuyup anlamak tabiri caizse hatmetmek gerek.
aynı zamanda iyi bir gözlemci olmak, günü gündemi iyi okuyabilmek, tarihi de iyi bilmek gerekir.
yani ilgi duymayan, merak etmeyen de okur bitirir bir şekilde ve bir diploma sahibi olur fakat sosyolog olmak bambaşka bir şey.
eğitim süreci kişiye farklı bakış açıları kazandırmayı hedefler ve sistemli düşünebilmeyi öğretir. fakat özellikle yaşadığı toplumu anlamak isteyen kişi için sosyoloji eğitimi almış olmak yeterli değil maalesef.
temellerini saint-simon'un attığı ve modern anlamda comte ile başlayan, durkheim, marx, weber, spencer, j.s. mill, ve günümüze kadar yaşamış daha bir çok sosyoloğu okuyup anlamak tabiri caizse hatmetmek gerek.
aynı zamanda iyi bir gözlemci olmak, günü gündemi iyi okuyabilmek, tarihi de iyi bilmek gerekir.
yani ilgi duymayan, merak etmeyen de okur bitirir bir şekilde ve bir diploma sahibi olur fakat sosyolog olmak bambaşka bir şey.
devamını gör...
kuddas ekmeği
son akşam yemeğinde isa’nın benim etimdir diyerek havarilerine ikram ettiği ekmektir. isa ayrıca benim kanımdır diyerek kuddas ekmeğini daha iyi yutabilsinler diye havarilerine şarap da ikram etmiştir.
yemek güzel hoş devam eder, herkes masadaki yemeklerin tadını çıkarırken isa biraz huzursuzdur. masada bulunan fasulye yahnisi, kuzu eti, zeytin, acı otlar, balık sosu, mayasız ekmek, hurma ve aromalı şaraba zar zor elini süren isa birden aranızdan biri bana ihanet edecek deyince herkesin yemeği boğazında kalır.
yehuda ne şarabı ne kuddas ekmeğini önemser o an ve asla ihanet etmeyeceğini söyler. isa ise sen sabaha kalmaz üç kere beni inkar edersin der. olurdu olmazdı derken gerçekten de isa haklı çıkar ve yehuda isa’ya ihanet eder.
bu gece yaşananların hatrına ekmek ve şarap ayni düzenler bir kısım hristiyan kiliseleri. hepsinde aynı mantık yürütülse de uygulamada farklar olabilir. bu ayninin düzenlenme sıklığı kiliseden kiliseye değişmektedir. bu ayinde kullanılan ekmek isa’nın etini ve şarap da isa’nın kanını simgeler, tıpkı son akşam yemeğinde isa’nın havarilerine söylediği gibi.
yemek güzel hoş devam eder, herkes masadaki yemeklerin tadını çıkarırken isa biraz huzursuzdur. masada bulunan fasulye yahnisi, kuzu eti, zeytin, acı otlar, balık sosu, mayasız ekmek, hurma ve aromalı şaraba zar zor elini süren isa birden aranızdan biri bana ihanet edecek deyince herkesin yemeği boğazında kalır.
yehuda ne şarabı ne kuddas ekmeğini önemser o an ve asla ihanet etmeyeceğini söyler. isa ise sen sabaha kalmaz üç kere beni inkar edersin der. olurdu olmazdı derken gerçekten de isa haklı çıkar ve yehuda isa’ya ihanet eder.
bu gece yaşananların hatrına ekmek ve şarap ayni düzenler bir kısım hristiyan kiliseleri. hepsinde aynı mantık yürütülse de uygulamada farklar olabilir. bu ayninin düzenlenme sıklığı kiliseden kiliseye değişmektedir. bu ayinde kullanılan ekmek isa’nın etini ve şarap da isa’nın kanını simgeler, tıpkı son akşam yemeğinde isa’nın havarilerine söylediği gibi.
devamını gör...
gogol’un dar paltosu
gerçek entellektüelliğin zirvesinde.
devamını gör...
dünyevi zevkler bahçesi
dünyevi zevkler bahçesi, hieronymus bosch’un en çok tanınan eserlerinden birisidir. günümüzde madrid, prado’da yer alan ve yaklaşık olarak 1500 yılında tamamlanan bu triptiğin orta panosu şehvete, dünyevi eğlencelere adanmıştır. bu tablo bir orta panel ve üzerine kapanan iki yan panelden oluşmaktadır. tablonun sol panelinde, adem ile havva ve hayvanlar eşliğinde cennet tasvir edilir. orta panelde pek çok çıplak figür, eşsiz güzellikte meyveler ve kuşlarla birlikte dünyevi zevkler; sağ panelde ise günahkârların değişik biçimlerde cezalandırılışının gösteridiği cehennem resmedilmiştir.
üç parçalı bu tablonun sol panelinde cennet ve burada havva'nın yaratılışı ve yaşam pınarı; sağ panelinde ise cehennem tasvir edilmektedir. resmin tamamına adını veren orta bölüm ise yaşamdaki haz ve zevkleri temsil etmektedir. cennetle cehennem arasında kalan bu zevkler, günaha yapılan bir göndermeden başka bir şey değildir. kendini türlü dünyevi zevklere kaptıran insanlığı resmediyor.
resimde, anlamı daha bir gizemli olan temsillerin yanı sıra, erotizmi temsil eden güçlü göndermeler de vardır. çiçeklerin geçici güzelliği ve meyvelerin tadı kırılganlığa ve mutlulukla eğlencenin geçici karakterine yönelik bir mesaj veriyor. bu mesaj, resimdeki belli gruplarca da doğrulanmakta, örneğin, sol tarafta cam bir fanusta bulunan çift, büyük olasılıkla bir flaman atasözüne göndermede bulunuyor: "mutluluk cama benzer, kısa sürede kırılır".
üç parçalı tablo kapandığında, içinde tanrı'nın da bulunduğu, dünyanın yaratılışının üçüncü gününü tasvir eden flu renkli bir görünüm elde edilir. orta parçanın üstüne kapanan kenar parçaların üstünde de şunlar yazılıdır: "o öyle dedi ve her şey oldu" ve "o emretti ve her şey yaratıldı".
ahlak dersi vermeye yönelik olan bu yapıt, bosch'un en esrarengiz, karmaşık ve güzel yaratılarından biridir. bosch bunu yaşamının sonlarına doğru yapmıştır.
- - -
aşağıda yazanlar dufour, alessia devitini(2002), artbook bosch- hayal gücünün derinlikleri kitabından alıntılanmıştır.
dünyevi zevkler bahçesi’nin sol panosu, baştan çıkarılma ya da cennetten kovulma temalarını değil, havva’nın yaratılışı ve isa kılığındaki tanrı tarafından havva’nın adem’e sunuluşunu işler. kompozisyonun ortasındaki çeşmeyi çevreleyen havuzdan düşsel hayvanlar su içer. bunlar ortaçağın hayvanlar alemi kitaplarından alınmıştır ve aralarında birkaç geyik ile insanlığın ilk günah’tan önceki saflığının simgesi olan beyaz bir tek boynuz resmedilmiştir. aynı hayvanlar, orta panodaki hayvanlar alayı arasında da görülür bu da iki sahnenin birbiriyle bağlantılı olma ihitimalini güçlendirmektedir. hayal ürünü yapılarda, somut geometrik biçimlerle kaynaşan doğal ögeler görülür. renkli görkemli yapıların çatıları arasında ve dışında kuş sürüleri uçuşur. bu mimari ile ortadaki bahçe panosu arasındaki benzerlikler, çevrelerin aynı olduğunu düşündürür ve iki olayı birbirine bağlar: şehvet günahı, kadının yaratılışının mantıksal bir sonucu olarak görülür.
bahçenin tam ortasında yıkanan çıplak kadınlar, tuhaf hayvanlara binmiş çıplak erkeklerle çevrili bir havuz vardır. bahçenin olağandışı hayvanları arasında, aslan ile kuşun birleşimi olan grifon da vardır. gökyüzünde süzülen yaratığa, üstüne kırmızı renkli bir kuşun tünediği dalı tutan bir insan binmiştir. kırmızı renk, simya sembolizmiyle ilişkilendirilir. bosch’un karakterleri arasında bazen siyah erkek ve kadınlar görülür. siyah simyada maddenin ilk hali anlamındadır. çıplak dişi figürler, bosch’un kadınlarla ilişkilendirdiği kışkırtıcı imgeyi ortaya koyar. şehvet günahı, birbirlerine dokunan bir çift aşıkla imgelenir. aşıklar, suda açan bir çiçeğin uzantısı olan büyük saydam bir kürenin içindedirler. cam küre motifi de hem simyacıların araçlarıyla hem de eski bir flaman atasözüyle bağlantılıdır: “mutluluk hemen kırılan bir cama benzer.”
dünyevi zevkler bahçesi için tasarlanan karmaşık alegorik anlatımın sonuç kısmında geri dönüşü mümkün olmaksızın günaha düşmüş insan, hak ettiği üzere korkunç şekilde cezalandırılır. müzisyenler cehennemi, asıl işlevinin dışında kullanılan çalgılara yer verilmesi nedeniyle bu ismi almıştır. lavta burada işkence yapılan bir alettir. işkence yapılan günahkar insanın kaba etlerine yazılan melodiler şeytani yaratıklar tarafından koro halinde seslendirilir. kuş kafalı bir yaratık, lanetli insanları yutar ve dışkı olarak bir havuza boşaltır. bu havuza bir cimri altın dışkılar, oburluğu yüzünden bir diğeri de yediği yemeği kusar. şeytani yaratığın tahtının dibinde, göğsüne kurbağa resmedilmiş çıplak bir kadın uzanmaktadır ve bir şeytanın arkasındaki aynada da yüzünün aksi görülür, bu suç işlemenin cezası olarak betimlenir.
hayvanlar, bosch’un hayal dünyasının başlıca karakterleridir. filler ve zürafalar gibi egzotik ülkeleri anımsatan hayvanlar, daha yaygın ve ortaçağa ait hayvan kitaplarında sahip oldukları simgesel değerler için seçilmiş başka hayvanlarla birlikte görülür. balıklar canlıyken şehvetin, genelde ise günahın simgesidir. baykuş konuya göre bilgeliği ya da sapkınlığı simgeler ve kurbağa da vücut bulmuş şeytan olarak betimlenir. sürüngen vücutlarının insan yüzleri, kuş kanatları ve böcek bacaklarıyla birleştiği ürkütücü figürler bosch’un evreninde varoluşun altında yatan kötülüğün bir imgesidir.
yangınla viran olan kentler, alevlerle sarılmış kuleler ve cehennem betimlemelerinde büyük etkiler yaratan çok büyük boyutlarda yangınlar, sanatçının ilk eserlerinden son eserlerine kadar sanatının simgesini oluşturmaktadır. yangın motifi, sanatçının belleğindeki önemli bir olayla ilişkilidir. 13 haziran 1463’te hertogenbosch kenti bir yangında küle dönmüş ve sanatçının hafızasında bu olay kalıcı bir izlenim yaratmıştır. eserlerindeki cehennem sahneleri, incil’de sapkınlıklarla dolup taştığı için tanrı tarafından ateş ve kükürt ile yok edilen sodom ile gomore’nin anlatıldığı bölümleri tema alır. incil’de anlatılan kentlerin kullanımı, ahlaki çöküş içindeki toplumuna yöneltilmiş bir eleştiridir.
üç parçalı bu tablonun sol panelinde cennet ve burada havva'nın yaratılışı ve yaşam pınarı; sağ panelinde ise cehennem tasvir edilmektedir. resmin tamamına adını veren orta bölüm ise yaşamdaki haz ve zevkleri temsil etmektedir. cennetle cehennem arasında kalan bu zevkler, günaha yapılan bir göndermeden başka bir şey değildir. kendini türlü dünyevi zevklere kaptıran insanlığı resmediyor.
resimde, anlamı daha bir gizemli olan temsillerin yanı sıra, erotizmi temsil eden güçlü göndermeler de vardır. çiçeklerin geçici güzelliği ve meyvelerin tadı kırılganlığa ve mutlulukla eğlencenin geçici karakterine yönelik bir mesaj veriyor. bu mesaj, resimdeki belli gruplarca da doğrulanmakta, örneğin, sol tarafta cam bir fanusta bulunan çift, büyük olasılıkla bir flaman atasözüne göndermede bulunuyor: "mutluluk cama benzer, kısa sürede kırılır".
üç parçalı tablo kapandığında, içinde tanrı'nın da bulunduğu, dünyanın yaratılışının üçüncü gününü tasvir eden flu renkli bir görünüm elde edilir. orta parçanın üstüne kapanan kenar parçaların üstünde de şunlar yazılıdır: "o öyle dedi ve her şey oldu" ve "o emretti ve her şey yaratıldı".
ahlak dersi vermeye yönelik olan bu yapıt, bosch'un en esrarengiz, karmaşık ve güzel yaratılarından biridir. bosch bunu yaşamının sonlarına doğru yapmıştır.
- - -
aşağıda yazanlar dufour, alessia devitini(2002), artbook bosch- hayal gücünün derinlikleri kitabından alıntılanmıştır.
dünyevi zevkler bahçesi’nin sol panosu, baştan çıkarılma ya da cennetten kovulma temalarını değil, havva’nın yaratılışı ve isa kılığındaki tanrı tarafından havva’nın adem’e sunuluşunu işler. kompozisyonun ortasındaki çeşmeyi çevreleyen havuzdan düşsel hayvanlar su içer. bunlar ortaçağın hayvanlar alemi kitaplarından alınmıştır ve aralarında birkaç geyik ile insanlığın ilk günah’tan önceki saflığının simgesi olan beyaz bir tek boynuz resmedilmiştir. aynı hayvanlar, orta panodaki hayvanlar alayı arasında da görülür bu da iki sahnenin birbiriyle bağlantılı olma ihitimalini güçlendirmektedir. hayal ürünü yapılarda, somut geometrik biçimlerle kaynaşan doğal ögeler görülür. renkli görkemli yapıların çatıları arasında ve dışında kuş sürüleri uçuşur. bu mimari ile ortadaki bahçe panosu arasındaki benzerlikler, çevrelerin aynı olduğunu düşündürür ve iki olayı birbirine bağlar: şehvet günahı, kadının yaratılışının mantıksal bir sonucu olarak görülür.
bahçenin tam ortasında yıkanan çıplak kadınlar, tuhaf hayvanlara binmiş çıplak erkeklerle çevrili bir havuz vardır. bahçenin olağandışı hayvanları arasında, aslan ile kuşun birleşimi olan grifon da vardır. gökyüzünde süzülen yaratığa, üstüne kırmızı renkli bir kuşun tünediği dalı tutan bir insan binmiştir. kırmızı renk, simya sembolizmiyle ilişkilendirilir. bosch’un karakterleri arasında bazen siyah erkek ve kadınlar görülür. siyah simyada maddenin ilk hali anlamındadır. çıplak dişi figürler, bosch’un kadınlarla ilişkilendirdiği kışkırtıcı imgeyi ortaya koyar. şehvet günahı, birbirlerine dokunan bir çift aşıkla imgelenir. aşıklar, suda açan bir çiçeğin uzantısı olan büyük saydam bir kürenin içindedirler. cam küre motifi de hem simyacıların araçlarıyla hem de eski bir flaman atasözüyle bağlantılıdır: “mutluluk hemen kırılan bir cama benzer.”
dünyevi zevkler bahçesi için tasarlanan karmaşık alegorik anlatımın sonuç kısmında geri dönüşü mümkün olmaksızın günaha düşmüş insan, hak ettiği üzere korkunç şekilde cezalandırılır. müzisyenler cehennemi, asıl işlevinin dışında kullanılan çalgılara yer verilmesi nedeniyle bu ismi almıştır. lavta burada işkence yapılan bir alettir. işkence yapılan günahkar insanın kaba etlerine yazılan melodiler şeytani yaratıklar tarafından koro halinde seslendirilir. kuş kafalı bir yaratık, lanetli insanları yutar ve dışkı olarak bir havuza boşaltır. bu havuza bir cimri altın dışkılar, oburluğu yüzünden bir diğeri de yediği yemeği kusar. şeytani yaratığın tahtının dibinde, göğsüne kurbağa resmedilmiş çıplak bir kadın uzanmaktadır ve bir şeytanın arkasındaki aynada da yüzünün aksi görülür, bu suç işlemenin cezası olarak betimlenir.
hayvanlar, bosch’un hayal dünyasının başlıca karakterleridir. filler ve zürafalar gibi egzotik ülkeleri anımsatan hayvanlar, daha yaygın ve ortaçağa ait hayvan kitaplarında sahip oldukları simgesel değerler için seçilmiş başka hayvanlarla birlikte görülür. balıklar canlıyken şehvetin, genelde ise günahın simgesidir. baykuş konuya göre bilgeliği ya da sapkınlığı simgeler ve kurbağa da vücut bulmuş şeytan olarak betimlenir. sürüngen vücutlarının insan yüzleri, kuş kanatları ve böcek bacaklarıyla birleştiği ürkütücü figürler bosch’un evreninde varoluşun altında yatan kötülüğün bir imgesidir.
yangınla viran olan kentler, alevlerle sarılmış kuleler ve cehennem betimlemelerinde büyük etkiler yaratan çok büyük boyutlarda yangınlar, sanatçının ilk eserlerinden son eserlerine kadar sanatının simgesini oluşturmaktadır. yangın motifi, sanatçının belleğindeki önemli bir olayla ilişkilidir. 13 haziran 1463’te hertogenbosch kenti bir yangında küle dönmüş ve sanatçının hafızasında bu olay kalıcı bir izlenim yaratmıştır. eserlerindeki cehennem sahneleri, incil’de sapkınlıklarla dolup taştığı için tanrı tarafından ateş ve kükürt ile yok edilen sodom ile gomore’nin anlatıldığı bölümleri tema alır. incil’de anlatılan kentlerin kullanımı, ahlaki çöküş içindeki toplumuna yöneltilmiş bir eleştiridir.
devamını gör...
post-rock
atmosfer odaklı, sesten manzaralar çizen bir rock müzik dalı. isminden anlaşılabileceği üzere klasik rock müzikten devasa farklılıklar içerir. caz, klasik müzik, ambient, elektronik müzik, noise, drone, psychedelic rock, progressive rock, post-punk, math rock, indie rock ilham kaynaklarından sadece bazıları. tabii bu ilhamın hangi türden ne ölçüde alındığı da gruptan gruba büyük farklılıklar gösteriyor.
"post-rock bir nevi rock'ın müzikal altyapısının bazı değişikliklerle birlikte rock-vari olmayan amaçlar için kullanımıdır" şeklinde sık rastlanan bir tanımı da vardır.
şarkı yapıları büyük çeşitlilik gösterir, ancak türle bağdaştırılan genel yapı sakince başlayıp zamanla hızlanan ve agresifleşen türden. özellikle bu sebepten dolayı 3. dalga post-rock gruplarını (yani günümüzdeki grupları) crescendocore diyerek alaya alan insanlar da var, çok ayıp ediyorlar.* (gerçi ortada türeyen sayısız explosions in the sky klonunu göz önünde bulundurursak çok da haksız değiller)
bu hızlanma sürecinin zirvesinde genelde davulcu coşar ve gitarist durduk yere tremolo yapmaya başlayabilir.*
gruplar çoğunlukla vokalist içermez, ama şarkılarda bazı konuşma samplelarının kullanımına rastlanabilir.
tabii bunların hiçbirine uymayan gruplar da mevcut çünkü post-rock çok geniş bir tür.
math rock türünden önemli ölçüde etkilenmiştir, hatta post-rock'un varlığını post-punk ve math rock'a borçluyuz bile denebilir. türün öncüsü sayılan 1. dalga slint, talk talk gibi gruplar günümüzde oluşan post-rock kalıplarına pek uymazlar ancak tabii ki önemleri yadsınamaz.
1. dalga gruplar genel olarak tür henüz ortaya çıkarken müzik yaptıkları için çok çeşitlilik gösteriyorlar ve ortak bir kalıba oturtmak zor, synthpop'tan post-hardcore'a uzanan geniş bir ilham havuzları var.
türün genel olarak en tanınan grupları türe günümüzdeki şeklini veren 2. dalga gruplar ki bunlardan bazıları godspeed you! black emperor, explosions in the sky, sigur ros, mogwai, mono oluyor. bunların müzikleri yine çeşitlilik gösterse de benzer örüntüler görmek daha kolay.
ayrıca metal ile de çok sıkı fıkı olabiliyor. post-metal aracılığıyla black metal, sludge metal, death metal, doom metal gibi birçok türle etkileşime geçtiği görülebilir.
son olarak şahsi görüşlerimi açıklayacak olursam, her müzikte olabildiği gibi post-rock'ta da ticari amaçlarını ön planda tutan gruplar mevcut ancak genel olarak samimimiyetine inandığım ve deneysellikten ödün vermeyen, herkesin sevebileceği gruplar bulabileceğine de inandığım bir tür.
"post-rock bir nevi rock'ın müzikal altyapısının bazı değişikliklerle birlikte rock-vari olmayan amaçlar için kullanımıdır" şeklinde sık rastlanan bir tanımı da vardır.
şarkı yapıları büyük çeşitlilik gösterir, ancak türle bağdaştırılan genel yapı sakince başlayıp zamanla hızlanan ve agresifleşen türden. özellikle bu sebepten dolayı 3. dalga post-rock gruplarını (yani günümüzdeki grupları) crescendocore diyerek alaya alan insanlar da var, çok ayıp ediyorlar.* (gerçi ortada türeyen sayısız explosions in the sky klonunu göz önünde bulundurursak çok da haksız değiller)
bu hızlanma sürecinin zirvesinde genelde davulcu coşar ve gitarist durduk yere tremolo yapmaya başlayabilir.*
gruplar çoğunlukla vokalist içermez, ama şarkılarda bazı konuşma samplelarının kullanımına rastlanabilir.
tabii bunların hiçbirine uymayan gruplar da mevcut çünkü post-rock çok geniş bir tür.
math rock türünden önemli ölçüde etkilenmiştir, hatta post-rock'un varlığını post-punk ve math rock'a borçluyuz bile denebilir. türün öncüsü sayılan 1. dalga slint, talk talk gibi gruplar günümüzde oluşan post-rock kalıplarına pek uymazlar ancak tabii ki önemleri yadsınamaz.
1. dalga gruplar genel olarak tür henüz ortaya çıkarken müzik yaptıkları için çok çeşitlilik gösteriyorlar ve ortak bir kalıba oturtmak zor, synthpop'tan post-hardcore'a uzanan geniş bir ilham havuzları var.
türün genel olarak en tanınan grupları türe günümüzdeki şeklini veren 2. dalga gruplar ki bunlardan bazıları godspeed you! black emperor, explosions in the sky, sigur ros, mogwai, mono oluyor. bunların müzikleri yine çeşitlilik gösterse de benzer örüntüler görmek daha kolay.
ayrıca metal ile de çok sıkı fıkı olabiliyor. post-metal aracılığıyla black metal, sludge metal, death metal, doom metal gibi birçok türle etkileşime geçtiği görülebilir.
son olarak şahsi görüşlerimi açıklayacak olursam, her müzikte olabildiği gibi post-rock'ta da ticari amaçlarını ön planda tutan gruplar mevcut ancak genel olarak samimimiyetine inandığım ve deneysellikten ödün vermeyen, herkesin sevebileceği gruplar bulabileceğine de inandığım bir tür.
devamını gör...
sincaplara doğum kontrol hapı projesi
bunlara bağlı olan avusturalya geçen sene çok şu içiyorlar diye binlerce deve öldürdüler. bunlar için kendilerinden başka önemli kimse yok.
devamını gör...
boris pasternak
rus şair hatta şairlerin şairi boris pasternak veya tam adıyla boris leonidoviç pasternak yalnızca şair olarak anılmaması gereken bir isim. rainer maria rilke, paul verlaine ve william shakespeare gibi edebiyatın önemli isimlerinin eserlerini rusçaya çevirmiştir şairliğinin yanı sıra. pasternak sanatın içine doğmuştur ve çağdaşlarının aksine görece rahat bir hayata gözlerini açmıştır. belki biraz bu durumdan ötürü belki de birinci dünya savaşına katılamayacak durumda olmasından eserlerinde savaşın tahribatı görülmez, daha çok doğa ile iç içe ve aşk üzerine yazmıştır ama döneminin şartları gereği toplumdan da tam olarak kopması mümkün olmamış bu yüzden kendi şiir anlayışının içine yedirmiştir bu durumu. hayatı boyunca çoğu kez eserleri sansüre uğramış, yasaklanmış ve hatta hayatının sonlarına doğru kanser ile mücadele ederken ülkesinden sürülme ihtimali ile karşı karşıya kalmıştır ve zaten en sonunda da kansere yenik düşmüştür. erken dönem eserlerine bakıp kendisine sembolist demek ne kadar doğru olur bilmiyorum bana kalırsa pasternak sınırlandırılabilecek bir isim olmamıştır zaten hiç. 50 yaşlarının ortalarındayken olga ivinskaya ile tanışmış ve daha sonra şiirlerinde onun izleri de görülmüştür.
cemal süreya çevirisi ile öyledir öyle başlar şiiri:
insan iki yaşında da öyle başlar işte
ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan,
cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre,
derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından.
öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya,
kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne,
sen misin bu, bir başkası mı yoksa,
yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de
bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi?
bu dökülen, bu inen bir park kanepesine,
nedir? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi?
öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine.
arttıkça artan kıvamını bulan acılardan:
yüreğinde ulaşılamayanın özlemi, uzak yıldızlar,
faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman
öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar.
uçaraktan yüce yüce gök katlarından
çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar,
ve denizler bir iççekiş kadar ansızın,
işte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar.
yulafların üstünde, sırtüstü,yaz geceleri,
yakarır durur: her şey yerini alsın diye,
sakınarak gözünden şafağı ve evreni
öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle.
öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle.
cemal süreya çevirisi ile öyledir öyle başlar şiiri:
insan iki yaşında da öyle başlar işte
ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan,
cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre,
derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından.
öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya,
kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne,
sen misin bu, bir başkası mı yoksa,
yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de
bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi?
bu dökülen, bu inen bir park kanepesine,
nedir? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi?
öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine.
arttıkça artan kıvamını bulan acılardan:
yüreğinde ulaşılamayanın özlemi, uzak yıldızlar,
faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman
öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar.
uçaraktan yüce yüce gök katlarından
çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar,
ve denizler bir iççekiş kadar ansızın,
işte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar.
yulafların üstünde, sırtüstü,yaz geceleri,
yakarır durur: her şey yerini alsın diye,
sakınarak gözünden şafağı ve evreni
öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle.
öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
bir süredir, uzaklardan seviyorum seni. şimdi gel yakınıma yakından sev beni desen nasıl severdim seni inan ki bilmiyorum.
mesela tenine dokununca ne olurdu parmaklarıma?
diyelim ki artık bir adım ötemdesin, sarılabiliyorum sana.
nasıl sarardım seni kim bilir?
gölün kenarında bir bankta, güneşin batışını izlerken,
sen o güzelim başını, omzuma koysaydın,
ne yapardı gariban omzum?
mesela oldu ya, eymirin güzelim yollarında, el ele yürürken seninle,
aklım, o gariban aklım, kaç karış havalanırdı inan ki bilmiyorum.
hani oldu ya evimizdeyiz, umut dolu, sevgi dolu yeni bir güne şiirlerle başlar, öğle yemeği yerine düz yazılar ile beslenirdik. günün akşamını hafif bir yemeğin yanında birer kadehlik kırmızı şarabımızı içerken, plakçalarımızda çalan beethoven sayesinde kulaklarımızın pası silinmiş şekilde edebiyattan konuşarak geçirip, gecesini, uykuya dalmadan önce masallar anlatarak yaşardık. bu güzel günü bu şekilde bitirmek beni nasıl mutlu ederdi bir bilsen.
hani o, kırmızı panjurlu, önünde mor menekşeler olan, küçüçük ama ahşaptan, içerisinde yüzlerce, binlerce kitabımızın olduğu evimizde, elinde kitabın uyuyakalmış ruhunu sarmalamaktan daha büyük mutluluk verici şey ne olabilirdi ki.
işte bu düşüncelerle çıksam yüreğimden senin yüreğine doğru harekete geçsem.
ve, ellerimde en güzel papatya demetleriyle, bir gün ansızın çıkıp gelsem yanına. yüreğim pırpır kanatlanmış uçacak bir durumdayken, bedenim seni görmenin heyecanıyla tirtir titrerken, ruhum ise doğuştan yarım kalan tarafını bulmanın keyfini yaşarken, dudaklarımdan hangi kelimeler dökülürdü acaba inanki bilmiyorum? kelimelerin gücü yeter miydi bu büyük karşılaşmanın manasını anlatmaya? tüm zamanlarımı anlamlı kılan bu anı, türk dil kurumunun biçare sözlüğünde bulunan kelimelerin tek tek ya da çeşitli kombinasyonlarda bir araya gelerek anlatmasını beklemek, nafile bir çaba değil de neydi?
işte o an, o sözlük yeniden yazılmalıydı. en temiz harflerden, en derin anlamlar içeren kelimeler üretilerek.
hadi oldu diyelim, hislerimi anlatır cümleler kurabildim. peki kelimeler ne denli önemliydi.
hayran hayran bakışlar, titrek konuşmalar, ateş basmaları olmayınca.
insan, konuşurdu, yazardı, çizerdi ama emek olmayınca, sevdiğin kişiye sonsuz özgürlük tanımayınca, o güzel hisleri pazarlık konusu yapmaya başlayınca, sevgi mi kalırdı ortada.
evet evet, seni hiçbir karşılık beklemeden, sonsuz bir sadakatle, içindeki çocuğu büyütmeden, değişmeni beklemeden aksine kendin olabilmeni destekler biçimde, severdim seni.
mesela tenine dokununca ne olurdu parmaklarıma?
diyelim ki artık bir adım ötemdesin, sarılabiliyorum sana.
nasıl sarardım seni kim bilir?
gölün kenarında bir bankta, güneşin batışını izlerken,
sen o güzelim başını, omzuma koysaydın,
ne yapardı gariban omzum?
mesela oldu ya, eymirin güzelim yollarında, el ele yürürken seninle,
aklım, o gariban aklım, kaç karış havalanırdı inan ki bilmiyorum.
hani oldu ya evimizdeyiz, umut dolu, sevgi dolu yeni bir güne şiirlerle başlar, öğle yemeği yerine düz yazılar ile beslenirdik. günün akşamını hafif bir yemeğin yanında birer kadehlik kırmızı şarabımızı içerken, plakçalarımızda çalan beethoven sayesinde kulaklarımızın pası silinmiş şekilde edebiyattan konuşarak geçirip, gecesini, uykuya dalmadan önce masallar anlatarak yaşardık. bu güzel günü bu şekilde bitirmek beni nasıl mutlu ederdi bir bilsen.
hani o, kırmızı panjurlu, önünde mor menekşeler olan, küçüçük ama ahşaptan, içerisinde yüzlerce, binlerce kitabımızın olduğu evimizde, elinde kitabın uyuyakalmış ruhunu sarmalamaktan daha büyük mutluluk verici şey ne olabilirdi ki.
işte bu düşüncelerle çıksam yüreğimden senin yüreğine doğru harekete geçsem.
ve, ellerimde en güzel papatya demetleriyle, bir gün ansızın çıkıp gelsem yanına. yüreğim pırpır kanatlanmış uçacak bir durumdayken, bedenim seni görmenin heyecanıyla tirtir titrerken, ruhum ise doğuştan yarım kalan tarafını bulmanın keyfini yaşarken, dudaklarımdan hangi kelimeler dökülürdü acaba inanki bilmiyorum? kelimelerin gücü yeter miydi bu büyük karşılaşmanın manasını anlatmaya? tüm zamanlarımı anlamlı kılan bu anı, türk dil kurumunun biçare sözlüğünde bulunan kelimelerin tek tek ya da çeşitli kombinasyonlarda bir araya gelerek anlatmasını beklemek, nafile bir çaba değil de neydi?
işte o an, o sözlük yeniden yazılmalıydı. en temiz harflerden, en derin anlamlar içeren kelimeler üretilerek.
hadi oldu diyelim, hislerimi anlatır cümleler kurabildim. peki kelimeler ne denli önemliydi.
hayran hayran bakışlar, titrek konuşmalar, ateş basmaları olmayınca.
insan, konuşurdu, yazardı, çizerdi ama emek olmayınca, sevdiğin kişiye sonsuz özgürlük tanımayınca, o güzel hisleri pazarlık konusu yapmaya başlayınca, sevgi mi kalırdı ortada.
evet evet, seni hiçbir karşılık beklemeden, sonsuz bir sadakatle, içindeki çocuğu büyütmeden, değişmeni beklemeden aksine kendin olabilmeni destekler biçimde, severdim seni.
devamını gör...
lazar
lazar; rab'be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla onun ayaklarını silen meryem'in kardeşiydi. hastalanıp öldü ve isa mesih de onu diriltti. bu olay yuhanna 11. bölümde geçer. lazarus sendromu da adını bu olaydan alır.
isa beytanya'ya yaklaşınca lazar'ın dört gündür mezarda olduğunu öğrendi. beytanya, yeruşalim'e on beş ok atımı kadar uzaklıktaydı. birçok yahudi, kardeşlerini yitiren marta'yla meryem'i avutmaya gelmişti. marta isa'nın geldiğini duyunca o'nu karşılamaya çıktı, meryem ise evde kaldı. marta isa'ya, “ya rab” dedi, “burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. şimdi bile, tanrı'dan ne dilersen tanrı'nın onu sana vereceğini biliyorum.” isa, “kardeşin dirilecektir” dedi. marta, “son gün, diriliş günü onun dirileceğini biliyorum” dedi. isa ona, “diriliş ve yaşam ben'im” dedi. “bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. buna iman ediyor musun?” marta, “evet, ya rab” dedi. “senin, dünyaya gelecek olan tanrı'nın oğlu mesih olduğuna iman ettim.” bunu söyledikten sonra gidip kız kardeşi meryem'i gizlice çağırdı. “öğretmen burada, seni çağırıyor” dedi. meryem bunu işitince hemen kalkıp isa'nın yanına gitti. isa henüz köye varmamıştı, hâlâ marta'nın kendisini karşıladığı yerdeydi. meryem'le birlikte evde bulunan ve kendisini teselli eden yahudiler, onun hızla kalkıp dışarı çıktığını gördüler. ağlamak için mezara gittiğini sanarak onu izlediler. meryem isa'nın bulunduğu yere vardı. o'nu görünce ayaklarına kapanarak, “ya rab” dedi, “burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” meryem'in ve onunla gelen yahudiler'in ağladığını gören isa'nın içini hüzün kapladı, yüreği sızladı. “onu nereye koydunuz?” diye sordu. o'na, “ya rab, gel gör” dediler. isa ağladı. yahudiler, “bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. ama içlerinden bazıları, “körün gözlerini açan bu kişi, lazar'ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler. isa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. isa, “taşı çekin!” dedi. ölenin kız kardeşi marta, “rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. isa ona, “ben sana, ‘iman edersen tanrı'nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi. bunun üzerine taşı çektiler. isa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. beni her zaman işittiğini biliyordum. ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.” bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “lazar, dışarı çık!” diye bağırdı. ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. isa oradakilere, “onu çözün, bırakın gitsin” dedi.
yuhanna 11:17-44
bu bölümdeki "isa ağladı" cümlesi kutsal kitap'ın en kısa ayetidir. bu ayet yanlış anlaşılabildiği için açıklamak istiyorum.
isa lazar öldüğü için ağlamadı. zaten oraya onu diriltmek için gitti. dirileceğini bildiği birinin ölümüne neden ağlasın?
isa, kadınlar ve yahudiler üzüldüğü için ağlıyordu. "meryem'in ve onunla gelen yahudiler'in ağladığını gören isa'nın içini hüzün kapladı, yüreği sızladı." yu. 11:33
yüce tanrı onların üzülmesine dayanamadığı için gözyaşı döktü! çünkü bizi sonsuz bir sevgiyle seviyor.
bu ayeti tıpkı bölümde bahsi geçen yahudilerin anladığı şekilde anlayanlar olduğu için açıklamak istedim.
size esenlik olsun.
isa beytanya'ya yaklaşınca lazar'ın dört gündür mezarda olduğunu öğrendi. beytanya, yeruşalim'e on beş ok atımı kadar uzaklıktaydı. birçok yahudi, kardeşlerini yitiren marta'yla meryem'i avutmaya gelmişti. marta isa'nın geldiğini duyunca o'nu karşılamaya çıktı, meryem ise evde kaldı. marta isa'ya, “ya rab” dedi, “burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. şimdi bile, tanrı'dan ne dilersen tanrı'nın onu sana vereceğini biliyorum.” isa, “kardeşin dirilecektir” dedi. marta, “son gün, diriliş günü onun dirileceğini biliyorum” dedi. isa ona, “diriliş ve yaşam ben'im” dedi. “bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. buna iman ediyor musun?” marta, “evet, ya rab” dedi. “senin, dünyaya gelecek olan tanrı'nın oğlu mesih olduğuna iman ettim.” bunu söyledikten sonra gidip kız kardeşi meryem'i gizlice çağırdı. “öğretmen burada, seni çağırıyor” dedi. meryem bunu işitince hemen kalkıp isa'nın yanına gitti. isa henüz köye varmamıştı, hâlâ marta'nın kendisini karşıladığı yerdeydi. meryem'le birlikte evde bulunan ve kendisini teselli eden yahudiler, onun hızla kalkıp dışarı çıktığını gördüler. ağlamak için mezara gittiğini sanarak onu izlediler. meryem isa'nın bulunduğu yere vardı. o'nu görünce ayaklarına kapanarak, “ya rab” dedi, “burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” meryem'in ve onunla gelen yahudiler'in ağladığını gören isa'nın içini hüzün kapladı, yüreği sızladı. “onu nereye koydunuz?” diye sordu. o'na, “ya rab, gel gör” dediler. isa ağladı. yahudiler, “bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. ama içlerinden bazıları, “körün gözlerini açan bu kişi, lazar'ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler. isa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. isa, “taşı çekin!” dedi. ölenin kız kardeşi marta, “rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. isa ona, “ben sana, ‘iman edersen tanrı'nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi. bunun üzerine taşı çektiler. isa gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. beni her zaman işittiğini biliyordum. ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.” bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “lazar, dışarı çık!” diye bağırdı. ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. isa oradakilere, “onu çözün, bırakın gitsin” dedi.
yuhanna 11:17-44
bu bölümdeki "isa ağladı" cümlesi kutsal kitap'ın en kısa ayetidir. bu ayet yanlış anlaşılabildiği için açıklamak istiyorum.
isa lazar öldüğü için ağlamadı. zaten oraya onu diriltmek için gitti. dirileceğini bildiği birinin ölümüne neden ağlasın?
isa, kadınlar ve yahudiler üzüldüğü için ağlıyordu. "meryem'in ve onunla gelen yahudiler'in ağladığını gören isa'nın içini hüzün kapladı, yüreği sızladı." yu. 11:33
yüce tanrı onların üzülmesine dayanamadığı için gözyaşı döktü! çünkü bizi sonsuz bir sevgiyle seviyor.
bu ayeti tıpkı bölümde bahsi geçen yahudilerin anladığı şekilde anlayanlar olduğu için açıklamak istedim.
size esenlik olsun.
devamını gör...