kovalaklık
          gösteriş düşkünü kişinin, sergilediği davranışların geneline verilen ad. (bkz: kovalak)
      
  devamını gör...
sözlük radyosu kaçak yayınları
          canlar dostlar merhaba yine bir eski kafa yayını olacak ama kaçak yayın olacak ben giriyorum kaçak yayına saat 21:00'de beklerim herkesi.
      
  devamını gör...
fotoğrafın hikayesi

fotoğraf çok normalmiş gibi gelebilir ancak ortada duran kadın ölü. 19. yüzyılda fotoğraf çektirmek lüks sayılıyormuş ve bazı aile üyeleri ölen yakınlarıyla birlikte son bir anı kalması için post-mortem(ölümden sonra) fotoğrafı çektiriyormuş. bu esnada ölen kişiyi giydirir, süsler, desteklerle dik tutarlarmış. fotoğraf makineleri kaliteli olmadığından en ufak sarsıntı fotoğrafta göründüğü için halen hayatta olan iki kişi hafif bulanık çıkarken, mevta kişinin net çıktığını görebilirsiniz.
devamını gör...
gelecekteki sevgiliye not
          göreceğim bir boş kafes
ceset kalmış çıkmış nefes
nerde o can nerde o ses
gelsen de bir gelmesen de
| osman yüksel serdengeçti
  ceset kalmış çıkmış nefes
nerde o can nerde o ses
gelsen de bir gelmesen de
| osman yüksel serdengeçti
devamını gör...
kedi tüylerinin her yerimizden çıkması
          kedinizin tüylerini her gün düzenli olarak taramanıza rağmen hala tüy döküyorsa bunun beslenme ve sağlıkla ilgisi vardır. 
1- eğer kediniz biyolojik olarak ona uygun şekilde beslenmiyorsa, tüy dökme artar. kuru mamalar, kimyasallar içeren mamalar, yeterince et içeriği olmayan mamalar, tahıllı mamalar vb . tüy dökümünü artırır. kedinizin ihtiyaçlarına göre hazırlanmış, kaliteli çiğ mama tüy dökülmesini azaltır. yine faydalı yağ asitleriyle ( omega vb ) beslenmesini desteklemek tüy dökümünün azalmasına yardımcı olur.
2- fiziksel sağlık sorunları tüy dökülmesine neden olabilir. bu tüy dökümüne neden olacak bir sağlık problemi olabileceği gibi, ağrısı, acısı, fiziksel anlamda rahatsızlığı olduğu için strese girdiği için yine aşırı tüy döküyor olabilir.
3- stres, anksiyete, depresyon gibi sorunlar kedilerde tüy dökülmesine neden olur. pek çok kedi fiziksel ve zihinsel anlamda yeterince egzersiz yapmadığı için evde strese girmektedir.
4-bazı kedi ırkları diğerlerine göre daha fazla tüy döker. sibirya kedisi, russian blue, ragdoll, american bob tail , american curly hair vb.
kedinizin tüy dökülmesini azaltmak için evde yapabileceğiniz pek çok kendin uygula yöntemi vardır. doğal yöntemlerle tüy dökülmesi kontrol altına alınabilir.
5-kediniz çok tüy döküyorsa bu aynı zamanda sürekli tüy yumakları yüzünden kusması anlamına gelir. tüy yumağı nedeniyle kusmak normal değildir. 3-6 ayda bir kusmak bir noktaya kadar kabul edilir ancak bu daha sık oluyorsa, kedinin bakımında sorun vardır. kedinin tüy dökmesini azaltacak önlemler alınmalıdır.
kedilerde tüy bakımı buradan
kıyafetlerinizdeki tüyleri almak için ise en uygunu kedi tüyü temizlemek için satılan süngerlerdir. tüyler süngere yapışır ve sonra çok kolay bir şekilde toplanır. kağıt rulolardan çok daha iyidir.
kedilerin tüylerinin traş edilmesi pek çok davranış problemine neden olur. sağlığını etkileyecek ciddi bir problem olmadığı sürece ( uyuz, aşırı şekilde kene ve pirelerin varlığı, ameliyat, kan alınması gibi testler vb ) kediler asla traş edilmemelidir. ancak yaşlı ve arka bacak ve kuyruk çevresindeki tüyleri çok uzun olan kediler eğer bu nedenle hijyen sorunu yaşıyorlarsa bu bölümler makasla kısaltılmalıdır.
kedilerin tüylerini traş etmek onların serinlemesini sağlamaz aksine aşırı ısınmalarına neden olur.
kedi ve köpekler neden traş edilmemeli buradan
  1- eğer kediniz biyolojik olarak ona uygun şekilde beslenmiyorsa, tüy dökme artar. kuru mamalar, kimyasallar içeren mamalar, yeterince et içeriği olmayan mamalar, tahıllı mamalar vb . tüy dökümünü artırır. kedinizin ihtiyaçlarına göre hazırlanmış, kaliteli çiğ mama tüy dökülmesini azaltır. yine faydalı yağ asitleriyle ( omega vb ) beslenmesini desteklemek tüy dökümünün azalmasına yardımcı olur.
2- fiziksel sağlık sorunları tüy dökülmesine neden olabilir. bu tüy dökümüne neden olacak bir sağlık problemi olabileceği gibi, ağrısı, acısı, fiziksel anlamda rahatsızlığı olduğu için strese girdiği için yine aşırı tüy döküyor olabilir.
3- stres, anksiyete, depresyon gibi sorunlar kedilerde tüy dökülmesine neden olur. pek çok kedi fiziksel ve zihinsel anlamda yeterince egzersiz yapmadığı için evde strese girmektedir.
4-bazı kedi ırkları diğerlerine göre daha fazla tüy döker. sibirya kedisi, russian blue, ragdoll, american bob tail , american curly hair vb.
kedinizin tüy dökülmesini azaltmak için evde yapabileceğiniz pek çok kendin uygula yöntemi vardır. doğal yöntemlerle tüy dökülmesi kontrol altına alınabilir.
5-kediniz çok tüy döküyorsa bu aynı zamanda sürekli tüy yumakları yüzünden kusması anlamına gelir. tüy yumağı nedeniyle kusmak normal değildir. 3-6 ayda bir kusmak bir noktaya kadar kabul edilir ancak bu daha sık oluyorsa, kedinin bakımında sorun vardır. kedinin tüy dökmesini azaltacak önlemler alınmalıdır.
kedilerde tüy bakımı buradan
kıyafetlerinizdeki tüyleri almak için ise en uygunu kedi tüyü temizlemek için satılan süngerlerdir. tüyler süngere yapışır ve sonra çok kolay bir şekilde toplanır. kağıt rulolardan çok daha iyidir.
kedilerin tüylerinin traş edilmesi pek çok davranış problemine neden olur. sağlığını etkileyecek ciddi bir problem olmadığı sürece ( uyuz, aşırı şekilde kene ve pirelerin varlığı, ameliyat, kan alınması gibi testler vb ) kediler asla traş edilmemelidir. ancak yaşlı ve arka bacak ve kuyruk çevresindeki tüyleri çok uzun olan kediler eğer bu nedenle hijyen sorunu yaşıyorlarsa bu bölümler makasla kısaltılmalıdır.
kedilerin tüylerini traş etmek onların serinlemesini sağlamaz aksine aşırı ısınmalarına neden olur.
kedi ve köpekler neden traş edilmemeli buradan
devamını gör...
erkeklerin pasaklı olması
          her genelleme gibi yanlıştır. sen pasaklı değilmişsin işte arkadaşım, kendi tezini çürütüyorsun.
      
  devamını gör...
covid yalanına inanmıyorum
          bunu yakinlari ölenlere söylesene delikanli.
      
  devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
          bir koşuşturma, bir heyecan. herkesin yüzünde benzer bir gerginlik vardı o akşamüstü. tedirginlik, her yerden bir tehlike gelebileceği ihtimali, belirsizlik. kalabalık bir masada oturuyorlardı. kimse çantasını kucağından indirip sandalyeye bile asmamıştı. telefonlar elde. şarjlar azalmış. nöbetleşe camdan sokağa bakıp duran 9 kişiydiler. ışık'ın telefonu çaldı. arayan iş arkadaşı joseph'ti. murat'tan belgeyi alıp almadığını sordu. saatlerdir bu anın gelmesini bekliyordu ışık. derin bir iç çekti. aldım dedi. korkma dedi joseph hissetmiş gibi. "senden kimse şüphelenmez."
ışık kalktı oturdukları kahveden. ufak tefek çelimsiz bir kızdı. üniversiteye yeni başlamıştı. 2 sene önce gelmişti bu şehre, havasına suyuna bile henüz alışamamıştı. okulun ilk senesi bir hocasının yönlendirmesiyle saat ücretli olarak çalışmaya başladığı, okul ve cafe'den arta kalan zamanlarında veri girişi yaptığı, işini doğru yaptığı taktirde kimsenin kaçta gediğine kaçta gittiğine karışmadığı bu araştırma enstitüsünde, idari işler departmanında asistan olarak çalışan joseph başta olmak üzere herkes onu çok sıcak karşılaşmıştı. yabancılarla çalışmak ne güzel diye düşünmüştü ışık daha ilk haftadan. kesinlikle mezun olduğunda çokuluslu bir yerde çalışması gerektiğine ikna olmuştu çabucak. belçika tarafından fonlanan bu enstitüde neredeyse her milletten 21 tam zamanlı, ışık'ın sayısını bilmediği kadar da yarı zamanlı ya da saat ücretli personel çalışıyordu. ışık çok şanslı görüyordu kendini. onu bu işe yönlendiren hocasına da defalarca kez söylediği gibi hayatı, bakış açısı tamamen değişmişti bu işe başladığından beri.
hiç anlamadığı şeyler olup bitiyordu ama. korkuyordu ışık. ilk defa 3 ay önce enstitünün araştırmacılarından biri tutuklandığında, hemen akabinde de adalet bakanlığı'ndan enstitünün tüm yazışmalarının asıllarının taraflarına ivedilikte teslim edilmesi istendiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. joseph, ona nerede çalıştığından en yakınları haricinde pek kimseye söz etmemesi gerektiğini söylediğinde didikleme ihtiyacı duymuştu ışık. öğrendiği bilgi kırıntıları bile kanını dondurmaya yetmişti. enstitü'nün üzerinde çok baskı vardı. belçika ile ülke arasında da haber bültenlerine bile yansıyan cinsten çok ciddi bir diplomatik kriz...
joseph 3 gün önce ışık'a muratla görüşmesinin mümkün olup olmadığını sordu. ışık'ın işe girişinden 7 ay sonra direktör yardımcılığından istifa eden, 32 yaşında profesörlüğünü almış murat ve ışık hiçbir diyalog geçmişine sahip değillerdi. ışık anlamamış, nedenini sorma gereği duymuştu. joseph üstü kapalı bir şekilde cevap verdi. ışık çok kurcalamaması gerektiğini ancak bu evrakı almasının ve joseph'e teslim etmesinin ne kadar önemli olduğunu sezmişti. kabul etti. joseph'e, onu bile isteye tehlikeye atmayacağını bilecek kadar güvenirdi. yine de sorma ihtiyacı duydu. "endişelenecek bir şey yok ışık. bunu enstitüde tam zamanlı çalışan biri yapmamalı sadece, durumları biliyorsun az çok." murat ve ışık laleli'de buluşmuşlardı. saati ve yeri joseph haber vermişti ışık'a. ayaküstü bir sohbet, kapalı bir zarf ve bu kadar. 3 dakika bile sürmemişti. her zamanki gibi işe gidecek, 4. kata çıkıp bunu joseph'e verecek ve çıkacaktı. en kötü ne olabilir ki diye düşündü enstitünün bulunduğu sokağa girerken. yokuşu çok hızlı tırmanıyordu, nefes nefese kalmıştı. neredeyse koşar adım yürüdüğünü, kan ter içinde kaldığını enstitünün tam karşısındaki polis kalabalığını fark etmesiyle eş zamanlı kavradı. birden durdu yolun ortasında. ondan tarafa bakan polislerden biriyle göz göze geldi. kafasını önüne eğdi ve yürümeye devam etti. bu defa normal hızda. bahçe kapısına geldiğinde tekrar baktı polislerden tarafa. neredeyse 30 kişilerdi. 4 normal polis otosu, 4 de zırhlı araç vardı. polisler ağır silahlıydı. özel bir ekip olduklarını düşündü ışık. terörle mücadele mi acaba, onların üniforma renkleri böyle mi oluyordu diye düşündü. aynı polis gözlerini dikmiş ışık'a bakıyordu. bir an ne yapacağını bilemedi kadın. kafasını çevirdi hızla, çantasının ön gözünde olması gereken personel kimlik kartını bulamıyordu bir türlü. sinirlenmişti, göz ucuyla sağa, yokuşun yukarısına baktı yeniden. polisin ona doğru yürümeye başladığını gördü. hızla arkasına döndü, yere çömelip çantasını açtı, kimliği yoktu! beyni patlayacak gibiydi. arkasına dönüp baktı, polis ona yürümeye devam ediyordu. galiba gülümsüyordu da. sinirleri bozuldu. kalbi yerinden çıkacak bir hızda atıyordu. kalktı yerden ışık, hızla yokuş aşağı yürümeye başladı. neredeyse koşuyordu. çok yanlış bir şey yaptığını fark etti ama artık çok geçti. polisten kaçıyordu! köşeyi döner dönmez karşısına çıkan, daha önceden dükkan olan ama sonrasında ön ve arka duvarları yıkılarak bir yaya alt geçidine çeviren binanın tam altında polisin kendisine "bayan" diye seslendiğini duydu. zaten burada da bir grup polis olduğunu gördü. hatta bir de masa. kimlik kontrolü yapan, ağır silahlı olmayan polisler ve geçip gitmekte olan insanlar. durdu ışık. kendisini sakinleştirmeye çalıştı ve arkasına döndü. en sakin olmaya çalışan yüz ifadesiyle;
-buyrun memur bey?
-nereye böyle koşa koşa hanfendi?! kimlik göreyim.
-kimlik mi? ha normal kimlik mi? bir saniye. hemen.
polis 27-28 yaşlarında dev gibi bir adamdı. 1.90'ın üzerinde boylu, büyük suratlı, esmer. küçücük bir kadın olan ışık kendini olduğundan da küçük hissetti bu adam karşısında. ellerinin titrediğini fark ettirmemeye çalışarak sırt çantasında cüzdanını aradı. kimliğini verdi. polis elindeki telefondan bir şeylere baktı. kimliği geri verirken konuştu;
-ne aradın öyle yere oturup sen?
-personel kimliğimi aradım da. evde bırakmışım herhalde. bulamadım. bugün ben çalışmıyorum normalde, zaten defterimi alacaktım, unutmuşum dün, önemli bir şey değil. bugün işim bu taraflarda olunca uğrayıp onu alayım dedim ama kimlik yok. (güldü) bulamadım, eve dönüyorum.
-ne iş yapıyorsun sen?
-stajyerim ben. öğrenciyim normalde.
-neden koşarak uzaklaştın peki?
-memur bey, size açık konuşcam, ben hayatımda polis görmüş insan değilim. sizi öyle görünce korktum açıkçası. ne yapacağımı bilemedim. size çok komik gelecek belki ama durum bu. korktum, bir an önce de uzaklaşmak istedim, yemin ederim.
-etme yemin ışık hanım. hem biz korkulcak insanlar mıyız? bak bana... ben ne yapayım senin yeminini. ama gel biraz yürüyelim senlen.
-aslında acelem var benim memur bey. ben gitsem?
-bir öpücük vermeden nereye ışık hanım?
güldü polis.
-anlamadım, ne öpücüğü?
-hadi hadi uzatma, ver bir öpücük bakayım.
öne doğru eğildi. itti ışık polis'i. dehşete kapılmıştı. "ne yapıyorsunuz siz!" dedi, etrafta bir sürü polis, bir sürü insan daha varken bu hadsizlik onu şok etmişti. polisin böyle bir şeye nasıl cesaret edebildiğine anlam verememişti.
-gel bakalım ışık hanım o zaman, merkezde bir ifadenizi alalım sizin.
ne olduğunu anlamadan polis bileklerine kelepçeyi takmıştı genç kadının. inanamıyordu olanlara ışık. tarifsiz bir şekilde korkuyordu. hayatında böyle bir dehşet anı daha yaşamamıştı. bayılacak gibiydi. sürükleyerek götürüyordu onu polis. arkasına baktı. tanıdık bir yüz arıyordu. enstitünün sokağına geri döndüler. yokuşu tırmanırlarken ilerde polisin müdahaleye başladığını gördüler. her yer gazdı. göremedikleri yerleri hedef alan polisler vardı! polis ışık'a baktı, arkalarından gelen polislere belli belirsiz bir işaret yaptı ve koşar adım ışık'ın yanından uzaklaştı. kadın elleri kelepçeli vaziyette sokağın ortasında kalakaldı. arkasına döndü, sokaktaki herkesin müdahale alanına bakmakta ya da koşmakta olduğunu gördü. bir sürü insan ve polis vardı. gerisin geri yokuş aşağı koşmaya başladı. sokağı bitirip binanın altına yöneldi. hızla geçti geçitten, onunla ilgilenen kimse yoktu. incecik bileklerinden düştü düşecek kelepçeden de kurtulabilirse bu kabustan kaçabileceğini düşünürken sokağın köşesinde julio'yu gördü. çok rahatladı. julio enstitüye yeni gelen misafir araştırmacılardan biriydi. onu bu kaostan kurtarabileceğini düşündü ışık. tek derdi şu kelepçeydi. ışık'a gel diye işaret ediyordu julio. ışık ona doğru koşmaya devam etti. arkasına baktı, kendisini takip eden bir polis olup olmadığını anlayamadı. her yerdeydiler! burası kaosun tam merkeziydi. julio ışık'ın elini tuttu, ışık ona "beni bırakma" dedi. enstitünün iki arka sokağındaki depo binasına girdiler, açık plan bu apartmanda her kat ayrı bir daireydi. dış cephesi yarı cam yarı duvar olan tüm bu daireler ortadaki avluya bakacak şekilde, kare düzendeydi. 3. kata çıktılar. arşiv olarak kullanılan bu dairenin kapısının anahtarını verdi julio ışık'a. titreyen kelepçeli elleriyle kapıyı açmaya çalışırken merdivenlerden iki polisin koşarak çıktığını gördü ışık. julio bir üst kata çıkmak için merdivene yönelmişti bu esnada. ışık kapıyı açmayı başarıp içeri girdiğinde hala titriyordu. önce banyoya girdi, camlar sonuna kadar açıktı. camın önündeki mermerde kocaman büyük bir sarı kedi vardı. yangın merdiveninden polislerin çıkıp ona yakalayabileceğini fark ettiği için hızla banyodan çıktı, odalardan birine girip yere çömeldi. polisler bu esnada arşiv katına ulaşmıştı. ışık olduğu yere çömeldi. önünde bir çalışma masası vardı. küçücük olan bedenini bile saklayamayacak kadar küçük olan bu masaya ve banyoda kalmamaya karar veren aklına lanet etti. "o yangın merdivenlerinden onlar gelmeden sen de kaçabilirdin ışık, aptalsın sen" diye düşündü. polisler yere çömelip camdan içeri baktılar. biri öbür yana bakıyordu da bu kumral olan onun olduğu tarafa doğru çeviriyordu kafasını işte. saniyeler sonra görüleceğini fark eden ışık gözlerini sıkı sıkı yumdu.
ve miko uyandı. bir daha da uyuyamadı sabah'ın 3 buçuğundan beri.**
  ışık kalktı oturdukları kahveden. ufak tefek çelimsiz bir kızdı. üniversiteye yeni başlamıştı. 2 sene önce gelmişti bu şehre, havasına suyuna bile henüz alışamamıştı. okulun ilk senesi bir hocasının yönlendirmesiyle saat ücretli olarak çalışmaya başladığı, okul ve cafe'den arta kalan zamanlarında veri girişi yaptığı, işini doğru yaptığı taktirde kimsenin kaçta gediğine kaçta gittiğine karışmadığı bu araştırma enstitüsünde, idari işler departmanında asistan olarak çalışan joseph başta olmak üzere herkes onu çok sıcak karşılaşmıştı. yabancılarla çalışmak ne güzel diye düşünmüştü ışık daha ilk haftadan. kesinlikle mezun olduğunda çokuluslu bir yerde çalışması gerektiğine ikna olmuştu çabucak. belçika tarafından fonlanan bu enstitüde neredeyse her milletten 21 tam zamanlı, ışık'ın sayısını bilmediği kadar da yarı zamanlı ya da saat ücretli personel çalışıyordu. ışık çok şanslı görüyordu kendini. onu bu işe yönlendiren hocasına da defalarca kez söylediği gibi hayatı, bakış açısı tamamen değişmişti bu işe başladığından beri.
hiç anlamadığı şeyler olup bitiyordu ama. korkuyordu ışık. ilk defa 3 ay önce enstitünün araştırmacılarından biri tutuklandığında, hemen akabinde de adalet bakanlığı'ndan enstitünün tüm yazışmalarının asıllarının taraflarına ivedilikte teslim edilmesi istendiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. joseph, ona nerede çalıştığından en yakınları haricinde pek kimseye söz etmemesi gerektiğini söylediğinde didikleme ihtiyacı duymuştu ışık. öğrendiği bilgi kırıntıları bile kanını dondurmaya yetmişti. enstitü'nün üzerinde çok baskı vardı. belçika ile ülke arasında da haber bültenlerine bile yansıyan cinsten çok ciddi bir diplomatik kriz...
joseph 3 gün önce ışık'a muratla görüşmesinin mümkün olup olmadığını sordu. ışık'ın işe girişinden 7 ay sonra direktör yardımcılığından istifa eden, 32 yaşında profesörlüğünü almış murat ve ışık hiçbir diyalog geçmişine sahip değillerdi. ışık anlamamış, nedenini sorma gereği duymuştu. joseph üstü kapalı bir şekilde cevap verdi. ışık çok kurcalamaması gerektiğini ancak bu evrakı almasının ve joseph'e teslim etmesinin ne kadar önemli olduğunu sezmişti. kabul etti. joseph'e, onu bile isteye tehlikeye atmayacağını bilecek kadar güvenirdi. yine de sorma ihtiyacı duydu. "endişelenecek bir şey yok ışık. bunu enstitüde tam zamanlı çalışan biri yapmamalı sadece, durumları biliyorsun az çok." murat ve ışık laleli'de buluşmuşlardı. saati ve yeri joseph haber vermişti ışık'a. ayaküstü bir sohbet, kapalı bir zarf ve bu kadar. 3 dakika bile sürmemişti. her zamanki gibi işe gidecek, 4. kata çıkıp bunu joseph'e verecek ve çıkacaktı. en kötü ne olabilir ki diye düşündü enstitünün bulunduğu sokağa girerken. yokuşu çok hızlı tırmanıyordu, nefes nefese kalmıştı. neredeyse koşar adım yürüdüğünü, kan ter içinde kaldığını enstitünün tam karşısındaki polis kalabalığını fark etmesiyle eş zamanlı kavradı. birden durdu yolun ortasında. ondan tarafa bakan polislerden biriyle göz göze geldi. kafasını önüne eğdi ve yürümeye devam etti. bu defa normal hızda. bahçe kapısına geldiğinde tekrar baktı polislerden tarafa. neredeyse 30 kişilerdi. 4 normal polis otosu, 4 de zırhlı araç vardı. polisler ağır silahlıydı. özel bir ekip olduklarını düşündü ışık. terörle mücadele mi acaba, onların üniforma renkleri böyle mi oluyordu diye düşündü. aynı polis gözlerini dikmiş ışık'a bakıyordu. bir an ne yapacağını bilemedi kadın. kafasını çevirdi hızla, çantasının ön gözünde olması gereken personel kimlik kartını bulamıyordu bir türlü. sinirlenmişti, göz ucuyla sağa, yokuşun yukarısına baktı yeniden. polisin ona doğru yürümeye başladığını gördü. hızla arkasına döndü, yere çömelip çantasını açtı, kimliği yoktu! beyni patlayacak gibiydi. arkasına dönüp baktı, polis ona yürümeye devam ediyordu. galiba gülümsüyordu da. sinirleri bozuldu. kalbi yerinden çıkacak bir hızda atıyordu. kalktı yerden ışık, hızla yokuş aşağı yürümeye başladı. neredeyse koşuyordu. çok yanlış bir şey yaptığını fark etti ama artık çok geçti. polisten kaçıyordu! köşeyi döner dönmez karşısına çıkan, daha önceden dükkan olan ama sonrasında ön ve arka duvarları yıkılarak bir yaya alt geçidine çeviren binanın tam altında polisin kendisine "bayan" diye seslendiğini duydu. zaten burada da bir grup polis olduğunu gördü. hatta bir de masa. kimlik kontrolü yapan, ağır silahlı olmayan polisler ve geçip gitmekte olan insanlar. durdu ışık. kendisini sakinleştirmeye çalıştı ve arkasına döndü. en sakin olmaya çalışan yüz ifadesiyle;
-buyrun memur bey?
-nereye böyle koşa koşa hanfendi?! kimlik göreyim.
-kimlik mi? ha normal kimlik mi? bir saniye. hemen.
polis 27-28 yaşlarında dev gibi bir adamdı. 1.90'ın üzerinde boylu, büyük suratlı, esmer. küçücük bir kadın olan ışık kendini olduğundan da küçük hissetti bu adam karşısında. ellerinin titrediğini fark ettirmemeye çalışarak sırt çantasında cüzdanını aradı. kimliğini verdi. polis elindeki telefondan bir şeylere baktı. kimliği geri verirken konuştu;
-ne aradın öyle yere oturup sen?
-personel kimliğimi aradım da. evde bırakmışım herhalde. bulamadım. bugün ben çalışmıyorum normalde, zaten defterimi alacaktım, unutmuşum dün, önemli bir şey değil. bugün işim bu taraflarda olunca uğrayıp onu alayım dedim ama kimlik yok. (güldü) bulamadım, eve dönüyorum.
-ne iş yapıyorsun sen?
-stajyerim ben. öğrenciyim normalde.
-neden koşarak uzaklaştın peki?
-memur bey, size açık konuşcam, ben hayatımda polis görmüş insan değilim. sizi öyle görünce korktum açıkçası. ne yapacağımı bilemedim. size çok komik gelecek belki ama durum bu. korktum, bir an önce de uzaklaşmak istedim, yemin ederim.
-etme yemin ışık hanım. hem biz korkulcak insanlar mıyız? bak bana... ben ne yapayım senin yeminini. ama gel biraz yürüyelim senlen.
-aslında acelem var benim memur bey. ben gitsem?
-bir öpücük vermeden nereye ışık hanım?
güldü polis.
-anlamadım, ne öpücüğü?
-hadi hadi uzatma, ver bir öpücük bakayım.
öne doğru eğildi. itti ışık polis'i. dehşete kapılmıştı. "ne yapıyorsunuz siz!" dedi, etrafta bir sürü polis, bir sürü insan daha varken bu hadsizlik onu şok etmişti. polisin böyle bir şeye nasıl cesaret edebildiğine anlam verememişti.
-gel bakalım ışık hanım o zaman, merkezde bir ifadenizi alalım sizin.
ne olduğunu anlamadan polis bileklerine kelepçeyi takmıştı genç kadının. inanamıyordu olanlara ışık. tarifsiz bir şekilde korkuyordu. hayatında böyle bir dehşet anı daha yaşamamıştı. bayılacak gibiydi. sürükleyerek götürüyordu onu polis. arkasına baktı. tanıdık bir yüz arıyordu. enstitünün sokağına geri döndüler. yokuşu tırmanırlarken ilerde polisin müdahaleye başladığını gördüler. her yer gazdı. göremedikleri yerleri hedef alan polisler vardı! polis ışık'a baktı, arkalarından gelen polislere belli belirsiz bir işaret yaptı ve koşar adım ışık'ın yanından uzaklaştı. kadın elleri kelepçeli vaziyette sokağın ortasında kalakaldı. arkasına döndü, sokaktaki herkesin müdahale alanına bakmakta ya da koşmakta olduğunu gördü. bir sürü insan ve polis vardı. gerisin geri yokuş aşağı koşmaya başladı. sokağı bitirip binanın altına yöneldi. hızla geçti geçitten, onunla ilgilenen kimse yoktu. incecik bileklerinden düştü düşecek kelepçeden de kurtulabilirse bu kabustan kaçabileceğini düşünürken sokağın köşesinde julio'yu gördü. çok rahatladı. julio enstitüye yeni gelen misafir araştırmacılardan biriydi. onu bu kaostan kurtarabileceğini düşündü ışık. tek derdi şu kelepçeydi. ışık'a gel diye işaret ediyordu julio. ışık ona doğru koşmaya devam etti. arkasına baktı, kendisini takip eden bir polis olup olmadığını anlayamadı. her yerdeydiler! burası kaosun tam merkeziydi. julio ışık'ın elini tuttu, ışık ona "beni bırakma" dedi. enstitünün iki arka sokağındaki depo binasına girdiler, açık plan bu apartmanda her kat ayrı bir daireydi. dış cephesi yarı cam yarı duvar olan tüm bu daireler ortadaki avluya bakacak şekilde, kare düzendeydi. 3. kata çıktılar. arşiv olarak kullanılan bu dairenin kapısının anahtarını verdi julio ışık'a. titreyen kelepçeli elleriyle kapıyı açmaya çalışırken merdivenlerden iki polisin koşarak çıktığını gördü ışık. julio bir üst kata çıkmak için merdivene yönelmişti bu esnada. ışık kapıyı açmayı başarıp içeri girdiğinde hala titriyordu. önce banyoya girdi, camlar sonuna kadar açıktı. camın önündeki mermerde kocaman büyük bir sarı kedi vardı. yangın merdiveninden polislerin çıkıp ona yakalayabileceğini fark ettiği için hızla banyodan çıktı, odalardan birine girip yere çömeldi. polisler bu esnada arşiv katına ulaşmıştı. ışık olduğu yere çömeldi. önünde bir çalışma masası vardı. küçücük olan bedenini bile saklayamayacak kadar küçük olan bu masaya ve banyoda kalmamaya karar veren aklına lanet etti. "o yangın merdivenlerinden onlar gelmeden sen de kaçabilirdin ışık, aptalsın sen" diye düşündü. polisler yere çömelip camdan içeri baktılar. biri öbür yana bakıyordu da bu kumral olan onun olduğu tarafa doğru çeviriyordu kafasını işte. saniyeler sonra görüleceğini fark eden ışık gözlerini sıkı sıkı yumdu.
ve miko uyandı. bir daha da uyuyamadı sabah'ın 3 buçuğundan beri.**
devamını gör...
en pisi pisine ölen ünlü
          orhan veli kanık. 10 kasım 1950 de ankara'da belediye çukuruna düşüyor ama çıkarılıyor sonrasında istanbul'a dönüyor. 4 gün sonra 14 kasımda bir arkadaşının evinde fenalaşıyor bunun üzerine doktorlar alkol zehirlenmesi olduğunu öne sürüyorlar. sonrasında tedaviye başlanıyor ve komaya girerek ölüyor. lakin 16 kasımda yapılan otopsiyle asıl ölüm nedenin; beyin kanaması olduğu anlaşılıyor.
      
  devamını gör...
mehmet pişkin
          yılın belirli aralıklarında müteveffa şahsın intihar öncesi son sözlerini söylediği videosu youtube algoritması tarafından recommendation listeme düşüyor. 
youtube neyin peşindesin? intiharla ilgili video da izlemiyorum anlamadım ki.
  youtube neyin peşindesin? intiharla ilgili video da izlemiyorum anlamadım ki.
devamını gör...
rte’nin en kötü ihtimalle türkiye'deyim beyanı
          "akıllı olanlar türkiye'yi terk etti, aklı olmayanlar burada tuzağa düştü." açıklamasını yapmış adamın en kötü ihtimalle türkiye'deyim açıklamasına neden şaşırılır ki. herif biliyor türkiye'yi aile şirketi gibi yönetip mahvettiğini, açık açık da söylüyor işte.
      
  devamını gör...
sezen aksu'nun en güzel şarkısı
          gerek sözleri gerek müziği ile benim için en güzel şarkısı "haydi gel benimle ol".
      
  devamını gör...
mama
          anne anlamına da gelen kelime.
      
  devamını gör...
teravih namazı
          teravih namazı, bid'at-ı hasene* dir. nakledilen hadislerde, peygamberimizin bu namazı bir veya iki kere kıldığı* rivayet edilir. islami literatürde cemaat ile kılınan "tek sünnet" namazdır. cemaat ile kılınması ikinci halife hz. ömer döneminde uygulanmıştır. hz ömer, halife olduğu dönemde insanların mescitte dağınık bir şekilde namaz kıldığını görünce, insanları bir araya toplamış ve cemaatle teravih namazını kıldırmıştır. onu uyaran sahabiler olmasına rağmen* teravih namazı cemaat ile kılınmaya devam etmiştir. ne yazık ki toplumda teravih namazı farz ibadetlerin önüne geçmiştir*.
edit: (bkz: kafatolog) nickli yazar arkadaşımıza teşekkür ediyorum. tanımda yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek telaffuz farkını ortaya koyduğu için.
ilgili tanım #1052783.
  edit: (bkz: kafatolog) nickli yazar arkadaşımıza teşekkür ediyorum. tanımda yanlış anlaşılmaya sebebiyet verecek telaffuz farkını ortaya koyduğu için.
ilgili tanım #1052783.
devamını gör...
lazarus fenomeni
          oto-resüsitasyon veya bilinen terminolojisi ile lazarus fenomeni ,kardiyo-pulmoner canlandırma (cpr) çabasının sona erdirilmesinden bir süre sonra spontan dolaşım ve solunumun dış müdahale olmaksızın geri gelmesidir(ama aradan geçen zaman konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir).kısaca 'dirilme' olarak da tanımlanabilir.
literatüre oldukça az bildirilen bir durumdur ama gerçekte ,bildirildiğinden daha sık olarak yaşandığı düşünülmektedir.nadir rastlandığından ve ilgi çekici bir durum olduğundan dolayı zaman zaman basında da yer alabilmektedir.
acil tıp veya yoğun bakım ekibinin bu durumla karşılaşmaması adına, vakanın ekg'ye yeniden bağlanması ve buradaki izoelektrik hat çizgisinin kesintisiz şekilde düz olduğunun görülmesi önerilir.
  literatüre oldukça az bildirilen bir durumdur ama gerçekte ,bildirildiğinden daha sık olarak yaşandığı düşünülmektedir.nadir rastlandığından ve ilgi çekici bir durum olduğundan dolayı zaman zaman basında da yer alabilmektedir.
acil tıp veya yoğun bakım ekibinin bu durumla karşılaşmaması adına, vakanın ekg'ye yeniden bağlanması ve buradaki izoelektrik hat çizgisinin kesintisiz şekilde düz olduğunun görülmesi önerilir.
devamını gör...
psikiyatri bilim midir sorunsalı
          psikiyatr oldukları halde psikiyatrinin bir tür sahte-bilim olarak iş gördüğünü dillendirenlerin sayısı hayli fazladır. anti-psikiyatri ekolü: psikiyatrinin, tıbbın diğer alanlarında geçer akçe olan “biyolojik determinizm” ilkesini göz ardı ettiğini ve yoluna hiçbir ahlaki ve etik sınır çizmeden devam ettiğini söyler. bu karşı çıkışı, basite indirgeyerek açıklamaya çalışalım. 
sözgelimi, bir enfeksiyon kaptınız ve vücudunuzda olağandışı birtakım gelişmeler oldu. ateşiniz yükseldi, öksürmeye başladınız, burnunuz akmaya başladı vb.
bir enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurduğunuzda, uzman önce sizin öykünüzü dinler (anamnez) ardından sizi muayene eder ve sizi hasta eden bakterileri yok edecek bir antibiyotik reçete eder. yazdığı antibiyotiği, enfeksiyonun türüne göre belirler. işte burada “biyolojik determinizm” ilkesi göz önünde bulundurulur aslında. ortada hasta bir insan var ve bu insanın hasta olmasına neden olan birtakım zararlı oluşumlar var. bu zararlı oluşumları ortadan kaldırabilecek etken maddeleri barındıran ilaç marifetiyle, hastalık da ortadan kaldırılmış olur.
farmakolojide amaçlanan şey: hastalanmış bir kişiyi tedavi edecek ilacı ya da ilaçları üretmek ve bu ilaçların kullanımı sırasında ortaya çıkabilecek farklı komplikasyonları mümkün mertebe engellemeye çalışmaktır. yani size ‘tonsilit‘ teşhisi konuyor ve bir antibiyotik reçete ediliyor; siz tonsiliti ortadan kaldırsın diye alıyorsunuz ilacı fakat bu sefer de böbrekleriniz iflas ediyor. bu durumda ilaç, yarar sağlamaktan ziyade zarar vermiş oluyor. (bazı kronik hastalıklardan muzdarip olanlar, organ transplantasyonu geçirmiş olanlar, hamileler, belirli bir yaşın üstünde olanlar ve çocuklar için uyarılar yapılıyor halihazırda).
yapılmaya çalışılan şey, üretilen ilacı kullanacak olan hastalarda hiçbir yan etkinin ortaya çıkmamasını sağlamak ya da ortaya çıkacak olan yan etkilerin hafifletilmesini sağlamaktır.
işte anti-psikiyatri ekolü de, psikiyatrların önerdikleri antidepresanların ve antipsikotiklerin kahir ekseriyetinin kişiye bir fayda sağlamadığı görüşünde... mevzubahis ilaçlar fayda sağlamadığı gibi kullananlarda ortaya çıkan ağır komplikasyonlar nedeniyle kalıcı hasarlara da yol açabilir diyorlar. yani antidepresanlar, antipsikotikler henüz neden ortaya çıktıkları bilinmeyen kimi mental rahatsızlıkların ortadan kaldırılması maksadıyla kullanıldığı için beklenen etkiyi gösteremiyor onlara göre. hatta pek çok ilacın, gerekli deneme aşamalarından bile geçirilmediğini söylüyor, kendisi de bir farmakolog ve psikiyatr olan moncrieff. mental rahatsızlıkların ortaya çıkış nedenleri tam olarak belirlenemediğinden, bu rahatsızlıkları düzeltmek ereğiyle üretilen ilaçlar da kısmi etkiler gösteriyor.
inanılmaz bir hızla büyüyen psikiyatri sektörünün zarar görmemesi için her şey toz pembe gösteriliyor.
  sözgelimi, bir enfeksiyon kaptınız ve vücudunuzda olağandışı birtakım gelişmeler oldu. ateşiniz yükseldi, öksürmeye başladınız, burnunuz akmaya başladı vb.
bir enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurduğunuzda, uzman önce sizin öykünüzü dinler (anamnez) ardından sizi muayene eder ve sizi hasta eden bakterileri yok edecek bir antibiyotik reçete eder. yazdığı antibiyotiği, enfeksiyonun türüne göre belirler. işte burada “biyolojik determinizm” ilkesi göz önünde bulundurulur aslında. ortada hasta bir insan var ve bu insanın hasta olmasına neden olan birtakım zararlı oluşumlar var. bu zararlı oluşumları ortadan kaldırabilecek etken maddeleri barındıran ilaç marifetiyle, hastalık da ortadan kaldırılmış olur.
farmakolojide amaçlanan şey: hastalanmış bir kişiyi tedavi edecek ilacı ya da ilaçları üretmek ve bu ilaçların kullanımı sırasında ortaya çıkabilecek farklı komplikasyonları mümkün mertebe engellemeye çalışmaktır. yani size ‘tonsilit‘ teşhisi konuyor ve bir antibiyotik reçete ediliyor; siz tonsiliti ortadan kaldırsın diye alıyorsunuz ilacı fakat bu sefer de böbrekleriniz iflas ediyor. bu durumda ilaç, yarar sağlamaktan ziyade zarar vermiş oluyor. (bazı kronik hastalıklardan muzdarip olanlar, organ transplantasyonu geçirmiş olanlar, hamileler, belirli bir yaşın üstünde olanlar ve çocuklar için uyarılar yapılıyor halihazırda).
yapılmaya çalışılan şey, üretilen ilacı kullanacak olan hastalarda hiçbir yan etkinin ortaya çıkmamasını sağlamak ya da ortaya çıkacak olan yan etkilerin hafifletilmesini sağlamaktır.
işte anti-psikiyatri ekolü de, psikiyatrların önerdikleri antidepresanların ve antipsikotiklerin kahir ekseriyetinin kişiye bir fayda sağlamadığı görüşünde... mevzubahis ilaçlar fayda sağlamadığı gibi kullananlarda ortaya çıkan ağır komplikasyonlar nedeniyle kalıcı hasarlara da yol açabilir diyorlar. yani antidepresanlar, antipsikotikler henüz neden ortaya çıktıkları bilinmeyen kimi mental rahatsızlıkların ortadan kaldırılması maksadıyla kullanıldığı için beklenen etkiyi gösteremiyor onlara göre. hatta pek çok ilacın, gerekli deneme aşamalarından bile geçirilmediğini söylüyor, kendisi de bir farmakolog ve psikiyatr olan moncrieff. mental rahatsızlıkların ortaya çıkış nedenleri tam olarak belirlenemediğinden, bu rahatsızlıkları düzeltmek ereğiyle üretilen ilaçlar da kısmi etkiler gösteriyor.
inanılmaz bir hızla büyüyen psikiyatri sektörünün zarar görmemesi için her şey toz pembe gösteriliyor.
devamını gör...
kopuk prenses ve yedi büdüler
          sözlüğe yeni bir renk getirecek mis gibi bir yazar. 
alıp karşıma uzun uzun anlatasım,
sonra da uzun uzun dinleyesim var.
sanırım biraz cinsiyetçiyim. hele kendini ifade etmeye çalışan,
kendince ifade etmeye çalışan hemcinsime,
ayrı bir itibar ediyorum.
aramıza hoş geldin.
keyifli yazmaların, keyifli okumaların olsun.
  alıp karşıma uzun uzun anlatasım,
sonra da uzun uzun dinleyesim var.
sanırım biraz cinsiyetçiyim. hele kendini ifade etmeye çalışan,
kendince ifade etmeye çalışan hemcinsime,
ayrı bir itibar ediyorum.
aramıza hoş geldin.
keyifli yazmaların, keyifli okumaların olsun.
devamını gör...


