sakarlık
kimi zamanlarda da oldukça kötü olaylara neden olabilecek insan huyudur.
en iyisi her zaman dikkatli olmaktır.
en iyisi her zaman dikkatli olmaktır.
devamını gör...
ısırıkla sevgilinin koluna saat yapıp bu saatten sonra benimsin demek
sevgiliden ayrılma sebebi.
devamını gör...
arkadaki boşluklara doğru ilerleyelim
iğne deliğini dolduracak şoförlerin kurduğu cümledir. o boşluğun var olduğuna sadece kendileri inanır.
devamını gör...
bukalemunların renk değiştirme mekanizması
sanılanın aksine kamufle olarak besin zincirinde üstteki canlılara karşı geliştirilen bir savunma mekanizması değildir; renk değiştirme yetisi, ruh hallerini yansıtmaya yarar*. korkmuşlarsa koyu, baskınlık sağlamaya çalışıyorlarsa parlak renklere bürünürler. ortamın sıcaklığına bir tepki olarak da renk değiştirirler.
bir bukalemunun bulunduğu zeminin rengini alması tesadüfen gerçekleşir.
renk değiştirme kabiliyetleri çiftleşme döneminde çok işe yarayabilir. örneğin bir erkek bukalemun başka bir erkek bukalemunla karşılaştığında renk yarışına girer. parlak olan kazanır ancak bu konuda cüsse faktörü çok önemlidir. pes eden erkek, koyu renge bürünerek pes ettiğini gösterir.
mekanizma
bukalemunların derilerinde renk pigmentleri, pigmentlerin altında ise nano boyutlarında kristaller bulunur. durgun halde yeşil renge sahip bir bukalemun, doğrudan yeşil renk pigmentine sahip değildir. durgun haldeyken kristaller, güneş ışığından gelen mavi rengi çok kuvvetli bir şekilde yansıtırken diğer renkleri yansıtmaz. bukalemun, bir renge bürünürken iki tarafın da yardımını alır. güneşten gelen mavi ışığı kristallerden yansıttıktan sonra derisinde bulunan sarı renk pigmentiyle kombinasyon oluşturarak yeşil renge sahip olur.
mekanizmayı eşsiz ve muhteşem kılan detay şudur; bukalemunlar deri pigmenlerinin altında bulunan kristalleri hareket ettirerek farkı renk kombinasyonları oluştururlar. değişen şey pigmentler değil kristaller arasındaki mesafe aralığıdır. erkek bukalemunlar kristaller arasındaki aralığın mesafesini arttırdıkça dalga boyu daha büyük olan renkleri yansıtırlar ve derilerinde bulunan pigmentlerle kombine ederler. başka bir erkekle rekabete girdiğinde baskınlık kurmak istiyorsa kristaller arasındaki mesafeyi azaltarak daha parlak bir görünüm almaya çalışır. amaç sadece dişiyi elde etmek de olmayabilir. örneğin üşüdüklerinde kristaller arasındaki mesafeyi arttırarak koyu renge bürünürler. çünkü koyu renkler ışığı daha çok emer.
ayrıca buradan sevgili meja'nın eklediği görsele bakarak dalga boyu arttıkça ışığın hangi renge büründüğünü görebilirsiniz.
edit: ayrıntılı kaynak için buradan ve buradan.
bir bukalemunun bulunduğu zeminin rengini alması tesadüfen gerçekleşir.
renk değiştirme kabiliyetleri çiftleşme döneminde çok işe yarayabilir. örneğin bir erkek bukalemun başka bir erkek bukalemunla karşılaştığında renk yarışına girer. parlak olan kazanır ancak bu konuda cüsse faktörü çok önemlidir. pes eden erkek, koyu renge bürünerek pes ettiğini gösterir.
mekanizma
bukalemunların derilerinde renk pigmentleri, pigmentlerin altında ise nano boyutlarında kristaller bulunur. durgun halde yeşil renge sahip bir bukalemun, doğrudan yeşil renk pigmentine sahip değildir. durgun haldeyken kristaller, güneş ışığından gelen mavi rengi çok kuvvetli bir şekilde yansıtırken diğer renkleri yansıtmaz. bukalemun, bir renge bürünürken iki tarafın da yardımını alır. güneşten gelen mavi ışığı kristallerden yansıttıktan sonra derisinde bulunan sarı renk pigmentiyle kombinasyon oluşturarak yeşil renge sahip olur.
mekanizmayı eşsiz ve muhteşem kılan detay şudur; bukalemunlar deri pigmenlerinin altında bulunan kristalleri hareket ettirerek farkı renk kombinasyonları oluştururlar. değişen şey pigmentler değil kristaller arasındaki mesafe aralığıdır. erkek bukalemunlar kristaller arasındaki aralığın mesafesini arttırdıkça dalga boyu daha büyük olan renkleri yansıtırlar ve derilerinde bulunan pigmentlerle kombine ederler. başka bir erkekle rekabete girdiğinde baskınlık kurmak istiyorsa kristaller arasındaki mesafeyi azaltarak daha parlak bir görünüm almaya çalışır. amaç sadece dişiyi elde etmek de olmayabilir. örneğin üşüdüklerinde kristaller arasındaki mesafeyi arttırarak koyu renge bürünürler. çünkü koyu renkler ışığı daha çok emer.
ayrıca buradan sevgili meja'nın eklediği görsele bakarak dalga boyu arttıkça ışığın hangi renge büründüğünü görebilirsiniz.
edit: ayrıntılı kaynak için buradan ve buradan.
devamını gör...
yalnız yaşamak
eğer yapabiliyorsan inanılmaz bir öğreti kazanma yoludur. kazandırdığı şeyler aslında topluma uyum becerileri dersi adı altında bizzat işlenir. çünkü asıl amacınız öğretilmek istenen gibi bağımsız olabilmektir.
devamını gör...
barbarians
netflix'e yakın zaman önce gelen, roma imparatorluğu ile cermen kabileleri arasında yaşanan savaşları konu alan dizi. senaryosu gerçek olaylardan esinlenilmiş, birazcık da kurgulanmış. şahsen ben oldukça beğendim bu diziyi. tabi eğer siz, tarihsel dizileri izlerken gerçekliğe uygun olmasını gözetenlerdenseniz, ben bilinçli bir şekilde izlenmesi için buraya tanımımı düşüyorum yine de. şimdiden iyi seyirler efendim :)
devamını gör...
meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz
bu mantıkla ölüleri ölü saymazsanız dünyada ölüm kalmaz çıkarımı yapılabilir mi? öyleyse ölümsüzlüğü bulmaya bir adım daha yaklaştık demektir*.
devamını gör...
evernevergreen
hooops! sevgili editörümüzün naifliği hususunda tüm sözlüğün hemfikir olduğuna eminim. ancaaak tatlış, şirine ballı lokma tatlısıymış falan tarzı yorumlar onun kumaşına uymaz arkadaşlar. şu yorumları gördüğünden beri tatliş niyetine kendini yediğine eminim.
çiçek böcek kelebek modundan çok uzaklarda farklı kulvarlarda saygıdeğer bir hanımefendidir kendisi.
yani demem o ki, tatliş olmakla nahif olmak aynı anlama gelmiyor ve de gelmemeli.
bu o'nun için yazmayı düşündüğüm nickaltısı kesinlikle değildi fakat bu kadar tatlişliğe karşı ben bile kendimi yedim burada. seviyoruz seni ever, tatliş lobisine yem etmeyiz. *
çiçek böcek kelebek modundan çok uzaklarda farklı kulvarlarda saygıdeğer bir hanımefendidir kendisi.
yani demem o ki, tatliş olmakla nahif olmak aynı anlama gelmiyor ve de gelmemeli.
bu o'nun için yazmayı düşündüğüm nickaltısı kesinlikle değildi fakat bu kadar tatlişliğe karşı ben bile kendimi yedim burada. seviyoruz seni ever, tatliş lobisine yem etmeyiz. *
devamını gör...
lahana bebek
çocukken sahip olduğum en kıymetli nesneydi. ama neticede bir nesneydi. canı, kanı yoktu. benim için en olansa canlar vardı. bu uğurda heba ve hatta feda olacaktı...
güleç, kırmızı kıvırcık saçları her daim güzel kokan* bir lahana bebeğim vardı benim. e bu bana bir yerden tanıdık geliyor? neyse neyse, çık bu kanaldan miko. bitirdin şimdilik bu meseleleri sen. bir sonraki problemli dönemine kalsın tahlili.
ilkokul 1. sınıfa başlama hediyesi olarak teyzem bana ve benden 5 yaş büyük ablama birer lahana bebek almıştı. güleç ve sena. benimki yenidoğan boyutunda onunkiyse devasa ve şişko. şişko bebek mi olur? sena şişkoydu. çilleri vardı ve saçları da turuncuydu. sena kendi adını bebeğine de koyacak kadar aslan burcu bir birey, ben ise "ne olsun ki bunun adı" diye bir boy büyük ablasının peşinden 3 gün boyunca koşturan bir depresyonlu anne yavrusu. benim ilgi makinem benden 9 yaş büyük olan büyük ablamdı. o zamanlar liseli. aşığım, hayranım. dünden razı olduğu küçük annelik misyonunu layıkıyla yerine getiren büyük ablama lahana bebek alınmamıştı tabi ki. çaktırmasa da, bugün anlıyorum, biraz bozuldu buna. onun hediyesi neydi çok iyi anımsamıyorum. ama ya bir klasikler serisiydi ya da ingilizce dil öğrenme kitapları. akademik bir şeyler olduğu kesin. detayını hatırlayamıyorum, sorup öğrenmem lazım. ne var ki bu anlatacağım hikayeyi ablama hatırlatmak istemiyorum. bunun gibi bir tana daha var. hatırlaması bana olduğundan daha büyük yük olur ona. o yüzden biz de n'apalım buraya döküyoruz içimizi. biz kimdik? hatırlatalım: biz üç kişiydik. hangimiz kimiz pek emin olmasak da en az üçüz. şimdilik.
- abla hadi yaa, bul bir şey. bebeğimi adıyla sevmek istiyorum.
- tamam düşünüyorum miko. zorlama beni, en güzelini bulalım.
bu cevabı çok iyi hatırlıyorum. zaten ben bu kadınla ilgili birçok şeyi çok iyi hatırlıyorum. en güzelini bulalım. sen ne bulursan en güzeli olurdu a benim şaşkınım... bana göre senden gelen her şey en güzeliydi. en güzel olan sendin çünkü. sonunda buldu. daha iyisi olamazdı. bebeğim artık yoluna adıyla devam edecekti. güleç. canım güleç. ah güleç.
bana geldiği ilk gün diğer tüm oyuncaklarımın, yalvar yakar aldırdığım barbie evimin bile pabucunu dama attım hiç acımadan. her yere güleçle gittim, hep güleçle oynadım, onu üçümüzle de tanıştırdım. onunla uyudum, onunla uyandım. yemek masasına güleç için sandalye koydum. ben neredeysem güleç oradaydı. güleç hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. kırmızı saçlarının rengi bir ton açılmadı, kokusu asla kaybolmadı. dünyanın en kaliteli bebeği falan mıydı acaba? bilemiyorum. ama benim hayatımın merkezine gelip oturmuştu. ondan eminim. peki ya ablam? o bu hikayenin neresinde? benden de güleç'ten de daha merkezinde. anlatıyorum...
isim anasıydı, ananesiydi aslında. resimde gerçek annem hiç yok farkındaysanız. çamaşır suyuyla duvarları falan siliyordu o dönem haftada üç kez. yapacak iş bulamadığında henüz bekar olan teyzemin çeyizlerini gardrobun üstünden indirip, yıkayıp, kolalayıp, ütülüyordu falan. öyleli. çok yıllar sonra, ilgi çekmek için yaptığım çok yanlış bir şeyden hemen sonra, canını yakmak pahasına beni seviyor musun diye sorup durumu olduğundan daha kaotik bir hale getirmeme sebep olan çeşitli tutum ve davranışlar içerisindeydi yani. kendisi bunu hiç kabul etmese de. canı sağolsun.
- ben seni aldıracaktım miko. zor ikna ettiler beni. annem sütümü helal etmem sana dedi de öyle kabul ettim doğurmayı. o yüzden senin göbek adın ananenin adı.
hıhm oldu. anca bu kadar oldu işte.
ben henüz insanların çaktırmamaya çalışarak kırılabildiklerini anlayabilecek olgunlukta değildim tabi. mutlaka çeşitli şekillerde meramını anlatmaya çalışmıştır ablam bana. dans eden insan gördüğünde gözleri dolan, sanatçı ruhlu, duygularıyla var olan bir insan benim ablam. nasıl dışavurmamış olabilir sindirememişliğini. ben okuyamadım. bedelini ise kısa bir süre sonra herkes ödeyecekti.
araları geçiyorum. güleçle çok güzel anılarımız var. belki daha keyifli bir yazının konusu olurlar daha sonra. asıl meseleye geleyim.
beni tabi ki, tahmin edebileceğiniz üzere ablam yıkardı. bir hafta sonu, akşam yemeğinden sonra, banyo yaptırdı bana. sonrasındaki çok sevdiğimiz saç tarama ritüelimiz esnasında -saçlarının kıvırcık olmasından nefret eden küçük miko'nun hala ıslak olan saçlarını dümdüz tarayıp çeşitli tokalar, kurdeleler ile düz saç modelleri yapmak suretiyle fotoğraflarını çekmek*- kucağımda olan güleç'in ne kadar muhteşem bir bebek olduğunu dinledi uzun uzun. ritüel bitti. güleç yatağa yatırıldı. ben de yattım yanına. ablam son öpücüğünü verip ışığı kapatıp çıkacaktı ki odadan yine güleç ile ilgili bir şey dedim ben, o da "eeehh bıktım bu bebekten, hep güleç hep güleç" dedi ve yanımda yatmakta olan güleç'i alıp yere fırlattı. tabi ki çok şaşırdım ve çok üzüldüm. ağladım. sakinleştirdi beni. özür diledi. güleç'i yerden aldı, ondan da özür diledi. yanıma yatırdı tekrar. ve gece bitti. muhtemelen ağlayarak uykuya daldım. o geceye dair onun güleç'i yere attığı andan sonrası çok yok bende.
ben sabahçıydım. o tam gün gidiyordu okula. ertesi gün okuldan gelince koşa koşa odama gittim. güleç'i aldım. öptüm. saçlarını kokladım. sonra da sobaya attım. güleç yandı. ev plastik koktu diye annem çok kızdı. ablam da okuldan gelince saatlerce ağladı. ben iyi bir şey yapmaya çalışmıştım. sevinir zannetmiştim. çok üzüldü. hiç anlamadım.
keşke daha sonra da anlamasaydım.
özür dilerim abla. özür dilerim miko. özür dilerim güleç.
güleç, kırmızı kıvırcık saçları her daim güzel kokan* bir lahana bebeğim vardı benim. e bu bana bir yerden tanıdık geliyor? neyse neyse, çık bu kanaldan miko. bitirdin şimdilik bu meseleleri sen. bir sonraki problemli dönemine kalsın tahlili.
ilkokul 1. sınıfa başlama hediyesi olarak teyzem bana ve benden 5 yaş büyük ablama birer lahana bebek almıştı. güleç ve sena. benimki yenidoğan boyutunda onunkiyse devasa ve şişko. şişko bebek mi olur? sena şişkoydu. çilleri vardı ve saçları da turuncuydu. sena kendi adını bebeğine de koyacak kadar aslan burcu bir birey, ben ise "ne olsun ki bunun adı" diye bir boy büyük ablasının peşinden 3 gün boyunca koşturan bir depresyonlu anne yavrusu. benim ilgi makinem benden 9 yaş büyük olan büyük ablamdı. o zamanlar liseli. aşığım, hayranım. dünden razı olduğu küçük annelik misyonunu layıkıyla yerine getiren büyük ablama lahana bebek alınmamıştı tabi ki. çaktırmasa da, bugün anlıyorum, biraz bozuldu buna. onun hediyesi neydi çok iyi anımsamıyorum. ama ya bir klasikler serisiydi ya da ingilizce dil öğrenme kitapları. akademik bir şeyler olduğu kesin. detayını hatırlayamıyorum, sorup öğrenmem lazım. ne var ki bu anlatacağım hikayeyi ablama hatırlatmak istemiyorum. bunun gibi bir tana daha var. hatırlaması bana olduğundan daha büyük yük olur ona. o yüzden biz de n'apalım buraya döküyoruz içimizi. biz kimdik? hatırlatalım: biz üç kişiydik. hangimiz kimiz pek emin olmasak da en az üçüz. şimdilik.
- abla hadi yaa, bul bir şey. bebeğimi adıyla sevmek istiyorum.
- tamam düşünüyorum miko. zorlama beni, en güzelini bulalım.
bu cevabı çok iyi hatırlıyorum. zaten ben bu kadınla ilgili birçok şeyi çok iyi hatırlıyorum. en güzelini bulalım. sen ne bulursan en güzeli olurdu a benim şaşkınım... bana göre senden gelen her şey en güzeliydi. en güzel olan sendin çünkü. sonunda buldu. daha iyisi olamazdı. bebeğim artık yoluna adıyla devam edecekti. güleç. canım güleç. ah güleç.
bana geldiği ilk gün diğer tüm oyuncaklarımın, yalvar yakar aldırdığım barbie evimin bile pabucunu dama attım hiç acımadan. her yere güleçle gittim, hep güleçle oynadım, onu üçümüzle de tanıştırdım. onunla uyudum, onunla uyandım. yemek masasına güleç için sandalye koydum. ben neredeysem güleç oradaydı. güleç hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. kırmızı saçlarının rengi bir ton açılmadı, kokusu asla kaybolmadı. dünyanın en kaliteli bebeği falan mıydı acaba? bilemiyorum. ama benim hayatımın merkezine gelip oturmuştu. ondan eminim. peki ya ablam? o bu hikayenin neresinde? benden de güleç'ten de daha merkezinde. anlatıyorum...
isim anasıydı, ananesiydi aslında. resimde gerçek annem hiç yok farkındaysanız. çamaşır suyuyla duvarları falan siliyordu o dönem haftada üç kez. yapacak iş bulamadığında henüz bekar olan teyzemin çeyizlerini gardrobun üstünden indirip, yıkayıp, kolalayıp, ütülüyordu falan. öyleli. çok yıllar sonra, ilgi çekmek için yaptığım çok yanlış bir şeyden hemen sonra, canını yakmak pahasına beni seviyor musun diye sorup durumu olduğundan daha kaotik bir hale getirmeme sebep olan çeşitli tutum ve davranışlar içerisindeydi yani. kendisi bunu hiç kabul etmese de. canı sağolsun.
- ben seni aldıracaktım miko. zor ikna ettiler beni. annem sütümü helal etmem sana dedi de öyle kabul ettim doğurmayı. o yüzden senin göbek adın ananenin adı.
hıhm oldu. anca bu kadar oldu işte.
ben henüz insanların çaktırmamaya çalışarak kırılabildiklerini anlayabilecek olgunlukta değildim tabi. mutlaka çeşitli şekillerde meramını anlatmaya çalışmıştır ablam bana. dans eden insan gördüğünde gözleri dolan, sanatçı ruhlu, duygularıyla var olan bir insan benim ablam. nasıl dışavurmamış olabilir sindirememişliğini. ben okuyamadım. bedelini ise kısa bir süre sonra herkes ödeyecekti.
araları geçiyorum. güleçle çok güzel anılarımız var. belki daha keyifli bir yazının konusu olurlar daha sonra. asıl meseleye geleyim.
beni tabi ki, tahmin edebileceğiniz üzere ablam yıkardı. bir hafta sonu, akşam yemeğinden sonra, banyo yaptırdı bana. sonrasındaki çok sevdiğimiz saç tarama ritüelimiz esnasında -saçlarının kıvırcık olmasından nefret eden küçük miko'nun hala ıslak olan saçlarını dümdüz tarayıp çeşitli tokalar, kurdeleler ile düz saç modelleri yapmak suretiyle fotoğraflarını çekmek*- kucağımda olan güleç'in ne kadar muhteşem bir bebek olduğunu dinledi uzun uzun. ritüel bitti. güleç yatağa yatırıldı. ben de yattım yanına. ablam son öpücüğünü verip ışığı kapatıp çıkacaktı ki odadan yine güleç ile ilgili bir şey dedim ben, o da "eeehh bıktım bu bebekten, hep güleç hep güleç" dedi ve yanımda yatmakta olan güleç'i alıp yere fırlattı. tabi ki çok şaşırdım ve çok üzüldüm. ağladım. sakinleştirdi beni. özür diledi. güleç'i yerden aldı, ondan da özür diledi. yanıma yatırdı tekrar. ve gece bitti. muhtemelen ağlayarak uykuya daldım. o geceye dair onun güleç'i yere attığı andan sonrası çok yok bende.
ben sabahçıydım. o tam gün gidiyordu okula. ertesi gün okuldan gelince koşa koşa odama gittim. güleç'i aldım. öptüm. saçlarını kokladım. sonra da sobaya attım. güleç yandı. ev plastik koktu diye annem çok kızdı. ablam da okuldan gelince saatlerce ağladı. ben iyi bir şey yapmaya çalışmıştım. sevinir zannetmiştim. çok üzüldü. hiç anlamadım.
keşke daha sonra da anlamasaydım.
özür dilerim abla. özür dilerim miko. özür dilerim güleç.
devamını gör...
ölüm
bir psikoloğun not defterinden ;
" bazı insanlar çoktan ölmüştür ama yaşamak zorundadırlar. zamanı gelip öldüklerinde ise eksik olan toprak üzerlerine atılcaktır"
" bazı insanlar çoktan ölmüştür ama yaşamak zorundadırlar. zamanı gelip öldüklerinde ise eksik olan toprak üzerlerine atılcaktır"
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
gök mavi, ruh karanlık.
sadece ruh mu karanlık yoksa kalpler mi?
gülüş, inceden duyduğum çocuk gülüşü
anlık mutluluk verir.
neydi mutluluk?
içinde yağmurlar yağarken güneşi görmek mi?
ya da minik bir sohbet mi?
ama sen aldanma mahsun yüzlere.
çünkü her sahteliğin ardında açılan bir hakikat perdesi var.
özgürlük..
bağıra bağıra istediğim yegâne arzu.
ya sevgi?
ona hiç gelme..
sâfi sevgi ahmed arif 'in leylâ' sına yazdığı şiirlerden sonra bitti.
sadece ruh mu karanlık yoksa kalpler mi?
gülüş, inceden duyduğum çocuk gülüşü
anlık mutluluk verir.
neydi mutluluk?
içinde yağmurlar yağarken güneşi görmek mi?
ya da minik bir sohbet mi?
ama sen aldanma mahsun yüzlere.
çünkü her sahteliğin ardında açılan bir hakikat perdesi var.
özgürlük..
bağıra bağıra istediğim yegâne arzu.
ya sevgi?
ona hiç gelme..
sâfi sevgi ahmed arif 'in leylâ' sına yazdığı şiirlerden sonra bitti.
devamını gör...
daha önceden biriyle çıkmış kızla evlenmek
neden açıldığını anlamadığım başlıktır. siz istediğiniz her haltı yiyebilirsiniz ama kızların eline erkek eli gözüne başka bir göz değmemiş olacak öyle mi? isterseniz çocukken bir zindana kapatalım sizle evlenene kadar orada yaşasın birde.
devamını gör...
sevgiliyle romantik anlar yaşarken beşinci boyut'taki salih'e yakalanmak
her türk gencinin en büyük fobisidir. düşünsenize bi, netflix'ten eternal sunshine'ı izliyorsun. "aşkım benim de hafızam silinse böylee. ben de seni unutmaam." diyor kız.. "unutur muyum bitanem, bu hayata senin için geldim falan filan.." sonra iyice koynuna sokuluyor falan filan derken....
sonra kapı hafiften aralanıyor ve alttan bir sis efekti. şakkadanak içeri giriyor salih reis "zina günah değil mi mübarek" der gibi şapşalca gülümseyen, ıkınmaklı bir surat ifadesiyle... o anda içeri devlet erkânından birisi girse bu kadar zoruma gitmez anasını satim. inşallah böyle bi olay yaşanmaz lan sözlük. çok büyük korkuyom valla :((
sonra kapı hafiften aralanıyor ve alttan bir sis efekti. şakkadanak içeri giriyor salih reis "zina günah değil mi mübarek" der gibi şapşalca gülümseyen, ıkınmaklı bir surat ifadesiyle... o anda içeri devlet erkânından birisi girse bu kadar zoruma gitmez anasını satim. inşallah böyle bi olay yaşanmaz lan sözlük. çok büyük korkuyom valla :((
devamını gör...
friedrich nietzsche sözleri
sabit fikir,sahibini hapseder.
devamını gör...
güne bir şiir bırak
ben ölünce, sevdiceğim,
hüzünlü şarkılar söyleme ardımdan;
güller dikme baş ucuma,
ya da koyu gölgeli bir selvi ağacı:
yeşil çimenler olsun üstümde
yağmurda ve çiyle ıslanan;
ve istersen, hatırla,
istersen unut.
görmeyeceğim gölgeleri,
hissetmeyeceğim yağmuru;
şarkısını duymayacağım
bülbülün, sanki acıyla söylediği:
ne çöken ne kalkan alacakaranlıkta
düşler görürken,
bakarsın hatırlarım,
bakarsın unuturum.
cin pazarı ve seçme şiirler, christina rossetti
hüzünlü şarkılar söyleme ardımdan;
güller dikme baş ucuma,
ya da koyu gölgeli bir selvi ağacı:
yeşil çimenler olsun üstümde
yağmurda ve çiyle ıslanan;
ve istersen, hatırla,
istersen unut.
görmeyeceğim gölgeleri,
hissetmeyeceğim yağmuru;
şarkısını duymayacağım
bülbülün, sanki acıyla söylediği:
ne çöken ne kalkan alacakaranlıkta
düşler görürken,
bakarsın hatırlarım,
bakarsın unuturum.
cin pazarı ve seçme şiirler, christina rossetti
devamını gör...
la vie de gargantua et de pantagruel
fransız yazar françois rabelais tarafından 1532 yılında yazılmış seri. beşinci kitabın rabelais tarafından yazıldığı şaibeli olsa bile seri beş kitaptan oluşuyor. rabelais serinin ilk kitabında -pantagruel*- kendi isminin bir anagramı olan alcofribas nasier ismini kullanmıştır fakat bu durum kitabın sorbonne ve kilise tarafından yasaklanmasına engel olamamıştır. rabelais'nin eleştiri niteliği taşıyan bu eserleri molierevari bir komedi unsuru taşıdığı düşünülse bile aslında oldukça alakasız bir güldürü niteliği taşıyor. rabelais, üzüntünün insanın içini kemirdiğini bu yüzden insanı insan yapan şeyin neşeli olmak olduğunu düşünüyordu, bir dram yaratmak yerine güldürmeyi tercih etti ve bu durum başta voltaire olmak üzere bir çok fransız düşünür tarafından ciddiyetsiz olmakla eleştirildi hatta öyle ki; voltaire, rabelais'nin zekasını boşa harcayan sarhoş bir düşünür olduğunu dile getirmiştir. yine de toplumun ve bir zamanlar mensubu olduğu kilisenin hicvini öyle döneminin üstünde bir mizah ile yapmış ki hayranlık duymamak elde değil. rabelais'nin hümanizm anlayışı ve bence biraz da hedonist tutumu eserin her noktasında gözlemlenebilir.ilk iki kitap; gargantua ve pantagruel dilimize birsel uzma tarafından çevrilmiştir fakat rabelais'nin karmaşık hatta neredeyse ağdalı bir fransızca kullanmasından ötürü tatmin edici bir çeviri değil. serinin ismi bazı kaynaklarda gargantua et pantagruel* olarak geçmektedir.
(bkz: pantagruel)*
(bkz: gargantua)*
(bkz: le tiers livre)*
(bkz: le quart livre)*
(bkz: le cinquième livre)* - rabelais tarafından yazıldığı oldukça şaibelidir, ölümünden sonra basılmıştır ve en iyi ihtimalle notlarından veya makalelerinden derlendiği düşünülüyor-
« voyez vous ce jeune enfant ? ıl n’a encor douze ans ; voyons, si bon vous semble, quelle difference y a entre le sçavoir de voz resveurs mateologiens du temps jadis et les jeunes gens de maintenant. »
l’essay pleut à grandgousier, et commanda que le paige propozast. […]
le tout feut par icelluy proferé avecques gestes tant propres, pronunciation tant distincte, voix tant eloquente et languaige tant aorné et bien latin, que mieulx resembloit un gracchus, un ciceron ou un emilius du temps passé qu’un jouvenceau de ce siecle.
mais toute la contenence de gargantua fut qu’il se print à plorer comme une vache et se cachoit le visaige de son bonnet, et ne fut possible de tirer de luy une parolle non plus q’un pet d’un asne mort.
gargantua, c.xv
(bkz: pantagruel)*
(bkz: gargantua)*
(bkz: le tiers livre)*
(bkz: le quart livre)*
(bkz: le cinquième livre)* - rabelais tarafından yazıldığı oldukça şaibelidir, ölümünden sonra basılmıştır ve en iyi ihtimalle notlarından veya makalelerinden derlendiği düşünülüyor-
« voyez vous ce jeune enfant ? ıl n’a encor douze ans ; voyons, si bon vous semble, quelle difference y a entre le sçavoir de voz resveurs mateologiens du temps jadis et les jeunes gens de maintenant. »
l’essay pleut à grandgousier, et commanda que le paige propozast. […]
le tout feut par icelluy proferé avecques gestes tant propres, pronunciation tant distincte, voix tant eloquente et languaige tant aorné et bien latin, que mieulx resembloit un gracchus, un ciceron ou un emilius du temps passé qu’un jouvenceau de ce siecle.
mais toute la contenence de gargantua fut qu’il se print à plorer comme une vache et se cachoit le visaige de son bonnet, et ne fut possible de tirer de luy une parolle non plus q’un pet d’un asne mort.
gargantua, c.xv
devamını gör...
kanal 7'ye bir not bırak
bir sürü yeri aramış olmama rağmen sadece siz kuzenime kan gerektiğinde altyazı olarak verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
devamını gör...
wikipedia'dan copy paste yapan yazarın parantez içindeki rakamları bile silmemesi
gemi azıya almış yazar şeysi. biliriz ki wikipedia'da cümle sonlarında yer alan parantez içindeki rakamlar kaynakçaya ithafen yazılır.
(bkz: ulan bari kaynak göster)
(bkz: ulan bari kaynak göster)
devamını gör...
zor günler
“benden önce söylenmiş sözlerin haklılığına kızdığım oldu zamanında ama inandığımda..
ömrümde her şarkı başka bir kapı açtı..
bu şarkını ardında sen bu kapını ardındaysa benden önce söylenmiş sözler vardı..
seçtiğimiz hayatlar mı bunlar? seçtiklerimiz mi?
bunca yokluk, bunca kırıklık, bunca acı
seçtiklerimiz evet..
hayat bu sevgilim çoktan seçmeli
senin aşkınsa bir dönem ödevi..
bir şarkı tuttum sevgilim bir kapı açtım ikimize
ikimiz çokmuşuz meğer bu resme
kapatmadan bu kapıyı yinede
bu yaralar bereler sanadır bileler
çok canım yanıyordu, gördüklerimden ve göreceklerimden benim kanayan dizlerim yoktu hayatta bitek
benimde kanattıklarım vardı elbet
ezdiğim kumlar ve geçtiğim yollar hala gölgemi taşıyorlar
hani demiştim ya en başında
ne ayrılıklar ne aşklar ne başlangıçlar diye
yani demem o ki çok zor günler geçirdim vaktiyle
bu şarkı sadece benimdi sevgilim
ve ben büyük bahçeler istemiştim ikimize
yazmışsın ya "onu sevebileceğimi düşünmüştüm" diye
işte o günden beri, beklide bu yüzden sadece
bu yaralar bereler sanayadı, bileler göreler aşkımı
şahidim gökkubbe.”
iclal aydın şiiri.
ömrümde her şarkı başka bir kapı açtı..
bu şarkını ardında sen bu kapını ardındaysa benden önce söylenmiş sözler vardı..
seçtiğimiz hayatlar mı bunlar? seçtiklerimiz mi?
bunca yokluk, bunca kırıklık, bunca acı
seçtiklerimiz evet..
hayat bu sevgilim çoktan seçmeli
senin aşkınsa bir dönem ödevi..
bir şarkı tuttum sevgilim bir kapı açtım ikimize
ikimiz çokmuşuz meğer bu resme
kapatmadan bu kapıyı yinede
bu yaralar bereler sanadır bileler
çok canım yanıyordu, gördüklerimden ve göreceklerimden benim kanayan dizlerim yoktu hayatta bitek
benimde kanattıklarım vardı elbet
ezdiğim kumlar ve geçtiğim yollar hala gölgemi taşıyorlar
hani demiştim ya en başında
ne ayrılıklar ne aşklar ne başlangıçlar diye
yani demem o ki çok zor günler geçirdim vaktiyle
bu şarkı sadece benimdi sevgilim
ve ben büyük bahçeler istemiştim ikimize
yazmışsın ya "onu sevebileceğimi düşünmüştüm" diye
işte o günden beri, beklide bu yüzden sadece
bu yaralar bereler sanayadı, bileler göreler aşkımı
şahidim gökkubbe.”
iclal aydın şiiri.
devamını gör...
