miyop olmanın zorlukları
akşamları yol kenarında beklerken gelen minibüsü görmek için gözlerimi kısmaktan çinlilere benzememe rağmen bizim minibüs olduğunu göremediğimden ve her minibüsü de tek tek durduramayacağım için durağa kadar yürümek zorunda kalıyorum.
bir ara ben niye yürüyorum ya deyip bineceğim minibüsü görünceye kadar her gelen minibüsü durduruyordum, sonra durdurduğum her minibüs gittikten iki dakika sonra bir kulak çınlaması hissedince tekrardan durağa yürümeye başladım.
bir ara ben niye yürüyorum ya deyip bineceğim minibüsü görünceye kadar her gelen minibüsü durduruyordum, sonra durdurduğum her minibüs gittikten iki dakika sonra bir kulak çınlaması hissedince tekrardan durağa yürümeye başladım.
devamını gör...
iki şehrin hikayesi
"karşı- devrimin ve savaşın kurbanları, popüler romanlarda ya da hatta charles dickens'in iki şehrin hikayesi'nde pazarladığı korku öykulerinde yer almaz. çünkü bu yazarlar için saygıdeğer bir beyefendinin ya da hanımefendinin ölümü trajedidir, cumhuriyetçi bir zanaatkârın ya da bir kadın terzinin ki ilgiye değmez. "
chris harman.
zaman zaman aklıma gelen, zihnimin içinden dönen bu sözü, birkac kez, alıntılama ihtiyacı gereği duyduktan sonra bu romanı okumak benim için namus borcu olmuştu. alıntı yaptığım söz ingiliz marksist chris harman'ın dünya tarihi kitabında geçiyor. yordam yayınları tarafından türkçeye çevrildi bu kitap.
romanın çevirisi hakkında bir şey söylemek istemiyorum çünkü ingilizcesi 19 yüzyıla ait olduğu için, ahkam kesme hakkını kendimde görmüyorum.
şahsi görüşüm bu kitap hakkında bir yanılgı söz konusu. hem batı marsistleri açısından, hem de diğer cenahtan yaklaşım olarak bir haksızlık söz konusu. bir kere, harman'ın söylediği cumhuriyetçi bir terzinin ölümünü trajik olarak vermek ya da vermemek üzerine bir kurgu soz konusu değil. harman ve diğer marksistleri burada sinirlendiren şey, fransız devrimciletirinin döktüğü kanın mevzu bahis edilmesi ki, kendisi trockist neden böyle bir yaklaşım sergiliyor anlamak zor. trockistler dökülen kanın hesabını sormak konusunda epey mahirdir yanlış diye söylemiyorum yapılan bu.
dickens romanı iki şekilde ortaya koyuyor. birincisi devrimden önce, fransa da olanlar ki lucie'nin babasının yaşadıkları cumhuriyetciletrin trajedisini son derece iyi bir şekilde ortaya koyuyor. dr mannette'nin ölmesi mi daha trajik yoksa, diri diri mezara gömülmesi mi?
devrim öncesi, fransız halkının yoksulluğu son derece net bir şekilde ortaya koyuluyor. aristokrasinin insanlık onurunu ezip geçmesi, fransız alt sınıfların köpek yerine koyulması, gayet iyi bir şekilde veriliyor. aristokrasiye ait at arabasının cogugu ezmesi ve adamın davranışları bunların göstergesi.
dickens, böyle bir trajedinin devrim esnasında ve sonrasında yaşanan şiddet dalgasının altyapısını ortaya koyuyor. dediğim gibi marsistler, fransız devrimcilerinin haksız yere döktükleri kanın hesabının sorulmasına kızgınlar. elbette tüm komunist cenahı mahkum etmek gibi bir niyetim yok fakat bu romana kyüklemenin de anlamını pek çözemiyorum.
belki şu olabilir, şiddetin dalga dalga yayıldığı bir dönemde, şiddete indirgenen bir eleştirinin ne denli doğru olduğu konusunda eleştiriler olabilir. fakat dickens'in taraf tuttuğu konusuna kesinlikle katılmadığım gibi, ne aristokrasiyi aklıyor ne de yukarıda söylendiği gibi bir ingiltere övgüsü söz konusu.
kitabın eksik yanı, daha doğrusu daha derine inmesi gereken yanı, fransa'da devrim öncesi ezilenlerin yaşadığı şiddete dayalı trajedeyi daha net ve derin ortaya koyması yönünde olabilir. çünkü dickens'in eleştirildiği nokta, devrimcilerin gösterdiği şiddeti ortaya koyması. bu açıdan bir ölçüde kabul edilebilir eleştiri. aksi halde, fransa'da devrimden sonra, devrimcilerin kafayı yediği sır degil çünkü.
chris harman.
zaman zaman aklıma gelen, zihnimin içinden dönen bu sözü, birkac kez, alıntılama ihtiyacı gereği duyduktan sonra bu romanı okumak benim için namus borcu olmuştu. alıntı yaptığım söz ingiliz marksist chris harman'ın dünya tarihi kitabında geçiyor. yordam yayınları tarafından türkçeye çevrildi bu kitap.
romanın çevirisi hakkında bir şey söylemek istemiyorum çünkü ingilizcesi 19 yüzyıla ait olduğu için, ahkam kesme hakkını kendimde görmüyorum.
şahsi görüşüm bu kitap hakkında bir yanılgı söz konusu. hem batı marsistleri açısından, hem de diğer cenahtan yaklaşım olarak bir haksızlık söz konusu. bir kere, harman'ın söylediği cumhuriyetçi bir terzinin ölümünü trajik olarak vermek ya da vermemek üzerine bir kurgu soz konusu değil. harman ve diğer marksistleri burada sinirlendiren şey, fransız devrimciletirinin döktüğü kanın mevzu bahis edilmesi ki, kendisi trockist neden böyle bir yaklaşım sergiliyor anlamak zor. trockistler dökülen kanın hesabını sormak konusunda epey mahirdir yanlış diye söylemiyorum yapılan bu.
dickens romanı iki şekilde ortaya koyuyor. birincisi devrimden önce, fransa da olanlar ki lucie'nin babasının yaşadıkları cumhuriyetciletrin trajedisini son derece iyi bir şekilde ortaya koyuyor. dr mannette'nin ölmesi mi daha trajik yoksa, diri diri mezara gömülmesi mi?
devrim öncesi, fransız halkının yoksulluğu son derece net bir şekilde ortaya koyuluyor. aristokrasinin insanlık onurunu ezip geçmesi, fransız alt sınıfların köpek yerine koyulması, gayet iyi bir şekilde veriliyor. aristokrasiye ait at arabasının cogugu ezmesi ve adamın davranışları bunların göstergesi.
dickens, böyle bir trajedinin devrim esnasında ve sonrasında yaşanan şiddet dalgasının altyapısını ortaya koyuyor. dediğim gibi marsistler, fransız devrimcilerinin haksız yere döktükleri kanın hesabının sorulmasına kızgınlar. elbette tüm komunist cenahı mahkum etmek gibi bir niyetim yok fakat bu romana kyüklemenin de anlamını pek çözemiyorum.
belki şu olabilir, şiddetin dalga dalga yayıldığı bir dönemde, şiddete indirgenen bir eleştirinin ne denli doğru olduğu konusunda eleştiriler olabilir. fakat dickens'in taraf tuttuğu konusuna kesinlikle katılmadığım gibi, ne aristokrasiyi aklıyor ne de yukarıda söylendiği gibi bir ingiltere övgüsü söz konusu.
kitabın eksik yanı, daha doğrusu daha derine inmesi gereken yanı, fransa'da devrim öncesi ezilenlerin yaşadığı şiddete dayalı trajedeyi daha net ve derin ortaya koyması yönünde olabilir. çünkü dickens'in eleştirildiği nokta, devrimcilerin gösterdiği şiddeti ortaya koyması. bu açıdan bir ölçüde kabul edilebilir eleştiri. aksi halde, fransa'da devrimden sonra, devrimcilerin kafayı yediği sır degil çünkü.
devamını gör...
pasaportu 4 yaşındaki oğlu tarafından karalanan baba
t: sinir krizi geçirmesi muhtemel ebeveyn.
olay çinli bir babanın güney kore ziyareti esnasında tecelli etmiş. ve karalamanın sonucunda baba güney kore'de mahsur kalmış. çocuk birazcık sanatsal bir çalışma yapmak istemiş ama kağıt seçimi biraz garip geldi bana.
çocuğun ve babanın akıbeti nedir, bilmiyorum. aklıma da takılmadı değil. acaba benim babamın başına getirseydim bu olayı, eve tek parça geri dönebilir miydim? ... sanmıyorum*.
olay çinli bir babanın güney kore ziyareti esnasında tecelli etmiş. ve karalamanın sonucunda baba güney kore'de mahsur kalmış. çocuk birazcık sanatsal bir çalışma yapmak istemiş ama kağıt seçimi biraz garip geldi bana.
çocuğun ve babanın akıbeti nedir, bilmiyorum. aklıma da takılmadı değil. acaba benim babamın başına getirseydim bu olayı, eve tek parça geri dönebilir miydim? ... sanmıyorum*.
devamını gör...
(tematik)
lig.sternopericardiaca
kalbi yerinde tutan en güçlü bağdır.
ön mediasten(mediastinum anterius)'ta bulunur.
ön mediasten(mediastinum anterius)'ta bulunur.
devamını gör...
görünmez heykelin 150 bin liraya satılması
yarın öbür gün ülkemizde , görünmez ama para basan heykel diye satılır, zaten halkımıza bedavadan para kazanacaksınız de yeter, hemen dalar, artık nasıl bitmez bir para varsa çıkıyor ortaya.
devamını gör...
nazım hikmet ran
o; vatan haini olduğu idda edilerek vatandaşlıktan çıkarılmış, içinde memleket sevdası hiç bitmemiş, orduda görev yapmış, yazıları sebebiyle sürekli hapis cezaları almış, sonunda rusya'da vefat etmiş, mavi gözlü devdi.
--- alıntı ---
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet.
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
bir ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında amiral vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, amerikan amirali
amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, amerikan üsleri, amerikan bombası, amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet.
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
bir ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında amiral vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, amerikan amirali
amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi hikmet
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, amerikan üsleri, amerikan bombası, amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
nâzım hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
--- alıntı ---
devamını gör...
anneliğin kutsallaştırılması
toplumların dahiyane buluşu, büyük kandırmaca. muazzam bir emeğin göz boyayan rahatlatıcı karşılığı.
biyolojik bir olay olan doğurma eylemi, beraberinde kadına çocuğu büyütme yükünün büyük kısmını veriyor. belki evrimsel açıdan bakıldığında birçok memeli türü de bu görevi anneye bırakıyor. aslında buraya kadar bir sorun görünmüyor. fakat insan, içgüdüleriyle savaşmaya başlayan bir bilince sahip olunca, işler insansı atalarının izinde kalamıyor.
evin içini çekip çeviren bir kadın ve dışarıda çalışan, maddi yükü sırtlayan bir erkekten oluşan ailede kadın görünmez oluyor, tek gayesi çocukları yetiştirmeye yöneliyor. aile, toplum ve devlet, yolunda gibi görünen bu düzenin bozulmaması adına müthiş bir kavram üretiyor. anneliğin kutsallığı. bu öyle bir kavram ki, en çok inanan, emeğine karşılık arayan anneler oluyor. bir çeşit savunma mekanizması. değerini yüceltecek bir tanım.
kutsiyet ağına düşmüş ve bunu içselleştirmiş olan kadın yüceltilirken, anne olamayan veya olmayan, kutsal mertebesine ulaşamayan kadın bunun baskısı altında eziliyor. baskının altından kalkamayan kadın üreyerek döngünün devamını sağlıyor. artık hayatını adaması gereken bir varlığa sahip olduğunda ise bu kandırmacanın devamını sağlayan role bürünüyor. çünkü buna ihtiyacı var ve emeğin bir karşılığı olmalı. böylece kutsallık kendini yeniden üretiyor.
üremeyi teşvik etmek devletin en önemli uğraşlarındandır. işçi, asker ve vergi ihtiyacı bitmeyecektir. cumhurbaşkanı “en az üç çocuk” diye boşuna bağırmıyor. dikkat edilirse bu konuşmaları da genellikle kadın kollarına yapıyor. onlara diyeceği şeyler bellidir. annelik kutsaldır. cennet annelerin ayakları altındadır.
anneliğin içgüdüsel olduğu tezi ise türümüz için artık tek gerçek değildir. tercihin olduğu bir yerde sadece içgüdüden bahsedemeyiz. eğitim ve üremenin ters orantılı bağıntısını kabul etmek durumundayız. eğitim arttıkça kutsallık azalmaya mahkumdur.
annelik kutsal değildir. cennet de anaların ayakları altında değildir. sadece biyolojik bir olaydır. fakat şu bir gerçek ki; yaşamını başka bir canlıya adamaya rıza kazandıran “kutsallık” buluşu büyük başarıdır.
biyolojik bir olay olan doğurma eylemi, beraberinde kadına çocuğu büyütme yükünün büyük kısmını veriyor. belki evrimsel açıdan bakıldığında birçok memeli türü de bu görevi anneye bırakıyor. aslında buraya kadar bir sorun görünmüyor. fakat insan, içgüdüleriyle savaşmaya başlayan bir bilince sahip olunca, işler insansı atalarının izinde kalamıyor.
evin içini çekip çeviren bir kadın ve dışarıda çalışan, maddi yükü sırtlayan bir erkekten oluşan ailede kadın görünmez oluyor, tek gayesi çocukları yetiştirmeye yöneliyor. aile, toplum ve devlet, yolunda gibi görünen bu düzenin bozulmaması adına müthiş bir kavram üretiyor. anneliğin kutsallığı. bu öyle bir kavram ki, en çok inanan, emeğine karşılık arayan anneler oluyor. bir çeşit savunma mekanizması. değerini yüceltecek bir tanım.
kutsiyet ağına düşmüş ve bunu içselleştirmiş olan kadın yüceltilirken, anne olamayan veya olmayan, kutsal mertebesine ulaşamayan kadın bunun baskısı altında eziliyor. baskının altından kalkamayan kadın üreyerek döngünün devamını sağlıyor. artık hayatını adaması gereken bir varlığa sahip olduğunda ise bu kandırmacanın devamını sağlayan role bürünüyor. çünkü buna ihtiyacı var ve emeğin bir karşılığı olmalı. böylece kutsallık kendini yeniden üretiyor.
üremeyi teşvik etmek devletin en önemli uğraşlarındandır. işçi, asker ve vergi ihtiyacı bitmeyecektir. cumhurbaşkanı “en az üç çocuk” diye boşuna bağırmıyor. dikkat edilirse bu konuşmaları da genellikle kadın kollarına yapıyor. onlara diyeceği şeyler bellidir. annelik kutsaldır. cennet annelerin ayakları altındadır.
anneliğin içgüdüsel olduğu tezi ise türümüz için artık tek gerçek değildir. tercihin olduğu bir yerde sadece içgüdüden bahsedemeyiz. eğitim ve üremenin ters orantılı bağıntısını kabul etmek durumundayız. eğitim arttıkça kutsallık azalmaya mahkumdur.
annelik kutsal değildir. cennet de anaların ayakları altında değildir. sadece biyolojik bir olaydır. fakat şu bir gerçek ki; yaşamını başka bir canlıya adamaya rıza kazandıran “kutsallık” buluşu büyük başarıdır.
devamını gör...
sözlükte canlılık yok diye trolleri ölümüne savunmak
başlık altı tanımlara bakıyorum genelde hep aynı yazarlar hepsine isim olarak aşına oldum yeni mahlaslar göremiyorum uzun zamandır. sanırım sözlük durgun bu ara
devamını gör...
insanlar ikiye ayrılır
aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil gibi kategorilere ayrılırlar. halbuki bu kadar karmaşık değildir. insanlar sadece ikiye ayrılırlar: iyi insanlar ve kötü insanlar.”
albert einstein
albert einstein
devamını gör...
turan seyfioğlu
--- alıntı ---
deniz subayı bir babanın oğlu olarak 1920 yılında caddebostan’da doğan turan seyfioğlu, ilk öğrenim ve lise yıllarının ardından babası londra tarım ataşeliğine atanmış.. babası ile birlikte ingiltere’ye gitmek istemişse de, 2.dünya savası sırasında londra’nın durumu kötü olması sebebiyle götürülmemiş.
böylece türkiye’de kalan turan, güney sınırından suriye’ye geçerim, oradan da bir yolunu bulur londra’ya giderim diye düşünmüş. ancak suriye’ye adım atar atmaz fransızların eline düşmüş. üç ay sonra fransızlar’ın, “lejyon’a yazılırsan hapisten kurtulursun” teklifini kabul etmiş ve lejyona yazılmış.
süveyş kanalı dolaylarında rommel’in ordusuyla çarpışmış. bir yıl sonra 1943 yılının eylül ayında türkiye’ye dönmüş. 2.dünya savaşına katılan ender türklerden biri olması dışında, kısa ömrüne çok şey sığdırmış turan seyfioğlu.. aynı zamada komple bir sporcu olan turan seyfioğlu, dereceler almış bir kayakçı,
fenerbahçe genç takımında iki yıl kalecilik yaymış bir futbolcu, çeşitli rekorları olan bir yüzücüydü. 50 ‘li yıllarda caddebostan da ettiği kavgalar efsane gibi anlatılırmış. .
beyaz perdede yarattığı ilk kahraman, 1951 tarihli yapım olan “ulubatlı hasan”. turan seyfioğlu 1951′de “sinema sanatçıları derneği”nin düzenlediği bir yarışmada en iyi artist armağanı kazanmış. 17 filmde başrol olmak üzere 40 civarı filmde oynamış. uludağ’da kayak dersi verirken, londra’dan turist olarak gelen patricia ile tanışmış, dost olmuşlar ve 1952 yılında da evlenmişler.
yedi yıl boyunca mutlu bir evlilik geçiren çiftlerin bir de kız çocukları olmuş. 1959 yılına gelindiğinde, patricia londra’ya dönmüş. ayhan ışık, ahmet tarık tekçe ve neriman köksal ile “devlerin öfkesi”, seyfioğlunun son filmi olmuş. bu filmi bitirdikten sonra rahatsızlanarak, tedavi için gittiği londra’da 18 ağustos 1961 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
--- alıntı --- buradan
deniz subayı bir babanın oğlu olarak 1920 yılında caddebostan’da doğan turan seyfioğlu, ilk öğrenim ve lise yıllarının ardından babası londra tarım ataşeliğine atanmış.. babası ile birlikte ingiltere’ye gitmek istemişse de, 2.dünya savası sırasında londra’nın durumu kötü olması sebebiyle götürülmemiş.
böylece türkiye’de kalan turan, güney sınırından suriye’ye geçerim, oradan da bir yolunu bulur londra’ya giderim diye düşünmüş. ancak suriye’ye adım atar atmaz fransızların eline düşmüş. üç ay sonra fransızlar’ın, “lejyon’a yazılırsan hapisten kurtulursun” teklifini kabul etmiş ve lejyona yazılmış.
süveyş kanalı dolaylarında rommel’in ordusuyla çarpışmış. bir yıl sonra 1943 yılının eylül ayında türkiye’ye dönmüş. 2.dünya savaşına katılan ender türklerden biri olması dışında, kısa ömrüne çok şey sığdırmış turan seyfioğlu.. aynı zamada komple bir sporcu olan turan seyfioğlu, dereceler almış bir kayakçı,
fenerbahçe genç takımında iki yıl kalecilik yaymış bir futbolcu, çeşitli rekorları olan bir yüzücüydü. 50 ‘li yıllarda caddebostan da ettiği kavgalar efsane gibi anlatılırmış. .
beyaz perdede yarattığı ilk kahraman, 1951 tarihli yapım olan “ulubatlı hasan”. turan seyfioğlu 1951′de “sinema sanatçıları derneği”nin düzenlediği bir yarışmada en iyi artist armağanı kazanmış. 17 filmde başrol olmak üzere 40 civarı filmde oynamış. uludağ’da kayak dersi verirken, londra’dan turist olarak gelen patricia ile tanışmış, dost olmuşlar ve 1952 yılında da evlenmişler.
yedi yıl boyunca mutlu bir evlilik geçiren çiftlerin bir de kız çocukları olmuş. 1959 yılına gelindiğinde, patricia londra’ya dönmüş. ayhan ışık, ahmet tarık tekçe ve neriman köksal ile “devlerin öfkesi”, seyfioğlunun son filmi olmuş. bu filmi bitirdikten sonra rahatsızlanarak, tedavi için gittiği londra’da 18 ağustos 1961 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
--- alıntı --- buradan
devamını gör...
mauritius cumhuriyeti
afrika'nın güney doğusunda, madagaskar'ın doğusunda bulunan, dört küçük adadan oluşan ülkedir.
başkenti port louis, yüzölçümü 2.040 km²'dir.
nüfusunun üçte ikisi hint kökenlidir. güney afrika cumhuriyeti vatandaşlarının en çok gittiği tatil yeridir.
başkenti port louis, yüzölçümü 2.040 km²'dir.
nüfusunun üçte ikisi hint kökenlidir. güney afrika cumhuriyeti vatandaşlarının en çok gittiği tatil yeridir.
devamını gör...
deva-ı misk
kelime anlamı ‘her derde deva’ olan, yumurta akı,bal ve 41 çeşit baharatla hazırlanan, edirne’ye özgü bir tür tatlı.
devamını gör...
sözlük yazarlarına gelen son whatsapp mesajı
alooo*
devamını gör...
bedavaya rozet yok
moderatörlerimin 'bizlere de mi ?' sorusuna verdiğim cevaptır.
%12 faiz ile kredi verilir.
%12 faiz ile kredi verilir.
devamını gör...
artık burama kadar geldi sözündeki sınır
bence alt dudağın hemen altındaki kısımdır çünkü artık nefes alamayacak olduğumuzda bu sözü kullanırız ya da bardağın taşırmadan hemen önceki andır.
devamını gör...
herkesin naziler hakkında atıp tutması
lütfen bu muhabbeti sidik yarışına çevirmeyin. yok hitler şöyle yaptı yok stalin böyle yaptı. bu ne lan çocuk musunuz? ikisi de birer vahşi, "o diğerinden daha az pislik yaptı" diye bir savunma olamaz, olmamalı da. hem, futbol takımı tutar gibi parti/siyasetçi tutmanın yanlış olduğuna inanıyorum.
ikisi de dünyanın ağzına etti. ikisinin arkasından atarım da tutarım da. anlamıyorum, yeni akım bu galiba. özellikle liseli akranlarımda gözlemliyorum. bir yerden hitler'i övme modası çıktı. kavgam okumalar filan.
ikisi de dünyanın ağzına etti. ikisinin arkasından atarım da tutarım da. anlamıyorum, yeni akım bu galiba. özellikle liseli akranlarımda gözlemliyorum. bir yerden hitler'i övme modası çıktı. kavgam okumalar filan.
devamını gör...
al pacino
hayatı bir sinema filminden farksız olan italyan asıllı oscar ödüllü abd'li aktör. kariyerinin ilk yıllarını the godfather ile hem çıraklık hem ustalık çağını aynı anda yaşayacak bundan sonraki filmlerin hepsi bir başyapıt olacaktır. nitekim yaralı yüz (scar face) kadın kokusu, şeytanın avukatı gibi filmler çok ses getirmiştir.
devamını gör...


