sabrın sonuna gelindiğinde ağızdan istemsizce çıkan cümleler
benim için küfürdür.
evet ben çok güzel söverim. diğer sözlüklerde de insanlarla çok kez tartışma noktasına geldim. ancak hiç bu kadar taciz edildiğimi hatırlamıyorum. en gıcık aldığım yazarla bile özelden karşılıklı anlaşarak meseleyi kapatabildim hep.
bazı şeyleri görmezden gelmek gerekir. geldiğimi de düşünüyorum, geldim evet. ancak hem özelden, hem tanımlardan taciz edilmek artık insanı küfür noktasına getiriyor. ve bende küfür ediyorum. tek istediğim rahatsızlık veriyorsam engellenmek, birisi beni engelledi mesela gayet medenice. bak olay kapandı yani. ama hayır aynı mesele üzerinden sürekli dürtülmek, ne bileyim. gerçekten can sıkıcı.
bu juanamaryat meselesi hakikaten kabak tadı verdi. insanları alenen taciz ediyor. mesajlara, nikaltina salça oluyor. yeter?
evet ben çok güzel söverim. diğer sözlüklerde de insanlarla çok kez tartışma noktasına geldim. ancak hiç bu kadar taciz edildiğimi hatırlamıyorum. en gıcık aldığım yazarla bile özelden karşılıklı anlaşarak meseleyi kapatabildim hep.
bazı şeyleri görmezden gelmek gerekir. geldiğimi de düşünüyorum, geldim evet. ancak hem özelden, hem tanımlardan taciz edilmek artık insanı küfür noktasına getiriyor. ve bende küfür ediyorum. tek istediğim rahatsızlık veriyorsam engellenmek, birisi beni engelledi mesela gayet medenice. bak olay kapandı yani. ama hayır aynı mesele üzerinden sürekli dürtülmek, ne bileyim. gerçekten can sıkıcı.
bu juanamaryat meselesi hakikaten kabak tadı verdi. insanları alenen taciz ediyor. mesajlara, nikaltina salça oluyor. yeter?
devamını gör...
panik atak
üç yıl tedavisini gördüğüm rahatsızlık. ben atlattım, bu hastalığı yaşayanların da bir an önce atlatmasını diliyorum.
çeşitleri çoktur. bende ki durum tamamen kalp krizi geçirdiğimi sanmamla başladı. ataklar günde iki üç kez geliyor, bir saat sürüyordu. titreme ve ağlama ile son buluyor, sonrasında vücut yorgunluğuna dayanamayıp uyuyordum.
müthiş yorgunluk veren bu ataklar oldukça yıpratıcı ve ailem için de aşılması çok zor bir durumdu.
16 yaşındayken bu hastalığı yaşadığımı öğrendiğimde, çevrede çok bilinen bir hastalık değildi. ailem en büyük destekçim oldu. ilaç tedavisi ve terapilerle ataklarım azaldı. o dönem hayatımın en çok hastaneye gittiğim dönemi olabilir. eve defalarca ambulans çağırmış, gece acillerde sabahlamıştık.
hastalığımı tanıdıkça, kabullendikçe farkettim ki daha kolay baş edebiliyorum. tabii ilaçlara ve terapilere devam.. ataklar haftada bir sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı. mutluydum ama bir yandan da orada bir yerde olduğunu ve apansız çıkacağını bilmek beni geriyordu.
sanırım bir yıl kadar sonra hastalığın seyri değişti ve ataklar çok nadiren olmaya, ama bu sefer de ailemi kaybetme korkusu, dışarı çıkma korkusu yaşamaya başladım. bu yüzden liseyi bırakıp kendimi eve kapattım diyebilirim. parlak okul hayatım bitmişti.
şimdi depresyonla da mücadele ediyor, bitik bir halde günlerimi evde geçiriyordum. kalabalığı sevmiyor, insanların eve gelip gitmesini çok istemiyordum. babamın sürekli yanımda olmasını hatta ise bile gitmemesini istiyordum.
bu dönemde bana iyi gelen çok az ama aslında çok fazla olan bir şey vardı. ailem ve kitaplar...
bunları buraya yazıyorum çünkü belki bu hastalığı yaşayan kisiler vardır. bir ışık olur. geçmeyecek hiç bir şey yok inanın.
doktorlar hep '' kafanda bitirmelisin'' der durur. o kadar sinir oluyordum ki bu cümleye. ya ben hasta olmak ister miyim? dalga mı geciyor bu adam benimle diye düşünürdüm. bir günde bitmedi elbet herşey. bir günde başlamamıştı ki bir günde bitsin. bir seylerin birikimi bir yerde patlak vermişti belki de. yavaş yavaş kendimi ve bu hastalığı tanıyarak, ilaç ve terapilerle, kesinlikle ailem sayesinde atlattım.
umarım en yakın zamanda bu hastalığı yaşayan kim varsa atlatır. sadece şunu bilmeni isterim: yalnız değilsin, hayır ölmeyeceksin ve iyileşeceksin.
çeşitleri çoktur. bende ki durum tamamen kalp krizi geçirdiğimi sanmamla başladı. ataklar günde iki üç kez geliyor, bir saat sürüyordu. titreme ve ağlama ile son buluyor, sonrasında vücut yorgunluğuna dayanamayıp uyuyordum.
müthiş yorgunluk veren bu ataklar oldukça yıpratıcı ve ailem için de aşılması çok zor bir durumdu.
16 yaşındayken bu hastalığı yaşadığımı öğrendiğimde, çevrede çok bilinen bir hastalık değildi. ailem en büyük destekçim oldu. ilaç tedavisi ve terapilerle ataklarım azaldı. o dönem hayatımın en çok hastaneye gittiğim dönemi olabilir. eve defalarca ambulans çağırmış, gece acillerde sabahlamıştık.
hastalığımı tanıdıkça, kabullendikçe farkettim ki daha kolay baş edebiliyorum. tabii ilaçlara ve terapilere devam.. ataklar haftada bir sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı. mutluydum ama bir yandan da orada bir yerde olduğunu ve apansız çıkacağını bilmek beni geriyordu.
sanırım bir yıl kadar sonra hastalığın seyri değişti ve ataklar çok nadiren olmaya, ama bu sefer de ailemi kaybetme korkusu, dışarı çıkma korkusu yaşamaya başladım. bu yüzden liseyi bırakıp kendimi eve kapattım diyebilirim. parlak okul hayatım bitmişti.
şimdi depresyonla da mücadele ediyor, bitik bir halde günlerimi evde geçiriyordum. kalabalığı sevmiyor, insanların eve gelip gitmesini çok istemiyordum. babamın sürekli yanımda olmasını hatta ise bile gitmemesini istiyordum.
bu dönemde bana iyi gelen çok az ama aslında çok fazla olan bir şey vardı. ailem ve kitaplar...
bunları buraya yazıyorum çünkü belki bu hastalığı yaşayan kisiler vardır. bir ışık olur. geçmeyecek hiç bir şey yok inanın.
doktorlar hep '' kafanda bitirmelisin'' der durur. o kadar sinir oluyordum ki bu cümleye. ya ben hasta olmak ister miyim? dalga mı geciyor bu adam benimle diye düşünürdüm. bir günde bitmedi elbet herşey. bir günde başlamamıştı ki bir günde bitsin. bir seylerin birikimi bir yerde patlak vermişti belki de. yavaş yavaş kendimi ve bu hastalığı tanıyarak, ilaç ve terapilerle, kesinlikle ailem sayesinde atlattım.
umarım en yakın zamanda bu hastalığı yaşayan kim varsa atlatır. sadece şunu bilmeni isterim: yalnız değilsin, hayır ölmeyeceksin ve iyileşeceksin.
devamını gör...
the others
izleme okuma listem'e ilk eklediğim filmdir. yapılan yenilik tarafımdan hemen uygulamaya konuldu. çok da başarılı bulundu. kim düşünmüşse kendi adıma teşekkür ederim. memnunuz..
film ile ilgili gerekli bilgiler verilmiş. bana da biraz yorumlamak düşüyor.* film, gizem/korku/gerilim üçlemesinden ikisini yansıtmış ama korku duygusunu vermekte hafif kalmış. bu duyguyu yaşamak adına filmin yarısından sonra çok acayip şeyler bekledim. fakat ilerleyiş hep aynı seyirdeydi. yani beklediğim sahneler gelmedi aslında. ben bu filmde gerildim diyebilirim ama korktuğumu söyleyemem.
nicole kidman gizemli ve nevrotik halleriyle bu karaktere çok uygundu. işte tam anlamıyla 'o kadın' bu kadın olmalı diyebileceğiniz bir rol seçimi olmuş. çok doğru karar.
film 2001 yapımı, izlediğim çocuklar neredeyse benimle yaşıt. nichola karakterinin masumiyetine, korkudan ağız burun bükmesine 'ah yavrum kıyamam sana' diyerek karşılık verdim.
şu minnoş surat diyeceğim kişi şu an benimle yaşıt. film işte zaman ötesi saçma sapan şeyler yaşattırıyor. çocukluk fotoğrafına bakıp 'ağzını, burnunu yerim senin' diyen enterasan bir tipten bahsediyoruz, neyse çok uzattım burayı.*
sonunda bir dram var. bu trajik sonun en ağırını the orphanage de yaşamıştım. korku filminde bir ilk yaşanmış, gözümden yaşlar akıtmıştım. hikayede anne- çocuk ilişkisi baskın olunca direkt çağrışım yaptı. korku duygusunu baskın hissetmek istiyorsanız izleyebilirsiz. yok ben aynı ilerlemede gerilmek istiyorum derseniz bu film sizin için çok uygun olabilir.
sonunda ağlamadık ama afalladık..
film ile ilgili gerekli bilgiler verilmiş. bana da biraz yorumlamak düşüyor.* film, gizem/korku/gerilim üçlemesinden ikisini yansıtmış ama korku duygusunu vermekte hafif kalmış. bu duyguyu yaşamak adına filmin yarısından sonra çok acayip şeyler bekledim. fakat ilerleyiş hep aynı seyirdeydi. yani beklediğim sahneler gelmedi aslında. ben bu filmde gerildim diyebilirim ama korktuğumu söyleyemem.
nicole kidman gizemli ve nevrotik halleriyle bu karaktere çok uygundu. işte tam anlamıyla 'o kadın' bu kadın olmalı diyebileceğiniz bir rol seçimi olmuş. çok doğru karar.
film 2001 yapımı, izlediğim çocuklar neredeyse benimle yaşıt. nichola karakterinin masumiyetine, korkudan ağız burun bükmesine 'ah yavrum kıyamam sana' diyerek karşılık verdim.
şu minnoş surat diyeceğim kişi şu an benimle yaşıt. film işte zaman ötesi saçma sapan şeyler yaşattırıyor. çocukluk fotoğrafına bakıp 'ağzını, burnunu yerim senin' diyen enterasan bir tipten bahsediyoruz, neyse çok uzattım burayı.*sonunda bir dram var. bu trajik sonun en ağırını the orphanage de yaşamıştım. korku filminde bir ilk yaşanmış, gözümden yaşlar akıtmıştım. hikayede anne- çocuk ilişkisi baskın olunca direkt çağrışım yaptı. korku duygusunu baskın hissetmek istiyorsanız izleyebilirsiz. yok ben aynı ilerlemede gerilmek istiyorum derseniz bu film sizin için çok uygun olabilir.
sonunda ağlamadık ama afalladık..
devamını gör...
sabahattin ali sözleri
bir çok sözünü yazabilirim, çoğunu ezbere bilirim ama bir tanesi var ki insanı saatlerce, günlerce belki aylarca düşündürebilir ve hayata bakış açınızı mutlaka değiştirir ..
"insan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı."
"insan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı."
devamını gör...
cumhurbaşkanlığı medya ödülleri
yılın gazetecisi abdulkadir selvi,
yılın dizisi büyük selçuklu uyanış,
yılın kitabı (bkz: hilal kaplan) tarafından yazılan ailenin adı yok seçilmiş.
muazzam güvenilir bir seçim olmuş.
bir etkinlik yapalım, şerbet içelim, güzel giyinelim, biraz müzik dinleyelim ama ilahi olsun ve birbirimizin yüzüne bakıp ''ne kadar müthiş'' olduğumuzu iddia edelim amacıyla düzenlenmiş ödül törenidir.
yılın dizisi büyük selçuklu uyanış,
yılın kitabı (bkz: hilal kaplan) tarafından yazılan ailenin adı yok seçilmiş.
muazzam güvenilir bir seçim olmuş.
bir etkinlik yapalım, şerbet içelim, güzel giyinelim, biraz müzik dinleyelim ama ilahi olsun ve birbirimizin yüzüne bakıp ''ne kadar müthiş'' olduğumuzu iddia edelim amacıyla düzenlenmiş ödül törenidir.
devamını gör...
normal sözlük
zamanla alışılacak ve oturacak bir isim gibi duruyor.
bence iyi bir isim seçimi olmuş, ne kadar normal o kadar farklı.
bence iyi bir isim seçimi olmuş, ne kadar normal o kadar farklı.
devamını gör...
namus belası
cem karaca şarkısı.
düştüm maphus damlarına
öğüt veren bol olur
toplasam o öğütleri
burdan köye yol olur
ana baba bacı kardaş
dar gününde el olur
namus belasına kardaş
yatarız zından bizim
kız gelinim suna boylum
olamadan biz bize
besmeleyle yüzün açıp
oturmadan diz dize
almış kaçırmışlar seni
çökertmişler ıssıza
namus belasına kardaş
verdiğimiz can bizim
düştüm maphus damlarına
öğüt veren bol olur
toplasam o öğütleri
burdan köye yol olur
ana baba bacı kardaş
dar gününde el olur
namus belasına kardaş
yatarız zından bizim
kız gelinim suna boylum
olamadan biz bize
besmeleyle yüzün açıp
oturmadan diz dize
almış kaçırmışlar seni
çökertmişler ıssıza
namus belasına kardaş
verdiğimiz can bizim
devamını gör...
hayal kırıklığı
"büyük bir hayal kırıklığı yaşayıp
ben artık kimseyi sevemem deme!
unutma ki,
en güzel çiçekler
mezarlıklarda yetişir"
-nazım hikmet
herkes gibi ben de hayal kırıklıkları yaşadım. bir daha sevemem de dedim ama işte öyle olmadığını anladım. ya da sadece sevmekte değil. bir daha güvenemem dedim güvendim. tabii her seferinde de hayal kırıklığına uğrayacağız diye bir şey yok. zamanında yaşadığımız o hayal kırıklıkları bizi ilerisi için hazırlıyor ve daha sonrasında şansımız yaver de giderse bu sefer yaşamıyoruz hayal kırıklığını bu sefer başarıyoruz. hem ayrıca ne güzel demiş nazım hikmet. ben hep hayal kırıklığına uğradığım zaman aklıma bu sözler gelirdi. umut etmeyi asla bırakmazdım. o anın beni bitirmesine asla izin vermezdim. şuan bir hayal kırıklığı yaşasam yine aynı sözler gelir aklıma ve ben yine içimi ferah tutarım bilirim ki nasıl her gecenin bir sabahı varsa bu hayal kırıklığının da bir sonu var.
ben artık kimseyi sevemem deme!
unutma ki,
en güzel çiçekler
mezarlıklarda yetişir"
-nazım hikmet
herkes gibi ben de hayal kırıklıkları yaşadım. bir daha sevemem de dedim ama işte öyle olmadığını anladım. ya da sadece sevmekte değil. bir daha güvenemem dedim güvendim. tabii her seferinde de hayal kırıklığına uğrayacağız diye bir şey yok. zamanında yaşadığımız o hayal kırıklıkları bizi ilerisi için hazırlıyor ve daha sonrasında şansımız yaver de giderse bu sefer yaşamıyoruz hayal kırıklığını bu sefer başarıyoruz. hem ayrıca ne güzel demiş nazım hikmet. ben hep hayal kırıklığına uğradığım zaman aklıma bu sözler gelirdi. umut etmeyi asla bırakmazdım. o anın beni bitirmesine asla izin vermezdim. şuan bir hayal kırıklığı yaşasam yine aynı sözler gelir aklıma ve ben yine içimi ferah tutarım bilirim ki nasıl her gecenin bir sabahı varsa bu hayal kırıklığının da bir sonu var.
devamını gör...
mustafa kemal atatürk
en büyük lider. bir insan ne kadar mükemmel olabilirse paşam o kadar işte. saygılar.
devamını gör...
normal sözlük'ten çıkıp normal sözlük'e girmek
bütün gün evde canı sıkılan bir yıkık hareketidir. sıkıntıdan kafayı yiyen yazarlar sık sık yapmaktadır bu hareketi.
devamını gör...
babaya mektup
her cümlesi öfke barındırıyor gibi gözükse de büyük bir hüzünle yazılmış mektup. üstelik hayatın bir oyunu gibi alıcısıyla hiç buluşmamış bir mektup. bir koşu yarışından çıkmış ve o yarışı ikincilikle bitirmiş gibi, köşede kalmış, birinciyi ve onunla ilgilenenleri o köşeden izlemiş gibi bir mektup.
ben bu kitabı bireyin gelişiminde aile faktörünün ne kadar önemli olduğuna kısaca değinerek incelemek istiyorum. daha sonrasında kendi duygularıma ve kitabı okurkenki düşüncelerime de yer vereceğim elbette, pek bir şey hissedemesem de.
çocuklar ebeveynlerinin ilgisine ve gösterdikleri sevgisine muhtaçtır. hissettirilmeyen sevgi, ebeveynin sırf sert duruşuna zeval gelmesin diye çocuğunun başını bile okşamaması sevgi değildir çocukların gözünde. şu an azalsa da eskiden türk aile babası modeli genelde budur. hatta bir büyüğümden şu sözü duyduğumu hatırlıyorum ''babam başımı okşamazdı ama gece gelip üzerimi örttüğünü gördüm, seviyordu beni. sadece göstermiyordu.'' peki çocuk yarı uykuluyken değil de mutluyken, oyun oynuyorken mesela, başı okşansaydı ne olurdu ki? o ebeveynine daha çok bağlanırdı belki, daha güvende hissederdi. seni seviyorum demek ve o şekilde hareket etmek neden bu kadar zordu?
franz kafka'nın babasıyla arasında bir güç gösterisi var. babası normal hayatında da otoriter bir kişilik. kendisi birçok zorluklardan geçtiği için çocuğunun karşılaştığı bir zorlukta ''bu ne ki?'' diyebilecek bir baba. bu yüzden çocuğunu yetersiz ve güçsüz gören biri. kafka ise her şeyin ölçütü olarak babasını gören, onun mükemmel gücü ve başarısı karşısında oldukça güçsüz, başarısız ve en önemlisi güvensiz hisseden bir çocuk. öyle ki bu yetersizliği ve güvensizliği hayatı boyunca devam etmiş bir birey.
kafka'nın babasına karşı kızgın ve üzgün olması, babasını ne kadar sevdiğinin bir göstergesiydi benim için. mektuptaki duygular geçse de babasına duyduğu hayranlık pek geçmedi bana. hiç yaşamadığım bir duyguyu bir mektubun geçirmesini beklemek haksızlık olurdu sanırım.
''beni çileden çıkaran şeyin seni etkilemesi gerekmez artık ya da tersi, senin için masumiyet olan benim için suç sayılabilir ya da tersi; sende sonuçsuz kalan şey beni mezara götürebilir.''
ben bu kitabı bireyin gelişiminde aile faktörünün ne kadar önemli olduğuna kısaca değinerek incelemek istiyorum. daha sonrasında kendi duygularıma ve kitabı okurkenki düşüncelerime de yer vereceğim elbette, pek bir şey hissedemesem de.
çocuklar ebeveynlerinin ilgisine ve gösterdikleri sevgisine muhtaçtır. hissettirilmeyen sevgi, ebeveynin sırf sert duruşuna zeval gelmesin diye çocuğunun başını bile okşamaması sevgi değildir çocukların gözünde. şu an azalsa da eskiden türk aile babası modeli genelde budur. hatta bir büyüğümden şu sözü duyduğumu hatırlıyorum ''babam başımı okşamazdı ama gece gelip üzerimi örttüğünü gördüm, seviyordu beni. sadece göstermiyordu.'' peki çocuk yarı uykuluyken değil de mutluyken, oyun oynuyorken mesela, başı okşansaydı ne olurdu ki? o ebeveynine daha çok bağlanırdı belki, daha güvende hissederdi. seni seviyorum demek ve o şekilde hareket etmek neden bu kadar zordu?
franz kafka'nın babasıyla arasında bir güç gösterisi var. babası normal hayatında da otoriter bir kişilik. kendisi birçok zorluklardan geçtiği için çocuğunun karşılaştığı bir zorlukta ''bu ne ki?'' diyebilecek bir baba. bu yüzden çocuğunu yetersiz ve güçsüz gören biri. kafka ise her şeyin ölçütü olarak babasını gören, onun mükemmel gücü ve başarısı karşısında oldukça güçsüz, başarısız ve en önemlisi güvensiz hisseden bir çocuk. öyle ki bu yetersizliği ve güvensizliği hayatı boyunca devam etmiş bir birey.
kafka'nın babasına karşı kızgın ve üzgün olması, babasını ne kadar sevdiğinin bir göstergesiydi benim için. mektuptaki duygular geçse de babasına duyduğu hayranlık pek geçmedi bana. hiç yaşamadığım bir duyguyu bir mektubun geçirmesini beklemek haksızlık olurdu sanırım.
''beni çileden çıkaran şeyin seni etkilemesi gerekmez artık ya da tersi, senin için masumiyet olan benim için suç sayılabilir ya da tersi; sende sonuçsuz kalan şey beni mezara götürebilir.''
devamını gör...
batı karadeniz
kastamonu üniversitesini kazanmamla beraber başlamış olan yolculuğumdur batı karadeniz öncesinde oraya yolumun dahi düşeceğini tahmin etmezdim ama çok güzel yerdir kastamonu amasra safranbolu zonguldak gezebildigim kadar gezdim buraları çok da zevk aldım iyi ki diyorum her zaman
devamını gör...
her hastalığa sarımsak önerenler terör örgütü
her sabah çiğ şekilde yutulan sarımsağın antibiyotik görevi göreceğini, saç dökülmelerine ve saç kıran hastalığı dönemlerinde saça sürülüp iyi geleceğine, kaşlarınız çıkmıyorsa sürülünce kaş çıkardığı rivayet edilmektedir. vardır bir bildikleri muhtemelen.
devamını gör...
cannon-bard teorisi
walter bradford cannon* ve onun yüksek lisans öğrecisi philip bard* tarafından james-lange teorisine karşı alternatif olarak ortaya atılmıştır. bu tepki aynı zamanda talamik duygu teorisi olarak da bilinir.
bilindiği gibi james-lange teorisine göre uyarıcı bir olay karşısında önce fiziksel tepki veririz, sonra da bu tepkiyle ilişkili olarak bir duygu etiketleriz. örneklendirmek gerekirse bir hayvandan kaçtığımız için korktuğumuzu düşünürüz ve bunu hissederiz. cannon-bard teorisi ise bundan farklı olarak uyarıcı olaylar karşısında duygular ve fiziksel tepkilerin aynı anda yaşanabileceğini söyler. ayrıca duygular fiziksel tepkilere bağlı olmadığı gibi tam tersi bir durum da geçerlidir. yani biri olmadan diğeri de olabilir. aslında bu teori, james-lange teorisine karşı şu şekilde çıkıyor: bir fiziksel tepki nasıl yalnızca bir duyguya karşılık gelebilir sorusuyla. kalbim hızla çarpmaya başladığında korkuyor muyum, yoksa heyecanlanıyor muyum? saçmalama diyor yani.
epey kararan havada ormandan çıkmak için arabanıza doğru yürüdüğünüzü hayal edin. bir ayak sesi geliyor, birinin size yaklaşıyor olduğunu fark ediyorsunuz. etrafta belirsiz gölgeler.. bu teoriye göre tam bu anda arabanıza doğru şiddetli bir biçimde koşmaya başlarsınız aynı zamanda müthiş de bir korku duyarsınız.
bunlarla birlikte bu teori epey akla yatkın gelse de yapılan bazı araştırmalar gerçekten de fiziksel tepkilerin duyguların kaynağı olabileceğini göstermiştir. zaten bu teoriye getirilen en büyük eleştiriler de bu konuda yapılan çalışmalar olmuştur.
(bkz: yüz geri bildirim teorisi)
bilindiği gibi james-lange teorisine göre uyarıcı bir olay karşısında önce fiziksel tepki veririz, sonra da bu tepkiyle ilişkili olarak bir duygu etiketleriz. örneklendirmek gerekirse bir hayvandan kaçtığımız için korktuğumuzu düşünürüz ve bunu hissederiz. cannon-bard teorisi ise bundan farklı olarak uyarıcı olaylar karşısında duygular ve fiziksel tepkilerin aynı anda yaşanabileceğini söyler. ayrıca duygular fiziksel tepkilere bağlı olmadığı gibi tam tersi bir durum da geçerlidir. yani biri olmadan diğeri de olabilir. aslında bu teori, james-lange teorisine karşı şu şekilde çıkıyor: bir fiziksel tepki nasıl yalnızca bir duyguya karşılık gelebilir sorusuyla. kalbim hızla çarpmaya başladığında korkuyor muyum, yoksa heyecanlanıyor muyum? saçmalama diyor yani.
epey kararan havada ormandan çıkmak için arabanıza doğru yürüdüğünüzü hayal edin. bir ayak sesi geliyor, birinin size yaklaşıyor olduğunu fark ediyorsunuz. etrafta belirsiz gölgeler.. bu teoriye göre tam bu anda arabanıza doğru şiddetli bir biçimde koşmaya başlarsınız aynı zamanda müthiş de bir korku duyarsınız.
bunlarla birlikte bu teori epey akla yatkın gelse de yapılan bazı araştırmalar gerçekten de fiziksel tepkilerin duyguların kaynağı olabileceğini göstermiştir. zaten bu teoriye getirilen en büyük eleştiriler de bu konuda yapılan çalışmalar olmuştur.
(bkz: yüz geri bildirim teorisi)
devamını gör...
streisand etkisi
streisand effect yani streisand etkisi en basit tabirle, normalde popüler olmayacak bir durum, olay, eşya, şahısın sahibi ya da ikincil bir şahıslar tarafından gizli tutulmak amacıyla baskılanarak saklanması, gizlenmesi, sansürlenmesi, yasaklanması ve bu işlemin tam tersi etki yapması dolayısıyla daha cazibeli hale gelmesi durumudur.
barbra streisand'ın, evinin fotoğraflarını sildirtmek istemesi sonucu fotoğrafların daha çok yayılması dolayısıyla ismini istemsiz şekilde verdiği bu etki, insan psikolojisinin ne kadar zayıf ve yönlendirilebilir olduğunun da bir göstergesidir aslında.
başlığı aslı olmadığı için, ingilizce şekilde açtığım ve sonra türkçesini farkedip buraya taşıma gereği hissettiğimi de söylemek isterim.
barbra streisand'ın, evinin fotoğraflarını sildirtmek istemesi sonucu fotoğrafların daha çok yayılması dolayısıyla ismini istemsiz şekilde verdiği bu etki, insan psikolojisinin ne kadar zayıf ve yönlendirilebilir olduğunun da bir göstergesidir aslında.
başlığı aslı olmadığı için, ingilizce şekilde açtığım ve sonra türkçesini farkedip buraya taşıma gereği hissettiğimi de söylemek isterim.
devamını gör...
ağaçların özel hayatı
bir alejandro zambra kitabıdır.
bu kitabı ne zaman biteceği belli olmuyor okurken ama elbette ki başlayan her şey gibi bitmeye yazgılı. sadece şunu biliyoruz ki ya veronica dönene kadar sürecek bu kitap ya da veronica’nın kızı daniela ve yeni eşi julian onun dönmeyeceğinden kesi olarak emin olana kadar.
veronica resim kursundan dönmedi hala. o bir illüstratör. başına her şey gelmiş olabilir. arkadaşları ile bir şey içmek için bir yerlere uğramış olabilir, sadece yürüyüş yapmak ya da eve yürüyerek dönmeye karar vermiş olabilir, belki de kurstaki öğretmeni ile deli gibi sevişiyor olabilir. belki de bunları hiçbiri doğru değildir. birini beklemek zorunda kaldığında ve o kişiden haber alamadığında insanın aklına bin bir türlü şey geliyor.
işte bu kitap eşinin dönüşünü beklerken aklından bin bir türlü şey geçen bir yarı zamanlı yazar ve tam zamanlı öğretmen olan julian ile veronica’nın yüz gün savaşları diye adlandırılabilecek önceki evliliğinden yadigar kızı daniela’nın bekleme hikayesi. ağaçların özel hayatı onları bir arada tutan şey. çünkü özel hayat sadece insanlara özgü değil.
bu kitabı ne zaman biteceği belli olmuyor okurken ama elbette ki başlayan her şey gibi bitmeye yazgılı. sadece şunu biliyoruz ki ya veronica dönene kadar sürecek bu kitap ya da veronica’nın kızı daniela ve yeni eşi julian onun dönmeyeceğinden kesi olarak emin olana kadar.
veronica resim kursundan dönmedi hala. o bir illüstratör. başına her şey gelmiş olabilir. arkadaşları ile bir şey içmek için bir yerlere uğramış olabilir, sadece yürüyüş yapmak ya da eve yürüyerek dönmeye karar vermiş olabilir, belki de kurstaki öğretmeni ile deli gibi sevişiyor olabilir. belki de bunları hiçbiri doğru değildir. birini beklemek zorunda kaldığında ve o kişiden haber alamadığında insanın aklına bin bir türlü şey geliyor.
işte bu kitap eşinin dönüşünü beklerken aklından bin bir türlü şey geçen bir yarı zamanlı yazar ve tam zamanlı öğretmen olan julian ile veronica’nın yüz gün savaşları diye adlandırılabilecek önceki evliliğinden yadigar kızı daniela’nın bekleme hikayesi. ağaçların özel hayatı onları bir arada tutan şey. çünkü özel hayat sadece insanlara özgü değil.
devamını gör...
mutlu eden basit şeyler
durağa gelir gelmez otobüsün gelmesi.
devamını gör...


