düşerim
(bkz: metin altıok) şiiridir. (bkz: fazıl say)'ın bestelediği 2003’te yayımlanmış olan metin altıok ağıtı albümünün ilk eseridir. albüm 2003’te düzenlenen metin altıok oratoryosu tarafından harbiye açık hava tiyatrosunda sahnelenmiş. sadece bu albümde olan ilk eser değil aynı zamanda fazıl sayın 2013’te yayımlanmış olan ilk şarkılar albümünde 8 farklı şaire ait şiirlerin bestelenmiş olduğu albümün de ilk eseri. 2013 yılında yayımlanan albümde ki farklılık ise eser de vokal olarak fazıl say’a eşlik eden insanı huzura boğan sesi ile (bkz: serenad bağcan).
şiir:
bazen oturduğum yerde
kendi kendime dalıp giderim,
bulanık geçmişimle.
genişleyen halkalar çizerim,
bir düşün uyanık imgesine.
gölünüze taş düşerim.
sizse hep konuşursunuz
sığınıp kof sözlere,
kaçarak kendinizden
uğuldayan hüznünüzle.
telâşla geceyi bulursunuz.
gözünüze yaş düşerim.– metin altıok
bestelenmiş eser:
vokal: serenad bağcan
piyano: fazıl say
söz: metin altıok
şiir:
bazen oturduğum yerde
kendi kendime dalıp giderim,
bulanık geçmişimle.
genişleyen halkalar çizerim,
bir düşün uyanık imgesine.
gölünüze taş düşerim.
sizse hep konuşursunuz
sığınıp kof sözlere,
kaçarak kendinizden
uğuldayan hüznünüzle.
telâşla geceyi bulursunuz.
gözünüze yaş düşerim.– metin altıok
bestelenmiş eser:
vokal: serenad bağcan
piyano: fazıl say
söz: metin altıok
devamını gör...
anormal sözlük haber ajansı
''the lord of the portakals gösterime girdi''
sözlük sinemasının ilk örneği olarak gösterilen ve mellisho'nun yönetmenliğini üstlendiği ''the lord of the portakals'' adlı yapım sözlük yazarlarının beğenisine sunuldu. filmin gösterime girmesiyle birlikte başlıkta oluşan uzun kuyruklar ve yaşanan izdiham gözlerden kaçmadı.
film, bir avuç portakalın sözlük dünyasını ekşiten, azılı limonlarla olan mücadelesini epik bir dille beyaz perdeye yansıtıyor. fantastik kurgu ögelerin öne çıktığı yapım ''at bordagalları'' repliği ile uzun süre akıllardan çıkmayacak gibi duruyor.
aldığımız bilgilere göre mellisho bu filmi ev temizliğinden arta kalan zamanlarda bin bir güçlükle çekmiş. takriben bir iki aydır evini temizlemeye erinmiş olan yönetmen, çamaşır suyunun kapağını açtığı anda bir aydınlanma yaşayarak, bu projeyi hayata geçirmeye karar vermiş. bununla ilgili yorumu ise şu oldu; ''çamaşır suyunun zihnimde oluşturduğu o kadim yaratıcılık etkisini hayatım boyunca unutmayacağım.''
henüz filmi izleme imkanı bulamamış olan yazarlarımıza, filmi izlemelerini şiddetle tavsiye ediyoruz. ekran başına geçmeden önce portakallarınızı soyup baş ucunuza koymanız da önemle rica edilir.
sözlükten kısa havadisler
* aldığımız bilgilere göre meja mahlaslı yazarımız, "bal yerine reçel yapan arı" mahlaslı yazarımızı incelemek için sözlük yönetimine başvurmuş. bilimsel konulara ilgisi ile dikkat çeken yazarımızın, reçel yapan arıyı kesip biçip, üzerinde farklı deneyler yapabileceğinden korkuluyor. bu sebeple yazar hakları derneklerinin ayaklandığı ve yönetime baskı yaparak bu sözde bilimsel çalışmayı durdurun çağrısında bulunduğundan bahsediliyor.
* tutankamon'un laneti kendisini karma puan çılgınlığına kaptırdı. gözleri kararan ve durdurulamayan yazarımız, üçüncü rozetini alarak, sözlüğün yoksul yazarlarına nazire yapıyor. ilerleyen günlerde bir estetik ameliyat yaptırmayı planladığını öğrendiğimiz yazarımız, kullanıcı adını tutankamonun karması olarak değiştirecekmiş.
* sofmusic mahlaslı yazarımızın, bizlerin bale sevgisini arttırmak için yaptığı paylaşımlar sonrasında, yönetime başvurarak, tüm yazarlara rusya'dan bale pabucu getirtelim dediği öğrenildi.
yoldaş'ın konuya olumlu yaklaştığı ve bu pabuçların sipariş edildiği bilgisini de teyit ettik. fakat yaklaşık bir aydır pabuçların akıbeti hakkında herhangi bir bilgi alınamıyor.. yönetim nezdinde bir indira gandi durumu yaşanmış olabilir. bu yüzden tüm sözlük yazarlarının hakları olan bale pabuçlarını yönetimden istemesi ve bu mühim konu ile ilgili baskı yapması gerekliliğini sizlere özenle hatırlatırız.
* antiseptik özellikteki tanımları sonrasında tentürdiyot'un sözlüğün resmi ilacı olmasına karar verildi. bu mevzu ile ilgili yoldaş'ın ''buraya batticon girmeyecek! bu kullanıcı adını yasaklıyorum.'' tarzında bir ifade kullandığı sızan bilgiler arasında. ne diyelim hayırlı olsun.
* yönetim çözülemeyen sudoku'nun başına ödül koydu. kimsenin bir türlü çözemediği çözülemeyen sudoku mahlaslı yazarımızın çözülmesi için kesenin ağzını açan yönetim, sudoku'yu çözene 250 karma puan hediye edeceğini açıkladı. konuyla ilgili görüşlerini aldığımız çözülemeyen sudoku, muhabirimize; '' bunlar beni çözeceğim derken, gemici düğümü atarlar. bu konuda hiç umudum yok.'' şeklinde yanıt vererek karamsarlığını gözler önüne serdi.
açık mert korkusuz kafa sözlük haber ajansının ara bültenini okudunuz.
önemli not: bir sonraki bültende ''sözlük radyosu ve ortam dinlemesi'' üzerine hazırladığımız dosyayı paylaşacağız. ayrıca ''the lord of the portakals''dan sonra gösterime giren yeni filmleri değerlendireceğiz.
ayrıca fark ettiyseniz ajansımız hangi haberi geçerse, sonrasında sözlükte yaşananlar bizleri teyit eder bir nitelik arz ediyor.
kaos'un ayak seslerini ve istibdat-i yönetimin geldiği noktayı uzun uzun sizlere aktarmıştık. sonrasında sözlükte yaşananlar yine bizleri haklı çıkardı. haberciliği müneccim pastası yenilen bir boyuta taşımış olmaktan ayrıca kıvanç duyuyoruz.
sözlük sinemasının ilk örneği olarak gösterilen ve mellisho'nun yönetmenliğini üstlendiği ''the lord of the portakals'' adlı yapım sözlük yazarlarının beğenisine sunuldu. filmin gösterime girmesiyle birlikte başlıkta oluşan uzun kuyruklar ve yaşanan izdiham gözlerden kaçmadı.
film, bir avuç portakalın sözlük dünyasını ekşiten, azılı limonlarla olan mücadelesini epik bir dille beyaz perdeye yansıtıyor. fantastik kurgu ögelerin öne çıktığı yapım ''at bordagalları'' repliği ile uzun süre akıllardan çıkmayacak gibi duruyor.
aldığımız bilgilere göre mellisho bu filmi ev temizliğinden arta kalan zamanlarda bin bir güçlükle çekmiş. takriben bir iki aydır evini temizlemeye erinmiş olan yönetmen, çamaşır suyunun kapağını açtığı anda bir aydınlanma yaşayarak, bu projeyi hayata geçirmeye karar vermiş. bununla ilgili yorumu ise şu oldu; ''çamaşır suyunun zihnimde oluşturduğu o kadim yaratıcılık etkisini hayatım boyunca unutmayacağım.''
henüz filmi izleme imkanı bulamamış olan yazarlarımıza, filmi izlemelerini şiddetle tavsiye ediyoruz. ekran başına geçmeden önce portakallarınızı soyup baş ucunuza koymanız da önemle rica edilir.
sözlükten kısa havadisler
* aldığımız bilgilere göre meja mahlaslı yazarımız, "bal yerine reçel yapan arı" mahlaslı yazarımızı incelemek için sözlük yönetimine başvurmuş. bilimsel konulara ilgisi ile dikkat çeken yazarımızın, reçel yapan arıyı kesip biçip, üzerinde farklı deneyler yapabileceğinden korkuluyor. bu sebeple yazar hakları derneklerinin ayaklandığı ve yönetime baskı yaparak bu sözde bilimsel çalışmayı durdurun çağrısında bulunduğundan bahsediliyor.
* tutankamon'un laneti kendisini karma puan çılgınlığına kaptırdı. gözleri kararan ve durdurulamayan yazarımız, üçüncü rozetini alarak, sözlüğün yoksul yazarlarına nazire yapıyor. ilerleyen günlerde bir estetik ameliyat yaptırmayı planladığını öğrendiğimiz yazarımız, kullanıcı adını tutankamonun karması olarak değiştirecekmiş.
* sofmusic mahlaslı yazarımızın, bizlerin bale sevgisini arttırmak için yaptığı paylaşımlar sonrasında, yönetime başvurarak, tüm yazarlara rusya'dan bale pabucu getirtelim dediği öğrenildi.
yoldaş'ın konuya olumlu yaklaştığı ve bu pabuçların sipariş edildiği bilgisini de teyit ettik. fakat yaklaşık bir aydır pabuçların akıbeti hakkında herhangi bir bilgi alınamıyor.. yönetim nezdinde bir indira gandi durumu yaşanmış olabilir. bu yüzden tüm sözlük yazarlarının hakları olan bale pabuçlarını yönetimden istemesi ve bu mühim konu ile ilgili baskı yapması gerekliliğini sizlere özenle hatırlatırız.
* antiseptik özellikteki tanımları sonrasında tentürdiyot'un sözlüğün resmi ilacı olmasına karar verildi. bu mevzu ile ilgili yoldaş'ın ''buraya batticon girmeyecek! bu kullanıcı adını yasaklıyorum.'' tarzında bir ifade kullandığı sızan bilgiler arasında. ne diyelim hayırlı olsun.
* yönetim çözülemeyen sudoku'nun başına ödül koydu. kimsenin bir türlü çözemediği çözülemeyen sudoku mahlaslı yazarımızın çözülmesi için kesenin ağzını açan yönetim, sudoku'yu çözene 250 karma puan hediye edeceğini açıkladı. konuyla ilgili görüşlerini aldığımız çözülemeyen sudoku, muhabirimize; '' bunlar beni çözeceğim derken, gemici düğümü atarlar. bu konuda hiç umudum yok.'' şeklinde yanıt vererek karamsarlığını gözler önüne serdi.
açık mert korkusuz kafa sözlük haber ajansının ara bültenini okudunuz.
önemli not: bir sonraki bültende ''sözlük radyosu ve ortam dinlemesi'' üzerine hazırladığımız dosyayı paylaşacağız. ayrıca ''the lord of the portakals''dan sonra gösterime giren yeni filmleri değerlendireceğiz.
ayrıca fark ettiyseniz ajansımız hangi haberi geçerse, sonrasında sözlükte yaşananlar bizleri teyit eder bir nitelik arz ediyor.
kaos'un ayak seslerini ve istibdat-i yönetimin geldiği noktayı uzun uzun sizlere aktarmıştık. sonrasında sözlükte yaşananlar yine bizleri haklı çıkardı. haberciliği müneccim pastası yenilen bir boyuta taşımış olmaktan ayrıca kıvanç duyuyoruz.
devamını gör...
ilginç etimolojik bağlantılar
devamını gör...
françafrique
fransa'nın afrika ülkelerine uyguladığı özel ve sömürgeci politikayı anlatan ifade. aynı zamanda bir refused şarkısı.
"just another word for genocide"
"just another word for genocide"
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
yine sınıyor hayat.
geçmişte de defalarca yaptığı gibi.
tıpkı;
çok ihtiyaç duyduğumuzda, parasızlıkla,
kaybettimiz sağlığımıza kavuşmak için derman arayışımızda,
kargaşa hâlinde veya manevî boşlukta huzuru,
çok kalabalıkta sakinliği, yalnızlıkta kalabalığı,
tempolu bir çalışma dönemi sonrası tatili özlettiği veya özlem duyduğumuz ilgiyi, aşkı, sevgiyi aratarak, buldurarak yaptığı gibi sınıyor.
geçmişte de defalarca yaptığı gibi.
tıpkı;
çok ihtiyaç duyduğumuzda, parasızlıkla,
kaybettimiz sağlığımıza kavuşmak için derman arayışımızda,
kargaşa hâlinde veya manevî boşlukta huzuru,
çok kalabalıkta sakinliği, yalnızlıkta kalabalığı,
tempolu bir çalışma dönemi sonrası tatili özlettiği veya özlem duyduğumuz ilgiyi, aşkı, sevgiyi aratarak, buldurarak yaptığı gibi sınıyor.
devamını gör...
abilerin kardeşlere hitap şekilleri
çaaaay, suuuuu, çakmaaaak gibi direk emirler. bir kere de kafamı okşa be bilader
devamını gör...
buzadam ötzi
1991 yılında bulunmuştur. bilim insanları tarafından yediği, içtiği, eşyaları, boyu, yüzü... detaylıca incelenmiş ve aslında 45 yaşlarında olduğu ama yaşlı biri gibi göründüğü anlaşılmıştır. vücudunda olan yaralar yüzünden cinayete kurban gittiği anlaşılmıştır.
devamını gör...
drasena marginata
marginata çiçeği anavatanı madagaskar’dır. kuşkonmazgiller familyasının dracaena türüdür. marginata çiçeği bordo, koyu mor, kızıl, düz yeşil, ortası yeşil kenarları kızıl renkli olmak üzere birçok çeşidi vardır. yapraklarının boyları ortalama en az 30 cm, iyi bakılırsa ve yerini beğenirse 90cm’e kadar uzayabilirler. iyi bakıldığı takdirde çeşitli sağlık sorunlarıyla karşılaşma olasılığı düşüktür ve yaprak dökmez.

devamını gör...
kitap alıntıları
kendimden bir şeyler buluyorum yaşantısında bu yüzden bütün kitaplarını okudum. fakat benim için en güzel kitabı '' pis moruğun notları''
charles bukowski
biliyor musun sebastian, bazen tanrıyı hiç anlamıyorum.
- tanrı mı efendim? hangi tanrı?
- o ne demek öyle sebastian? kaç tane tanrı var ki?
- bilmiyorum efendim. sizce kaç tane var?
- elbette bir tane var sebastian. o da bildiğimiz tanrı. hani şu adaleti sağlayan.
- adalet mi efendim? hangi adalet?
- yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette sebastian.
- efendim, beni affedin ama ben yeryüzünde adalet göremiyorum.
- saçmalama sebastian. elbette yeryüzünde adalet var.
- bence yok efendim.
- neden böyle düşünüyorsun sebastian?
- çünkü eğer yeryüzünde adalet olsaydı efendim, fakir bir köylünün tek oğlu savaşta ölmezdi ve kralın oğulları da bugün hayatta olmazlardı. çünkü o tek oğul, kralın oğulları rahat yaşantılarına devam etsinler diye öldü.
- saçmalama sebastian! o fakirin oğlu, ülkemiz için öldü ve şehit oldu. şehitlik, bir insanın ulaşabileceği en üst rütbedir. krallıktan bile daha üstündür şehitlik rütbesi.
- o zaman herhalde kral hazretleri oğullarını ve hatta kendisini hiç sevmiyor olsa gerek efendim.
- neden böyle söyledin sebastian?
- çünkü şehitlik gibi üst bir rütbe dururken, sadece krallıkla yetinmeyi seçiyor da ondan efendim.
- seni anlamıyorum sebastian. ne söylemeye çalışıyorsun?
- sadece gerçekleri efendim.
- sen delirmişsin olmalısın sebastian. tanrı sana akıl versin.
- hangi tanrı efendim? adalet dağıtan mı? yoksa bunca adaletsizlik karşısında kılını bile kıpırdatmayan mı?
- ne saçmalıyorsun sen? sadece bir tane tanrı var. tanımıyor musun onu?
- ne yazık ki, tanıdıklarımın içinde hiç tanrı yok efendim. zaten fazla bir tanıdığım da yok. yan köşkün uşağı olan meslektaşım filip, bizim köyün nalburu moris ve bir de savaşta tek oğlu ölen şu zavallı köylüyü tanıyorum efendim. ama hiç tanrı tanımıyorum. siz tanıyor musunuz?
charles bukowski
biliyor musun sebastian, bazen tanrıyı hiç anlamıyorum.
- tanrı mı efendim? hangi tanrı?
- o ne demek öyle sebastian? kaç tane tanrı var ki?
- bilmiyorum efendim. sizce kaç tane var?
- elbette bir tane var sebastian. o da bildiğimiz tanrı. hani şu adaleti sağlayan.
- adalet mi efendim? hangi adalet?
- yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette sebastian.
- efendim, beni affedin ama ben yeryüzünde adalet göremiyorum.
- saçmalama sebastian. elbette yeryüzünde adalet var.
- bence yok efendim.
- neden böyle düşünüyorsun sebastian?
- çünkü eğer yeryüzünde adalet olsaydı efendim, fakir bir köylünün tek oğlu savaşta ölmezdi ve kralın oğulları da bugün hayatta olmazlardı. çünkü o tek oğul, kralın oğulları rahat yaşantılarına devam etsinler diye öldü.
- saçmalama sebastian! o fakirin oğlu, ülkemiz için öldü ve şehit oldu. şehitlik, bir insanın ulaşabileceği en üst rütbedir. krallıktan bile daha üstündür şehitlik rütbesi.
- o zaman herhalde kral hazretleri oğullarını ve hatta kendisini hiç sevmiyor olsa gerek efendim.
- neden böyle söyledin sebastian?
- çünkü şehitlik gibi üst bir rütbe dururken, sadece krallıkla yetinmeyi seçiyor da ondan efendim.
- seni anlamıyorum sebastian. ne söylemeye çalışıyorsun?
- sadece gerçekleri efendim.
- sen delirmişsin olmalısın sebastian. tanrı sana akıl versin.
- hangi tanrı efendim? adalet dağıtan mı? yoksa bunca adaletsizlik karşısında kılını bile kıpırdatmayan mı?
- ne saçmalıyorsun sen? sadece bir tane tanrı var. tanımıyor musun onu?
- ne yazık ki, tanıdıklarımın içinde hiç tanrı yok efendim. zaten fazla bir tanıdığım da yok. yan köşkün uşağı olan meslektaşım filip, bizim köyün nalburu moris ve bir de savaşta tek oğlu ölen şu zavallı köylüyü tanıyorum efendim. ama hiç tanrı tanımıyorum. siz tanıyor musunuz?
devamını gör...
belçika
batı avrupada yarısı fransızca konuşan valon, diğer yarısı felemenk'lerin olduğu bir krallıktır.
yüzölçümü 30.528 km²'dır.
küçücük bir ülke olduğuna bakmayın, kendi yüzölçümünün 80 katı büyüklüğünde sömürgeleri vardı.
eskiden kongo, burundi, ruanda gibi elmasın bol olduğu afrika ülkelerini açıktan sömüren, tarlalarda yeterince çalışmadığı için çocukların ellerini kesen, hayvanat bahçesi misali yerlerde siyahları ziyaretçilere sergileyen... ülkedir.
belçika'nın açıktan sömürüsünü patrice lumumba bitirdi ama belçika lumumba'yı öldürttü ve artık kapalı bir sömürü devam ediyor. mesela belçika'da bir gram bile elmas çıkmamasına rağmen dünyada elmas piyasasını elinde tutan ülkedir.
yüzölçümü 30.528 km²'dır.
küçücük bir ülke olduğuna bakmayın, kendi yüzölçümünün 80 katı büyüklüğünde sömürgeleri vardı.
eskiden kongo, burundi, ruanda gibi elmasın bol olduğu afrika ülkelerini açıktan sömüren, tarlalarda yeterince çalışmadığı için çocukların ellerini kesen, hayvanat bahçesi misali yerlerde siyahları ziyaretçilere sergileyen... ülkedir.
belçika'nın açıktan sömürüsünü patrice lumumba bitirdi ama belçika lumumba'yı öldürttü ve artık kapalı bir sömürü devam ediyor. mesela belçika'da bir gram bile elmas çıkmamasına rağmen dünyada elmas piyasasını elinde tutan ülkedir.
devamını gör...
kış uykusu
nuri bilge ceylanın yazıp yönettiği başrollerinde haluk bilginer demet akbağ’ın oynadığı güzel filmdir. özellikle karlı ortam kamerayı kullanışı filmin içindeki metaforlar çok başarılıdır. kesinlikle izlenmesi gereken bir nbc filmi.
devamını gör...
fiyatı pahalı gelince mağazada uydurulan yalanlar
ben bi dolaşıp geleyim dönüşte uğrarım kolay gelsin denir ve tebessüm edilir.
sonra zaten satıcı sizin niyetinizi anlar içinden ananıza sövmeye başlar.
sonra zaten satıcı sizin niyetinizi anlar içinden ananıza sövmeye başlar.
devamını gör...
kadın sözlük yazarı hesapları yönetimin fake hesapları mı sorunsalı
"lan o kadar entel dantel tanım giriyoruz fake çıkarsalar harbi üzülürüm" dediğim başlık.
devamını gör...
yavrum diyen erkek çekiciliği
bazı kızlara göre kıroca gelse de bence var böyle bir çekicilik.
misal, şu tuzluğu uzatır mısın yavrum. ya da, günün nasıl geçti yavrum. bi sıcak oldu sanki, gideyim de az hava alıp geleyim üf.
misal, şu tuzluğu uzatır mısın yavrum. ya da, günün nasıl geçti yavrum. bi sıcak oldu sanki, gideyim de az hava alıp geleyim üf.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
ismi: yok, önerilere açığım*
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.
peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.
tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.
benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.
her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.
tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
postmodernist, uzun ve şaşaalı cümleler duymayı bekledikleri bir anda yalnızca “hiçbir şey” dedim. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler laf salatasından ibarettir. postmodernist, uzun ve şaşalı cümleler tıpkı şu an aynı sözcükleri tekrarlamam gibi hiçbir anlam ifade etmeyen, altı üstü ortası, her yeri bomboş olan cümlelerdir. bir iş görüşmesinde kendinizden bahsedin dediklerinde, sizden bekledikleri bu tarz cümlelermiş meğerse. hatta “genel” hayatın içinde bile herkesin istediği buymuş. “kendinizden bahseder misiniz?” diye sorduklarında aslında hakikatliği önemli olmayan, gösterişli bir hikâye uydurmanız yeterliymiş, maalesef, bunu çok sonradan fark ettim.
peki, neye “hiçbir şey” dediğimi soracak olursanız, ki sormadığınızı biliyorum, “mevcut yapımıza ne gibi katkılar sağlamayı düşünüyorsunuz?” sorusunaydı. oysaki benden bu soruya “almış olduğum eğitimle ve daha önceki deneyimlemerimle(kilit sözcüklerden biridir), eğer işe alınmam dâhilinde, mevcut yapıyı daha da ileri götürecek(adeta kaf dağına) projeler tasarlamayı ve bunları en faydalı şekilde üretimlemeyi(kilit sözcük iki) düşünüyorum.” minvalinde cevaplar vermemi bekliyorlarmış. dediğim gibi; bunu çok sonradan fark ettim. yanlış hatırlamıyorsam, onuncu görüşmeden sonraydı.
tabii, bu görüşmeye az biraz sarhoş olarak gitmem de yadsınamaz bir küstahsızlıktı. az birazdan kastım, görüşme bittikten sonra yerimden kalkıp yüzüm onlara dönük bir şekilde geri geri yürüyerek tam kapıdan çıkarken gözlerinin içine bakarak kapı eşiğine tükürecek kadar. bu da ayrı bir küstahlıksızdı. “niye böyle bir etik dışı harekete sebep olan sarhoşluğun miktarını çok düşükmüş gibi bir de “az biraz” şeklinde tanımlıyorsunuz?” diye soracak olursanız da, ki sormadığınızı biliyorum, çünkü dokuzuncudan sonra danışma masasındaki her şeyi yere fırlattığımı hatırlıyorum, ki bence bu daha etik dışı, emin değilim. o zaman önümü bile göremiyordum. gördüğüm şeyler de belgesellerdeki gibi, kayda alınan gökyüzünün hızlandırılmış hali misali sürekli feveran içindeydi. gerçekten, gücünün yeteceğini anladığı anda bir insanın yapamayacağı hiçbir çirkinlik ve kötülük yoktur. gücüm yetiyor muydu, orası tartışmaya açık. sonrasında kovalandığımı hatırlıyorum.
benden, üstün girift cümle performansı bekleyen başka kişiler de vardı: yeni tanıştığım insanlar, bir olay üzerine yorum yapmamı bekleyen insanlar… hepsi palavralara, abartılara ve romantizme bağlı yaşıyorlardı. önceden bu gibi şeyler bir dünyadan kaçış evreninde sığınılacak limanlardı, şimdi ise hakikatler sığınılacak limanlar haline geldi. o kadar uçuk kaçık zihinler gördüm ki şaşmamak elde değildi. aynı eylemi farklı mekânlarda eşzamanlı bir şekilde yapabileceklerini sanıyorlardı, bence inanıyorlardı. yukarıdaki işver(meyen)enlerin benden beklediği buydu, diye düşünmüş olabilirim, bilmiyorum. belki de tükürüğümün altında yatan neden buydu. freud’a sormak lazım, üstat bilecektir.
her görüşme öncesinde kendimi, duran topun başında elli saat plan kurup gol atacağını sanan bir futbolcu gibi görüyordum. bu görüşmelerin sonunda ise aynı futbolcunun vurduğu topun baraja çarpması sonucunda hayal kırıklığına bürünen ruh hali gibi hissediyordum. on girişimden sonra insan bir daha duran top kullanmak istemiyor. on birinciden sonra barajdan dönen top kalemin içindeydi.
tabii, bu görüşmeler hayatıma hiçbir şey katmadı diyemem, haksızlık etmiş olurum: on ikinciden sonra insanların ne kadar salak olduğunu, on üçüncüden sonra parfümün kilit rol oynadığını, on dördüncüden sonra karşı tarafın salaklığını mimiklerimle aşağılamamam gerektiğini, on beşinciden sonra bir daha hiçbir görüşmeye geç kalmamam, mümkünse bir saat önce gitmem gerektiğini (gereksiz yere), on altıncıdan sonra giyimin önemli olduğunu, on yedinciden sonra hiçbir şekilde doğru söylememem gerektiğini, on sekizinciden sonra üst düzey bir yalan söyleme genine sahip olduğumu, on dokuzuncudan sonra da her şeye rağmen umutlu olmanın, umutsuzluğun en zavallı hali olduğunu anladım ve nihayet iş görüşmesi mefhumunu hayatımdan çıkardım. zihnimdeki kabullenmek ve inkâr etmek arasındaki cinsel gerilimin galibi kabullenmek olmuştu. belki de ilkinden sonra olması gereken buydu, belki de yaşamla aynı kabağa üflemeliydik, bilmiyorum. bunu da camus’ye danışmak lazım. en azından üstadın kesin bir düşüncesi olurdu, eminim.
devamını gör...
sürüş zevkinin en yüksek olduğu araç
teknolojik aksamlardan falan bahsetmiyorsak, gm'in özellikle 90"lı yıllarda ürettiği cadillac araçlardır. eski tabirle yayla gibi araçlardır, şimdiki kutudan bozma çıtkırıldım oyuncaklara benzemezler. sürüş keyfi bambaşkadır, uzun yol konforu çok yüksektir.
iki kapıılılarda cadillac eldorado, 4 kapılılarda cadillac deville modelleri favori modellerim.
bestcarmag.com/gallery/1994...
iki kapıılılarda cadillac eldorado, 4 kapılılarda cadillac deville modelleri favori modellerim.
bestcarmag.com/gallery/1994...
devamını gör...
türkiye'de cinsel eğitim verilmesi gerekliliği
(bkz: cinsel içerikli başlıkların verdiği rahatsızlık) (bkz: sakso çekmek) (bkz: sokağa çıkma yasağı sırasında fuckbuddy ile kalakalmak) (bkz: sevgilinle fuckbuddy'ni tanıştırmak) gibi başlıklardan sonra gerekli olduğunu düşündüğümdür. hayır , lisede verilen yüzeysel eğitimi saymıyorum.
devamını gör...
hayat felsefeniz olan sözler
“hiçbir çiçek ne kadar güzel koktuğunu kanıtlamak için dalından kopmaz.
kendinizi göstermek için özünüzden kopmayın. bırakın var olduğunuz yerde bilsinler değerinizi.
koparsanız, solarsınız."
kendinizi göstermek için özünüzden kopmayın. bırakın var olduğunuz yerde bilsinler değerinizi.
koparsanız, solarsınız."
devamını gör...
anal fistül
anal apselerin tam iyileşmemesi sonucu görülebilen, başka nedenler olarak crohn hastalığı,kanser,radyasyon olabilen rahatsızlıktır.
en sık görülen türü intersfinkterik fistüldür.
tedavi olarak genelde seton usulü fistül ara ara sıkılarak kapatılması işlemi yapılır.
en sık görülen türü intersfinkterik fistüldür.
tedavi olarak genelde seton usulü fistül ara ara sıkılarak kapatılması işlemi yapılır.
devamını gör...
mekanik dalga
elektromanyetik dalgalardan farklı olarak, yayılabilmek için hava, su gibi maddesel bir ortama ihtiyaç duyan, yani mekanik enerji ileten dalga tipi. su dalgaları, deprem dalgaları, ses dalgaları gibi...
devamını gör...