hiçbir şey kendini kandırmaktan daha kolay değildir. çünkü neye gönül vermişsek tam da ona inanırız.
-demosthenes
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

antalya serik'te yediğim tahin ve ceviz ile birlikte servis edilen efsane tatlı.uzun zamandır yolum düşmedi oraya ama sırf kabak tatlısı için ilk fırsatta gideceğim.
devamını gör...

mouse ile sayfada dolaşırken , mouse padin dışına çıkinca bozdum sanıp abimi çağırmıştım. abim de düzeltmek için 10 tl istemisti. parayı verdim. abim mouse kaldırıp tekrar mouse padin üzerine koydu. ben de mal olduğum için ağladım.
devamını gör...

her sözlüğün sahip olması gereken moderatör ve diğer törler.*
en sevdiğim yanı, sorun çözme becerisi.
tam, moderatöre yakışan türden.
radyo programında belirttiğim üzere, sevgim aşikar sayın bengarip.
burdan böyle devam et lütfennn.
devamını gör...

insana rağmen değişmiyorsa o sevgidir.
devamını gör...

başlığı açan yazarın profiline girdim ve sonuç şaşırtmadı. evet, yazarımız kel.

(bkz: tek elle başlık açmak)
devamını gör...

bağırmak-çağırmak yerine; ergenken, odama çekilir walkmanden son ses müzik dinler rahatlardım... ne istikrarlıyım ki, +20 yıl geçse de ruhuma en iyi gelen şey müzik ve artık sinir yok... sadece ruhunuza en iyi gelen şeyleri bulun, tabi bunun için önce kendinizi tanımanız lazım.. çünkü o sinir vs. sadece size zarar, kimseye birşey olmuyor yani...
devamını gör...

bir tane abi çıksın, 50 kg bal polen hediyeli sadece 20 lira desin. biz de o balı almaya çalışalım.
devamını gör...

hah şöyle ya dediğim yayın! internette aramaktan helak olduğumuz bir hizmet ayağımıza geliyor sözlük, hemi de bedave. sevinç göz yaşlarım pıt değil de fışırt şeklinde şuan, çünkü sevinç gözyaşı atik olur.
devamını gör...

-ekstra olarak - kokulu siyah üzüm, kavun ya da yeşillik. *
devamını gör...

(bkz: 3 kulhu 1 elham)

kafa izninde
kalbimiz seninle
ölse de kalbimiz de yaşıyor.

t: kimin dost kimin düşman olduğunu öldükten sonra nickaltimizda ki yazılardan anlayacağımız olaydır. *

ayrıca vasiyetimdir cenazemde helva yerine badem sütü kreması dağıtılsın.

(bkz: kafa sözlük badem sütü kreması kulübü)
devamını gör...

muhammed derken? askerlik arkadaşından bahsediyorsun sanırım. müdürü arasa sayın müdürüm diye önünü ilikleyecek kişi hz.muhammed'e muhammed diyor.
devamını gör...

oldukça kaliteli tanımları olan ve beğenilerini eksik etmeyen yazar arkadaşımızdır.

takipteyiz.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ada vapuru yandan çarklı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kendisiyle dalga geçmek için hazırda bekleyen şerefsiz çakalları, açıkta kalmış göt gibi ortada bırakan değerli arkadaşımızdır.
devamını gör...

negatif şeyler:eski ahşabın içinde yuvalanmış (bkz: tahta kurusu)'nun insanı sabaha kadar kaç kez ısırabileceği.
sırtda fare yürümesinin nasıl bir his olduğu.
devamını gör...

kendini bilmektir. kendini bilen insan kendine değer de verir.
devamını gör...

hz. muhammed'in miraç'a çıkarken bindiği binek. bence bir at olabilir. bunun nedeni şu, allah, hz. muhammed'i miraç'a uzay aracıyla çıkaracak değil ya. şahsen burak'ın mucizevi bir at olduğunu düşünmek bana uzay aracı olduğunu düşünmekten daha mantıklı geliyor. fakat rivayetler bu hayvanın at olmadığını gösteriyor. çünkü kaynaklara göre bu hayvan merkepten büyük. eşeğin boyu zaten 79-160 cm arası. hayvanın at olduğunu düşünürsek bu durumda atın merkepten büyük olması gerekir. ama atlar da 1,4-1,8 metre arası. at olması ihtimali az.

burak'ın at olmadığına dair bir diğer kanıt şöyle bir rivayettir:

resulullah tebük ya da hayber savaşından gelmişti. hz. aişe'nin sofrasının önünde bir perde vardı. tam o sırada rüzgar esip hz. aişe'ye ait olan oyuncak bebeklerin üzerinden ilgili perdenin bir ucunu açtı. bunun üzerine hz. muhammed buyurdu:

"bunlar da ne ey aişe?"

hz. aişe dedi: "bunlar oyuncaklarım." o sırada resulullah bebekleri arasında bir de çaputtan yapılmış bir at gördü. ve buyurdu:

"bebekler arasında gördüğüm bu oyuncak da nedir?" hz. aişe dedi: "attır."

resulullah buyurdu: "peki bunun üzerindekiler nedir?" hz. aişe dedi: "kanatlarıdır." hz. muhammed buyurdu: "atın kanatları olur mu?"

hz. aişe dedi: "sen hz. süleyman'ın kanatlı atları olduğunu duymadın mı?"

hz. aişe bu rivayeti anlattıktan sonra dedi: "bunun üzerine resulullah öyle bir güldü ki, azı dişlerini bile gördüm."

--

evet bu rivayette, hz. muhammed'in "atın kanatları olur mu?" diye sormasından, onun "kanatlı bir atın" varoluşunu anormal karşıladığını anlayabiliriz. bu durumda burak'ın bir at olmadığı sonucunu çıkarabiliriz. miraç hicretten 1 yıl ya da 16 ay önce gerçekleştiyse eğer, hicret 622 yılı, 1 yıl öncesi miraç herhalde 621'li yıllarda gerçekleşti.

tebük 630'da falan, hayber ise 629'da gerçekleşti. yani iki olay da muhtemelen miraç'tan sonra gerçekleşti. eğer burak kanatlı bir at olsa, hz. muhammed bu atı görmesine rağmen hz. aişe'nin "kanatlı at" dediğinde şaşırması garip olurdu. demek ki burak kanatlı bir at değil.

burak merkep de değil çünkü rivayete göre burak merkepden büyük. burak bir katır da değil. çünkü rivayete göre katırdan küçük. burak katırdan küçükse, katırın boyu 120 ila 180 cm arası sanırsam. bu durumda burak'ın at olmadığı kanıtlanıyor. çünkü katırlar max 180 cm oluyor atlar da öyle. burak katırdan küçükse muhtemelen attan da küçük.

hayvanın normal dünyevî hayvanlardan biri olmadığı anlaşılıyor. çünkü rivayetler bize bu hayvanın normalden daha hızlı olduğunu, daha hızlı adım attığını söylüyor. demek ki bu hayvan özel bir hayvan. dabbe gibi.

nitekim bu hayvanın, allah'ın yarattığı özel bir hayvan olduğunu düşünmek, hz. muhammed'in uzay aracıyla uzaya çıktığını düşünmekten daha mantıklıdır.
devamını gör...

isyan

bu mektubu sana yazarken gerçekten zorlandığımı söylemek isterim. sonuçta kaç senelik bir geçmişimiz var. şu an bir çöp tenekesinin başında duruyorum ve senin kokunu burnumda hissedebiliyorum. biraz hüzünlüyüm yaptığım şeylerden dolayı ama bir seçim yaptım. şimdi farkına varıyorum ve sana bir açıklama borçlu olduğumu hissediyorum, benim kötü niyetli olmadığımı anlaman için ve bütün hikayeyi öğrenebilmen için. bugün yine sessizce kapına geldim. beni fark etmemen için nefesimi bile tuttum. hala yemek kabını kapının önüne koyuyorsun. her şeyden önce dönmeyeceğimi belirtmek isterim. dışarda hayat var ve çok güzel dostluklar edindim bu iki aylık süreçte. tüm mesele ne zaman başladı biliyor musun? onu eve alınca. o ana kadar keyfim yerinde, karnım tok ve evde geçirdiğim yalnız zamanlardan gayet mutluluk duyuyordum. sen eve gelince ise birlikte uyumak, bacaklarında gezinmek, istediğim zaman istediğim yerde yatmak arada o çok sevdiğim küçük bilyelerle birlikte oyun oynamamız, beni yerden havaya kaldırıp yüzümü sıkman… bunların hepsi benim bildiğim tek gerçeklikti. beni savunmasız, tecrübesiz ve minnacıkken sokakta bulup evine davet ettiğin için minnetimi dile getirmek isterim. hani bizlerin nankör olduğunu söylerler ya hep. bu tam bir safsata. bazılarımız sadece biraz daha özgür ruhlu, bazılarımız duygusal, biraz hırçın, biraz öfkeli… tıpkı siz insanlarda olduğu gibi türlü türlü huylarımız var. mesela akşamları konuşlandığımız köprü altındaki iyi niyetli dostumuz “şef” (nam-ı diğer osman) iki haftada bir çiçekçiden bir gül çalıp, eski sahibinin kapısının önüne bırakıyor.

ne diyordum… evet o, onu getirdiğin günü daha bir dakika önce yaşanmış gibi hatırlayabiliyorum. mutfakta, soğuk seramik zemin üzerinde kendimi serinletmeye çalışırken kapı açıldı ve kafamı şöyle biraz oynatıp baktığımda bir de ne göreyim. beyaz tüyleri kirden simsiyah olmuş, incecik, benim yaşlarımda bir hem cinsim, burnu çizikler içinde ve sağ kulağında hafif bir kan lekesiyle öylece kucağında durup dik dik bana bakıyordu. onu yere bıraktığında doğruca yanıma geldi. “sen de kimsin?” dedim. “sana ne dostum” diye cevap verdi burnundan tıslayarak. sen ise ikimizin yanına gelip “bak çam, bu yeni arkadaşın maske” dedin. bir süre öylece birbirimize baktık ve ben de açıkçası kavgacı olmadığım için, söylediği terbiyesiz cevaba karşılık vermedim ve yatak odasına geçtim. birkaç saat orada kaldım, çarşafların arasında ve bu süre zarfında senin maske’yi yıkayışını, onu besleyişini duyabiliyordum. takdir edersin ki birden, gökten zembille inmiş gibi eve bir kedi getirince bütün dünyam allak bullak oldu. ilerleyen günlerde onunla kavga etmememiz benim iyi niyetli olmamdan kaynaklanıyor. sürekli tacizlerde bulunuyordu. “hey dostum burası resmen bir hapishane” ya da “ sen ne biçim kedisin dostum dışarısı inanılmaz bütün gün burada canın sıkılmıyor mu? söylesene.” diyordu. onunla kesinlikle konuşmama kararı almıştım ve cevap vermiyordum. mümkünse hiç muhatap olmuyordum. arada ön ayaklarıyla bana bir dokunup “sen ölmüşsün dostum” diyordu. onu neden evde tuttuğunu bir türlü anlam veremiyordum. ortalığı karıştırıyordu. mutfak masasının üzerine çıkıp ne var ne yok aşağıya atıyordu. ben de seviyordum eşyaları atmayı ama ancak sen yanımdayken yapıyordum. o ise, sen işe gitmek için kapıdan çıkar çıkmaz koltukların kenarlarını pençeliyor, salonun ortasında yer alan halının kenarlarını tırtıklıyor, banyodaki tuvalet kağıtlarını olduğu gibi yere seriyordu… eve geldiğinde neden kızmadığına anlam veremiyordum. aksine kucağına alıp, kulaklarını ve sırtını okşayıp yine de yemeğini koyuyordun ve o da soluksuz yiyordu. üstüne üstelik benim en çok sevdiğim ip kovalamacayı onunla da oynamaya başlamıştın. kıskançlık gibi bir huyum olduğunu o gelene kadar anlamamıştım.

bir gün sen dışarıdayken, o ise yine yemeğini nefes almadan yerken, ben de her zaman ki gibi tül perdelerin orada yatarken bana döndü ve “gücümü toparlamak üzereyim bir aya kalmaz buradan çıkacağım.” artık dayanamadım ve ben de şöyle dedim “burada bulunduğun için kendini şanslı saymalısın. dışarda geberecekken seni kurtardı, besliyor ve seviyor. senin bu yaptığın nankörlük. ama açıkçası buradan defolup gidersen gayet memnun olurum” “nankörlük mü? saçmalama dostum. mart ayı yaklaşıyor. sen hiç dışarı çıkmadın mı yoksa? ayrıca benim burada bulunmamdan neden bu kadar rahatsız oluyorsun ki? hiç konuşmuyorsun benimle. iki sohbet edelim diye laf atıyorum cevap vermiyorsun. kendi hemcinsine karşı bu ne soğukluk? yalnızlıktan beynin uyuşmuş senin” diye cevap verdi. sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. yemek kabını sürükleyerek benim yanıma getirdi. “biraz ye de, kan şekerin yükselsin” dedi. henüz yemek saatim gelmemişti ve kabım boştu ama birden önüme getirdiği çok cazip geldi ve burnumu daldırdım. “ha şöyle, korkulacak bir şey yok dostum” dedi. sonra o da daldırdı burnunu. sonra ufak bir kahkaha attı ve akabinde geğirdi. “eminim hiç geğirmemişsindir. hanım evladı seni.” dedi gülerek. “geğirdim tabii” diye cevap verdim ve sonra gerçekten de geğirdim. beni bir hanım evladı olarak görmesini istemedim sanırım. bu sefer kocaman bir kahkaha attı ve sonra şöyle dedi “biraz bana katılsan şu sıkıcı halinden kurtulursun. “öyle bir niyetim yok, kusura bakma. ayrıca sıkıcı falan değilim. mart ayı yaklaşıyorken neyi kastediyorsun?” diye sordum. “tanrım sen sevişmedin mi yoksa?” dedi. yılın bir ayında garip bir şeyler oluyordu. bir öfke kaplıyordu içimi, 13. katta bulunan dairemizin pencerelerinden bakıp durduk yere haykırıyordum ama çok umursamıyordum, zaten kısa sürüyordu. acaba onu mu kastediyordu? sevişmek kelimesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. tam sevişmek ne diye soracakken arkasını döndü ve banyoya gitti. yine tuvalet kağıtlarıyla oynayacaktı. ben de olduğum yerde yatmaya devam ettim.
o akşam senin yanında yatarken uyku girmedi gözüme. kafamda sorular… dışarıda neler oluyordu? mart ayının özelliği neydi? sevişmek ne demekti? bu kedi nasıl oluyor da bu kadar kendine özgüvenli ve neşeli olabiliyordu? ertesi gün sen işe gittiğinde yine birlikte yemek yedik. “dostum senin sevişmemiş olmamana aklım ermiyor bir türlü. sen doğana ihanet ediyorsun.” dedi. o gün bir hayli sohbet ettik. bana dışarıdaki dişilerden bahsetti. dolaşılabilecek onca yerden. lezzetli yemeklerin bulunduğu restoran arkalarından. park ve bahçelerde ağaçların altında serilip, açık havada günün tadını çıkarmaktan. sokak aralarında dolaşan dolgun farelerden…

ikinci gün yaşadığı maceraları anlattı. üçüncü gün yemeğimizi yedikten sonra birlikte ortalığı karıştırmaya başladık. sen yokken koltuk kenarlarını dişlemenin nasıl bir özgürlük olduğunu onunla birlikte öğrendim. mutfak musluğunu açıp suyun akışıyla oynamanın zevkini de. böylece bir hafta geçti ve maske ile sıkı bir arkadaşlığımız doğdu. onunla konuştukça dışarıda olan hayat hakkında merakım giderek artıyordu ve gerçekten de mart ayı yaklaşmıştı. tepkiler vermeye başladım. maske ise sen işe giderken dışarı çıkmaya çalışıyordu. sen ayağınla onu geri itip içeri sokuyordun. her seferinde sana olanca küfrü ediyordu. “geri zekalı, kendi aseksüel olduğu için bizi de öyle sanıyor.” diyordu. en son dışarı çıkma denemesinde koca bir tekme yedikten sonra bana döndü ve şöyle dedi. “dostum benimle birlikte olman gerekiyor, buradan çıkmamız lazım.” dedi. ben de “ne yapabilirim ki?” diye cevap verdim. o zaman bana planını anlattı.

ertesi sabah sen işe çıkar çıkmaz başladık. belirtmeliyim ki en çok eğlendiğimiz kısım, küvetin musluğunu açarak zaten küçük olan 1+1 evinin su basmasını sağlamak ve lavabonun altından deterjanları indirip her tarafı köpüğe bulamak oldu. ah tabi bir de mutfak dolaplarından envaı çeşit bakliyatı indirmek ve hepsini dökmek. bir ara maske ile birbirimize buğday fırlatıp kahkahalar attık. eve geldiğinde karşılaştığın manzara karşısında delirdin, o sırada açık bıraktığın kapıdan çıktık işte senin de bildiğin gibi. benimle birlikte oynadığın bilyeleri yanıma almak istedim ama çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. mektubumu sonlandırırken şunu söylemek isterim. sen sahibimden çok benim tek bildiğim dostumdun. ama bir dost bunca senedir beni en doğal hakkımdan nasıl mahrum etti diye düşünmeden edemedim bir süre. özellikle çıktığımızın ikinci günü tam sekiz dişiyle birlikte olduktan sonra sana bir hayli öfkelendiğimi de söylemem gerekiyor. sonra affetmenin öfkeyi azalttığını söyledi şefimiz. bu yeni duygu benim için ilk başlarda zor oldu ama sonunda başarabildim. seni affediyorum. belki bir gün dışarda denk geliriz ve ben de senin bacaklarında dolanırım. şimdilik her şey yolunda. karnımızı doyurmada hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. sahil kenarında ki balıkçılar oldukça cömert. şehrin neredeyse her yerini dolaştık ve bu yeni dünyada keşfedilecek çok şey var.

sevgilerimle çam.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim