ben anlamam penaltı,ofsayt,şut
taç yaparım kendime bulup buluşturup
gösterdim kartımı, senin ki faul
pas geçtim seni,vurdum kaleye goal...
devamını gör...

söz konusu siyasi başlık ise yaptığım şeydir. aslında yazacak çok şey var. ne gereği var?yazdığım tanımı birileri beğenecek.
birileri de keşke eksi butonu olsa diye hayıflanacak. illaki bir tarafa çekileceğim.

karşıt görüşler hep birbirini tokatlar. objektif olmak isteyeni ise herkes tokatlar.

fanatizmi yere çalmadan yazılanın okuyanda hiç bir anlamı olmayacak.
devamını gör...

düz pide yerine yumurtalı pide almak.
devamını gör...

kuyruk çıkarıyorsun.
devamını gör...

çok eskiden 900 lü hatlar vardı, ünlüleri arayıp sohbet edebiliyordunuz. yakında benzer bir şeye doğru adım atarsak hiç şaşırmam. pandemiden dolayı mı böyle olduk yoksa eskiden beri mi böyleydik karar veremiyorum.
devamını gör...

canımız ciğerimiz han solo’muz harrison ford’un 2019 yılında yaptığı bir konuşmada genç göstericiler için kullandığı ifadedir.

küresel ısınmaya karşı yapılan savaşta gençlerin çok önemli olduğunu söyleyen harrison ford bu gençleri bir ahlak ordusu olarak niteleyerek gezegenin kurtarma çalışmalarının ahlaki bir sorumluluk olduğunu da belirtmiş oldu böylelikle.

bu öfkeli gençlerin yağmur ormanlarını ve gezegeni kurtarmak için ihtiyacı olan tek şeyin siyasetçilerin yollarından çekilmeleri olduğunu söyleyen harrison ford’a sonuna kadar katıldığımı belirtmeliyim.

gezegeni elbirliği ile mahveden nesillerin gençleri giyim kuşamları ile yargılayarak bir de üstüne onları sorumsuz olmakla suçlamalarını izlemek gerçekten tam bir komedi.

genç insanların çevre duyarlılığına kuşak vermekte fayda var. çünkü gezegen yavaş yavaş yok oluyor ve eski nesiller bunu umursayamayacak kadar yorgun ve bıkkın. gençlerin kurtarıcı enerjisine ihtiyaç var.

harrison ford yağmur ormanları ile ilgili şöyle bir örnek veriyor: “ evinizin bir odasında yangın çıkarsa, evimin bir odası yanıyor demezsiniz, evim yanıyor dersiniz.” yağmur ormanları yok oluyorsa bu gezegenin yok olduğu anlamına gelir.

gezegeni kurtarmak için gençlerin yolundan çekilelim. amerikalıların bir sözü var, bildin mi?

get the hell out of their way!
devamını gör...


japon çocuğun tek hayali, çok ünlü bir karateci olmaktı. fakat ailesi buna izin vermiyordu. bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. ailesi, çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. çocuk bir gün hocasına " hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek." dedi. hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. çocuk o kadar hızlanmıştı ki hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar. yerden yere vuruyordu. bir gün hoca, elinde bir kağıtla geldi ;kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. çocuk çok şaşırdı. ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu: "hocam bu iş nasıl olur ? ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim." hocası ise "sen sadece hareketi yap." cevabını verdi. çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. hatta tek hareketle finale kadar çıktı. finalde karşısında kendisinde iki katı birisi vardı. önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi. ve şampiyon oldu. sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu: "hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum." hocası çocuğa baktı ve dedi ki : "senin hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ve bir tek savunması vardır. o da rakibin sol kolunu tutmak."


bu hikaye birçok dilde bir efsane haline gelmiş ve başarının sembolü olan hikayelerden birisi olmuştur.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yarı-efsanevi bilge. (bkz: korkut ata) olarak da anılır. kendisinden bilindiği kadarıyla, ilk kez reşidüddin* (v.1318) bahseder. o, bazı oğuz beylerini sayar ve dede korkut'un da bunların şeyhi olduğunu söyler. yine bu gibi eski dönemlerde, korkud ata namında ehl-i hâl olan aziz bir adamdan bahsedilir. reşidüddin, dede korkut'un, oğuz hükümdarlarından birinin başmüşaviri olduğunu söyler. bu oğuz hükümdarı, kayı inal han'dır. hatta bir menkıbeye göre kayı inal han, hz. muhammed devrinde müslüman olmuş ve dede korkut'u, hz. muhammed'e elçi göndermiştir. velâyetnâme-i hacı bektaş-ı veli kitabında dede korkut bazı oğuz beyleri/hanları ile anılır ve bunların ölmesiyle birlikte oğuz topluluğunun da dağıldığı söylenir.

adam olearius (ö. 1671), dede korkut'tan imam korkut diye bahseder ve 1638 yılında onun mezarını gördüğünü söyler. hatta mezarın olduğu yeri anlatır ve nerde olduğunu bile söyler. adam olearius'un anlattığına göre korkut, putperest olan lezgileri, islam'a davet etmek için oraya gitmiş ama lezgiler tarafından öldürülmüştür. evliya çelebi (v.1682) de bu tarihten 9 yıl sonra, yani 1647 yılında dede korkut'un mezarını ziyaret etmiştir. ve eugene schuyler (ö.1890) de dede korkut'un mezarı hakkında bilgi verir. vasily barthold (ö. 1930) ise bölgeye gittiğini ama mezarı bulamadığını söyler.

dede korkut, ebülgazi bahadır han'a (v.1664) göre 295, bir halk rivayetine göreyse 100 yıl yaşar.

eğer dede korkut gerçekten yaşadıysa bile, göçebe türklerin onu kutsallaştırıp yücelttikleri kesindir.
devamını gör...

hislere tercüman olan her biri birbirinden manidar can yücel şiirlerindendir.

başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..


yeni türkü'nün günebakan albümündeki duygu dolu şarkılarından da biridir.
devamını gör...

(bkz: felan)
bir de bunu yazıya dökenler var aman aman.
devamını gör...

daha ilkokul senelerinde okudugum "annemi bir kez daha gorebilsem" adli kitabiyla tanidigim yazardir. zana ingiliz asilli bir anne ve yemenli bir babanin en buyuk kizidir. babasinin tatil maksadiyla yemen'e gondermesi sonucu aslinda kardesiyle satildigini ogrenir. iki erkek kardesle evlenen abla kardesin hayati oldukca zor gecer. hatirladigim kadariyla esinden ve esinin ailesinden her turlu siddeti gormus, yemen'de yasadigi donem boyunca deyim yerindeyse kan kusmustur. annesi birlesmis millet'lere kadar ulasip, olayi dunya basinina duyurmasiyla, kizlarini kurtarabilmistir (yanlis hatirlamiyorsam) yalniz zana'nin kiz kardesi esini cok sevdigi icin, o yemen'de kalmayi tercih etmistir... cikardigi kitabi en az ucurtma avcisi kadar etkileyicidir ve huzunlendiricidir. yer yer okurken aglanabilir de. bende gercekten buyuk bir etki yaratmis olacak ki, aradan 19 sene gecmesine ragmen kitaptaki bir cok detayi hala hatirliyorum.
devamını gör...

barış manço türkiye’nin avrupa’ya dönük yüzü imiş. ışıklar içinde uyusun.
devamını gör...

şu an da atatürk ilkeleri ile ilgili bir bölüm okuyordum düşünüyorum da atatürk şuanda hayatta olsaydı yapacağı tek şey sizden utanmak olurdu. böyle bilgin bir insanın halkı nasıl bu kadar cahil olabiliyor anlam veremiyorum. düşündüğünüz tek şey ırkçılık aklınız başka bir şeye çalışmıyor ayrıca hewal demek arkadaş,dost demek bu kelimeyi söylediğin için teşekkür ediyorum. benim kürdistan hayalim yok, kürdistan devlet ismi değil bölgesel bir kelime bunu da cahilliğine veriyorum. sadece gerçek olanı söyledim bence sizde hayal dünyanızdan uyanırsanız iyi edersiniz . kimsenin bir şey istediği yok tarihide anlatmak suç olmuş yahu, tabi yalana alışmıssınız gerçekler ağır geliyor sizde haklısınız.
devamını gör...

kişi neyden yoksunsa onu diline dolar. bir insan sürekli hangi özelliğini sürekli övüyor ise emin olun bu onda mevcut değildir.
özgüven sessizdir, kendini belirtme ihtiyacı hissetmez.
devamını gör...

rus kaşif nikolai machulyak'ın 1976 yılında aç bir kutup ayısı ve yavrularını beslediği anın fotoğrafı. yavrunun machulyak'ın bacağına sarılması da duygu yüklüdür.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel kaynak
devamını gör...

türk islâm sentezi'nin fikir babalarından olan tarihçi. özellikle "islam'ın sancaktarı türkler" söylemlerinin ortaya çıkışında etkisi büyüktür.

kafesoğlu, 1914'de tefenni'nin önde gelen bir ailesine doğar. babasını 1. dünya savaşı'nda kaybeder, dedesi tarafından büyütülür ve 1932'de izmir darülmualliminini bitirir. afyon'da ilkokul öğretmeni olarak eğitim camiasına girer.

1936'da yeni kurulan dil tarih ve coğrafya fakültesi'nin ilk öğrencilerinden biridir
burada fuat köprülü ve abdulkadir inan gibi hocalarda okur. 1940'da lisans eğitimini tamamladıktan sonra da dtcf'de asistan olarak kalır. yedek subaylığını müteakip 1943'te üniversitede araştırmalar yapmak üzere budapeşte'ye gider, burada faşist miklos horthy rejiminin sonunu ve sovyetlerin macaristan'ı kurtarışını görür. derken sovyet askerlerince tutuklanır, neden sonra bir şekilde kaçar. 1945'te ülkesine döner...

türkiye'ye dönüşünde istanbul üniversitesinde doktora eğitimine başlar. mükrimin halil yinanç ve zeki velidi togan'ın yanında 1949'da doktorasını tamamlayan, 1953'te doçent 1959'da profesör olan ibrahim kafesoğlu, 1970'de togan'ın ölümüyle türk tarihi genel kürsüsü başkanlığına getirilir, 1983'teki emekliliğine kadar bu görevi sürdürür. bir dönem çapa yüksek öğretmen okulu müdürlüğü de yapar (hatta galiba ibrahim kaypakkaya'nın okuldan atılması onun döneminde olmuş). bu arada milliyetçi cephe hükümetinin "milli tarih" kitaplarını hazırlar, 1967'de aydınlar ocağı'nın kuruluşunda yer alır ve 1974'e kadar genel başkanlıkta bulunur. türk islam sentezinin kurucularından olduğunu söylemiştik. acaba bunda neyin etkisi vardı, genel olarak tarih veya edebiyat çalışanlarda görülen bir milliyetçilik miydi, hocanın babasını ruslarla savaşta kaybetmesi mi yoksa 2. dünya savaşı'nda komünistlerce gözaltına alınmasının mı? merak etmiyor değilim...

kafesoğlu'nun türk milli kültür tarihi kitabı, antik türk tarihiyle ilgilenenler için önemli bir giriş kaynağıdır. ayrıca bugün bile tartışılan "moğolların türklüğü" konusuna kafesoğlu "moğollar türk değillerdir" iddiasıyla yaklaşır ki, 1953'te yayınlanan "türk tarihinde moğollar ve cengiz meselesi" makalesi bu konudaki resmi tarihe karşı ilk çıkışlardandır. bu konudaki görüşleri türk islâm senteziyle ilişkili de olabilir. türk'ü olmayan sade islamcılar, mesela bizim fesli kadir; moğolları "abbasi hilafetini yıktılar" diye hiç sevmez çünkü... ha, "moğollar da cengiz de türk değildir" görüşünün en önemli dayanaklarından biri kafesoğlu'dur, o ayrı.


emekliliğin tadını sadece bir yıl çıkarabilen ibrahim kafesoğlu, 18 ağustos 1984'te kalp krizinden ölür. edirnekapı mezarlığında toprağa verilir...

kaynak: genel olarak bu yazı, ayrıca tdv islâm ansiklopedisi'nin ilgili maddesi.
devamını gör...

yakında sözlüğe başka bi yerlerinizi de atacakmışsınız gibi hissediyorum ama hadi hayırlısı.
devamını gör...

insanlar konuşmayı sever hele ki kendileri ya da başkaları hakkında konuşmaya bayılırlar. normal yani.
devamını gör...

bir tahsin yücel romanıdır.

daha önce tanımını yazdığım bıyık söylencesine çok benzer izlekler üzerinden yürüyen bir romandır. nasıl ki çok da numarası olmadığını düşündüğümüz bir bıyık tutku ve saplantı nesnesine dönüşebilirse mutfak ve yemek yapmak da insanın üzerinde benzer bir etki bırakabilir.

aslında bu romanda konu neyin takıntı haline geldiği değil, bu şeyin neden takıntı haline geldiğidir. insanlar hayatlarındaki birçok eksikliği o eksiklerin yerini manalı ya da manasız şeylerle doldurarak unutmaya çalışmaktadır.

konuyu dağıtma pahasına şöyle bir örnek verip romana geri döneceğim. fransız yazar, büyük insan georges perec fransızcada en çok kullanılan harf olan “e” harfini hiç kullanmadan bir roman yazmıştır mesela: kayboluş. ve perec bu romandan bahsederken üç yaşında kaybettiği babasının ve auschwitz kampında kaybettiği annesinin eksikliğini anlatmak için bu harfi kullanmamıştır. roman perec’in kendisi “e” harfi de kaybettiği ailesidir.

eskiden zengin olan bir ailenin tek umudu olan ve hukuk okuması için küçük yaşta istanbul’a gönderilen ilyas’ın mutfağı bir çıkmaza çevirmesini anlatıyor roman. ilyas büyük şehirde kaybolur ve onu ayakta tutam tek kişi olan sevgilisi emel de aniden onu terk eder. maddi zorluklar da yaşamakta olan ilyas masraftan kısmak için kendi yemeklerini yapmaya başlayınca yepyeni bir dünya bulur önünde.

ailenin ve köyünün baskısı, büyük şehrin insanı yutan umursamazlığı, aniden terk edilmiş olması ve maddi sıkıntılar ilyas’ın içindeki boşluğu büyütür. ve ilyas yemek yapmaya başlar ama bu bir zevk ya da hobi değiş bir intikamdır. deli gibi yemek yapar ve her yaptığı yemekle de içindeki boşluk biraz dolarken ilyas git gide kaybolmaya başlar.

“her şey bir tutku nesnesi olabilir. yemek yapmak bile…”

önemli olan bu tutkuyu eleştirmek değil nedenlerini anlayabilmektir.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ölüm öpücüğü
1930'da inşa edilen bu tuhaf, gizemli mermer heykel hem ürkütücü hem de büyüleyici heykel, genç bir adamın alnını öpen ve böylece onu başka bir dünyaya götüren ölüm'ün kanatlı bir kişiliğini tasvir ediyor.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim